Madde Detay
SÜMMÂNÎ
(d. ?/1861 - ö. ?/1915)
âşık
(Âşık / 19. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Sümmânî, 1861 yılında Erzurum ili, Narman ilçesi Samikale köyünde doğmuştur. Sümmânî’nin gerçek adı Hüseyin’dir. Kasımoğullarından Hasan’ın en büyük çocuğudur. Annesinin adı ise Nezife’dir. Hüseyin’in Sosan ve Peruze (Firuze) isimli erkek ve kız kardeşi vardır. İkisi de Sümmânî’den sonra vefat etmişlerdir. Sümmânî’nin babası Hasan Ağa, köyün âlim olarak bildiği bir zattı. Oğlunu da dinî ve ahlaki yönden eğitmesine rağmen Sümmânî, sebebi nedendir bilinmez okuma yazma öğrenemedi. Sümmânî, Melek, Sabiha, Feride adlarında üç hanımla evlenmiştir. Bunlardan ikisi kız, beşi erkek olmak üzere yedi çocuğu olmuştur. İki oğlu kendisi hayatta iken ölmüştür. Bunlar Ali ve Şahabettin’dir. Diğer çocuklarının adı, Şevki, Fahri, Zabit, Yosma ve Müftele’dir. Günümüzde Sümmânî’nin geleneğini sürdüren Hüseyin Sümmânîoğlu, Şevki’nin; Nusret Toruni ise Fahri’nin oğludur (Erkal 2012: 8). “Sümmânî’ kelimesi muhtemelen (s-m-m) kökünün sıfat-ı müşebbehesi olan ve sağır, sert, sağlam, dayanıklı, iri kaya anlamına gelen ‘esamm’ kelimesinin çoğulu ‘sümmân’ın sonuna nisbet ‘y’si eklenerek ‘Sümmânî’ şekline dönüşmüştür. Kelimenin ‘sağlam, dayanıklı’ gibi manaları dikkate alınarak Sümmânî mahlasının yaşadığı sürece çektiği sıkıntıları, tahammül edilmez acıları çağrıştıran bir anlamda kullanmış olabileceği söylenebilir (Gündoğdu 2007: 122). Bunu Sümmânî de şöyle ifade eder: “Benim bu mahlasım Sümmân bîçâre/Açıldı sinemde bin türlü yâre/ Ervâh-ı ezelde bu bahtım kara/ Dertlilere bu sözlerim tam geldi.”
Sümmânî dokuz yaşlarında köyün sürüsünü otlatırken Ablak Taşı denilen yerde uyuyakalır. Rüyasında üç derviş görür. Bu üç derviş önce Gülperi adlı kızın isminin ilk harflerini Sümmânî’ye okutur, sonra da kızı gösterirler. Kendisine ‘Sümmânî’ mahlasını vererek sevdiği Gülperi’yi ömrü boyunca aramasını söylerler (Erkal 2012: 7). Sümmânî, bade içtikten sonra 12 yaşlarında babası onu Erzurum’a getirir. Erbâbî ile bu seyahatinde tanışır. Saz çalmasını Erbâbî’den öğrenir. Sümmânî doğu illerini, Orta Asya’nın büyük bir bölümünü gezer. Ömrünün son günlerini köyünde geçirir.
5 Şubat 1915 yılında ölen Sümmânî’nin mezarı doğduğu köy olan Samikale’dedir. Sümmânî ölüm döşeğinde söylediği son şiirinde kendi ölüm tarihini şöyle verir: “Sümmân vadeleşti yâren işinde/Ölüm kâr u bândır ecel peşinde/Mâhı Şubat Pazar günü beşinde/Âhırı mühletim bitti elverir”. Sümmânî’nin mezar taşı 1934 yılında Narman nahiye müdürü Faik Bey tarafından yaptırılmıştır. Bu yıllarda Narman’a nahiye müdürü olarak atanan Faik Bey’den Narmanlılar, Sümmânî’nin mezarını yaptırmasını isterler. Fakat Faik Bey, âşıklığa fazla önem vermediği için kabul etmez. Bir gece rüyasında Sümmânî’yi görür ve bu rüya üzerine mezarını yaptırmaya karar verir. Narmanlı Hasan isminde birini görevlendirir. Hasan, Oltulu taş ustası Emrah Çavuş’a mezar taşını yaptırır ve mezar taşındaki yazıyı da o yazar. Mezar taşında şunlar yazılıdır: “Ledünni ilminin bahrine mutâbık/ Hem zâhiri hem bâtıni ilmine lâyık/ Bu binâyı inşâ eden bende-i Faik/ Bu makberde olan Sümmânî âşık (tarih 1350/1934)” Kitabede Sümmânî’nin doğum ve ölüm tarihleri yazılmamıştır. Sümmânî’nin torunu Hüseyin Sümmânioğlu, kitabede Sümmânî’ye ait bir beytin dahi olmaması dolayısıyla 2008 yılında yeni bir kitabe yazdırarak bu yazının üzerine monte ettirmiştir.
Kaynaklardaki bilgilere göre Sümmânî 16 âşıkla ayrı ayrı karşılaşma yapmıştır. Bu karşılaşmalardan (atışma) en önemlisi şüphesiz ki Âşık Şenlik ile yapmış olduğu karşılaşmadır. Âşık Şenlik dışında Erbâbî, Mahirî, Celâlî, Sezâî, Huzurî, Ümmânî, Zuhurî, Nihâni Karârî, İkrârî, Kenzî, Kelâmî gibi âşıklarla da karşılaşmıştır. Sümmânî’nin torunu Nusret Torunî, Sümmânî’nin Şenlik ve İzânî ile birlikte üçlü bir karşılaşmada yer aldığını bildirmektedir (Düzgün 1990: 5). 19. yüzyılın usta halk şairi Sümmânî, önemli çıraklar yetiştirmemesine rağmen, bugün onun izinden yürüyen, üslubunu devam ettiren sayısız âşık vardır. Erzurum, Kars, Artvin, Gümüşhane, Bayburt, Erzincan yöresinde yaşayan âşıklarda onun tesirleri görülür.
Sümmânî’nin şiirleri sağlığında bir araya getirilmemiş ölümünden sonra araştırmacılar tarafından, halktan derleme yolu ve cönklerde yer alan şiirlerin tespiti şeklinde meydana getirilmiştir. Sümmânî hakkında ilk kitabı neşreden Haşim Nezih Okay olmuştur. Sinop’ta yayımlanan 32 sayfalık kitabın içerisinde 26 koşma bulunmaktadır (Okay 1934). Okay’ın da belirttiği gibi şiirleri Zekeriya Çavuş’tan olduğu gibi nakletmiş, onun unuttuğu yerleri kafiyeye göre uydurmaya çalışarak kitabını oluşturmuştur (Okay 1934: 3). Sümmânî hakkında yapılan geniş çaplı araştırma önce Nesib Yağmurdereli (1939) sonra da Mehmet Kardeş (1963) tarafından yapılmıştır. Erzurum’da öğretmenlik yapmış olan folklorcu Murat Uraz ise Sümmânî’ye farklı açıdan bakarak Gülperi ile olan münasebetini halk hikâyesi haline dönüştürmüştür (Uraz 1960). Sümmânî hakkında yapılan en son çalışma Hayrettin Rayman’ın Fırat Üniversitesi’nde 1991 yılında yaptığı doktora tezidir (Rayman 1991). Bu çalışmaları Abdulkadir Erkal’ın yapmış olduğu uzun süreli araştırmalar izlemiştir. En son yayımlanan Sümmani Divanı isimli çalışmada 383 adet şiire yer verilerek her bir şiirin kaynağı da belirtilmiştir. Divan’da ayrıca Sümmânî’nin hayatından anekdotlar da bulunmaktadır (Erkal 2012).
Sümmânî’nin koşmalarının –hatta diğer tüm şiirlerinin- büyük çoğunluğunu nasihat ve öğüt veren şiirleri oluşturur. Halk arasında fazla ilgi görmesinin sebebi de budur. “Bu bakımdan Sümmânî tam bir filozoftur. Ziya Paşa’nın darb-ı mesel haline geçen mısraları gibi, onun da halk arasında bu kıymeti muhafaza eden pek çok koşmaları vardır.’’ (Yağmurdereli 1939: 62). Âşık Sümmânî'ye de gerek yaşamında gerekse şiirlerinde sergilediği bu babacan tavırlarıyla halk tarafından ‘Baba’ sıfatı yakıştırılmıştır. Sümmânî, nasihat veren şiirleri, öğütleri, uyarıları ve telkinleri halkı doğruluktan saptırmamaya, gücü yettiği kadar onlara rehber olmaya çalışmıştır. 'Baba' sıfatı halkın Sümmânî'ye göstermiş olduğu güven, inanç ve teveccühün bir tezahürüdür. Sümmânî bir şiirinde: “Adımız söylenir Sümmânî Baba/ Bu ad bana buhtan olur korkarım” derken, taşımış olduğu bu sorumluluğun bilincinde olduğunu açıkça ifade etmektedir. Öyleki halkın kendisine olan güvenini ve inancını boşa çıkarmama endişesi Sümmânî’yi büsbütün düşündürmektedir. Sümmânî, nasihatlerin yanında zaman zaman gördüğü çarpıklıkları da dile getirerek sosyal eleştiri de yapar: “Sümmânî gedânın sözleri haktır/ Kalbi fasıkların çilesi çoktur/ Cehennem hânenin âteşi yoktur/Asi kul âteşi bile getirir”. Sümmânî’nin şiirleri bu açıdan incelendiği zaman onun toplumsal olaylara ve durumlara karşı doğrudan bir durum değerlendirmesi yaptığı görülmektedir. Sümmânî, toplumdaki çarpıklıklar ve aksaklıkları ilk önce olduğu gibi ortaya koyup, sonra bu durumun düzeltilmesi için gerekli olan ahlaki ve insani müeyyideleri kurtuluş reçetesi olarak sıralar. Tabii bu duruma düşmemenin formüllerini de açıkça belirtir.
Sümmânî’de tasavvufi motiflerin çokça işlendiğini görmek mümkündür. Bir yerde tasavvuf birçok âşıkta olduğu gibi Sümmânî’nin şiirlerine de şekil kazandıran, onlara derinlik katan renk tonu gibidir. Onda Allah’a tabiiyet, peygamber ve sahabeye bağlılık, ehl-i beyte saygı, evliyaya olan hürmetin yanında, dinî motifleri, halkın içine düştüğü ahlaki çöküntüden duyduğu üzüntünün serzenişleri, bununla da kalmayıp halkı doğruya, güzele iletmek isteyen haykırışları da görülür. Dinî ve tasavvufi terminolojiye ait birçok terim kullanmasının yanında kimi zaman ayet ve hadislerden alıntı yapacak kadar da dine vukufiyyeti vardır (lem yezel, nahnü, ev ednâ, kâbe kavseyn, Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfikâr vb.). Ayrıca şair Hz. Muhammed, çâr-yâr-ı güzîn (dört halife), Hz. Hasan ve Hüseyin’e, bazı din büyüklerine büyük hayranlık duyar. Şiirlerinde din sevgisi, tasavvuf öğretisi, peygamber kıssaları, evliya menkıbeleri, İslam’ın emir ve yasaklarına uymanın gerekliliği gibi konuları da işler. Âşık Sümmânî’nin ümmi olması göz önünde bulundurulacak olursa bu kadar bilgiye okuyarak ulaştığı düşünülemez. O, badeli âşık olduğuna göre kendisine verilen ilim Allah vergisidir ve hayat tecrübesinden ibarettir: “Dertsiz iken dert ehlinden dert aldım/Aşkın ocağına göz baka baka/On birinde ben üstamdan vird aldım/ Gûş verdim kâmile söz baka baka”. Şiirlerinden anlaşıldığına göre Sümmânî’nin tasavvufi neş’eyi aldığı asıl şahsiyet Sanamerli Hacı Ahmet Baba’dır. Sümmânî bu zattan ders almış ve dervişler halkasına katılmıştır. Sümmânî’deki tasavvufi neş’eye kaynaklık eden ikinci önemli şahsiyet ise Narmanlı Ethem Baba’dır. Sümmânî’nin yakın dostluk kurduğu Ethem Baba’nın yanına sık sık gittiği, onun sohbetlerine ve zikirlerine katıldığı bilinmektedir.
Sümmânî, her şeyden önce bir âşıktır. O, sevgilisi Gülperi’yi bulmak arzusuyla diyar diyar dolaşmış maddi, manevi her türlü acıyı yüreğinde hissetmiştir. Sevgilisine kavuşamamasının verdiği sıkıntı ve acıyı sürekli dile getiren Sümmânî’de aşk ve hasret temaları doruğa çıkmıştır. Bu tür koşmalarını iki ana bölüme ayırmak mümkündür.
1. Sevda şiirleri: Sümmânî’nin şiirlerinde sevgiliye kavuşamamanın verdiği elemin işlendiği bu tür koşmaları onun en kaliteli şiirleridir. Bu tür koşmalarda aşkı şöyle tarif ediyor: “Merhem kabul etmez aşkın dikeni/ Ten içinde cana bata göresin/ Damlasa dimağa bir katre nemi/ Dalgasın ummâna kata göresin”. Sümmânî’nin şiirlerinde sevgiliye ve sevgilisine kavuşmasına karşı olanlara hep sitem ve şikâyet vardır: “Bulmadık şad zülfün irâdesini/Çekerim bu gamın ziyâdesini/ Herkes dosta verdi ifâdesini/ Bizimkini rûzigâra yazdılar”.
2. Hasret şiirleri: Sümmânî sevgilisi Gülperi’yi bulmak için gurbete çıkmış ve gurbette sıla hasretini dile getiren şiirler söylemiştir. Gurbete çıkarken söylediği şu dörtlük çok anlamlıdır: “Dinmez ne hikmettir gözümün yaşı/Yanar yanar sızlar ciğerimin başı/ Elvedâ sılanın toprağı taşı/ Yine Sümmânî’ye gurbet göründü”.
Âşık Sümmânî konu bakımından kimi divan edebiyatı nazım türlerini şiirinde kullanmış, en azından bunlardan etkilenmiş olsa da daha çok tasavvufi halk şiiri ekolü içinde değerlendirmiş, bunun yanında birçok ortak konuyu da işlemiştir. Allah’ın varlığı, birliği gibi konuları işleyen tevhit, Hz. Muhammed, Dört Halife, Hasan-Hüseyin sevgilerini işleyen na’t, Hz. Hüseyin’in şehit edilmesiyle ilgili mersiye, din büyüklerini öven medhiye türü şiirleri vardır. Gazel tarzında yazdığı şiirlerde genelde öğüt verici ve hikemî üslubu kendini gösterir. Sosyal ve kişisel eleştiriye de şiirlerinde yer veren şair hicviye veya taşlama türünde şiirler de söylemiştir. Ayrıca Sümmânî’nin divan şiirindeki gibi lügaz ve muamma türünde de şiirleri vardır (Poyraz 2012: 263).
Sümmânî’nin, şiirlerinde kullandığı yabancı kelimeler çoğunlukla Farsça’dır ve divan şiirinde bolca gördüğümüz terkiplerdir: tiğ-ı müjgân, âb-ı kevser, çeşme-i giryân, bad-ı sâbâ, ehl-i hüner, Dâr-ı İslâm, halife-i rûy-ı zemîn, var-ı dünya, ilm-i Kur’an, şeri’at-ı garra, mâh-ı Muharrem, deşt-i Kerbelâ, ehl-i hâce, gül-i rânâ, nutk-ı nasihat, eş’ar-ı aşk, çâr-ı yâr, yâr-ı gâr vb. Şair, deyim ve atasözlerini ustaca kullanır. Yöresel ağız ve konuşma dilinde kullanılan kelimelere de rastlamak mümkündür.
Halk hikâyeciliği geleneği Sümmânî ile en parlak devrini yaşamış, ondan sonra gelenler sürekli olarak Sümmânî çığırı denilebilecek tarzın takipçisi olmuşlardır (Sakaoğlu 1974: 26). Sümmânî sağlığında birçok hikâyeyi tasnif ederek anlattığı gibi ölümünden sonra da kendi hayatı diğer âşıklar tarafından hikâyeleştirilerek anlatılmıştır. Sümmânî’nin hayatını hikâyeleştirerek anlatan âşıklar şunlardır: Şenlik, Nusret Torunî, Hüseyin Sümmânîoğlu, Dursun Cevlâni, (Alptekin 1997: 98) Behçet Mahir (Sakaoğlu, vd. 1999: 257). Sümmânî’nin sağlığında tasnif edip anlattığı hikâyeler ise şunlardır: Kerem ile Aslı, Latif Şah, Sevdakâr Şah, Tufarganlı Abbas, Elmas ile Kahraman ve Mâhirî hikâyeleridir.
Sümmâni Ağzı :Sümmânî’nin kendisine göre bir tarzı vardır. Sümmânî adı aynı zamanda bir ezgi, bir makam olmuştur. Nitekim ezgilerine göre söylenen koşmalardan birisi ‘Sümmânî Koşması ya da Sümmânî Ağzı’ adını taşır. (Rayman 1991: 72) Sümmanî ağzı deyişlerinin süresi hızlı, oldukça ritmiktir. Karar perdesi < La > dır. 5/8’lik usulde söylenmektedir. ( 2+3 ) donanımına (Si ) için ( b ) konur. ( Re ) güçlüdür. Ezginin icrasında, her dörtlüğün başında "Amman ey" ya da Âşık Veysel’in söyleyişindeki gibi “Ah” bulunur. Bu "Amman ey" usullü olduğu gibi, serbest şekilde de olabilir. Usullü söylendiğinde iki ölçülük 5 zaman süresi içinde (2+3)+(2+3) “Amman ey” icra edilir.
Sümmânî geleneği, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de birçok halk şairinin sazında, sesinde terennüm edilmektedir. Emrah’ın “El çek tabip el çek yaram üstünden”; Âşık Veysel’in “Bir küçük dünyam var içimde”; Ruhsâtî’nin “Duldalanma yar mevlâyı seversen” Sümmânî’nin “Ben razı değilem hicrâna gama” mısraları ile başlayan koşmalar, Sümmânî ağzı ile okunmuştur (Tuna 2008: 2). Sümmânî’in torunları Hüseyin Sümmanoğlu ve Nusret Torunî, Bardız’lı Âşık Nihanî, Mevlüt İhsani, Erol Ergani, Fuat Çerkezoğlu, İhsan Yavuzer vs. bu geleneği sürdüren âşıklardandır. Sümmânî’in birçok şiiri, hem Sümmanî ağzı makamında hem de değişik makamlarda bestelenerek TRT repertuvarına girmiş, bazıları da değişik sanatçılar tarafından okunmaktadır. Bu türkülerden en meşhurları: “Ervâh-ı ezelde”, “Ela Gözlerine Kurban Olduğum”, “Ben Razı Değilem Hicrana Gama”, “Deli Gönül ile Düştük Bir Cenge”, “Usandım”, “İhsan Ederler” vs…
Kaynakça
Alptekin, Ali Berat (1997). Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı. Ankara: Akçağ Yay.
Düzgün, Dilaver (1990). “Sümmânî’nin Karşılaşmaları”, IX. Aşık Sümmani Şenlikleri Bildiri. yyy.
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay.
Erkal, Abdulkadir (2000). “Sümmânî’nin Elmas İle Kahraman Hikâyesi”, Folklor/Edebiyat. Ankara. 23: 177-186.
Gündoğdu, Cengiz (2007). “Âşık Sümmânî’de Aşkın Metafiziği”, Tasavvuf. 18: 113-154.
Gündoğdu, Cengiz (2007). “Erzurumlu Âşık Sümmânî’nin Şiirlerinde Tasavvufî Neş’e”, Atatürk Üni. İlahiyat Fakültesi Türk-İslam Düşünce Tarihinde Erzurum Sempozyumu, Erzurum. 15-32.
http://www.turkuler.com/thm/asiksummanivetarzi.asp [erişim tarihi: 27.04.2008].
Kardeş, Mehmet (1963). Meşhur Saz Şairi Âşık Sümmânî. İstanbul: Tortum Kalkındırma Derneği.
Okay, H. Nezihi (1934). Âşık Sümmânî. Sinop: Sinop Halkevi Neşriyatı.
Poyraz, Yakup (2012). "Âşık Sümmâni’de Divan Şiiri Hususiyetleri", 1. Uluslararası Âşık Sümmâni ve Âşıklık Geleneği Sempozyumu Bildirileri, Erzurum. 249-268.
Rayman, Hayrettin (1991). Âşık Sümmânî –Hayatı ve Şiirleri. Doktora Tezi. Elazığ: Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Sakaoğlu, Saim, Ali Berat Alptekin (1999). Meddah Behcet Mahir’in Bütün Hikâyeleri II. Ankara: AKM Yay.
Sakaoğlu, Saim (1974). Erzurum’da Halk Hikâyesi ve Masal Anlatma Geleneği. Atatürk Üniversitesi 50.Yıl Armağanı. Erzurum.
Uraz, Murat (1960). Sümmânî İle Gülperi. İstanbul: Yusuf Ziya Kitabevi.
Yağmurdereli, Nesip (1939). Sümmânî –Hayatı ve Şiirleri-. İstanbul: yyy.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DR. ÖĞR. ÜYESİ ABDULKADİR ERKALYayın Tarihi: 20.09.2013Güncelleme Tarihi: 12.12.2020Eserlerinden Örnekler
Koşma
Bir dağ ben yüceyim dese ne fayda
Ağustos ayında kar olmayınca
Beyhude ömrüm çürütsem ne fayda
İkrârına sadık er olmayınca
Evliyâ hizmeti başımın tacı
Cahilin sözleri zehirden acı
Havaya yükselir kavak ağacı
Yaprağı kaç para bâr olmayınca
Sır verme cahile saklamak bilmez
Duyar dar gününü ağlamak bilmez
Her odası olan misafir almaz
Sülaleden hâne dar olmayınca
Kendin bilmez ile kalkıp oturma
Halın zaya verip fikrin yitirme
Bir meclisin üst başına oturma
Şahsına yaraşır yer olmayınca
Dediler Sümmânî yüzün hiç gülmez
Gelenler eğlenmez gidenler gelmez
Taşıma suyunnan değirmen dönmez
Akar sudan bendi var olmayınca
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 155.
Koşma
Bir menzile başa kadar varmasan
Sen o yola kervan olsan ne fayda
Bir dilberin makamına konmasan
Hayâl ile mihmân olsan ne fayda
Bir ikbâl ki kara olur kalemde
Sözü hor görünür her bir kelâmda
Bir güzel ki seni sevmez âlemde
Yâ sen ona hayrân olsan ne fayda
Arabi Farisi dilin olmasa
Bülbüle münasip gülün olmasa
Asla bir mesnette elin olmasa
Dava ile sultân olsan ne fayda
Deli gönül bu isyandan beridir
Bir âh çekse dağı taşı eritir
Her bir güzel bir yiğidin yâridir
Elin güzeline baksan ne fayda
Gel Sümmânî yaradanı zikreyle
Verdiği nimete dâim şükreyle
Yamân işi tâ ezelden fikreyle
Başa geçip pişmân olsan ne fayda
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 162.
Koşma
Kınamayın bizi Hakk’ı sevenler
Yağmur yağmayınca sel uyanır mı
Külli boş değildir aşka düşenler
Rüzgâr esmeyince dal uyanır mı
Nideyim dostlarım vefâsız yâri
Mevlâm her kuluna vermez bu kârı
Günbegün artmakta bülbülün zârı
Goncasız gülşende gül uyanır mı
Gönül goncasını gelip derdiler
Rakiplerim murâdına erdiler
Sümmânî’yi cânevinden vurdular
Böyle yaman aşka dil dayanır mı
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 192.
Koşma
Deli gönül ile düştük bir cenge
Hikmeti sorulmaz iştir bu gönül
Günden güne girer her türlü renge
Bazı solar bir kumaştır bu gönül
Bazı yelkenini derin yürütür
Bazı âh vâh ile ömrün çürütür
Bazı lâle mor menekşe bürütür
Bazı pus dumândır kıştır bu gönül
Bazı seyre çıkar hûb seyrânlanır
Bazı nefse uyar pek buhtânlanır
Bazı yoksul düşer perişânlanır
Bay u padişahtan baştır bu gönül
Sümmânî dünyâda gel çekme yası
Allâh de silinsin kalbinin pası
Göğsüne dayanır ecel pençesi
O zamân yoklarsın boştur bu gönül
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 236.
Koşma
Ervâh-ı ezelde levh ü kalemde
Bu benim bahtımı kara yazdılar
Gönül perişandır devr-i âlemde
Bir günümü yüz bin zâre yazdılar
Bulmadık şâdlığın irâdesini
Çekerim bu gamın ziyâdesini
Herkes dosta verdi ifâdesini
Bizimkini rûzigâra yazdılar
Aşk benimle eyler dâim kalmakâl
Dahi sabretmeye kalmadı mecâl
Derdim taksimdâra kıldım arzuhâl
Dedi neynim bahtın kara yazdılar
Gönlüm gülşeninde hâr oldu diye
Hasretlik cismimde var oldu diye
Sevdiğim sevdiğim pîr oldu diye
Erbâb-ı garazlar yâre yazdılar
Ne var bu sevdânın nihâyetinde
Gönül gezer yârin vilâyetinde
Herkes diyârında muhabbetinde
Bilmem bizi ne civâra yazdılar
Döner mi kavlinden sıdk-ı sadıklar
Dostunan dost oldu bağrı yanıklar
Aşk kaydına geçti bunca âşıklar
Sümmânî’yi bir kenâra yazdılar
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 288.
Gazel
Tâ ezel bülbül eyledim hâre gönül ben seni
Her vechine müştâk ettim nâre gönül ben seni
Sen çektin ten iklimini her vakit ziyân için
Her müddet dâvet eylerim kâre gönül ben seni
Göründü bir dil-i rübâ etti aklım serseri
Hesapsız medheylemişim yâre gönül ben seni
Nerde bir çiçek görürsen ona feryâd edersin
Korkarım ahır veririm kıra gönül ben seni
Ben sözümden rücû’ etsem yâr bana minnet eder
Havf ile suâle kıldım şi’re gönül ben seni
İşte ben el çektim böyle leb gül-i râ’nâlardan
Var ise cehd eyle hâlim zûra gönül ben seni
Sümmânî sadık yârâna nutk-ı nasihat eder
Nihâyet suâle ettim pîre gönül ben seni
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 426.
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 20.09.2013Güncelleme Tarihi: 12.12.2020Eserlerinden Örnekler
Koşma
Bir dağ ben yüceyim dese ne fayda
Ağustos ayında kar olmayınca
Beyhude ömrüm çürütsem ne fayda
İkrârına sadık er olmayınca
Evliyâ hizmeti başımın tacı
Cahilin sözleri zehirden acı
Havaya yükselir kavak ağacı
Yaprağı kaç para bâr olmayınca
Sır verme cahile saklamak bilmez
Duyar dar gününü ağlamak bilmez
Her odası olan misafir almaz
Sülaleden hâne dar olmayınca
Kendin bilmez ile kalkıp oturma
Halın zaya verip fikrin yitirme
Bir meclisin üst başına oturma
Şahsına yaraşır yer olmayınca
Dediler Sümmânî yüzün hiç gülmez
Gelenler eğlenmez gidenler gelmez
Taşıma suyunnan değirmen dönmez
Akar sudan bendi var olmayınca
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 155.
Koşma
Bir menzile başa kadar varmasan
Sen o yola kervan olsan ne fayda
Bir dilberin makamına konmasan
Hayâl ile mihmân olsan ne fayda
Bir ikbâl ki kara olur kalemde
Sözü hor görünür her bir kelâmda
Bir güzel ki seni sevmez âlemde
Yâ sen ona hayrân olsan ne fayda
Arabi Farisi dilin olmasa
Bülbüle münasip gülün olmasa
Asla bir mesnette elin olmasa
Dava ile sultân olsan ne fayda
Deli gönül bu isyandan beridir
Bir âh çekse dağı taşı eritir
Her bir güzel bir yiğidin yâridir
Elin güzeline baksan ne fayda
Gel Sümmânî yaradanı zikreyle
Verdiği nimete dâim şükreyle
Yamân işi tâ ezelden fikreyle
Başa geçip pişmân olsan ne fayda
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 162.
Koşma
Kınamayın bizi Hakk’ı sevenler
Yağmur yağmayınca sel uyanır mı
Külli boş değildir aşka düşenler
Rüzgâr esmeyince dal uyanır mı
Nideyim dostlarım vefâsız yâri
Mevlâm her kuluna vermez bu kârı
Günbegün artmakta bülbülün zârı
Goncasız gülşende gül uyanır mı
Gönül goncasını gelip derdiler
Rakiplerim murâdına erdiler
Sümmânî’yi cânevinden vurdular
Böyle yaman aşka dil dayanır mı
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 192.
Koşma
Deli gönül ile düştük bir cenge
Hikmeti sorulmaz iştir bu gönül
Günden güne girer her türlü renge
Bazı solar bir kumaştır bu gönül
Bazı yelkenini derin yürütür
Bazı âh vâh ile ömrün çürütür
Bazı lâle mor menekşe bürütür
Bazı pus dumândır kıştır bu gönül
Bazı seyre çıkar hûb seyrânlanır
Bazı nefse uyar pek buhtânlanır
Bazı yoksul düşer perişânlanır
Bay u padişahtan baştır bu gönül
Sümmânî dünyâda gel çekme yası
Allâh de silinsin kalbinin pası
Göğsüne dayanır ecel pençesi
O zamân yoklarsın boştur bu gönül
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 236.
Koşma
Ervâh-ı ezelde levh ü kalemde
Bu benim bahtımı kara yazdılar
Gönül perişandır devr-i âlemde
Bir günümü yüz bin zâre yazdılar
Bulmadık şâdlığın irâdesini
Çekerim bu gamın ziyâdesini
Herkes dosta verdi ifâdesini
Bizimkini rûzigâra yazdılar
Aşk benimle eyler dâim kalmakâl
Dahi sabretmeye kalmadı mecâl
Derdim taksimdâra kıldım arzuhâl
Dedi neynim bahtın kara yazdılar
Gönlüm gülşeninde hâr oldu diye
Hasretlik cismimde var oldu diye
Sevdiğim sevdiğim pîr oldu diye
Erbâb-ı garazlar yâre yazdılar
Ne var bu sevdânın nihâyetinde
Gönül gezer yârin vilâyetinde
Herkes diyârında muhabbetinde
Bilmem bizi ne civâra yazdılar
Döner mi kavlinden sıdk-ı sadıklar
Dostunan dost oldu bağrı yanıklar
Aşk kaydına geçti bunca âşıklar
Sümmânî’yi bir kenâra yazdılar
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 288.
Gazel
Tâ ezel bülbül eyledim hâre gönül ben seni
Her vechine müştâk ettim nâre gönül ben seni
Sen çektin ten iklimini her vakit ziyân için
Her müddet dâvet eylerim kâre gönül ben seni
Göründü bir dil-i rübâ etti aklım serseri
Hesapsız medheylemişim yâre gönül ben seni
Nerde bir çiçek görürsen ona feryâd edersin
Korkarım ahır veririm kıra gönül ben seni
Ben sözümden rücû’ etsem yâr bana minnet eder
Havf ile suâle kıldım şi’re gönül ben seni
İşte ben el çektim böyle leb gül-i râ’nâlardan
Var ise cehd eyle hâlim zûra gönül ben seni
Sümmânî sadık yârâna nutk-ı nasihat eder
Nihâyet suâle ettim pîre gönül ben seni
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 426.
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 12.12.2020Eserlerinden Örnekler
Koşma
Bir dağ ben yüceyim dese ne fayda
Ağustos ayında kar olmayınca
Beyhude ömrüm çürütsem ne fayda
İkrârına sadık er olmayınca
Evliyâ hizmeti başımın tacı
Cahilin sözleri zehirden acı
Havaya yükselir kavak ağacı
Yaprağı kaç para bâr olmayınca
Sır verme cahile saklamak bilmez
Duyar dar gününü ağlamak bilmez
Her odası olan misafir almaz
Sülaleden hâne dar olmayınca
Kendin bilmez ile kalkıp oturma
Halın zaya verip fikrin yitirme
Bir meclisin üst başına oturma
Şahsına yaraşır yer olmayınca
Dediler Sümmânî yüzün hiç gülmez
Gelenler eğlenmez gidenler gelmez
Taşıma suyunnan değirmen dönmez
Akar sudan bendi var olmayınca
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 155.
Koşma
Bir menzile başa kadar varmasan
Sen o yola kervan olsan ne fayda
Bir dilberin makamına konmasan
Hayâl ile mihmân olsan ne fayda
Bir ikbâl ki kara olur kalemde
Sözü hor görünür her bir kelâmda
Bir güzel ki seni sevmez âlemde
Yâ sen ona hayrân olsan ne fayda
Arabi Farisi dilin olmasa
Bülbüle münasip gülün olmasa
Asla bir mesnette elin olmasa
Dava ile sultân olsan ne fayda
Deli gönül bu isyandan beridir
Bir âh çekse dağı taşı eritir
Her bir güzel bir yiğidin yâridir
Elin güzeline baksan ne fayda
Gel Sümmânî yaradanı zikreyle
Verdiği nimete dâim şükreyle
Yamân işi tâ ezelden fikreyle
Başa geçip pişmân olsan ne fayda
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 162.
Koşma
Kınamayın bizi Hakk’ı sevenler
Yağmur yağmayınca sel uyanır mı
Külli boş değildir aşka düşenler
Rüzgâr esmeyince dal uyanır mı
Nideyim dostlarım vefâsız yâri
Mevlâm her kuluna vermez bu kârı
Günbegün artmakta bülbülün zârı
Goncasız gülşende gül uyanır mı
Gönül goncasını gelip derdiler
Rakiplerim murâdına erdiler
Sümmânî’yi cânevinden vurdular
Böyle yaman aşka dil dayanır mı
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 192.
Koşma
Deli gönül ile düştük bir cenge
Hikmeti sorulmaz iştir bu gönül
Günden güne girer her türlü renge
Bazı solar bir kumaştır bu gönül
Bazı yelkenini derin yürütür
Bazı âh vâh ile ömrün çürütür
Bazı lâle mor menekşe bürütür
Bazı pus dumândır kıştır bu gönül
Bazı seyre çıkar hûb seyrânlanır
Bazı nefse uyar pek buhtânlanır
Bazı yoksul düşer perişânlanır
Bay u padişahtan baştır bu gönül
Sümmânî dünyâda gel çekme yası
Allâh de silinsin kalbinin pası
Göğsüne dayanır ecel pençesi
O zamân yoklarsın boştur bu gönül
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 236.
Koşma
Ervâh-ı ezelde levh ü kalemde
Bu benim bahtımı kara yazdılar
Gönül perişandır devr-i âlemde
Bir günümü yüz bin zâre yazdılar
Bulmadık şâdlığın irâdesini
Çekerim bu gamın ziyâdesini
Herkes dosta verdi ifâdesini
Bizimkini rûzigâra yazdılar
Aşk benimle eyler dâim kalmakâl
Dahi sabretmeye kalmadı mecâl
Derdim taksimdâra kıldım arzuhâl
Dedi neynim bahtın kara yazdılar
Gönlüm gülşeninde hâr oldu diye
Hasretlik cismimde var oldu diye
Sevdiğim sevdiğim pîr oldu diye
Erbâb-ı garazlar yâre yazdılar
Ne var bu sevdânın nihâyetinde
Gönül gezer yârin vilâyetinde
Herkes diyârında muhabbetinde
Bilmem bizi ne civâra yazdılar
Döner mi kavlinden sıdk-ı sadıklar
Dostunan dost oldu bağrı yanıklar
Aşk kaydına geçti bunca âşıklar
Sümmânî’yi bir kenâra yazdılar
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 288.
Gazel
Tâ ezel bülbül eyledim hâre gönül ben seni
Her vechine müştâk ettim nâre gönül ben seni
Sen çektin ten iklimini her vakit ziyân için
Her müddet dâvet eylerim kâre gönül ben seni
Göründü bir dil-i rübâ etti aklım serseri
Hesapsız medheylemişim yâre gönül ben seni
Nerde bir çiçek görürsen ona feryâd edersin
Korkarım ahır veririm kıra gönül ben seni
Ben sözümden rücû’ etsem yâr bana minnet eder
Havf ile suâle kıldım şi’re gönül ben seni
İşte ben el çektim böyle leb gül-i râ’nâlardan
Var ise cehd eyle hâlim zûra gönül ben seni
Sümmânî sadık yârâna nutk-ı nasihat eder
Nihâyet suâle ettim pîre gönül ben seni
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 426.
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Koşma
Bir dağ ben yüceyim dese ne fayda
Ağustos ayında kar olmayınca
Beyhude ömrüm çürütsem ne fayda
İkrârına sadık er olmayınca
Evliyâ hizmeti başımın tacı
Cahilin sözleri zehirden acı
Havaya yükselir kavak ağacı
Yaprağı kaç para bâr olmayınca
Sır verme cahile saklamak bilmez
Duyar dar gününü ağlamak bilmez
Her odası olan misafir almaz
Sülaleden hâne dar olmayınca
Kendin bilmez ile kalkıp oturma
Halın zaya verip fikrin yitirme
Bir meclisin üst başına oturma
Şahsına yaraşır yer olmayınca
Dediler Sümmânî yüzün hiç gülmez
Gelenler eğlenmez gidenler gelmez
Taşıma suyunnan değirmen dönmez
Akar sudan bendi var olmayınca
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 155.
Koşma
Bir menzile başa kadar varmasan
Sen o yola kervan olsan ne fayda
Bir dilberin makamına konmasan
Hayâl ile mihmân olsan ne fayda
Bir ikbâl ki kara olur kalemde
Sözü hor görünür her bir kelâmda
Bir güzel ki seni sevmez âlemde
Yâ sen ona hayrân olsan ne fayda
Arabi Farisi dilin olmasa
Bülbüle münasip gülün olmasa
Asla bir mesnette elin olmasa
Dava ile sultân olsan ne fayda
Deli gönül bu isyandan beridir
Bir âh çekse dağı taşı eritir
Her bir güzel bir yiğidin yâridir
Elin güzeline baksan ne fayda
Gel Sümmânî yaradanı zikreyle
Verdiği nimete dâim şükreyle
Yamân işi tâ ezelden fikreyle
Başa geçip pişmân olsan ne fayda
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 162.
Koşma
Kınamayın bizi Hakk’ı sevenler
Yağmur yağmayınca sel uyanır mı
Külli boş değildir aşka düşenler
Rüzgâr esmeyince dal uyanır mı
Nideyim dostlarım vefâsız yâri
Mevlâm her kuluna vermez bu kârı
Günbegün artmakta bülbülün zârı
Goncasız gülşende gül uyanır mı
Gönül goncasını gelip derdiler
Rakiplerim murâdına erdiler
Sümmânî’yi cânevinden vurdular
Böyle yaman aşka dil dayanır mı
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 192.
Koşma
Deli gönül ile düştük bir cenge
Hikmeti sorulmaz iştir bu gönül
Günden güne girer her türlü renge
Bazı solar bir kumaştır bu gönül
Bazı yelkenini derin yürütür
Bazı âh vâh ile ömrün çürütür
Bazı lâle mor menekşe bürütür
Bazı pus dumândır kıştır bu gönül
Bazı seyre çıkar hûb seyrânlanır
Bazı nefse uyar pek buhtânlanır
Bazı yoksul düşer perişânlanır
Bay u padişahtan baştır bu gönül
Sümmânî dünyâda gel çekme yası
Allâh de silinsin kalbinin pası
Göğsüne dayanır ecel pençesi
O zamân yoklarsın boştur bu gönül
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 236.
Koşma
Ervâh-ı ezelde levh ü kalemde
Bu benim bahtımı kara yazdılar
Gönül perişandır devr-i âlemde
Bir günümü yüz bin zâre yazdılar
Bulmadık şâdlığın irâdesini
Çekerim bu gamın ziyâdesini
Herkes dosta verdi ifâdesini
Bizimkini rûzigâra yazdılar
Aşk benimle eyler dâim kalmakâl
Dahi sabretmeye kalmadı mecâl
Derdim taksimdâra kıldım arzuhâl
Dedi neynim bahtın kara yazdılar
Gönlüm gülşeninde hâr oldu diye
Hasretlik cismimde var oldu diye
Sevdiğim sevdiğim pîr oldu diye
Erbâb-ı garazlar yâre yazdılar
Ne var bu sevdânın nihâyetinde
Gönül gezer yârin vilâyetinde
Herkes diyârında muhabbetinde
Bilmem bizi ne civâra yazdılar
Döner mi kavlinden sıdk-ı sadıklar
Dostunan dost oldu bağrı yanıklar
Aşk kaydına geçti bunca âşıklar
Sümmânî’yi bir kenâra yazdılar
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 288.
Gazel
Tâ ezel bülbül eyledim hâre gönül ben seni
Her vechine müştâk ettim nâre gönül ben seni
Sen çektin ten iklimini her vakit ziyân için
Her müddet dâvet eylerim kâre gönül ben seni
Göründü bir dil-i rübâ etti aklım serseri
Hesapsız medheylemişim yâre gönül ben seni
Nerde bir çiçek görürsen ona feryâd edersin
Korkarım ahır veririm kıra gönül ben seni
Ben sözümden rücû’ etsem yâr bana minnet eder
Havf ile suâle kıldım şi’re gönül ben seni
İşte ben el çektim böyle leb gül-i râ’nâlardan
Var ise cehd eyle hâlim zûra gönül ben seni
Sümmânî sadık yârâna nutk-ı nasihat eder
Nihâyet suâle ettim pîre gönül ben seni
Erkal, Abdulkadir (2012). Aşık Sümmani Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım Yay., 426.
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | Ahmet İhsan Tokgöz | d. 1868 - ö. 27 Aralık 1942 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | HÜSEYİN SÜMMÂNÎOĞLU, Hüseyin Yazıcı | d. 15.08.1937 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | ÂTIF, Hacı Ahmed Ağa | d. ? - ö. 19. yy. | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | Ali Nazif Süruri | d. 1861 - ö. 1936 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | Süleyman Tevfik Özzorluoğlu | d. 1861 - ö. 1939 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | ZÜHDÎ, Hasan | d. 1860-1861 - ö. 25.09.1938 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | HÂFIZ HAKKI PAŞA, Vicdânî, Manastırlı | d. 1879 - ö. 1915 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | EFKARÎ, Nebi | d. 1866 - ö. 1915 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | ŞEHVÂRÎ, Ahmed Şükrü | d. 1862/1863 - ö. 1914-1915 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | MEHMET, Mehmet Gönen | d. 1947 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
11 | RASİH, Hacı Rasih Efendi | d. ? - ö. 1897 | Meslek | Görüntüle |
12 | ZEKİYE SELAM | d. 1934 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
13 | ENCAMÎ | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | MUSLU, Mustafa | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | MEHMED ARİF | d. 1846 - ö. 1898 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | CÂNÂNÎ | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
17 | MALKOÇ ALİ, Ali Rıza Malkoç | d. 1965 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
18 | ZEYNEP, Zeynep Dikilitaş | d. 1938 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |