SÜLEYMÂN, Süleymân Çelebi, Süleymân Fakîh, Süleymân Dede

(d. 750 ile 755 arası ?/1350 ile 1355 arası ? - ö. 825 ?/1422 ?)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Süleymân Çelebi’nin hayatına dair bilgiler oldukça sınırlı ve çelişkilidir. Hatta bu bilgilerin onun yaşadığı döneme ilişkin olanlarında da erken dönem kaynakları arasında bir tutarsızlık söz konusudur. Latîfî, Süleymân Çelebi’nin Murâd Han’ın veziri İvaz Paşa’nın oğlu ve Atâyî’nin kardeşi olduğunu kaydederse (Canım 2000: 133) de Gelibolulu Mustafâ Âlî, Atâyî maddesinde (İsen 1994: 119-120) Süleymân Çelebi’nin “Murâd-ı kadîm” (I. Murâd, sal. 1362-1389), Atâyî’nin ise II. Murâd (sal. 1421-1444 ve 1446-1451) döneminde yaşadığını belirterek Latîfî’nin bu tespitini “büyük bir hata” olarak değerlendirir. Gelibolulu Mustafâ Âlî, Süleymân Çelebi maddesinde ise (İsen 1994: 101-102) Osmân Bey, Orhan Bey ve I. Murâd dönemlerinde herhangi bir şair yetişmediğini kaydederek Süleymân Çelebi’nin Yıldırım Bâyezîd (sal. 1389-1402) devri şairlerinden olduğunu belirtir. Âşık Çelebi de Süleymân Çelebi’nin adını Yıldırım Bâyezîd devri şairleri arasında zikreder (Kılıç 2010: 184-186). Son dönemde Vesîletü’n-Necât üzerine yapılan çalışmalar neticesinde Süleymân Çelebi’nin ne zaman yaşadığı konusu kesinlik kazanmıştır. Buna göre; doğum tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte 812/1409-10 yılında telif ettiği Mevlid’inde yer alan “Yiğitlik dahi geçti şöyle hoca / Erişti şastlık u oldu koca” beytinden söz konusu eseri altmışlı yaşlarında kaleme aldığı, buradan hareketle Çelebi’nin 750-755/1350-1355 yılları arasında doğduğu söylenebilir. Nitekim Pekolcay (2004: 485), bazı nüshalarda yer aldığını ifade ettiği mezkur beyitteki “şast (= altmış)” sayısını kesin bir yaş bildirimi kabul ederek 752/1351 yılını şairin doğum tarihi olarak gösterir. Timurtaş (1980: II) şairin, Mevlid’i kaleme aldığı sırada altmış beşli yaşlarında olduğunu düşünerek 747/1346 ila 752/1351 yılları arasında doğmuş olabileceğini belirtir. Ateş ise farklı bir vezinle yazılması sebebiyle bu beytin Süleymân Çelebi’ye ait olmadığını, dolayısıyla beyitte verilen bilginin geçersiz olduğunu ileri sürerek onun, eserini 40-50 yaşlarındayken yazdığı tahminiyle doğum tarihinin 762-767/1359-1364 yılları arasında olabileceğini iddia eder (1954: 25). Günümüzde bütün bu tartışmaların sonucunda Süleymân Çelebi’nin, Orhan Bey (sal. 1326-1359) döneminin ikinci yarısında doğduğu ve I. Murâd ile Yıldırım Bâyezîd dönemlerini idrak ettiği kabul edilmektedir. 

Süleymân Çelebi’nin, anne tarafından Şeyh Edebalı’nın oğlu (Timurtaş 1980: II) ve Orhan Gazi’nin silah arkadaşı olan Şeyh Mahmûd’un torunu olduğu rivayet edilmiştir (İsen 1994: 101). Orhan Gâzî’nin İznik’te kendisi için yaptırdığı medresede müderrislik görevinde bulunan Şeyh Mahmûd, şairliğiyle ön plana çıkmamakla birlikte beyitler, matlalar, gazeller söylemiş (İsen 1994:102) ve Muhyiddîn Arabî’nin Füsûsu’l-Hikem’ine bir şerh yazmıştır (Pekolcay 1992: 44; 2004: 485). Adı geçen Şeyh Mahmûd’un oğlu vezir Ahmed Paşa’nın Süleymân Çelebi’nin babası olduğu (Bursalı Mehmed Tâhir 2000: 221) yönünde de rivayetler bulunmakla birlikte bu husus kesinlik kazanmış değildir (Timurtaş 1980: II). Ateş’e (1954: 25) göre Mahmûd oğlu Ahmed Paşa 749/1348-49 yılı civarında öldüğünden bu kişinin –doğum tarihi göz önünde bulundurulduğunda– Süleymân Çelebi’nin babası olma ihtimali yoktur ve eğer Çelebi’nin babası gerçekten Ahmed Paşa ise o, başka bir Mahmûd oğlu Ahmed Paşa olmalıdır.

 Kaynaklarda Çelebi’nin çocukluk ve gençlik dönemlerine ilişkin herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak ilimle uğraşan kültürlü bir aileden geldiği ve iyi bir eğitim alarak kendisini yetiştirdiği anlaşılmaktadır. Tayin edildiği imamlık görevleri, taşıdığı “Çelebi [Bu lâkap Mevlânâ soyundan veya Osmanlı hanedanından olanlara da verilirdi (Ateş 1954: 23).]” ve “Fakîh (Kılıç 2010: 184)” unvanları ile eserinde işlediği konuları ayet ve hadislerle ustaca desteklemesi onun dinî ilimlere vukufunu göstermektedir (Pekolcay 2004: 485). Çelebi’nin Emîr Süleymân’a nedim ve musahib olduğu yönündeki bilgiler (Akbayır 1996: 1532) ise kronolojik olarak doğru değildir (Ateş 1954: 27-28). Süleymân Çelebi, Yıldırım Bâyezîd’in Dîvân-ı Hümâyûn imamlığını yapmış, II. Bâyezîd’in ölümünden sonra (Kılıç 2010: 184) da Emîr Buhârî’nin tavsiyesiyle, yapımı 802/1399-1400 yılında tamamlanan Bursa Ulucami imamlığına getirilmiştir (İsen 1994: 101; Pekolcay 2004: 485). Kimi kaynaklarda Süleymân Çelebi’nin -muhtemelen Çelebi lâkabından dolayı- Mevlevî olduğu ileri sürülmüş (Akbayır 1996: 1532) ve hatta yakın zamanlarda Mevlevî şeyhleri için kullanılan “Dede” sanıyla anılmışsa (Kurnaz-Tatçı 2000: 221) da bu iddiaları destekleyecek bir delil bulunmamaktadır (Timurtaş 1980: II). Nitekim Latîfî Tezkiresi’nde Çelebi’nin, Emîr Sultan’a intisap ettiği ve onun halifeleri arasında yer aldığı belirtilmiştir (Canım 2000: 133).

 Süleymân Çelebi’nin “râhat-ı ervâh” terkibinin gösterdiği 825/1421-22 yılında vefat ettiği (Kurnaz-Tatçı 2000: 222) genel kabul görmüştür. Sicill-i Osmânî’de 800/1397-98’de (Akbayar 1996: 1532), Keşfü’z-Zünûn’da ise 800/1397-98 yılından sonra vefat ettiği kayıtlıdır (Kâtib Çelebi 1971: 1910). Ancak Ateş (1954: 34-35); mevcut bilginin ancak son dönem eserlerinde bulunmasından ve erken dönem kaynaklarının Çelebi’nin ölüm tarihine hiç değinmemiş; hatta bu konuda tahminde bile bulunmamış olmasından hareketle bu bilginin doğruluğu konusunda son derece ihtiyatlı davranarak onun, eserini kaleme aldığı 812/1409-10 yılından sonra öldüğünü söylemekle yetinmiştir. Süleymân Çelebi’nin kabri, Bursa’da Çekirge yolunda, Eski Kaplıca yakınlarındaki Yoğurtlu Baba Zâviyesi önünde bulunan sırt üzerindedir. Türbesi harap bir durumdayken 1952’de Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu aracılığıyla onarılmış ve duvarına Vesîletü’n-Necât’ın ilk beytiyle âlem ve Hz. Âdem’in yaratılışıyla ilgili 128., Hz. Muhammed’in doğum ânını bildiren 206. ve Allah Teâlâ’nın Hz. Muhammed’e hitabını nakleden 403. beyitleri yazılmıştır (Pekolcay 2004: 486). Evliyâ Çelebi (Kurşun vd. 1999: 35), Süleymân Çelebi’yi Sarımsakcı-zâde Süleymân Efendi ile karıştırarak onun, Yıldırım Camii yakınlarında bulunan ve Kadîdler Kabri denilen yerdeki büyük bir mağara içerisindeki naâşının defnedilmediği hâlde yüzlerce yıldan beri hiç bozulmadan durduğunu kaydetmiştir.

 Süleymân Çelebi’nin tek eseri Vesîletü’n-Necât, Mevlid ismiyle tanınmaktadır. Edebî bir terim olarak Hz. Muhammed’in hayatını, mûcizelerini, vefâtını ve bilhassa doğumunu anlatan eserler için kullanılan (Aksoy 2007: 323) mevlid kelimesinin halk arasında yaygın olan ve “küçük çocuk” anlamına gelen “mevlüd” biçimindeki kullanımı yanlıştır. Peygamberimizi metheden, vasıflarını anlatan eserler kendileri henüz hayattayken kaleme alınmış olmakla birlikte İslam dünyasında ilk mevlid metinleri 9. asırdan itibaren görülmeye başlanmış ve yüzyıllar içerisinde pek çok dilde mevlid kaleme alınmıştır (Türün gelişimi ve çeşitli dillerdeki mevlidlerin dökümü için bk. Aksoy 2007: 323-324; Ateş 1954: 9-15; Okiç 1975: 19-22). Süleymân Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ı kaynaklarda Türk edebiyatında mevlid yazma geleneğinin ilk örneği olarak gösterilmişse (Canım 2000: 134; İsen 1994: 101) de günümüzde bu eserin mevlid türünün Türk edebiyatındaki öncüsü olduğu yolundaki bilgilerin doğruluğu tartışmalıdır (bk. Aksoy 2007: 324-325). Latîfî’nin (Canım 2000: 134-135) bildirdiğine göre Süleymân Çelebi, muhtemelen Ulucami’de imamlık yaptığı yıllarda, Bakara sûresinin 285. âyetini açıklarken bir vaiz, peygamberler arasında bir fark bulunmadığını, bu sebeple Hz. Muhammed’in Hz. Îsâ’dan da diğer peygamberlerden de üstün olmadığını söyleyince cemaatten bazıları vaize karşı çıkmış ve tartışmalar büyümüştür. Bu hadiseye içerleyen, hatta “Zîrâ ol efdallığa elyak durur / Anı öyle bilmeyen ahmak durur” (Pekolcay 1992: 68) beytiyle söz konusu vaizin ahmak olduğunu belirten Süleymân Çelebi, yoğun bir Peygamber aşkıyla ve tamamen samimi duygularla Mevlid’ini kaleme almıştır. Manzumenin “Hem Süleymân kula in’âm rahmet it / Yoldaşun îmân u yirin Cennet it” (Pekolcay 1992: 167) beytinde kendi adını anan Süleymân Çelebi, “İşbu kân-ı şehd ki şîrîndür dadı / Bil Vesîletü’n-Necât oldı adı” beytinde eserinin adını Vesîletü’n-Necât koyduğunu ve “Hem sekiz yüz on ikide târîhi / Bursada oldı tamâm bu i ahî” (Pekolcay 1992: 168) beytinde de onu 812/1409-10 yılında Bursa’da tamamladığını bildirmiştir.

 Evliyâ Çelebi’nin “şi’r-i mu’ciz ve sehl-i mümteni” olarak değerlendirdiği (Kurşun vd. 1999: 35) Vesîletü’n-Necât, aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yazılmıştır. Dînî-tasavvufî Türk edebiyatına ait “tevhîd, ilâhî, münâcât, na’t, velâdet, mirâc-nâme, istimdâd (dua)” gibi pek çok türü içerisinde barındıran Mevlid, mesnevî nazım biçimiyle kaleme alınmış olmakla birlikte metnin içerisinde yer yer kasideler de bulunmaktadır. Mensur bir münâcâtla başlayan eserin muhtevasını ortaya koyan bâbların içeriği Pekolcay’ın çalışmasına göre kısaca şöyledir: Allah’ın birliğinin beyanı, nâzım için dua talebi ve kitap için özür beyanı, âlemin yaratılma sebebinin beyanı, Hz. Muhammed’in ruhunun yaratılmasının beyanı (iki fasıl), Hz. Muhammed’in vücudunun zuhura gelmesinin beyanı (üç fasıl), Hz. Muhammed’in doğumu sırasında ortaya çıkan fevkalâdeliklerin beyanı (altı fasıl), Hz. Peygamber’in methi, mucizelerinin, mi’racının ve hicretinin beyanı, onun bazı vasıflarının beyanı, nükte ve nasihat, kötü fiillerden nehyetme, risâletin tebliği, Hz. Peygamber’in vefatı, hâtime (Pekolcay 2004: 486). Sehl-i mümtenî kabul edilen Vesîletü’n-Necât sade bir Türkçe ile yazılmıştır. Eserde fikir, bilgi ve duygular çok sanatkârane bir üslûpla anlatılmıştır. Necla Pekolcay’a göre müellifin ifadeleri, dinî heyecanına bağlı olarak gelişip zenginleşmiş ve ona dönemin çizgisini aşan şahsî ve sanatlı özel bir üslûp kazandırmıştır. Bu sebeple Vesîletü’n-Necât’ta motiflerin ve edebî sanatların kullanılışı yazarına mahsus olup tamamen orijinaldir. İfadeler halka yönelik konularda çok sade, dinî kavramların anlatımında bazen girift, fakat anlamın derinine inilince gönlü fethedecek özelliktedir. Eserde yer yer dinî mefhumların, farz ve vaciplerin beyan edildiği, İslâm tasavvufunun şer’î hükümlerle örtüşen yönlerinin yerli yerince işlendiği, Türk edebiyatına mal olmuş tasavvufî remizlerin başarıyla kullanıldığı görülmektedir. Bunun yanında Vesîletü’n-Necât’ta tekrir, tenasüp, cinas, tevriye, teşbîh-i temsîlî gibi edebî sanatlar kullanılmış, bahirler konuların gerektirdiği âyet ve hadislerle işlenmiştir (Pekolcay 2004: 486). Süleymân Çelebi; Mevlid’ini kaleme alırken Âşık Paşa’nın Garîb-nâme’sinden, Mustafa Darîr’in Siyerü’n-Nebeviyye’sinden, dolayısıyla da Darîr’in bu tercümesinin aslı olan Ebü’l-Hasan Bekrî’nin Sîretü’n-Nebî’sinden (Ateş 1954: 53-57), Muhyiddin Arabî’nin Mevlid’inden (Pekolcay 1992: 43-44), İbnü’l-Cezerî’nin el-Mevlidü’l-Kebîr’inden etkilenmiş; ama muhteva bakımından özellikle de Darîr’in eserinden içerik çok yararlanmış ve oradaki velâdet bahsinde geçen bir kasideyi “Kasîde-i Melihâ” adıyla tanzir etmiştir (Timurtaş 1980: X).

 Pek çok nüshası bulunan Vesîletü’n-Necât’ın zaman içerisinde başka şairlerin Mevlid metinlerinden beğenilen beyitlerin/bölümlerin karışması/eklenmesi veya özetlemeler/kısaltmalar yapılması gibi sebeplerle 100-150 ila 1200-1300 beyit uzunluklarında birbirinden çok farklı şekilleri ortaya çıkmıştır (Ateş 1954: 61). Esasen eskiden beri Mevlid’in “asıl metin” ve “değişik metin” olmak üzere iki temel biçimi bulunmaktadır ve bunlarda “Velâdet” bölümünden sonra değişiklik göstermeye başlayan metin, “Mucizeler”, “Mi’râc”, Peygamberin Bazı Vasıfları” ve “Vefât” bölümlerinde neredeyse tamamen birbirinden farklı bir hâl almıştır (Timurtaş 1980: XIV). Bu sebeple de Süleymân Çelebi’nin kaleminden çıkan nüshanın tespiti güçleşmiştir. Yazma ve basma nüshalardaki bu farklılık günümüzdeki bilimsel Mevlid neşirlerinde de sürmektedir. Ateş’in tespit ettiği metin 19 bölüme ayrılmış 814 beyitten oluşmaktadır (1954). Timurtaş’ın “ilmî bir neşir değil de ilme dayanan bir neşir” diye tanımladığı (1980: XVI) çalışmasında “asıl Mevlid metni” 9 bölüme ayrılmış 733 beyitten, “yeni ve değişik Mevlid metni” ise yine 9 bölüme ayrılmış 480 beyitten oluşmaktadır. Pekolcay’ın 11 nüshayı karşılaştırılarak elde ettiği metinse 768 beyitlik 16 bölümden meydana gelmektedir (1992). Timurtaş’a göre günümüzde okunan Mevlid, eserin “asıl metni” değil “değişik metninin” kısaltılmış şeklidir (1980: XIV).

 Süleymân Çelebi’nin sade bir Türkçe ile kaleme aldığı eseri, yazıldığı günden bugüne bütün İslam coğrafyasında çok benimsenen ve sevilen bir metindir. Kaynaklarda daha 16. yüzyılda onun yazdığı eserin bütün Osmanlı coğrafyasında ve İslam memleketlerinde bilinip çeşitli vesilelerle birçok mecliste okunduğu [“her yıl memâlik-i İslâmiyyede niçe niçe bin bin kırâat olunduğu (Kılıç 2010: 186); “sâl-be-sâl niçe bin mecâlis-i vâcibü’l-iclâlde okunduğu (İsen 1994: 101)] ve kendisinden sonra pek çok şairin mevlid yazmasına rağmen hiçbirinin onunki kadar etkili ve başarılı olamadığı vurgulanmıştır (Canım 2000: 133, 134; İsen 1994: 101). Kaleme alındığı günden bu zamana kadar geçen sürede Mevlid’in toplum tarafından sevilmesi noktasında değişen bir şey yoktur. Süleymân Çelebi’nin eserinin etkisiyle bir moda hâlinde kısa süre içerisinde pek çok mevlid kaleme alınmış, sonraki dönemlerde de bu tür eser üretimi çok geniş bir coğrafyada devam etmiştir (Türk ve dünya edebiyatlarındaki mevlidler için bk. Aksoy 2007; Ateş 1954: 57-59; Mazıoğlu 1974). Süleymân Çelebi’nin Mevlid’i Almanca, Arapça, Arnavutça, Boşnakça, Çerkesçe, İngilizce, Rumca, Tatarca gibi birçok dile çevrilmiş (Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Ateş 1954: 57-59; Okiç 1975: 27-35) ve ayrıca metnin şerhleri de yapılmıştır (Hüseyin Vassâf’ın Mevlid şerhi için bk. Tatçı vd. 2006, Bosnalı İbrahim Zikrî’nin Mevlid şerhi için bk. Okiç 1975: 57-58).

 Süleymân Çelebi’nin samimî bir Müslüman hassasiyetiyle ve yoğun bir Peygamber aşkıyla kaleme aldığı Mevlid’i Hz. Peygamber’in doğum günü kabul edilen 12 Rebîülevvel’de düzenlenen törenlerde daima okunagelmiştir. Osmanlı döneminde Kanunî Sultân Süleymân ve III. Murâd dönemlerinden itibaren sarayda resmîleşen törenlerde esere özel bir önem verilmiştir (konu hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Şeker 2004). Fâtimîlerden itibaren bazı İslam toplumlarında bayram olarak kabul edilen (bk. Ateş 1954: 19; Okiç 1975: 23-24) günde yapılan resmî kutlamaların dışında bütün İslam coğrafyasında doğum, ölüm, evlenme, sünnet, adak, hacı uğurlama/karşılama, asker uğurlama/karşılama gibi insanların bir araya geldiği özel günlerde de kendine has ezgisiyle okunmuştur (ayrıntılı bilgi için bk. Bayat vd. 2008).

 Musiki alanında da önemli bir yere sahip olan Mevlid, defalarca bestelenmiş ve asırlarca sürecek olan mevlidhânlık geleneğini başlatmıştır. El yazması bazı Mevlid nüshalarında, mısraların yanına o mısralarda takip edilmesi gereken makam isimlerinin ve seyirlerinin kaydedildiği görülmektedir. Mevlid’in daha yazıldığı ilk yıllarda bestelendiği; hatta ilk olarak bizzat Süleymân Çelebi tarafından bestelendiği ve okunduğu iddia edilmekle birlikte bunu destekleyecek bir delil bulunmamaktadır. Sinâneddîn Yûsuf Çelebi’nin de (15. yüzyıl) Mevlid’i bestelediği belirtilmiştir. Ancak bugüne ulaşan yegâne beste, 19. yüzyılın sonlarına kadar okunmuş olan Bursalı Sekbân’a aittir (Özcan 2004: 484). Mevlid, son dönem musikişinaslarından Kemal Batanay (bu beste Kâni Karaca tarafından okunmuştur) ve Sadettin Kaynak tarafından yeniden bestelenmişse de bu besteler yaygınlaşamamıştır. Son olarak 2010 yılında Selman Ada tarafından kantat formunda senfonik bir eser olarak yeniden bestelenmiş ve bu beste, çok sesli koro tarafından seslendirilerek dünyanın farklı ülkelerinde dinleyiciyle buluşturulmuştur (bk. http://www.youtube.com/watch?v=gOBtRFX3ShY).

 Mevlid’in kendine has bir okuma biçimi vardır. Buna göre şiirin her bir bölümü farklı bir mevlidhân, bahirler arasındaki tevşîhler de tevşîhhân grubu tarafından okunur. Mevlid icrası Kur’an tilavetinden sonra bahirler arasında belli bir makam sıralaması takip edilerek gerçekleştirilir (makamlarla ilgili bilgi için bk. Özcan 2004: 484). Toplumumuzda Mevlid gibi mevlidhânlığı da özel bir önem verilmiştir. 18. yüzyılda Emir Buhârî hatibi hattat ve şâir Hâfız Şuhûdî Mehmed Efendi, Beşiktaş Sinânpaşa Nakşbendî Tekkesi şeyhi Mustafâ Rızâ Efendi, Zeyrek Câmii müezzini Hüseyin Dede (öl. 1718), Âmâ Şeyh Halîl Efendi, Bayramî şeyhi Çolak-zâde Mustafâ Efendi, Bursalı hünkâr imamı Hâcı Mustafâ Efendi (öl. 1720) ve oğlu Nizâmeddîn Efendi (öl. 1737), 19. yüzyılda Aksaraylı Âmâ Hâfız Hasan Efendi, Hünkâr imamı Fındıklılı Hâcı Hakkı Efendi, hünkâr imamı Hâfız Yûsuf Efendi, Bedevî şeyhi Alî Baba, Hâfız Aşir Efendi, Beylerbeyi Câmii hatibi Rıf’at Bey, Selimiye hatibi Şeyh Ömer Efendi, Balat Sünbülî Dergâhı şeyhi Kemâl Efendi, Hüdâî Tekkesi şeyhi Mehmed Rûşen Efendi, Mutâf-zâde Ahmed Efendi, Hasan Rızâ Efendi, Musullu Âmâ Hâfız Osmân Efendi (1840-1920), Enderûnlu Hâfız Hüsnü Efendi (1858-1919) gibi isimler, şöhretleri günümüze kadar ulaşmış mevlidhânlardır. Hâfız Sâmî (1874-1943), Hâfız Kemâl (1889-1939), Boyabatlı Mustafâ Şevkî Efendi (ö.1926), Hâfız Burhân, Hâfız Ali Üsküdarlı, Mecit Sesigür, Sebilci Hüseyin, Hâfız Yaşar Okur (1885-1966), Hâfız Sadettin Kaynak, Zeki Sesli, Zeki Altın, Nusret Yeşilçay, Hüseyin Tolan, Halil İbrahim Çanakkaleli, Hasan Akkuş, Aziz Bahriyeli, Esat Gerede, Ahmet Kibritçioğlu, Yeraltı Camii hatibi Hâfız Ali, Hâfız Kâni Karaca, Bekir Sıtkı Sezgin (1936-1996), Emin Işık, İsmail Coşar, Aziz Bahriyeli, Fevzi Mısır gibi isimler de son dönemde yetişen ve bu geleneği devam ettiren ünlü mevlidhânlardır (Ateş 2007; Diyanet İşleri Başkanlığı 2013).

 Erken dönem biyografi yazarlarından Gelibolulu Mustafâ Âlî, Süleymân Çelebi’nin yaşadığı dönemde Anadolu’dan şair yetişmediğini, şiirin ancak Acem diyarında rağbet gördüğünü belirttikten sonra Çelebi’yi Anadolu şairlerinin öncüsü olarak takdim etmiştir (İsen 1994: 101). Latîfî ise onu Anadolu’da ilk Türkçe mevlid kaleme alan kişi olarak tanıtmıştır (Canım 2000: 134). Bugün yapılan araştırmalar neticesinde Süleymân Çelebi’nin Anadolu şairlerinin öncüsü olmadığı anlaşılsa, hatta mevlid türünün Türk edebiyatındaki öncüsü olduğu yolundaki bilgilerin doğruluğu tartışmalı olsa da (bu konudaki farklı görüşler için bk. Aksoy 2007: 324-325) kaleme aldığı Vesîletü’n-Necât adlı mevlidin başka şairler/yazarlar tarafından kaleme alınmış diğer mevlidlerden (bunların bir listesi için bk. Aksoy 2007), hatta diğer bütün eserlerden daha fazla bilindiği ve okunduğu açıktır.

Kaynakça

Akbayar, Nuri (hzl.) (1996). Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmânî. C. 5. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay. 1532.

Aksoy, Hasan (1986). “Mevlid”. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 6. İstanbul. 315-319.

Aksoy, Hasan (2002). “Türk Edebiyatında Mevlidler”. Türkler. C. 11. Ankara: Yeni Türkiye Yay. 758-761.

Aksoy, Hasan (2004). “Mevlid (Türk Edebiyatı)”. İslâm Ansiklopedisi. C. 29. İstanbul: TDV Yay. 482-484.

Aksoy, Hasan (2007). “Eski Türk Edebiyatı’nda Mevlidler”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 5 (9): 323-332.

Ateş, Ahmed (1954). Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-Necât – Mevlid. Ankara: TTK Yay.

Ateş, Erdoğan (2007). “Geçmişten Günümüze Mevlit İcraları Ve Önemli Mevlithanlar”. Bursa: Uluslararası Süleyman Çelebi ve Mevlit Sempozyumu (18-19 Ekim 2007). http://www.erdoganates.net/index.php?option=com_content&view=article&id=65&Itemid=80 [erişim tarihi: 18.12.2014].

Bayat, Fuzuli, M. N. Cicioğlu (2008). “Türklerde Cenaze Törenleri Bağlamında Mevlid Okuma Geleneği”. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 19: 147-155.

Canım, Rıdvan (hzl.) (2000). Latîfî, Tezkiretü’ş-Şuarâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ (İnceleme-Metin). Ankara: AKM Yay. 133-135.

Diyanet İşleri Başkanlığı (2013). “Ülkemizde Mevlid Geleneği”. http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/ulkemizde-mevlid-gelenegi/5873 [erişim tarihi: 30.11.2014].

Güzel, Abdurrahman (1999). “Süleyman Çelebi”. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı. Ankara: Akçağ Yay. 310-313.

İsen, Mustafa (hzl.) (1994). Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.

Kâtib Çelebi (1971). Keşfü’z-Zünûn An Esâmi’l-Kütübi ve’l-Fünûn. C. 2. hzl. Ş. Yaltkaya, Kilisli R. Bilge. İstanbul: MEB Yay.

Kılıç, Filiz (hzl.) (2010). Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-Şuarâ (İnceleme-Metin). C. 1. İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.

Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatçı (hzl.) (2000). Bursalı Mehmed Tahir, Osmânlı Müellifleri. C. 2. Ankara: Bizim Büro Yay. 221.

Kurşun, Zekeriya, S. A. Kahraman, Y. Dağlı (hzl.) (1999). Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi (Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 304 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu - Dizini). 2. Kitap. İstanbul: YKY.

Mazıoğlu, Hasibe (1974). “Türk Edebiyatı’nda Mevlid Yazan Şairler”. Türkoloji Dergisi VI (1): 31-62.

Okiç, M. Tayyip (1975). “Çeşitli Dillerde Mevlidler ve Süleyman Çelebi Mevlidi’nin Tercemeleri”. Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi (1): 27-35.

Özcan, Nuri (2004). “Mevlid (Mûsikî)”. İslâm Ansiklopedisi. C. 29. İstanbul: TDV Yay. 484-485.

Pekolcay, A. Necla (hzl.) (1992). Süleyman Çelebi, Mevlid (Vesîletü’n-Necât). İstanbul: Dergâh Yay.

Pekolcay, A. Necla (2004). “Mevlid”. İslâm Ansiklopedisi. C. 29. İstanbul: TDV Yay. 485-486.

Sungurhan, Aysun (2013). “Atâyî, İvaz Paşa-zâde”. http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=874 [erişim tarihi: 27.11.2014].

Şeker, Mehmet (2004). “Osmanlılarda Mevlid Törenleri”. İslâm Ansiklopedisi. C. 29. İstanbul: TDV Yay. 479-480.

Tatçı, Mustafa, M. Yıldız, K. Üstüner (hzl.) (2006). Hüseyin Vassâf, Mevlid Şerhi: Gülzâr-ı Aşk. İstanbul: Dergâh Yay.

Timurtaş, Faruk Kadri (hzl.) (1980). Süleyman Çelebi, Mevlid (Vesîletü’n-Necât). İstanbul: KB Yay.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: DR. ÖĞR. ÜYESİ İNCİNUR ATİK GÜRBÜZ
Yayın Tarihi: 28.12.2014
Güncelleme Tarihi: 08.11.2020

Eserlerinden Örnekler

Vesîletü’n-Necât’tan

Fî tevhîdi Bârî sübhânehü ve te’âlâ

Allah adın zikr idelüm evvelâ

Vâcib oldur cümle işde her kula

Allah adın her kim ol evvel ana

Her işi âsân ide Allâh ana

Allah adı olsa her işün öni

Hergiz ebter olmaya anun sonı

Her nefesde Allah adın di müdâm

Allah adıyla olur her iş tamâm

Işk ile gel imdi Allâh aydalum

Derd ile göz yaşile âh idelüm

Ola kim rahmet kıla ol Pâdişâh

Ol Kerîm ü ol Rahîm ü ol İlâh

Âlim ü Allâm u Gaffârü’z-zünûb

Sâni’ ü Tevvâb u Settârü’l-uyûb

(...)

Fî beyânı zuhûri vücûdu’n-nebiyy salla’llâhü aleyhi ve sellem

Âmine Hatun Muhammed anası

Ol sadefden oldı ol dür dânesi

Çünki Abdullahdan oldı hâmile

Vakt irişdi hafta vü eyyâm ile

Hem Muhammed gelmegi oldı yakîn

Çok alâmetler belürdi gelmedi

Şol kitâblar içre söylenen haber

Zâhir oldı vü göründi ser-teser

Halk-ı âlem gözlerile gördiler

Görmeyenlere haberler virdiler

Âmine Hatun gözile gördügin

Ol gicede nice lutfa irdügi

Râviler yazdı haber virdi bize

Biz dahı yazduk kim aydavuz size

Dinlenüz binde birini diyelüm

Tûtiler gibi şekerler yiyelüm

Dînümüz milkini âbâd idelüm

İşidenler cânını şâd idelüm

Işk ile her kim ki dinlese bunı

Açıla gönlinde rahmet gülşeni

Hem hidâyet bülbüli anda öte

Hem sa’âdet servi cânında bite

(...)

Fî beyânı mâ zahare fî vakti velâdeti Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem

Ol gice kim dogdı ol hayrü’l-beşer

Anası anda neler gördi neler

Her ne kim göründi ise gözine

Hem dahı vâki’ olanı özine

Ol rebîülevvel ayı nicesi

On ikinci gice isneyn gicesi

Dogdugın bildürdi ol halka tamâm

Ne didügin işid imdi i hümâm

Didi bir nûr çıkdı evden nâ-gehân

Âşikârâ oldı cümle ins ü cân

Hem havâ üzre döşendi bir döşek

Adı Sündüs döşeyen anı melek

Üç alem dahı dikildi üç yire

Her birisi aydayın nire nire

Magrib ü maşrıkda ikisi anun

Biri damında dikildi Ka’benün

(...)

Yidi kat gök ehli cümle geldiler

Ahmedi görüp ziyâret kıldılar

Yirde gökde hîç ferişte kalmadı

Kim Muhammed yüzini ol görmedi

Hem sekiz uçmak içinde hûriler

Görmege ol şâh yüzini geldiler

Her biri elinde bir nûrdan tabak

Kim yaratmış sun’ı birle anı Hak

İçleri tolu cevâhir anlarun

Başına saçu içün Peygamberün

Gelüben cümle saçu saçdı ana

Ay yüzin görüp bular kaldı tana

Saçu saçup çün ziyâret itdiler

Hûr u Rıdvân u melekler gitdiler

Yaradılmışdan kime oldı nasîb

Anlara dahi göründi ol habîb

Hem olar dahı ziyâret kıldılar

Ol Resûl-i Hak bu durur bildiler

(...)

Çün cihâna geldi ol şâh-ı cihân

Zâhir oldı anda çok dürlü nişân

Ol gice hep putlar oldı ser-nigûn

Cânına şeytânun uruldı düğüm

Toldı küffârun içi vü taşı gam

Urdı her biri başına taşı hem

Hem kiliseler dahı yıkıldı çok

Kaldı altında keşişler oldı yok

Tâk-ı Kisrâ eyle çatladı katı

İşidenün gitdi akl u tâkatı

Sâve bahri yire batdı ser-te-ser

Kimse anda bulmadı sudan eser

Ol Mecûsîler odı kim var idi

Niçe yıllar idi kim yanar idi

Ana taparlar idi ol kavm-i şûm

Hîç olup ol od söyündi sanki mûm

Buncılayın dahı niçe dürlü var

Anları ger dir isem key söz uzar

Bildi âlem halkı togdı Mustafâ

Cümle âlem toldı nûrile safâ

Ulalu başladı ol sâhib-kemâl  

Ay u gün buldı cemâlinden cemâl

Çünki ol şâh irdi on dört yaşına

Kamu halk and içer oldı başına

Ulu kiçi kamu ol ehl-i Arab

Cümle andan bildiler ilm ü edeb

Görmediler ana benzer âdemi

Hulk ile tutdı cemî’-i âlemi

Mu’cizâtı zâhir olu başladı

Dükeli dillerde söylendi adı

Mevlidinden çün bir az kılduk beyân

Mu’cizâtından dahı işid i cân

Haşre dek ger dinilürse bu kelâm

Niçe haşr ola bu olmaya tamâm

Ger dilersiz bulasız oddan necât

Işk ile derd ile aydun es-salât

(...)

Fî vefâti’n-Nebiyy salla’llâhü aleyhi ve sellem

Başlayalum girü bir söz sûzile

Od saçılsun sözümüzden sûzile

Tag ile taşun yüregin taglasun

Ten nedür anun içün cân aglasun

Odlara yaksun odun için taşın

Taşlara dögsün anunçün taş başın

Sularun gözinden akup kanlu yaş

Bagrı pûlâdun delinüp ola baş

Ger bu söz ire bihârun sem’ine

Bu sözün odı tütüninden yana

Mustafâ mevti sözidür ol ayân

İşidicek âhile eylen figân

Gözünüz derdile giryân eylenüz

Cânunuz ışkına kurbân eylenüz

Her ki bunı işidüp aglamaya

Bu firâk ile yürek taglamaya

Taş u agaçdan dahı kemter ola

Er dimeye ana her kim er ola

Göz yaşı rahmet suyıdur bilene

Göz yaşı ni’met suyıdur bilene

Göz yaşından niçeler maksûd bulur

Göz yaşından niçeler mahmûd olur

Göz yaşıdur kurtaran derdden başın

Göz yaşın dök kim göresin ancasın

Göz yaşıdur cümle derdün çâresi

Göz yaşıdur ba’zınun settâresi

Gözi yaşlı kişiler hulkî olur

Gözi yaşlı kişiler derdlü olur

Bunda ma’lûm olur anun âşıkı

Ana âşık olmayandur hâşakî

İşit imdi sen ol fahr-i kâ’inât

Nice haste oldı vü buldı vefât

Altmış üç yaşa çün irdi ol Emîn

Dosta ulaşmaklıgı oldı yakîn

Vakt irişdi dünyeden kıla sefer

Ol güneş yüzlü vü ol alnı kamer

Dünyeden ukbâya hoş sâz eyledi

Cân hümâsı Hakka pervâz eyledi

Hem ire ol Pâdişâh dergâhına

İşidün nice ire Allâhına

Günler içre bir çehârşenbe güni

Ol sa’âdet ayı vü devlet güni

(...)

(Pekolcay, A. Necla (hzl.) (1992). Süleyman Çelebi, Mevlid (Vesîletü’n-Necât). İstanbul: Dergâh Yay. 53-54, 76-77, 84-85, 93-97, 137-139.)


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1FENÂRÎ, Mollâ Fenârî, Şemseddîn Muhammed b. Hamza, Şemseddîn Muhammed Efendid. Nisan 1350 - ö. 15 Mart 1431Doğum YılıGörüntüle
2CEFÂYÎ, Fistancıoğlu, Muslihuddîn Halife/Mestancıoğlud. 1473 - ö. 1543MeslekGörüntüle
3SANATÎ, Abdurrahman Dursund. 1902 - ö. 1975MeslekGörüntüle
4SU’ÂLÎ, İmâm-zâde Su’âlî Çelebid. ? - ö. ?MeslekGörüntüle
5YAHYÂ BİN MUHAMMED EL-KÂTİBd. ? - ö. 1479-80’den sonra?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
6CELÎLÎd. ? - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
7NİHÂNÎ, Nacak Fâzıld. ? - ö. 1519Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
8FENÂYÎ, Fenâyî Deded. ? - ö. 1519-20Madde AdıGörüntüle
9MUTİ'Îd. ? - ö. ?Madde AdıGörüntüle
10AFÎF, Mihrî-zâde Feyzullâh Efendid. ? - ö. 29 Temmuz 1769Madde AdıGörüntüle