Madde Detay
FAHİR, Bandırmalı, Pîr-i Sânî
(d. 1082/1671 - ö. 1165/1752)
tekke şairi
(Tekke / 18. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Adı Yusuf Nizâmeddin olup memleketinin Bandırma olması ve evlerinin bahçesine yaptırdıkları tekkenin ilk şeyhi olması nedeniyle Bandırmalı-zâde Şeyh Seyyid Yusuf Nizâmeddin Efendi olarak anılmaktadır. Şiirlerinde “Fahir” mahlasını kullanan Yusuf Nizâmeddin Efendi, “Pîr-i Sânî” diye meşhur olmuştur. “Pîr-i Sâni” denilmesi tahminen ailenin Celvetî usulünde ikinci şeyhi olmasından kaynaklanmaktadır. 1082/1671 yılında Bandırma’da doğmuştur. Babası, Celvetî şeyhlerinden Bandırmalı Hamid Efendi (ö. 1138/1726)’dir. Bandırmalı olarak tanınmakla beraber Moralı olduğu da rivâyet edilen Şeyh Hamid Efendi, Celvetî şeyhi Tophaneli Veliyyüddin Efendi (ö. 1107/1696)’nin yanında sülûkunu tamamlamış ve onun halîfesi olmuştur. Daha sonra Üsküdar’ın çeşitli camilerinde vaaz ve irşad faaliyetlerinde bulunmuş olan Hamid Efendi 1138/1726'da vefat etmiş, kabri de tekkenin haziresindedir. Yusuf Nizâmeddin Efendi’nin soyunun Ca‘fer-i Sadık’a, dolayısıyla Hz. Ali’nin hanımı Hz. Fâtıma vasıtasıyla Hz. Peygamber’e ulaştığı nakledilmektedir (Özcan 1989: 484). Yusuf Nizâmeddin Efendi’nin iki oğlu bir de kızı vardır. Büyük oğlu Küçük Hamid Efendi (ö.1172/17589)’dir. Celvetî usulüne göre sülûkunu tamamlayıp islâmî ilimlerde uğraşarak kendini geliştirmiştir. Fıstıkağacı Selâmî Ali Efendi tekkesi şeyhliğinde bulunmuştur. Daha sonra Bandırma’ya giderek orada vefat etmiştir. Küçük oğlu Mustafa Haşim Baba (ö. 1197/1782/83) da Celvetî âdab ve erkânını babasından öğrenmiştir. Melâmîlik ve Bektaşîliğe de meyl eden Haşim Baba, Celvetî tarikatının Haşimiyye kolunun kurucusudur. Kızı hakkında bilgi mevcut olmayıp damadı Dolayobalı Şeyh Veliyyüddin Efendi’dir (Tanman-Yılmaz 1992: 54).
Yusuf Nizameddin Efendi, küçük yaştan itibaren eğitimini babasının yanında almıştır. Celvetî usûlünün adab ve erkanını öğrenmiştir. 1115/1703 yılında Mekke-i Mükerreme’de “mucâveret”i esnasında Sun‘ullah Halebî Mekkî’nin (ö. 1120/1708) derslerine katılmıştır. Hocasının hadis usûlüne dair Urcûze’sinin şerhini istinsah etmiştir. İyi bir eğitim alan Yusuf Nizameddin Efendi, Arapça, Farsça, hadis ve tasavvuf konularında yeterli bilgiye sahip olmuştur. Yedi defa hacca gitmiş, hadis ilmini iyice öğrenmek için üç yıl Medine’de kalmıştır. Kendisine, babasından sonra her konuda yardım edip, icazet aldığı kişi Erzincanlı Mustafa Efendi (ö.1123/1711-12)’dir. Erzincan’da Halvetî şeyhlerinden Mehmed Efendi’nin oğludur. Tahsilini tamamladıktan sonra İstanbul Üsküdar’a gelmiş, Celvetî şeyhlerinden Devâtî-zâde Mehmed Efendi (ö.1090/1679/80)'ye intisap ederek seyr u sülûkunu tamamlamış ve halifesi olmuştur. “Erzincanî” lakabıyla da anılan Mustaf Efendi, Divitçi Zâviyesine şeyh olmuştur. Bir süre sonra memleketine geri dönmüş, 1702’de tekrar İstanbul’a gelerek Eminönü’ndeki Mehmed Paşa Tekkesi'ne şeyh olmuştur. Daha sonra Abdülhay Efendi vefat edince Hüdâyî Asitânesine on ikinci sırada tekrar postnişin olmuş ve vefatına kadar bu vazifede kalmıştır (Muslu 2004: 431).
Yusuf Nizâmeddin Efendi, babasının ölümünden sonra tekkede irşad görevini üstlenmiş ve ilim ve irfanı sayesinde Üsküdar’ın sevilen, sayılan bir şeyhi olmuştur. Evinin bahçesini genişleterek 1732’de yaptırdığı Bandırmalı-zâde tekkesinde ömrünün sonun kadar şeyhlik görevine devam etmiştir. Tekkede müridlerine tasavvuf, hadis ve Celvetîlikle ilgili dersler okutmuştur. Oğulları Küçük Hamid Efendi, Mustafa Haşim Baba ve damadı Dolayobalı Şeyh Veliyyüddin Efendi’yi yetiştirmiştir. Ayrıca Üsküdar’ın bazı cami ve mescidlerinde vaaz ve nasihatler de vermiştir (Özcan 1989: 486). Ayrıca Yusuf Nizâmeddin Efendi hayatta iken büyük oğlu Küçük Hamid Efendi, Acıbadem’deki Selâmî Ali Efendi Tekkesi’nde şeyh olmuştur. Ölümünden sonra da, küçük oğlu Mustafa Haşim Efendi Bandırmalı-zâde Tekkesi’nde şeyh olmuştur (Hülagu 1998: 270).
Yusuf Nizâmeddin Efendi, 1165/1752 cuma gecesi “teheccüd usûlünü eda ettikden sonra” vefat etmiştir. İstanbul’un fethine katılan orduda bulunan yedi emirin, bu tekkeye bitişik olan türbesinin ilk sırasına ve sokak kapısı yakınına defnedilmiştir. Burasının zamanla tekkenin haziresine dahil olduğu anlaşılmaktadır. Kabri, tekke yıkılıncaya kadar burada kalmıştır. Tekke 1940’lı yıllarda yıkıldıktan sonra ise cenazesi Üsküdar’da Çiçekçi Camii'nin haziresine nakledilmiştir (Koçu 1960: 2102).
Yusuf Nizâmeddin Efendi’nin bilinen tek eseri olan Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ hakkında, 2006 yılında Selami Şimşek tarafından bir makale yayımlanmıştır. Eser, Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege No: 9118’de kayıtlıdır. 1921 yılında İstanbul'da basılmış olup yedi sayfadır (Şimşek 2006: 70). Yusuf Nizâmeddin Efendi, eserin “Giriş” kısmında “Şiir ve Şâir” başlığı altında, gazel, kasîde, mersiye ve bahariye gibi şiir türlerinin nasıl yazılması gerektiği hakkında bilgi vermiş, mersiyenin tanımını yapmış, özellikle İmâm Hüseyin için mersiye yazmanın yöntem ve tekniği hakkında açıklamalarda bulunmuştur. Daha sonra da bu eserin telif sebebini açıklamıştır. Eserde giriş kısmından sonra iki mersiyeye yer vermiştir. Birinci mersiye muhammes tarzında on beş bentten, ikinci mersiye ise mesnevî tarzında kırk iki beyitten meydana gelmiştir. Eserde birinci mersiyenin dili gayet sade olmakla beraber ikinci mersiyenin dili biraz daha ağırdır, ayrıca vezin hataları göze çarpmaktadır. Eserde, Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinden dolayı duyulan üzüntü ön plandadır.
Kaynakça
Akkuş, Mehmet - Yılmaz, Ali (hzl.) (2011). Osman-zâde Vassaf, Sefine-i Evliya. C. 3. İstanbul: Kitabevi Yay.
Bursevi, İsmail Hakkı (1874). Kitab-ı Silsile-i Tarîk-i Celvetî. İstanbul: Haydarpaşa Hastanesi Mat.
Derin, F. Çetin (hzl.) (1978). Hüseyin Ayvansarâyî Vefayat-ı Selahattin ve Meşahir-i Rical. İstanbul: Edebiyat Fak. Bas.
Eraydın, Selçuk (1994). Tasavvuf ve Tarikatlar. İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yay.
Hülagu, Orhan vd. (1998). Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî. C. 4. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
Işın, Ekrem (hzl.) (1994). “Haşim Efendi Tekkesi”. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay. 15-16.
Işın, Ekrem (hzl.) (1993). “Celvetîlik”. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. C. 2. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay. 389.
İnal, İbnü’l-Emin M. Kemal (1988). Son Asır Türk Şâirleri. C. 2. İstanbul: Dergah Yay.
İpekten, Haluk vd. (1988). Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
Kocatürk, Vasfi Mahir (1968). Tekke Şiiri Antolojisi. Ankara: Edebiyat Yay.
Koçu, R. Ekrem (hzl.) (1960). “Bandırmalı Tekkesi ve Camii”. İstanbul Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: yyy. 2102.
Kurnaz, Cemal - Tatçı, Mustafa (hzl.) (2001). Nail Tuman, Tuhfe-i Naili. C. 2. Ankara: Bizim Büro Yay.
Muslu, Ramazan (2004). Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18. Yüzyıl). İstanbul: İnsan Yay.
Özcan, Abdülkadir (hzl.) (1989). Şeyhî Mehmed Efendi, Vakâyiu'l-Fuzalâ. C. 2. İstanbul: Çağrı Yay.
Özcan, Abdülkadir (hzl.) (1989). Fındıklılı İsmet Efendi, Tekmiletu’ş-Şakâik fi Hakk-ı Ehli’l-Hakâik. C. 4. İstanbul: Çağrı Yay.
Şahsuvaroğlu, Bedii (hzl.) (1976). İ. Hakkı Üsküdarî, Merâkıd-ı Mu’tebere-i Üsküdar. İstanbul: yyy.
Şimşek, Selami (2006). “Bandırmalı Şeyh Yusuf Nizâmeddin Efendi (ö.1165/1752) ve Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ’sı”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. 30: 65-81.
Tanman, M. Baha, H. Kâmil Yılmaz (hzl.) (1988). “Bandırmalızâde Tekkesi”. İslam Ansiklopedisi. C. 5. İstanbul: Türk Diyanet Vakfı Yay. 54-55.
Yılmaz, H. Kâmil (2011). Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarîkatı. İstanbul: Erkam Yay.
Yurtsever, M. Murat (hzl.) (2000). Kemalnâme-i İsmail Hakkı. Bursa. Arasta Yay.
Yusuf Nizameddin Efendi. Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ. Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege No: 9118.
Yücer, Hür Mahmut (2004). Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl). İstanbul: İnsan Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DR. MEHMET ÜNALYayın Tarihi: 14.07.2013Güncelleme Tarihi: 06.12.2020Eserlerinden Örnekler
Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ
Şiir ve Şair
Benim fikrimce bir şâir kalbi, envâr-ı bedâyi‘in muhîti ve âsârı, kalbinin âyine-i in‘ikâsı olmalıdır. Bir şiir yazıldığı zaman güzel düşünmeli, güzel hissedilmeli, düşünüldüğü ve hissedildiği gibi yazılmalıdır. Mersiyyelerini okuyan ağlamalı, bahâriyyelerini gören neş’e-yâb olmalı. Bir gazel veya kasîdesini okurken mutâlaa edenler, kendini şâirin zihninde, fikirleri içinde geziyorum sanmalı, memdûhunu herkese ögündürmeli, menfûrundan herkesi tenfîr etmelidir.
O kadar güzel tasvîr etmelidir ki, okuyanlar tasvîr kadar belki daha güzel musavveri bulsunlar. Herkes söz söyler, fakat söylediği şeyi şâir kadar tesir ettiremez. Nazm ekseriyâ sâdırât-ı kalbiyye ve futûhât-ı hayâliyyenin lisânı, nesr ise mahsûlât-ı akliyye ve fikriyyenin sûret-i beyânıdır.
Mersiyye, lügatte vefât etmiş bir zâtın mehâmid ve mehâsinine dâir hüzn-engîz şiir okumak mânâsına gelir. Binâenaleyh herhangi bir mersiyyenin mahzûnâne bir lisânla yazılmış olması, kârii müteellim etmek içün muharririn de kalemiyle ağlaması meşrûttur.
Bilhassa Cenâb-ı Seyyidü’ş-Şühedâ İmâm Hüseyin ibn Murtezâ (r. anhumâ) Hazretleri hakkında söylenilen mersiyyelerde“Men bekâ ‘alâ Hüseyni ev tebâkâ ilâ âhir” ” (Kim Hüseyn için ağlarsa yahut ağlıyormuş gibi yaparsa cennet ona vacip olur) hadîs-i şerîfinden hisse-mend olmak ümniyyesiyle bi’t-tab‘ tahrîk-i hüzn içün hizmet edilmiş olacağından bunu hilâf-ı edeb telakkî etmek ve kudsiyyet-i Hazret-i İmâm’a nakısa olduğunu düşünmek doğru değildir.
Şu kadar var ki, şiirin ifrât ve tefrîtten hâli kalmayacağı tabiî olduğundan şîve-i edebiyâta muhâlif bir sûrette tahrîri muvâfık olmadığı gibi sadedin hâricine çıkacak derecede tefrît göstermek muhâlif-i edebdir.
Yusuf Nizameddin Efendi. Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ, Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege No: 9118. 1-2.
MERSİYYE
Ağla ey dil ki bugün zulm firâvân oldu
Gül-i gülzâr-ı Nebi soldu perîşân oldu
Bu işe ins ü melek cümlesi nâlân oldu
Ehl-i beyt’e bu zaman gör ki ne tuğyân oldu
Hanedân-ı nebevî âh ile sûzân oldu
Zümre-i ehl-i şikâk etdi inâdın i‘lân
Hânedân-ı nebevî oldu garîk-i ahzân
Ağlayub mâtem ider kimde ki vardır îmân
Bu işe yandı bütün âh ederek halk-ı cihân
Ağladı şems ü kamer inledi hem kerrûbiyân
Ettiler âl-i Yezîd kizb iderek nakz-ı ‘uhûd
İşte bu vâkı‘a-ı kerb-i belâ oldu şuhûd
Düşdü hâk-ı siyehe sâye-i sultân-ı vucûd
Nûr-ı çeşmân-ı Ali nûr-ı fuâd-ı Mahmûd
Eyle müşgin anı Kur’ân ile tebcîl-i Ma‘bûd
Girye-nâk etdi bizi işte bu fi‘l-i a‘dâ
Eyledi dâll u mudil anları hep hubb-ı sivâ
Biz nasıl etmeyelim la‘neti her demde sezâ
Tîğ-ı tahkîre hedef oldu hafîd-i Tâhâ
Titredi yareli bir kuş gibi rûh-ı Zehrâ
Hayf kim kıldılar o şâha bugün kavm-i Yezîd
Etdiler zulm-ı şekâvetleri ol rütbe mezîd
Teşne-leb eylediler tîğ-ı ihânetle şehîd
Hançerin çekti hücûm etdi o dem Şemir-i pâ
La‘netullahi Yezîdâ vü alâ âl-i Yezîd
Ümmü Gülsüm yetişüb âh iderek etdi figân
Gördü ki re’s-i Hüseyn hâk üzerinde galtân
Zeyneb olmuşdu sekîneyle beraber giryân
Âl u ahfâd-ı Nebi cümlesi zâr u nâlân
Lerzeden sanki harâb oldu bütün kevn u mekân
Bu ne ‘udvân ki Yezîdân ana vermez idi âb
Âl u evlâd-ı Nebi oldu umûmen bî-tâb
Şehribânu ediyor zümre-i süfyâna hitâb
İderek la‘neti bir tavr-ı elemle işrâb
Dedi ey kavm-i Yezîdân size gelmez mi hicâb
Bu idi nûr-ı ‘uyûn-ı şürefâ necm-i safâ
Bu idi rûh-ı Ali zübde-i erbâb-ı vefâ
Bu idi cevher-i pâkize-i rûh-ı Zehrâ
Bu idi nesl-i Nebi dürre-i mahbûb-ı Hüdâ
Bu idi bize vasiy eylediniz şimdi cüdâ
Fahr-i Âlem ki anın ceddini teşkil ediyor
Hazret-i Hak’da anı lutfile tebcîl ediyor
Hem de Kur’ân-ı Kerîmi’nde de tescîl ediyor
Zât-ı âlisini her vechile tahlîl ediyor
Zâtını mevki‘ini hâsılı tafdîl ediyor
Gerdeni pûsegeh-i mihr-i risâletdi anın
Ârızı cilvegeh-i nûr-ı velâyetdi anın
Gözleri sâgar serşâr-ı nübüvvetdi anın
Deheni gonce-i gülzâr-ı şerîatdı anın
Sözleri zübde-i esrâr-ı hakîkatdı anın
Bu ne zulüm ne cefâdır hele ey kavm-i ‘anîd
Şübhe yok olmuşunuz lutf-ı İlâhî’ye ba‘îd
Emr-i Hakk’ı bırakub oldunuz itbâ‘-ı Yezîd
Etdiniz âl-i Resûl’e o kadar zulm-ı şedîd
Hürmeti vâcib iken kahrı revâ mı teşdîd
Müteveccih olarak Ka‘be’ye ol nesl-i betül
Dedi ey ceddi.. eyâ şâh-ı resûl
Bize gör ki ne ezâ eylediler kavm-i cehûl
Taşda olsa bu kadar kahrı eder miydi kabûl
Ne revâ kanlara mağrûk ola mâderle oğul
Böyle söylerken yetişdi Zeyneb-i âlî-fehâm
Gördü ‘üryân ser yerinde yatmada şâh-ı himâm
Hâke düşmüş kan ile galtândır şâh-ı imâm
Kıldı bir nevha o demde oldu âlem pür-zalâm
Hep nidâ-yı vâh-ı Hüseyn’le cihân doldu tamam
Eylemişdi nûr-ı ayn-ı Murtazâ terk-i diyâr
Olmuş idi vâsıl-ı zât-ı Hüdâ-yı Kird-gâr
Her kimin îmânı varsa âh ider bî-ihtiyâr
Nâle vü âh u figânla cism-i varın dâgdâr
Afv ider cürm ü günâhın lâ-cerem Perverdigâr
Fâhirâ sertâc-ı uşşâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Hastegân-ı aşka tiryâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Muktedâ-yı enfüs ü âfâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Vech-i pâk-i Hakk’a müştâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Yusuf Nizameddin Efendi. Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ. Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege No: 9118. 3-4.
Şimşek, Selami (2006). “Bandırmalı Şeyh Yusuf Nizâmeddin Efendi (ö.1165/1752) ve Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ’sı”. Atatürk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. 30: 73-75.
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 14.07.2013Güncelleme Tarihi: 06.12.2020Eserlerinden Örnekler
Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ
Şiir ve Şair
Benim fikrimce bir şâir kalbi, envâr-ı bedâyi‘in muhîti ve âsârı, kalbinin âyine-i in‘ikâsı olmalıdır. Bir şiir yazıldığı zaman güzel düşünmeli, güzel hissedilmeli, düşünüldüğü ve hissedildiği gibi yazılmalıdır. Mersiyyelerini okuyan ağlamalı, bahâriyyelerini gören neş’e-yâb olmalı. Bir gazel veya kasîdesini okurken mutâlaa edenler, kendini şâirin zihninde, fikirleri içinde geziyorum sanmalı, memdûhunu herkese ögündürmeli, menfûrundan herkesi tenfîr etmelidir.
O kadar güzel tasvîr etmelidir ki, okuyanlar tasvîr kadar belki daha güzel musavveri bulsunlar. Herkes söz söyler, fakat söylediği şeyi şâir kadar tesir ettiremez. Nazm ekseriyâ sâdırât-ı kalbiyye ve futûhât-ı hayâliyyenin lisânı, nesr ise mahsûlât-ı akliyye ve fikriyyenin sûret-i beyânıdır.
Mersiyye, lügatte vefât etmiş bir zâtın mehâmid ve mehâsinine dâir hüzn-engîz şiir okumak mânâsına gelir. Binâenaleyh herhangi bir mersiyyenin mahzûnâne bir lisânla yazılmış olması, kârii müteellim etmek içün muharririn de kalemiyle ağlaması meşrûttur.
Bilhassa Cenâb-ı Seyyidü’ş-Şühedâ İmâm Hüseyin ibn Murtezâ (r. anhumâ) Hazretleri hakkında söylenilen mersiyyelerde“Men bekâ ‘alâ Hüseyni ev tebâkâ ilâ âhir” ” (Kim Hüseyn için ağlarsa yahut ağlıyormuş gibi yaparsa cennet ona vacip olur) hadîs-i şerîfinden hisse-mend olmak ümniyyesiyle bi’t-tab‘ tahrîk-i hüzn içün hizmet edilmiş olacağından bunu hilâf-ı edeb telakkî etmek ve kudsiyyet-i Hazret-i İmâm’a nakısa olduğunu düşünmek doğru değildir.
Şu kadar var ki, şiirin ifrât ve tefrîtten hâli kalmayacağı tabiî olduğundan şîve-i edebiyâta muhâlif bir sûrette tahrîri muvâfık olmadığı gibi sadedin hâricine çıkacak derecede tefrît göstermek muhâlif-i edebdir.
Yusuf Nizameddin Efendi. Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ, Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege No: 9118. 1-2.
MERSİYYE
Ağla ey dil ki bugün zulm firâvân oldu
Gül-i gülzâr-ı Nebi soldu perîşân oldu
Bu işe ins ü melek cümlesi nâlân oldu
Ehl-i beyt’e bu zaman gör ki ne tuğyân oldu
Hanedân-ı nebevî âh ile sûzân oldu
Zümre-i ehl-i şikâk etdi inâdın i‘lân
Hânedân-ı nebevî oldu garîk-i ahzân
Ağlayub mâtem ider kimde ki vardır îmân
Bu işe yandı bütün âh ederek halk-ı cihân
Ağladı şems ü kamer inledi hem kerrûbiyân
Ettiler âl-i Yezîd kizb iderek nakz-ı ‘uhûd
İşte bu vâkı‘a-ı kerb-i belâ oldu şuhûd
Düşdü hâk-ı siyehe sâye-i sultân-ı vucûd
Nûr-ı çeşmân-ı Ali nûr-ı fuâd-ı Mahmûd
Eyle müşgin anı Kur’ân ile tebcîl-i Ma‘bûd
Girye-nâk etdi bizi işte bu fi‘l-i a‘dâ
Eyledi dâll u mudil anları hep hubb-ı sivâ
Biz nasıl etmeyelim la‘neti her demde sezâ
Tîğ-ı tahkîre hedef oldu hafîd-i Tâhâ
Titredi yareli bir kuş gibi rûh-ı Zehrâ
Hayf kim kıldılar o şâha bugün kavm-i Yezîd
Etdiler zulm-ı şekâvetleri ol rütbe mezîd
Teşne-leb eylediler tîğ-ı ihânetle şehîd
Hançerin çekti hücûm etdi o dem Şemir-i pâ
La‘netullahi Yezîdâ vü alâ âl-i Yezîd
Ümmü Gülsüm yetişüb âh iderek etdi figân
Gördü ki re’s-i Hüseyn hâk üzerinde galtân
Zeyneb olmuşdu sekîneyle beraber giryân
Âl u ahfâd-ı Nebi cümlesi zâr u nâlân
Lerzeden sanki harâb oldu bütün kevn u mekân
Bu ne ‘udvân ki Yezîdân ana vermez idi âb
Âl u evlâd-ı Nebi oldu umûmen bî-tâb
Şehribânu ediyor zümre-i süfyâna hitâb
İderek la‘neti bir tavr-ı elemle işrâb
Dedi ey kavm-i Yezîdân size gelmez mi hicâb
Bu idi nûr-ı ‘uyûn-ı şürefâ necm-i safâ
Bu idi rûh-ı Ali zübde-i erbâb-ı vefâ
Bu idi cevher-i pâkize-i rûh-ı Zehrâ
Bu idi nesl-i Nebi dürre-i mahbûb-ı Hüdâ
Bu idi bize vasiy eylediniz şimdi cüdâ
Fahr-i Âlem ki anın ceddini teşkil ediyor
Hazret-i Hak’da anı lutfile tebcîl ediyor
Hem de Kur’ân-ı Kerîmi’nde de tescîl ediyor
Zât-ı âlisini her vechile tahlîl ediyor
Zâtını mevki‘ini hâsılı tafdîl ediyor
Gerdeni pûsegeh-i mihr-i risâletdi anın
Ârızı cilvegeh-i nûr-ı velâyetdi anın
Gözleri sâgar serşâr-ı nübüvvetdi anın
Deheni gonce-i gülzâr-ı şerîatdı anın
Sözleri zübde-i esrâr-ı hakîkatdı anın
Bu ne zulüm ne cefâdır hele ey kavm-i ‘anîd
Şübhe yok olmuşunuz lutf-ı İlâhî’ye ba‘îd
Emr-i Hakk’ı bırakub oldunuz itbâ‘-ı Yezîd
Etdiniz âl-i Resûl’e o kadar zulm-ı şedîd
Hürmeti vâcib iken kahrı revâ mı teşdîd
Müteveccih olarak Ka‘be’ye ol nesl-i betül
Dedi ey ceddi.. eyâ şâh-ı resûl
Bize gör ki ne ezâ eylediler kavm-i cehûl
Taşda olsa bu kadar kahrı eder miydi kabûl
Ne revâ kanlara mağrûk ola mâderle oğul
Böyle söylerken yetişdi Zeyneb-i âlî-fehâm
Gördü ‘üryân ser yerinde yatmada şâh-ı himâm
Hâke düşmüş kan ile galtândır şâh-ı imâm
Kıldı bir nevha o demde oldu âlem pür-zalâm
Hep nidâ-yı vâh-ı Hüseyn’le cihân doldu tamam
Eylemişdi nûr-ı ayn-ı Murtazâ terk-i diyâr
Olmuş idi vâsıl-ı zât-ı Hüdâ-yı Kird-gâr
Her kimin îmânı varsa âh ider bî-ihtiyâr
Nâle vü âh u figânla cism-i varın dâgdâr
Afv ider cürm ü günâhın lâ-cerem Perverdigâr
Fâhirâ sertâc-ı uşşâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Hastegân-ı aşka tiryâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Muktedâ-yı enfüs ü âfâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Vech-i pâk-i Hakk’a müştâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Yusuf Nizameddin Efendi. Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ. Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege No: 9118. 3-4.
Şimşek, Selami (2006). “Bandırmalı Şeyh Yusuf Nizâmeddin Efendi (ö.1165/1752) ve Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ’sı”. Atatürk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. 30: 73-75.
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 06.12.2020Eserlerinden Örnekler
Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ
Şiir ve Şair
Benim fikrimce bir şâir kalbi, envâr-ı bedâyi‘in muhîti ve âsârı, kalbinin âyine-i in‘ikâsı olmalıdır. Bir şiir yazıldığı zaman güzel düşünmeli, güzel hissedilmeli, düşünüldüğü ve hissedildiği gibi yazılmalıdır. Mersiyyelerini okuyan ağlamalı, bahâriyyelerini gören neş’e-yâb olmalı. Bir gazel veya kasîdesini okurken mutâlaa edenler, kendini şâirin zihninde, fikirleri içinde geziyorum sanmalı, memdûhunu herkese ögündürmeli, menfûrundan herkesi tenfîr etmelidir.
O kadar güzel tasvîr etmelidir ki, okuyanlar tasvîr kadar belki daha güzel musavveri bulsunlar. Herkes söz söyler, fakat söylediği şeyi şâir kadar tesir ettiremez. Nazm ekseriyâ sâdırât-ı kalbiyye ve futûhât-ı hayâliyyenin lisânı, nesr ise mahsûlât-ı akliyye ve fikriyyenin sûret-i beyânıdır.
Mersiyye, lügatte vefât etmiş bir zâtın mehâmid ve mehâsinine dâir hüzn-engîz şiir okumak mânâsına gelir. Binâenaleyh herhangi bir mersiyyenin mahzûnâne bir lisânla yazılmış olması, kârii müteellim etmek içün muharririn de kalemiyle ağlaması meşrûttur.
Bilhassa Cenâb-ı Seyyidü’ş-Şühedâ İmâm Hüseyin ibn Murtezâ (r. anhumâ) Hazretleri hakkında söylenilen mersiyyelerde“Men bekâ ‘alâ Hüseyni ev tebâkâ ilâ âhir” ” (Kim Hüseyn için ağlarsa yahut ağlıyormuş gibi yaparsa cennet ona vacip olur) hadîs-i şerîfinden hisse-mend olmak ümniyyesiyle bi’t-tab‘ tahrîk-i hüzn içün hizmet edilmiş olacağından bunu hilâf-ı edeb telakkî etmek ve kudsiyyet-i Hazret-i İmâm’a nakısa olduğunu düşünmek doğru değildir.
Şu kadar var ki, şiirin ifrât ve tefrîtten hâli kalmayacağı tabiî olduğundan şîve-i edebiyâta muhâlif bir sûrette tahrîri muvâfık olmadığı gibi sadedin hâricine çıkacak derecede tefrît göstermek muhâlif-i edebdir.
Yusuf Nizameddin Efendi. Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ, Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege No: 9118. 1-2.
MERSİYYE
Ağla ey dil ki bugün zulm firâvân oldu
Gül-i gülzâr-ı Nebi soldu perîşân oldu
Bu işe ins ü melek cümlesi nâlân oldu
Ehl-i beyt’e bu zaman gör ki ne tuğyân oldu
Hanedân-ı nebevî âh ile sûzân oldu
Zümre-i ehl-i şikâk etdi inâdın i‘lân
Hânedân-ı nebevî oldu garîk-i ahzân
Ağlayub mâtem ider kimde ki vardır îmân
Bu işe yandı bütün âh ederek halk-ı cihân
Ağladı şems ü kamer inledi hem kerrûbiyân
Ettiler âl-i Yezîd kizb iderek nakz-ı ‘uhûd
İşte bu vâkı‘a-ı kerb-i belâ oldu şuhûd
Düşdü hâk-ı siyehe sâye-i sultân-ı vucûd
Nûr-ı çeşmân-ı Ali nûr-ı fuâd-ı Mahmûd
Eyle müşgin anı Kur’ân ile tebcîl-i Ma‘bûd
Girye-nâk etdi bizi işte bu fi‘l-i a‘dâ
Eyledi dâll u mudil anları hep hubb-ı sivâ
Biz nasıl etmeyelim la‘neti her demde sezâ
Tîğ-ı tahkîre hedef oldu hafîd-i Tâhâ
Titredi yareli bir kuş gibi rûh-ı Zehrâ
Hayf kim kıldılar o şâha bugün kavm-i Yezîd
Etdiler zulm-ı şekâvetleri ol rütbe mezîd
Teşne-leb eylediler tîğ-ı ihânetle şehîd
Hançerin çekti hücûm etdi o dem Şemir-i pâ
La‘netullahi Yezîdâ vü alâ âl-i Yezîd
Ümmü Gülsüm yetişüb âh iderek etdi figân
Gördü ki re’s-i Hüseyn hâk üzerinde galtân
Zeyneb olmuşdu sekîneyle beraber giryân
Âl u ahfâd-ı Nebi cümlesi zâr u nâlân
Lerzeden sanki harâb oldu bütün kevn u mekân
Bu ne ‘udvân ki Yezîdân ana vermez idi âb
Âl u evlâd-ı Nebi oldu umûmen bî-tâb
Şehribânu ediyor zümre-i süfyâna hitâb
İderek la‘neti bir tavr-ı elemle işrâb
Dedi ey kavm-i Yezîdân size gelmez mi hicâb
Bu idi nûr-ı ‘uyûn-ı şürefâ necm-i safâ
Bu idi rûh-ı Ali zübde-i erbâb-ı vefâ
Bu idi cevher-i pâkize-i rûh-ı Zehrâ
Bu idi nesl-i Nebi dürre-i mahbûb-ı Hüdâ
Bu idi bize vasiy eylediniz şimdi cüdâ
Fahr-i Âlem ki anın ceddini teşkil ediyor
Hazret-i Hak’da anı lutfile tebcîl ediyor
Hem de Kur’ân-ı Kerîmi’nde de tescîl ediyor
Zât-ı âlisini her vechile tahlîl ediyor
Zâtını mevki‘ini hâsılı tafdîl ediyor
Gerdeni pûsegeh-i mihr-i risâletdi anın
Ârızı cilvegeh-i nûr-ı velâyetdi anın
Gözleri sâgar serşâr-ı nübüvvetdi anın
Deheni gonce-i gülzâr-ı şerîatdı anın
Sözleri zübde-i esrâr-ı hakîkatdı anın
Bu ne zulüm ne cefâdır hele ey kavm-i ‘anîd
Şübhe yok olmuşunuz lutf-ı İlâhî’ye ba‘îd
Emr-i Hakk’ı bırakub oldunuz itbâ‘-ı Yezîd
Etdiniz âl-i Resûl’e o kadar zulm-ı şedîd
Hürmeti vâcib iken kahrı revâ mı teşdîd
Müteveccih olarak Ka‘be’ye ol nesl-i betül
Dedi ey ceddi.. eyâ şâh-ı resûl
Bize gör ki ne ezâ eylediler kavm-i cehûl
Taşda olsa bu kadar kahrı eder miydi kabûl
Ne revâ kanlara mağrûk ola mâderle oğul
Böyle söylerken yetişdi Zeyneb-i âlî-fehâm
Gördü ‘üryân ser yerinde yatmada şâh-ı himâm
Hâke düşmüş kan ile galtândır şâh-ı imâm
Kıldı bir nevha o demde oldu âlem pür-zalâm
Hep nidâ-yı vâh-ı Hüseyn’le cihân doldu tamam
Eylemişdi nûr-ı ayn-ı Murtazâ terk-i diyâr
Olmuş idi vâsıl-ı zât-ı Hüdâ-yı Kird-gâr
Her kimin îmânı varsa âh ider bî-ihtiyâr
Nâle vü âh u figânla cism-i varın dâgdâr
Afv ider cürm ü günâhın lâ-cerem Perverdigâr
Fâhirâ sertâc-ı uşşâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Hastegân-ı aşka tiryâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Muktedâ-yı enfüs ü âfâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Vech-i pâk-i Hakk’a müştâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Yusuf Nizameddin Efendi. Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ. Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege No: 9118. 3-4.
Şimşek, Selami (2006). “Bandırmalı Şeyh Yusuf Nizâmeddin Efendi (ö.1165/1752) ve Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ’sı”. Atatürk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. 30: 73-75.
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ
Şiir ve Şair
Benim fikrimce bir şâir kalbi, envâr-ı bedâyi‘in muhîti ve âsârı, kalbinin âyine-i in‘ikâsı olmalıdır. Bir şiir yazıldığı zaman güzel düşünmeli, güzel hissedilmeli, düşünüldüğü ve hissedildiği gibi yazılmalıdır. Mersiyyelerini okuyan ağlamalı, bahâriyyelerini gören neş’e-yâb olmalı. Bir gazel veya kasîdesini okurken mutâlaa edenler, kendini şâirin zihninde, fikirleri içinde geziyorum sanmalı, memdûhunu herkese ögündürmeli, menfûrundan herkesi tenfîr etmelidir.
O kadar güzel tasvîr etmelidir ki, okuyanlar tasvîr kadar belki daha güzel musavveri bulsunlar. Herkes söz söyler, fakat söylediği şeyi şâir kadar tesir ettiremez. Nazm ekseriyâ sâdırât-ı kalbiyye ve futûhât-ı hayâliyyenin lisânı, nesr ise mahsûlât-ı akliyye ve fikriyyenin sûret-i beyânıdır.
Mersiyye, lügatte vefât etmiş bir zâtın mehâmid ve mehâsinine dâir hüzn-engîz şiir okumak mânâsına gelir. Binâenaleyh herhangi bir mersiyyenin mahzûnâne bir lisânla yazılmış olması, kârii müteellim etmek içün muharririn de kalemiyle ağlaması meşrûttur.
Bilhassa Cenâb-ı Seyyidü’ş-Şühedâ İmâm Hüseyin ibn Murtezâ (r. anhumâ) Hazretleri hakkında söylenilen mersiyyelerde“Men bekâ ‘alâ Hüseyni ev tebâkâ ilâ âhir” ” (Kim Hüseyn için ağlarsa yahut ağlıyormuş gibi yaparsa cennet ona vacip olur) hadîs-i şerîfinden hisse-mend olmak ümniyyesiyle bi’t-tab‘ tahrîk-i hüzn içün hizmet edilmiş olacağından bunu hilâf-ı edeb telakkî etmek ve kudsiyyet-i Hazret-i İmâm’a nakısa olduğunu düşünmek doğru değildir.
Şu kadar var ki, şiirin ifrât ve tefrîtten hâli kalmayacağı tabiî olduğundan şîve-i edebiyâta muhâlif bir sûrette tahrîri muvâfık olmadığı gibi sadedin hâricine çıkacak derecede tefrît göstermek muhâlif-i edebdir.
Yusuf Nizameddin Efendi. Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ, Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege No: 9118. 1-2.
MERSİYYE
Ağla ey dil ki bugün zulm firâvân oldu
Gül-i gülzâr-ı Nebi soldu perîşân oldu
Bu işe ins ü melek cümlesi nâlân oldu
Ehl-i beyt’e bu zaman gör ki ne tuğyân oldu
Hanedân-ı nebevî âh ile sûzân oldu
Zümre-i ehl-i şikâk etdi inâdın i‘lân
Hânedân-ı nebevî oldu garîk-i ahzân
Ağlayub mâtem ider kimde ki vardır îmân
Bu işe yandı bütün âh ederek halk-ı cihân
Ağladı şems ü kamer inledi hem kerrûbiyân
Ettiler âl-i Yezîd kizb iderek nakz-ı ‘uhûd
İşte bu vâkı‘a-ı kerb-i belâ oldu şuhûd
Düşdü hâk-ı siyehe sâye-i sultân-ı vucûd
Nûr-ı çeşmân-ı Ali nûr-ı fuâd-ı Mahmûd
Eyle müşgin anı Kur’ân ile tebcîl-i Ma‘bûd
Girye-nâk etdi bizi işte bu fi‘l-i a‘dâ
Eyledi dâll u mudil anları hep hubb-ı sivâ
Biz nasıl etmeyelim la‘neti her demde sezâ
Tîğ-ı tahkîre hedef oldu hafîd-i Tâhâ
Titredi yareli bir kuş gibi rûh-ı Zehrâ
Hayf kim kıldılar o şâha bugün kavm-i Yezîd
Etdiler zulm-ı şekâvetleri ol rütbe mezîd
Teşne-leb eylediler tîğ-ı ihânetle şehîd
Hançerin çekti hücûm etdi o dem Şemir-i pâ
La‘netullahi Yezîdâ vü alâ âl-i Yezîd
Ümmü Gülsüm yetişüb âh iderek etdi figân
Gördü ki re’s-i Hüseyn hâk üzerinde galtân
Zeyneb olmuşdu sekîneyle beraber giryân
Âl u ahfâd-ı Nebi cümlesi zâr u nâlân
Lerzeden sanki harâb oldu bütün kevn u mekân
Bu ne ‘udvân ki Yezîdân ana vermez idi âb
Âl u evlâd-ı Nebi oldu umûmen bî-tâb
Şehribânu ediyor zümre-i süfyâna hitâb
İderek la‘neti bir tavr-ı elemle işrâb
Dedi ey kavm-i Yezîdân size gelmez mi hicâb
Bu idi nûr-ı ‘uyûn-ı şürefâ necm-i safâ
Bu idi rûh-ı Ali zübde-i erbâb-ı vefâ
Bu idi cevher-i pâkize-i rûh-ı Zehrâ
Bu idi nesl-i Nebi dürre-i mahbûb-ı Hüdâ
Bu idi bize vasiy eylediniz şimdi cüdâ
Fahr-i Âlem ki anın ceddini teşkil ediyor
Hazret-i Hak’da anı lutfile tebcîl ediyor
Hem de Kur’ân-ı Kerîmi’nde de tescîl ediyor
Zât-ı âlisini her vechile tahlîl ediyor
Zâtını mevki‘ini hâsılı tafdîl ediyor
Gerdeni pûsegeh-i mihr-i risâletdi anın
Ârızı cilvegeh-i nûr-ı velâyetdi anın
Gözleri sâgar serşâr-ı nübüvvetdi anın
Deheni gonce-i gülzâr-ı şerîatdı anın
Sözleri zübde-i esrâr-ı hakîkatdı anın
Bu ne zulüm ne cefâdır hele ey kavm-i ‘anîd
Şübhe yok olmuşunuz lutf-ı İlâhî’ye ba‘îd
Emr-i Hakk’ı bırakub oldunuz itbâ‘-ı Yezîd
Etdiniz âl-i Resûl’e o kadar zulm-ı şedîd
Hürmeti vâcib iken kahrı revâ mı teşdîd
Müteveccih olarak Ka‘be’ye ol nesl-i betül
Dedi ey ceddi.. eyâ şâh-ı resûl
Bize gör ki ne ezâ eylediler kavm-i cehûl
Taşda olsa bu kadar kahrı eder miydi kabûl
Ne revâ kanlara mağrûk ola mâderle oğul
Böyle söylerken yetişdi Zeyneb-i âlî-fehâm
Gördü ‘üryân ser yerinde yatmada şâh-ı himâm
Hâke düşmüş kan ile galtândır şâh-ı imâm
Kıldı bir nevha o demde oldu âlem pür-zalâm
Hep nidâ-yı vâh-ı Hüseyn’le cihân doldu tamam
Eylemişdi nûr-ı ayn-ı Murtazâ terk-i diyâr
Olmuş idi vâsıl-ı zât-ı Hüdâ-yı Kird-gâr
Her kimin îmânı varsa âh ider bî-ihtiyâr
Nâle vü âh u figânla cism-i varın dâgdâr
Afv ider cürm ü günâhın lâ-cerem Perverdigâr
Fâhirâ sertâc-ı uşşâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Hastegân-ı aşka tiryâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Muktedâ-yı enfüs ü âfâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Vech-i pâk-i Hakk’a müştâkdır Hüseyn-i Kerbelâ
Yusuf Nizameddin Efendi. Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ. Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege No: 9118. 3-4.
Şimşek, Selami (2006). “Bandırmalı Şeyh Yusuf Nizâmeddin Efendi (ö.1165/1752) ve Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ’sı”. Atatürk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. 30: 73-75.
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | Pakize Başaran | d. 1925 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | HASÎB, Mü'min-zâde Ahmed Efendi | d. ? - ö. 1752-53 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
3 | ŞERÎF, Halîl Şerîf Yûsuf Paşa | d. ? - ö. Ocak-Şubat 1752 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
4 | UYÛNÎ, Rahîkî-zâde Şeyh Seyyid Mehmed (Südlüce Şeyhi) | d. ? - ö. 1752-1753 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
5 | KEMÂL, Kemâl Ahmed Dede | d. 1526-27(?) - ö. 1601-02 veya 1615 (?) | Meslek | Görüntüle |
6 | LÂMİ’Î ÇELEBİ, Mahmûd b. Osmân | d. 1472-3 - ö. 1532 | Meslek | Görüntüle |
7 | AHMED HAMDİ, Rizeli | d. 1843 - ö. 1886\'dan sonra | Meslek | Görüntüle |
8 | BALLI BABA | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
9 | KAYGULU HALİL EFENDİ | d. 1759 - ö. 1818 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
10 | SELÂMÎ, Mustafa | d. ? - ö. 1813 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
11 | RUHÎ, Şuayb Ruhî Efendi | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
12 | TARİKATÎ, Emir Dede | d. ? - ö. 1689 | Madde Adı | Görüntüle |
13 | HASAN RIZÂ EFENDİ | d. 1809-10? - ö. 1890 | Madde Adı | Görüntüle |