HÜDÂYÎ, Azîz Mahmûd

(d. 948/1541 - ö. 1038/1628)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 17. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Asıl adı Mahmûd’dur. Fazlullâh b. Mahmûd’un oğludur. 948/1541 yılında Şereflikoçhisar’da doğmuştur. Halvetiyye tarikatının bir alt sınıfına dâhil olan Bayramiyye tarikatının devamı niteliğindeki Celvetîliğin kurucusu kabul edilir. Doğru yola, Hak yoluna girmiş manasına gelen Hüdâyî mahlası, kendisine şeyhi Hz. Üftâde tarafından verilmiştir. İsminin başındaki “Aziz” kelimesi ise, halk tarafından ona duyulan saygının bir ifadesidir. İlköğrenimini Şereflikoçhisar’da alan Hüdâyî, daha sonra İstanbul’a gitmiş ve tahsiline Ayasofya Medresesinde devam etmiştir. Bir defa okuduğunu zihninde tutabilen çok zeki bir talebe olarak, hocalarından Nâzır-zâde Ramazan Efendi’nin dikkatini çekmiş ve onun muîdi olmuştur. Talebelik ve muîdlik yıllarında bir yandan tefsir, hadîs, fıkıh ve fen bilimleri okuyup bir yandan da Halvetiyye tarikatına mensup Küçükayasofya Camii şeyhi Nûreddin-zâde Muslihuddîn Efendi’nin sohbetlerine devam etmiştir. Önce Edirne Selimiye Medresesi’sine müderris, ardından Mısır ve Şam’a kadı tayin edilen Nâzır-zâde Ramazan Efendi, Hüdâyî’yi de yanından ayırmamıştır. Hocasıyla Mısır’da bulundukları sırada Halvetiyye tarikatının Demirtaşiyye kolundan Kerîmüddin el-Halvetî’den “usûl-i esmâ” terbiyesi görmüştür. Mahmûd Hüdâyî, otuz yaşlarındayken (981/1573) hocası Nâzır-zâde ile Bursa’ya dönmüş, Nâzır-zâde Efendi Bursa kadılığına getirilmiş, kendisi de Bursa Ferhâdiye Medresesi’ne müderris ve Câmi-i Atîk Mahkemesi’ne nâib tayin edilmiştir. Nâzır-zâde’nin vefatı üzerine Bursa kadılığına getirilmiş ancak kısa bir süre sonra bu görevden ayrılarak Celvetî tarikatı şeyhi Üftâde’ye intisap etmiştir (Yımaz 1991: 338).

Kaynaklar, Hüdâyî’nin hayatında büyük değişimlere sebep olan bu intisaba dair iki rivayet nakletmektedir. İlk rivayete göre, Hüdâyî gördüğü bir rüyada, yerlerinin Cennet olacağını sandığı ve aralarında hocası Nâzır-zâde Efendi’nin de bulunduğu bazı kimselerin Cehennem ateşinde yanmakta olduğunu seyreder. Bu hâl karşısında çok üzülür ve bunun mana âleminde kendisine gösterilen bir işaret olduğunu düşünür. Ertesi gün malını, mülkünü ve vazifesini terk ederek Üftâde’ye derviş olur. İkinci rivayet ise, Bursa kadılığı esnasında kendisine getirilen bir boşanma davası hakkındadır. Bursalı bir zat her sene Hacca gitmek için niyetlendiği halde gidemez. Ertesi yıl hacca gitmekten söz edince eşinin ‘Boş yere niyet etme, her sene niyetleniyorsun, ama gidemiyorsun” deyince, “İnşaallah gideceğim, gidemezsem seni talâk-ı selâse ile boşarım” cevabını verir. Arife gününe kadar evinde kalan adam, aynı gün ortadan kaybolur ve bayramın beşinci günü evinin kapısını çalar. Ancak eşi sözünü hatırlatarak kapıyı açmaz. Adam hacca gidip geldiğini anlatmaya çalışsa da eşini inandıramaz ve kadıya başvurulur. Adam anlattıklarında ısrarcı olup hac kafilesinin dönüşünün beklenmesini ve onların şahitliğine başvurulmasını ister. Kafile dönüşünde şahitler Hacda beraber olduklarını, oturdukları ve bulundukları yerleri söyleyince kadı Hüdâyî, talak (boşanma) olmamıştır kararı vererek adamdan bunu nasıl yaptığını açıklamasını ister. O da eskici Mehmed dedenin aracılığı ile mekân tayyetmek suretiyle bu işin gerçekleştiğini söyler (Tezeren 1987: 9-10).

Hüdâyî’nin Üftâde’ye bağlanmasında anlatılan iki olaydan hangisinin önce gerçekleştiği kesin olarak bilinmemekle beraber, boşanma davasıyla başlayan Hac olayının ardından Hüdâyî’nin Mehmed dedenin dükkânına giderek ona bağlanmak istediği, Mehmed dedenin de Hüdâyî’yi “Nasibin bizden değil, Hz. Üftâde’dendir” diyerek kendisini Üftâde’ye gönderdiğide dair rivayet daha yaygındır (Tezeren 1987: 9-10; Yılmaz 1990: 46-47).

Hüdâyî’nin “gam ve belâ mesleği” kabul ettiği müderrislik ve naiplikten ayrılıp Üftâde’ye intisabı 984/1576 yılına rastlar. Üftâde intisaptan önce onun evvela mal ve mülkten, daha sonra memuriyetten ve Bursa kadılığından feragat edip nefsini ayaklar altına almasını, gururunu yenmesi için de kadı giysileriyle Bursa sokaklarında sırıkla ciğer satmasını ister. Hüdâyî şeyhinin bu isteklerini tereddütsüz kabul ederek irşâd halkasına katılır. Çok sıkı bir riyazete tabi tutularak üç sene gibi kısa bir zamanda seyr ü sulûkunu tamamladıktan sonra irşâd vazifesiyle Sivrihisar’a gönderilir. Ancak burada altı ay kalabilen Hüdâyî, şeyhi Üftâde’nin hastalanması üzerine onu ziyaret için tekrar Bursa’ya döner. Birkaç gün sohbet eder. Şeyhinin vefat etmesiyle onun makamına geçerek önce Rumeli’ye, oradan da Trakya ve Balkanlara giderek bir müddet kaldıktan sonra İstanbul’a döner (Yılmaz 1990: 47).

Hüdâyi, Şeyhülislâm Sa’âdeddin Efendi’nin isteğiyle geldiği İstanbul’da, yine onun görevlendirmesiyle Küçükayasofya Medresesinde sekiz yıl şeylik makamında bulunmuş, bir yandan da Fatih Camii’inde vaizlik yaparak tefsir ve hadis dersleri okutmuştur. 997/1589’da şu an Üsküdar’da Hüdâyî Dergâhı’nın bulunduğu yeri satın almış, inşaatıyla yakından ilgilenebilmek için ikâmetini Rum Mehmed Paşa Camii civarına naklettirmiştir. 1003/1595’te bu dergâhın yapımı tamamlanmıştır. 1007/1599’da Fatih Camii vâizliğini bırakarak Üsküdar Mihrimah Sultan Camii vaizliğine başlamıştır. Hüdâyî, Sultân Ahmed Camii’nin temel atma merasimine (1018/1609) Sultân I. Ahmed, Şeyhülislâm Mehmed Efendi ve kuyucu Mehmed Paşa ile beraber iştirak etmiş, caminin açılışında (1024/1616) ilk hutbeyi okumuş ve her ayın ilk pazartesi günü burada vaazlar vermiştir. Kanûnî Sultân Süleymân’ın, kızı Mihrimâh Sultân’dan torunu olan Ayşe Sultân (ö. 1006/1598) ile de evlendiği rivayet edilen Azîz Mahmûd Hüdâyî, Safer 1038/Ekim 1628’de vefat etmiştir. Üsküdar’da bulunan türbesinde medfûndur. Altısı kız olmak üzere on bir çocuğu olan Mahmûd Hüdâyî’nin nesli, kızları Ümmügülsüm, Zeynep ve Fatma Zehrâ vasıtasıyla devam etmiştir (Yılmaz 1998: 338-339). Ölümü için yazılan tarihler küçük bir divan oluşturacak kadar çoktur. Bunlardan birkaçı şöyledir: Hüdâyî hû çeküp rûhı hemân azm-i cihân itdi / Kutb idi Mahmûd Efendi cânı teslîm eyledi / Şeyh Mahmûd Hüdâyî / Vâh kim kutb-ı ârifîn gitdi / Terk-i dünyâ eyledi Mahmûd Efendi (Yılmaz 1990: 72).

Devrin padişahlarından büyük saygı gören Hüdâyî, halktan sultanlara kadar uzanan geniş bir tesir halkası meydana getirmiştir. III. Murâd, III. Mehmed, I. Ahmed, II. Osmân ve IV. Murad gibi padişahlara devletin idaresi hususunda halkın görüşlerini de dile getiren mektuplar yazarak öğütler vermiş, IV. Murad’a saltana kılıcını kuşatmış, Ferhad Paşa ile Tebriz Seferi’ne katılmıştır (Tavukçu 2004: 277). Farklı zamanlarda dönemin padişahınca saraya davet edilmiş ve onlarla sohbetlerde bulunmuştur. Hüdâyî’nin, bu padişahlardan I. Ahmed ile ayrı bir ünsiyet kurduğu bilinmektedir. Sultân I. Ahmed, gördüğü bir rüyayı tabir ettirmek için Azîz Mahmûd Hüdâyî’ye başvurur. Rüyanın tabirinden son derece memnun kalan Sultân, bunu bir keramet kabul ederek Hüdâyî’nin elini öper ve kendisini müritliğe kabul etmesini ister. Hüdâyî de, bizim tarikatımızda rütbe ve mansıp farkı yoktur diyerek padişahın arzusunu kabul ettiğini bildirir. Bu tarihten sonra I. Ahmed, öteki müritlerle birlikte alelade bir dervişten farksız olarak Hüdâyî’nin sohbetlerine katılır. Şeyhinin abdest alması için I. Ahmed’in ibrikle su döktüğü, Vâlide Sultân’ın da peşkir tuttuğu rivayet edilir (Küçük 1976: 186). Şeyhi Üftâde’nin vefat etmeden önce Hüdâyî’ye söylediği, “padişahlar ardınca yürüsün” sözü de, I. Ahmed’in Hüdâyî’ye duyduğu saygıyla Üsküdar çarşısında onu atına bindirip kısa bir süre arkası sıra seyis gibi yürümesiyle gerçekleşmiştir (Tezeren 1987: 15). 

Hüdâyî’nin devlet ricaliyle yakınlığı padişahlarla sınırlı kalmamış, dergâhı her zümreden insanın uğrak yeri olmuştur. Evliyâ Çelebi’nin ifadesiyle “yedi padişahın elini öptüğü ve 170.000 müride iradet veren Hüdâyî, devlet ricalinden Sadrazam Kayserili Halil Paşa, Dilâver Paşa; ilmiye sınıfından Hoca Sa’âdeddîn Efendi, Sun’ullâh Efendi, Şeyhülislâm Hoca-zâde Es’ad Efendi, Okçu-zâde Mehmed Şâhî Efendi, Sarı Abdullâh Efendi ve Nev’i-zâde Atâyî’yi dergâhında ağırlamıştır. Azîz Mahmûd Hüdâyî, halifeleri ve yazdığı eseriyle Anadolu ve Balkan coğrafyasının dinî-tasavvufî hayatı üzerinde derin tesirler bırakmış, şöhreti günümüze kadar ulaşmıştır. Tekkesi İstanbul’un en önemli tasavvuf ve kültür merkezi olarak hizmet görmüş, bu dergahtan pek çok ilim ve fikir adamı, şeyh ve musiki-şinâs yetişmiştir. Gerek devrinde gerekse daha sonra yazılan tarih ve bibliyografya kitaplarında “kutbu’l-aktâb, sâhib-i zamân, mürşid-i kâmil” gibi ünvânlarla anılmıştır (Yılmaz 1991: 339).

Arapça ve Türkçe birçok eser veren Hüdâyî’nin başlıca eserleri şunlardır: 

Arapça Eserleri:

1. Vâkıât (et-Tirü’l-mesbûk el-müştemilü mâ-cerâ mine’t-tâifi fi-esnâi’s-sülûk): Hüdâyî’nin üç yıl boyunca şeyhi Üftâde ile arasında geçen ahlakî ve tasavvufî konuşmaları içerir. Üç cilt olup Üsküdâr Selim Ağa Hüdâyî Kütüphanesi 249 numara da kayıtlıdır (Yılmaz 1991: 340).

2. Nefâisü’l-mecâlis: Tasavufî bir eserdir. Kurandan seçilen bazı ayetlerin açıklaması yapılmıştır. Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 172-174 numarada kayıtlıdır (Yılmaz 1991: 340).

3. Câmi’u’l-fezâ’il ve kâmi’u’r-rezâ’il: Hüdâyî’nin en çok okunan eserlerinden biridir. Üç bâbdan oluşan eserde ilmî, amelî ve ahlakî faziletler anlatılır. Köprülü Kütüphanesi 1853/3 numarada kayıtlıdır. H. Kamil Yılmaz (1988) tarafından İlim, Amel ve Seyr ü Sülûk adıyla Türkçe olarak neşredilmiştir (Yılmaz 1991: 340).

4. Miftâhu’s-salât ve mirkâtü’n-necât: Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Şehabeddin Sühreverdi gibi büyük mutasavvıfların görüşlerine yer verilerek yazılan risalede, namazın fazilet ve hikmetleri anlatılır. Murad Molla Kütüphanesi 1314/4 numarada kayıtlıdır. H. Kamil Yılmaz tarafından tercüme edilerek İlim, Amel ve Seyr ü Sülûk adlı eserin sonunda yayınlanmıştır (Yılmaz 1991: 340).

5. Hülâsatü’l-ahbâr fî ahvâli’n-nebiyyi’l-muhtâr: Hilkat, varlık ve hakikat-i Muhammediye gibi tasavvufî konuların işlendiği bir eserdir. Beş bölümden oluşmaktadır. Yaklaşıp altmış varak olup Hacı Selim Ağa Kütüphanesi, 258 numarada kayıtlıdır (Yılmaz 1990: 108)..

6. Habbetü’l-mahabbe: Allah, Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisinin anlatıldığı bir risaledir. Ahmed Remzi Akyürek’in tercüme ettiği eser, Remzi Deniz (1982) tarafından yeni harflerle yayınlanmıştır (Yılmaz 1991: 340).

7. Keşfü’l-kınâ’ ‘an vechi’s-semâ’: Semâın meşruiyeti ve müdafaası anlatılmaktadır. Küçük bir risale halindeki eser, Köprülü Kütüphanesi, 1583 numarada kayıtlıdır. H. Kamil Yılmaz (1986) tarafından tercüme edilerek neşredilmiştir (Yılmaz 1991: 340).

8. Hayâtü’l-ervâh ve necâtü’l-eşbâh: İlki 9, ikincisi 10 bâbtan oluşan iki bölüm halinde yazılan eserde, zorunlu ölüm (mevtü’l-ıztırâri), ihtiyarî ölüm (mûtû kable entmutu) ve haşir konularından bahsedilmektedir. Hacı Selim Ağa Kütüphanesi, 271/5 numarada kayıtlıdır (Tezeren 1987: 53).

9. El-Fethü’l-İlâhî: 7 varaktan oluşan küçük bir risaledir. İnsanda bulunan ilahî hasse ve hisseler ayetlere göre açıklanır. Hacı Selim Ağa Kütüphanesi, 278 numarada kayıtlıdır (Tezeren 1987: 63).

10. El-Mecâlisü’l-va’ziyye: Hüdâyî’nin vaazlarını içeren, ayrıca ayet-i kerimelerin hadîs, ashâb ve evliya menkıbeleriyle açıklandığı eseridir. Hacı Selim Ağa Kütüphanesi, 276 numarada kayıtlıdır (Yılmaz 1990: 110)..

11. Fethü’l-bâb ve ref’u’l-hicâb: Üç bâbdan oluşan eserde, insanın yaratılışı, tövbe ve insanda tecelli eden ilahî sırlar anlatılmaktadır. Eserin üç nüshası Murad Molla Kütüphanesi 1314, Köprülü Mehmed Paşa Kütüphanesi 1583 ve Hacı Selim Ağa Kütüphanesi 271/3 numaralarda kayıtlıdır (Tezeren 1987: 56).

12. Mecmûa-i Hutâb: Hüdâyî’nin dergahında Cuma ve Bayram günleri okuduğu hutbelerden oluşan üç dört varaklık küçük bir eserdir. Selim Ağa Kütüphanesi, 220/7 ve İstanbul Üniversitesi, Yıldız Kütüphanesi 763/3 numaralarda kayıtlıdır (Tezeren 1987: 58).

13. Merâtibu’s-sülûk: Sâliklerin avâm, havâs ve ahass olmak üzere üç gruba ayrılarak sülûkun mertebelerinin gösterildiği bir eserdir. İstanbul Üniversitesi, Arapça Yazmalar 2957/3 ve Hacı Selim Ağa Kütüphanesi 274 numaralarda kayıtlıdır (Yılmaz 1990: 110).

14. Hâşiye Kuhistânî fî şerh-i fıkh-ı Keydânî: Mehmed Kuhistânî’nin, Fıkh-ı Keydânî üzerine yazdığı şerhe, Hüdâyî’nin namaz bahsini daha da genişletmek suretiyle oluşturduğu eseridir. Hacı Selim Ağa Kütüphanesi 265 numarada kayıtlıdır. (Yılmaz 1990: 107). 

15. Tecelliyât: Hüdâyî’nin hayatında mazhar olduğu tecellileri anlatn ve onları tarihleriyle tespit eden bir risaledir. Nakşî meşâyından Abdulganî Nablusî (1143/1730) tarafından şerhedilmiştir. Nablusî’nin şerhi Süleymaniye Kütüphanesi, Atıf Efendi Kitaplığı 1415 ve İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi 2447 numaralarda kayıtlıdır (Yılmaz 1990: 113-114).

Türkçe Eserleri:

1. Dîvân: Dîvân-ı İlâhiyât olarak da bilinen eser, Hüdâyî’nin 255 kadar ilahisiyle rubai ve kıtalarından oluşmaktadır. Kemaleddin Şenocak (1970), Ziver Tezeren (1986) ve Mustafa Tatcı-Musa Yıldız (2005) tarafından yayınlanmıştır. Eserin Ankara’da 17, İstanbul’da 59 olmak üzere yurtiçi ve yurtdışı kütüphanelerde pek çok yazma nüshası mevcuttur ( Tatcı vd. 2005: 8-10).

 2. Necâtü’l-garîk fi’l-cem’i ve’t-tefrîk: Eserde, Tasavvuf terimlerinden cem’ ve tefrik’in açıklaması yapıldıktan sonra bu yola yönelenler hakkında bilgiler verilmektedir. Milli Kütüphane, A. 1131/3 numarada kayıtlı olan eserin Viyana, Britisch Museum, Cambridge, Berlin, Paris ve Vatikan Türkçe yazma kataloglarında adı geçmektedir (Tezeren 1987: 52).

3. Tarîkat-nâme: Celvetiyye tarikatı adabını anlatan bir risaledir. Sahaf Nuri (İst. 1287) tarafından Külliyât-ı Hazret-i Hüdâyî adıyla yayınlanmıştır (Yılmaz: 1991: 340). 

4. Mektubât: Mektûbât-ı Hüdâyî ve Tezâkir-i Hüdâyî olarak da bilinen eser, çoğunun I. Ahmed ve III. Murad’a sunulduğu 152’si Türkçe, 22’si de Arapça olan mektup ve tezkerelerden oluşmaktadır. Süleymaniye Fatih Kütüphanesi, 2572 ve Beyazıt Kütüphanesi 3497 numaralarda kayıtlıdır (Tezeren 1987: 60).

5. Nesâih ve Mevâiz: Üç bölümden oluşan eser, Hüdâyî’nin vaaz ve nasihatlerini ihtiva etmektedir. 237 varaklık nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi, 266 numarada kayıtlıdır (Yılmaz: 1991: 340).

6. Mi’râciye: Miraç hadisesinin ayet ve hadisler ışığında anlatıldığı mensur bir eserdir. Selim Ağa Kütüphanesi, 262/3 numarada kayıtlıdır (Tezeren 1987: 59).

Tasavvufî edebiyat şairleri arasında gösterilen Hüdâyî, şiirlerini dönemine göre sade sayılabilecek bir dille yazmıştır. İlahi tarzındaki şiirlerinde hece ve aruz vezinlerini kullanarak, İbnü’l-Arabî’nin sistemleştirdiği vahdet-i vücud felsefesine bağlı kalmıştır. İlahilerinin bir kısmını bizzat kendisi bestelemiştir. Kurmuş olduğu Celvetîyye Tarikatı âyinlerinin icrasında da musikiye büyük önem veren Azîz Mahmûd Hüdâyî, aynı zamanda usta bir musiki-şinâstır (Yılmaz 1991: 339). 

Kaynakça

Ertan, Mehmed Emin (2001). Aziz Mahmud Hüdâyî. İstanbul: Şule Yay.

Gölpınarlı, Abdülbâkî (1960). “Aziz Mahmud Efendi (Şeyh Hüdâyî)”. İstanbul Ansiklopedisi. C. 3 İstanbul: R. Ekrem Koçu ve M. Ali Akbay İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat. 1718-1722.

Gölpınarlı, Abdülbâkî (1993). “Celvetiyye”. İslam Ansiklopedisi. C. 3. İstanbul: MEB Yay. 67-69.

Işın, Ekrem (1993). “Aziz Mahmud Hüdâî”. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. C. 1. İstanbul: KTB Yay. 505-507.

Küçük, Hasan (1976). Osmanlı Devletini Ortaya Çıkaran Kuvvetlerden Biri: Tarikatlar ve Türkler Üzerindeki Müsbet Tesirleri. İstanbul: Türdav Basım Yayım.

Tatcı, Mustafa ve Musa Yıldız (hzl.) (2005). Azîz Mahmûd Hüdâyî, Divân-ı İlâhîyât. İstanbul: Üsküdar Belediyesi.

Tavukçu, Orhan Kemal (2004). “Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Edebî Kişiliği”. Üsküdar Sempozyumu- I. C.2. 276-284.

Tezeren, Ziver (1987). Aziz Mahmud Hüdâyî. İstanbul: KTB Yay.

Yılmaz, H. Kamil (1980). Aziz Mahmud Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı. İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay.

Yılmaz, H. Kamil (1988). İlim, Amel ve Seyr ü Sülûk. İstanbul: Erkam Yay.

Yılmaz, H. Kamil (1990). Azîz Mahmûd Hüdâyî, Hayatı-Eserleri-Tarîkatı. İstanbul: Erkam Yay.

Yılmaz, H. Kamil (1991). “Aziz Mahmud Hüdâyî”. İslam Ansiklopedisi. C. 4. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 338-340.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: ARAŞ. GÖR. HULUSİ EREN
Yayın Tarihi: 20.02.2015
Güncelleme Tarihi: 24.11.2020

Eserlerinden Örnekler

Dîvân-ı İlâhîyât’dan

fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün

Bağ-ı 'aşkın ‘andelîbi Hazret-i Üftâdedir

Dertli 'âşıklar tabibi Hazret-i Üftâdedir

Vâsıl-ı kâmil odur tevhîd-i zâta şüphesiz

Dost ilin reh-nümâsı Hazret-i Üftâdedir

Eyleyen ruhundan istimdâd erişür matlaba

Hall eden her müşkilâtı Hazret-i Üftâdedir

Mürşid-i 'âli dilersen dâmen-i pâkini tut

Gösteren râh-ı Hüdâyı Hazret-i Üftâdedir

Sıdk ile kul ol Hüdâyî eşiğinde dâimâ

Bil hakikat kutb-ı aktâb Hazret-i Üftâdedir

(Ertan, Mehmed Emin (2001). Aziz Mahmud Hüdâyî. İstanbul: Şule Yay. 70)

***

fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün

Tînet-i Âdemde konmasa eğer sevdâ-yı 'aşk

Cenneti bir dâneye satmazdı ol dânâ-yı 'aşk

Kenz-i mahfîden zuhûra geldi eşya lâ-cerem

Bâd-ı Hubb ile temevvüc etdi çün deryâ-yı 'aşk

Tâlib-i dîdâr olup ayılmaya tâ haşre dek

Kim ki nûş ede ezel bezminde ger sahbâ-yı 'aşk

'Aşk u meşk olmaz nihân anı bilir halk-ı cihân

'Âşık-ı bî-çâreye mümkin midür ihfâ-yı 'aşk

Bülbülün hâlin bilenler gûş ederler nâlesin

Bir gül-i bî-hâr içindir bunca hûy ü hây-ı 'aşk

'Aşk-ı Şîrîn oldu feryâdına Ferhâd'ın sebeb

Ey nice dânâyı Mecnûn eyledi Leylâ-yı 'aşk

Ey Hüdâyî hâlet-i aşkı ne bilsin her meges

Kulle-i Kâf-ı hakîkat mürgüdür Ankâ-yı 'aşk

***

mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün

Kudûmun rahmet ü zevk ü safâdır yâ Resûla'llah

Zuhûrun derd-i usşşâka devâdır yâ Resûla'llah

Nebî idin dahi Âdem dururken mâ' vü tîn içre

İmâm-ı enbiyâ olsan revâdır yâ Resûla'llah

Kemâli zümre-i kümmel senin nûrunla bulmuşdur

Vücûdun mazhar-ı tamm-ı Hudâ'dır yâ Resûla'llah

Seninle erdiler zâta dahi envâ'-ı lezzâta

İşin erbâb-ı hâcâta atâdır yâ Resûla'llah

Hüdâyî'ye şefâ'at kıl eğer zâhir eğer bâtın

Kapuna intisâb etmiş gedâdır yâ Resûla'llah

***

mefâ'îlün Mefâ'îlün Fe'ûlün

Seherden açılan güller nedendir

Öten şûrîde bülbüller nedendir

Benefşelerle sünbüller nedendir

Ağızda söyleyen diller nedendir

Bakanlar kudret-i perverdigâra

Görenler sun'-ı Hakk'ı aşikâre

Nazar et 'ibret ile nev-bahâra

Akan sular esen yeller nedendir

Safâyı kande buldu kalb-i insân

Ziyâyı kanden aldı mâh-ı tâbân

Semârı kande buldu bâğ u bostân

Gülistânda biten güller nedendir

Kamusu Kâdir-i mutlak işidir

Bu sırrı anlayan ârif kişidir

Neden göz görüben kulak işidir

Ayak yürür tutar eller nedendir

Nedendir dâr-ı dünyâ dâr-ı ukbâ

Nedendir mâh u hûrşîd ü süreyyâ

Nedendir berr ü bahr u kûh u sahrâ

Aceb bu yollar u beller nedendir

Kimi olmuş visâl-i Hakk'a lâyık

Kiminin dîde-i kalbi uyanık

Kimi nûr-ı cemâl-i Hakk'a âşık

Bu hây u hûy-ı gulguller nedendir

***

Eğer doğru yoldan taşra (gitdimse)

Efendim sultânım estagfiru'llâh

Rızâna muhalif her ne (etdimse)

Efendim sultânım estagfiru'llâh

Kulun işi sehv ü gaflet ü nisyân

Efendiden afv ü rahmet ü gufrân

Yine senden olur her derde dermân

Efendim sultânım estagfiru'llâh

Yüz urduk sana ey Settârü'l-uyûb

Senin elindedir ıslâh-ı kulûb

Ente'l-Kerîm ente Gaffârü'z-zünûb

Efendim sultânım estagfiru'llâh

7’li hece

N'eyleyeyin dünyâyı

Bana Allah'ım gerek

Gerekmez mâsivâyı

Bana Allah'ım gerek

Ehl-i dünyâ dünyâda

Ehl-i ukbâ ukbâda

Her biri bir sevdâda

Bana Allah'ım gerek

Derdli dermânın ister

Kullar sultânın ister

Âşık cânânın ister

Bana Allah'ım gerek

Fânî devlet gerekmez

Dürlü zînet gerekmez

Hak'sız cennet gerekmez

Bana Allah'ım gerek

Mecnûn ister Leylâ'yı

Vâmık isterAzrâ'yı

N'idem gayrı sevdâyı

Bana Allah'ım gerek

Bülbül güle karşı zâr

Pervâneyi yakmış nâr

Her kulun bir derdi var

Bana Allah'ım gerek

Beyhûde hevâyı ko

Hakk'ı bula gör yâ hû

Hüdâyî'nin sözü bu

Bana Allah'ım gerek

(Tatcı, Mustafa ve Musa Yıldız (hzl.)(2005). Azîz Mahmûd Hüdâyî, Divân-ı İlâhîyât. İstanbul: Üsküdar Belediyesi. 73-75, 127-129, 487, 97-99.)


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1Ülkü Uluırmakd. 10 Eylül 1939 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
2ÂLÎ/ÇEŞMÎ, Gelibolulu Mustafad. 1541 - ö. 1600Doğum YılıGörüntüle
3ŞEYH SEYYİD MEHMED EMÎN EFENDİ (EYYÛBÎ)d. ? - ö. 1628/1629Ölüm YılıGörüntüle
4HÂKİMÎ, Çuhacı-zâde Hâkimî Efendid. ? - ö. 1628-1648Ölüm YılıGörüntüle
5VEYSÎ, Üveys Çelebi, Üveys b. Mehmedd. 1561 - ö. 1628Ölüm YılıGörüntüle
6ABDÜLHÂDÎ BİN BEKR, el-Vardârîd. ? - ö. ?MeslekGörüntüle
7Çeşmî, Mehmed Efendid. ? - ö. 1634MeslekGörüntüle
8SÎRET/SA’ÎD, Şerîf Paşa-zâde Sa’îd Sîret Beyd. ? - ö. 1830MeslekGörüntüle
9NİZÂMÎ, Müneccel /Mincel Ahmed Nizâmî Efendid. ? - ö. Şubat-Mart 1697Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
10HALÎLÎ, Şeyh Halîl Halîlî Efendid. ? - ö. 1638Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
11AŞKÎ, Mustafa Aşkî Efendid. ? - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
12ŞEYHÎ, Nakibzade Seyyid Çelebid. ? - ö. 1669Madde AdıGörüntüle
13ŞİNASÎ, Ruznâmeci-zâde Şinasî Mehmedd. ? - ö. 1702-1703Madde AdıGörüntüle
14ŞEFKAT, Şefkat Efendid. ? - ö. ?Madde AdıGörüntüle