HİLMİ, Halil Dörtdivanlı

(d. ?/1826 - ö. ?/1903)
Âşık
(Âşık / 19. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Cevdet Canbolat’ın Dertli, Gevherî ve Seyranî gibi önemli âşıklara denk bir ozan olarak tanıttığı Halil (1963: 32), Dörtdivan, Gerede’de 1826 yılında dünyaya gelmiştir. Doğancılar köyünde, ozanın torunu 80 yaşlarındaki Halil'in, âşığın asıl adını teyit ettiği bildirilir. “Hilmî” takma adı ile koşuklar söylemiş ve yazmıştır. İstanbul’da iyi bir medrese öğrenimi görmüştür. Daha sonra köyüne dönerek imamlık yapmıştır. Soydan aydın ve okumuş bir ailenin çocuğudur. Dedesi Hacı Müderris Ahmed Efendi, zamanında Doğancılar köyüne, padişah buyruğu ile medrese açmış ve bu medresede öğretmenlik yapmıştır. Çevresinde “Hacı Hoca Hatip” diye bilinir (Canbolat 1963: 8; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi 1981: 234). Âşık hakkında Cevdet Canbulat, Dörtdivanlı Hilmi, Hayatı ve Şiirleri (1963) adlı eserinde en detaylı bilgiyi vermektedir. Hilmî’nin babası Hacı Hafız Abdullah Efendi de hacıdır, hocadır. Annesi Sâre de Hicaz’a gitmiş, dinine sıkıca bağlı bir kadındır. Nüfus ana kütüğünde ve askerlik işlemlerinde “Kocaeli sancağında imamdır.” diye yazılıdır. Kocaeli sancağının neresinde imamlık ettiği öğrenilebilirse, ozanın burada da izine ve yapıtlarına rastlanabilir (1963: 9). Dertli’nin doğup yetiştiği Gerede’nin Reşadiye Bucağına bağlı Şehnalar köyü ve dolaylarında, başka ozanların da yaşamış olabileceğini her zaman düşündüğünü söyleyen Canbolat, Dertli’nin hayatındaki bazı karanlık noktaları aydınlatmak, yeni koşuklarını bulmak için yerinde ve çevresinde yaptığı araştırmalarda eline kalın bir cönkün geçtiğini, bu cönkü dolduran birçok destanların, koşmaların, ilahilerin, türkülerin sahibi “Hilmî” adlı bir ozanın peşine düştüğünü ifade eder. Hilmî adlı ozanları aramaya başlar ve duygularını şu şekilde eder: “Gördüm ki bu Hilmî şimdiye kadar gizli kalmış, çevresinden dışarıya taşamamış adı ve yapıtları edebiyatımıza ulaşamamış, küçümsenemeyecek çapta yeni bir ozandır. Heyecanlandım” (1963: 7). Canbolat, cönkün ele geçtiği Gerede’nin Doğancılar köyü öğretmeni ile işbirliği yapar. Kısa zaman sonra ozan Hilmî’nin aynı köyde doğup aynı köyde öldüğünü tespit eder (1963: 8). Söylendiğine göre Hacı Müderris Ahmed Efendi kırklardandır. “Hilmî”, torunu Halil’in söylediğine göre 1903 yılında Doğancılar köyünde vefat etmiş ve köyün gömütlüğüne gömülmüştür. Hâlen gömütü, baş ve ayak uçlarına dikilen iki taşla unutulmaktan kurtarılmıştır (Canbolat 1963: 8-9).

Canbolat’ın elindeki cönkte Hilmî’ye ait çok sayıda şiiri tespit etmiştir. Hilmî’nin aruzla yazdığı tek divanı vardır (1963: 32) Canbolat, yergili koşuğu 1954 yılında Akçakoca köylerinde yaptığı aramalarda eline geçen bir cönkte bulduğunu ve çok sevindiğini ifade eder. Ancak basılı halk şiirimizin tamamını aradığı hâlde bu koşuğun kimin olduğu ya da olabileceğini görüp gösteremediğini ifade eder. Böylece şiiri ozanı belli olmayan bir koşuk olarak yayımladığını, sonradan- ki aradan 8 yıl geçmiş- Hilmî hakkında son araştırma yapmak üzere Dörtdivan’a gittiğinde başka bir cönkte aynı koşukla tekrar karşılaştığını ifade eder. Hilmî’nin köyü olan Doğancılar köyünden Eyüp Şahin, bu koşuğun Hilmî’nin olduğunu söyleyerek kendisine ezbere okuttuğunu söyler. Kendi ifadesi ile “ İşte o zaman sevincimden kalktım, Eyüp Şahin’i kucaklayıp öptüm. Gerçekten bu kadar sevinilecek bir şeydi benim için bu. Şundan dolayı ki, halk şiirimizin üstün yapıtlarından biridir bu koşuk. Ne kadar güzel, ne kadar akıcı, ne kadar ince bir yergi var bu koşukta.” (1963: 33).

Canbolat, Hilmî’nin dedesi Hacı Müderris Ahmed Efendi, Dörtdivan ve çevresindeki bütün köylerde adı ve yapıtlarıyla hâlâ yaşayan bir ölümsüz olup, Dörtdivan’da Hacı Müderris Efendi hakkında çok efsaneli hikâyeler dinlediğini ifade eder (1963: 8). Dörtdivan köylüleri, Hacı Müderris Efendi’ye ait birçok hikâyeyi tam bir inanç ve saflıkla anlatıp kuşaklar boyunca devam ettirmektedir (1963: 9).

Hilmî’nin koşukları ve destanları, çağının günlük ve doğa olaylarını dile getirmektedir. Hilmî, yapıtlarını kıtlık, yangın, su baskını, deprem gibi yıkımlar, savaş, ayrılık, savaşta vurulup ölme, diğer halk vicdanında iz bırakan doğal olaylar üzerine kurmaktadır. Çok gerçekçidir. Cenk destanlarında birçok savaşı tarihlerde göremediğimiz bir açıklık ve güzellikle anlatmıştır. Hemen hemen bütün destanlarında ince bir mizah ve gizli bir yergi vardır. Plevne Savaşı’nda vurulup ölen üç oğlu için “Oğullar Destanı” adı ile uzun bir destan düzmüştür. Bu savaşta üç oğlunun vurulup ölmesini, dininin ve yurt ödevinin bir gereği olarak karşılamıştır. “Destan-ı Saman” adlı bir destanında, beş kuruşa çürük bir sepet samanın satılmasını, insan fiilinin azdığına yorumlamış ve destanında bu çeşit insanlara çatmıştır (Canbolat 1963: 10).

Hilmî, ulusal duyuşu ve görüşü kuvvetli bir ozandır. İki oğlunu Plevne’de yurt ülküsü uğruna öldüğünü, Plevne Destanı’nın son dörtlüğünde şöyle haber veriyor: “Hilmî iki oğlunu şehit verdi/ Leyl ü nehar yüzün yerlere sürdü/ İlâhî sağlıkta kavuştur dedi/ Duası müstecap ola mı Yarab?”. Oğullar Destanı’nda ölen oğullarını üçe çıkarmakta ve adlarını da yazmaktadır: Muhammed, Abdullah, Eşref. Bir koşuğunun son dörtlüğünde de: “Gerçi noksan olmuş rûzî beyitler/ Zihnimiz dağıttı merhum yiğitler/Ciğerimizde vardır çok delikler/ Dâr u bekâ oldu üç evlâdımız” diyor. Hilmî’nin Hicaz’a gittiği bu yolculuğa başlarken yazdığı iki ilahisinden anlaşılmaktadır. Canbolat, Doğancılar köyü halkının Hilmî’nin bu ilahisini bastırıp kendilerine dağıtmalarını rica ettiklerini ifade eder. 1954 yılında Düzce’de bastırarak köy öğretmenleri Muzaffer Albayrak’la gönderdiğini belirtir. Sekiz yıl sonra Doğancılar köyüne gittiğinde hemen herkesin evinde bu ilahilerin saklandığını ifade etmektedir (Canbolat 1963: 11). Medrese öğrenimi olmasına rağmen sade dil ve hece vezni ile şiirler söylemesi dikkat çekicidir. Yaşadığı yıllarda görülen olaylar üzerine destanlar söylemiştir. Bunlar arasında Oğullar Destanı ve Destân-ı Esir ve Şehit başlıklarını taşıyanlar, Plevne savaşları ile ilgilidir. Birincisi bu savaşta ölen oğullarından, ikincisi savaşın ayrıntılarından bahseder. 

Canbolat, Dörtdivan’da yaptığı son tamamlayıcı araştırmalarda Doğancılar köyünden Eyüp Şahin’in verdiği bir cönkte, yine Hilmî’nin Hicaz yolculuğuna ait ve dört dörtlükle yazılmış bir ilahisini daha bulduğunu ifade eder. Bu ilahisinde Hilmî, çoluğuna-çocuğuna, eşine-dostuna ve bütün Dörtdivan halkına Allahaısmarladık, diyor. Kendisinin de İslâm dininin şartlarından birini yerini getirmek üzere yola çıktığını söylüyor (1963: 14). Hilmî’nin koşma ve destanlarından başka “Pür Ziya Âşık” adlı bir ozanla takışıp soru ve cevap biçiminde karşılıklı yazdıkları güzel koşukları da vardır. Pür Ziya Âşık’ın Beypazarlı ve Hilmî’nin çağdaşı bir ozan olduğunu söylerler. Beypazar ve dolaylarında yapılacak aramada bu ozan da yapıtları ile gün ışığına çıkabilir. Canpolat, bu âşığın da peşine düşülmesini Beypazar’daki öğretmen arkadaşlarına ısmarladığını belirtir ve Pür Ziya Âşık’ın Hilmî’ye yönelttiği iki koşuğu ve Hilmî’nin ona verdiği cevaba eserinde yer verir (Canbolat 1963: 16). Oğullar Destanı, Plevne’de vurulup ölen oğulların baba yüreğinde açtığı derin acıyı dile getiriyor. Bu destan, Dörtdivan köylerinde hâlâ makamla okunmakta ve gözyaşı döktürmektedir. Doğancılar köyünden, Eyüp Şahin bu destanı Canbulat’a davudi sesle pürüzsüz bir şekilde okuduğu ve kendisinin de gözlerinin yaşardığını ifade etmektedir (Canbolat 1963: 21).

Koşuklarında ve destanlarında bazı düşüklükler söz konusudur. Canbolat bunun sebebini, cönklerde bazı sözcükleri yanlış okuyarak, kelimesi kelimesine uymayan sözler kattığını ifade ederek açıklamaktadır. “Bu düşüklüklere ben sebep olmuşumdur ki, çok özendim, okuyamadım bazı söz ve mısraların yerlerini boş bırakarak geçtim. Ya da Hilmî, çok söylemiş ve yazmış bir ozandır, destanlarını çok uzatmıştır, bu çeşit koşuk ve destanları üzerinde uyanık davranmamıştır. Nasıl doğduysa, diline nasıl geldiyse öyle söylemiş ve yazmıştır. Söylediklerine ve yazdıklarına bir daha dönmemiştir" (1963: 32). Hilmî’nin doğum ve ölüm tarihlerine bakılırsa hemşehrisi ozan Dertli’ye yetiştiği anlaşılmaktadır. Dertli, 1845 yılında öldüğünde, “Hilmî” 19 yaşında çocukluk çağından çıkmış bir ozandır. Ancak Hilmî yapıtlarında, Dertli’yi izlememiş ve onun peşinden koşmamış bir ozan olarak görülmektedir. Dertli’nin bir çoban ve halk ozanı, Hilmî’nin ise okumuş, medrese öğrenimi görmüş bir ozan olması bunu gerektiriyor. Hilmî, medrese öğrenimi yaptığı hâlde, sade bir dille ve yalnız heceyle söylemiş ve yazmıştır. Koşuklarında ve destanlarında Arapça söz ve takımlara az yer vermiştir (1963: 10).

Destan-ı Saman, ozanın taşlama biçiminde bir destanıdır. Hilmî’nin en çok üzerinde durulmaya değer tarafı da, yergi ve taşlama şeklindeki destanlarıdır. Hilmî bu çeşit, sosyal tenkit şiirlerinde bir fikri veya bir âdeti yermektedir. Konuksever ve görgülü olmayanları, bilgisizleri, sözünde durmayanları, gammaz ve düzenbaz kişileri, kemlik edenleri, tembellik edenleri ve bencillik taslayanları, kendini beğenmişleri, değerbilir olmayanları, sonradan görmüşleri, softaların kaba kuvvetini, iki evliliği, sözün kısası; çağının bütün aykırı olaylarını yermiştir (Canbolat 1963: 31). Canbolat’a göre, Hilmî bu yönüyle hemşehrisi Dertli’den fazla görünmekte ve Seyranî’yi geçmektedir. Yergi ve taşlamalarının kuvvet kazanan tarafı bu çeşit koşuklarının ve destanlarının düşünce ve buluşlara dayanmayıp, güncel oluşudur. Medrese öğrenimi yaptığı hâlde, “Hilmî” bütün koşuklarında olduğu gibi özellikle yergi ve taşlamalarında halk edebiyatının tekniğini kuvvetle yaşatmaktadır. Böylece Hilmî, duyuşları ve deyişleri ile halk adamı olabilmiştir. Canbolat, Dörtdivan’da, yüzyıla yakın zamandan beri unutulmayıp, deyişlerinin kuşaktan kuşağa geçmesinin sebebini buna bağlamaktadır. Dörtdivan’da gezdiğim her köyde, hele kendi köyü Doğancılar’da “Hilmî”den sonraki bütün kuşaklarda onun etkisinin kuvvetle yaşayıp gittiğini ifade eder (1963: 31). Hilmî’nin Destan-ı Esîr ve Şehit başlıklı 20 dörtlükten oluşmuş destanı, yakın tarihimizin bir savaşının destanıdır. Bu destanda Hilmî, Plevne Savaşını bütün ayrıntıları ile anlatmaktadır. Kıymetli bir belge değerinde bir destandır (1963: 26). Himî’nin dili de günlük dildir. Arapça-Acemce söz kalıplarını ve takımlarını Dertli’ye göre çok az kullanmıştır. Oysa ki Dertli, medrese öğrenimi yapmamış bir çoban ozan, Hilmî ise kuvvetli bir medrese öğrenimi görmüş bir halk ozanıdır. Ancak medrese öğrenimi Hilmî’yi halktan koparamamıştır. Bunun ispatı, Hilmî’nin aruzla yazmamış olmasıdır. Canbolat, ele geçirdiği onca yapıt arasında, Hilmî’nin sadece bir cönkte aruzla yazdığı bir divan ile karşılaştığını ifade eder. Bu, tek divan da Hilmî’nin aruzdaki kuvvetinin Dertli’den aşağı olmadığı görülmektedir. Şu duruma göre Hilmî, bugün klasiklerimiz arasında yer almış 19. yüzyılın hemen hemen halk ozanları zincirinin son halkası olan Dertli ile aynı halkada birleşip son bulmaktadır. Canbolat’a göre Hilmî; Dertli, Gevherî, Seyranî ile hiç değilse denk bir ozandır (1963: 32).

 

Kaynakça

Alparslan, Cevat (2010). Bolu'dan Yetişen Seçkin İnsanlar. Bolu: Bolu Belediyesi Bolu Araştırma Merkezi Yay.

Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi.

Dural, G. (2004). “Hilmi”, Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi. C. 5. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. 46.

“Hilmî, Dörtdivanlı” (1981). Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: Dergâh Yay. 234.



Madde Yazım Bilgileri

Yazar: ARAŞ. GÖR. EMİNE ÇAKIR
Yayın Tarihi: 09.01.2015
Güncelleme Tarihi: 07.12.2020

Eserlerinden Örnekler

Dîvan

Büktü kaddim mihnet-i derd-i belâsı gurbetin

Kesildi dermanım, yeter oldu cefası gurbetin

 

Kişi mümkün mertebe etmesün terk vatanı

Olmasun âlemde herkes müptelâsı gurbetin

 

Benden ekdem söylemiştir bu misali ehl-i dîn

Çok demişlerdir, sefasından cefası gurbetin

 

Kâh teferrüç, kâhi mahbûb ile ülfet eylemek

Eğlenilmez, ger olmazsa dilrübası gurbetin

 

Hilmî, kahrı, mihneti, hicri çekilmez ise de,

Âh!.. Ne çare böyleymiş iktizası gurbetin

Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 32-33.

 

Destan-ı Saman

Dokuzan yedide saman kıymetli

Rençberlerin bağrını yere düşürdü

Okkasın ikiye aldılar otun

Geçinemeyüp kaybedip şaşurdu

 

Don-kar üzerinde kızak yürüdü

Dörtdivan ovasın insan bürüdü

Çürümüş kalmış samanlar eridi

Nehar-ı nevruzda bir sap kış idi

 

Sekiz saat yerden dahi geldiler

Otu samanı arayıp buldular

Bahasın bakmayıp hemen aldılar

Çürük samanın sepeti beş idi

 

Ot saman satanlar evinden çıkar

Müşteri gelir mi yollara bakar

İki bahasına samanı satar

Hemen insafı da kalmamış idi

 

Peşit almayınca vermez samanı

İnsafı yok kabul etmez amanı,

Parayı görürse verir imanı

Veresiye vermez alur peşiti

 

Fıkaraya Mevlâm imdat eylesün

Halinden bilen yok, halin söylesün

Tohum ekecek yok, acap neylesün

Niceler âh, naçar kalmışam dedi

 

Hilmî der de anladınız zamanı

Parasız kabul etmezler amanı

Gözüne gani kon, otu samanı

Bu sene de olan bu pek iş idi 

Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 43-46.

 

Oğullar Destanı

Yaktı kül eyledi firkat ateşi

Çiğerimi büryan eden oğullar

Kime ne edeyim Mevla’nın işi

Tomurcuk gül iken giden oğullar

 

Mehmed’im Sırp’a kavgaya vardı

Dayısını hem anda şehit verdi

Plevne’de kâfir kolundan vurdu

Din uğruna harbe giden oğullar

 

Abdullah Efendi dersini okurdu

Cuma günü bülbül gibi şakırdı

Âlem bu câmiye lâyık bu derdi

Câmisini mahzun eden oğullar

 

Alaca Mescidin bülbülü idi

Ananın babanın hem gülü idi

Cümlenin yanında sevgili idi

Kendisinden hoşnut kılan oğullar

 

Hocasına varup dersini aldı

Hastalanup vedalaşup da geldi

Sözü sohbetine talipler oldu

Taliplere hasret giden oğullar

 

Yazıları yazmaz oldu elleri

Kur’anı okumaz oldu dilleri

Açılmadan soldu gonca gülleri

Gülleri topralta solan oğullar

 

Bakar idim medresenin yoluna

Kuzum gelir idi salına salına

Mevlam sabırlık versin bu kuluna

Kitapları garip kalan oğullar

 

Eşref’im davar güderdi her an

Bulunmazdı rızasız işte bir an

Gecelerde daim okurdu Kur’an

Hakkın emrini güden oğullar

 

Mehmed’im der ki kaytımı göreyim

Harçlığımı bulup yola gideyim

Din uğruna kâfirleri kırayım

Sanısı gönlünde kalan oğullar

 

Abdullah der ki kimse bilmez sızımı

Yayladan götürün benim kuzumu

Teneşirde bayrı görsün yüzümü

Kuzusunu göremeyen oğullar

Yüce dağlar karı eriyip akar

Firkat otu düştüğü yeri yakar

Kime dokunursa belini büker

Kaddimi yay edip büken oğullar

 

Nice kimselerin ismi anılmaz

Nicelerin yaraları onulmaz

Kuzularım satın alsam alınmaz

Kavuşmamız mahşere kalan oğullar

 

Hilmî razı ol sen hakkın emrine

Hüda emrini getirdi yerine

Dua eyle bakilerin ömrüne

Makamları cennet olsun oğullar

Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 21-26.

 

İlahi

Hamdullah aşkın gönlüme düştü

Arzum sana kara donlu Beytullah

Nar ü firkatine ciğerim pişti

Arzum sana kara donlu Beytullah

 

Leylü nehar Hakk’a niyaz ederim

Şu cihanda malı mülkü niderim

Sana âşık oldum, sana giderim

Arzum sana kara donlu Beytullah

 

Hayli vakit sana arzu çekerim

Gözlerimden kanlı yaşlar dökerim

Vakti saat gelsin deyu bakarım

Arzum sana kara donlu Beytullah

 

Arafat Dağı’dır bizim dağımız

Anda kabul olur dualarımız

Mine’de kesilir kurbanlarımız

Arzum sana kara donlu Beytullah

 

Gafil olma kardeş, aldanma bunda

Varını arf eyle Hakk’ın yolunda

Sana şef’i olur mahşer yerinde

Arzum sana kara donlu Beytullah

Eyvallahımız size yadigâr olsun

Okuyan ihvanlar eline alsun

Hakirin ruhuna fatiha olsun

Arzum sana kara donlu Beytullah

 

Hilmî vedalaşup yoluna gider

Cümle dostlar dua emanet eder

Mevla cümlesine vermesin keder

Arzum sana kara donlu Beytullah

Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 11-14.


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1SUBHÎ, Ahmed Subhî Çelebid. ? - ö. 1669Doğum YeriGörüntüle
2ŞEMSÎ, İsfendiyar-zâde Şemsî Ahmed Paşad. ? - ö. 1580Doğum YeriGörüntüle
3SENÂYÎd. ? - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
4FÂTİH, Fâtih Efendid. 1826 - ö. 1849Doğum YılıGörüntüle
5NECÎB, Hacı Necîb Paşad. 1826? - ö. 1905Doğum YılıGörüntüle
6KARÂRÎ, Tahird. 1835/1826 - ö. 1915Doğum YılıGörüntüle
7FAZLÎd. ? - ö. 1903-04’te hayattaÖlüm YılıGörüntüle
8MÜNÎREd. 1825 - ö. 1903Ölüm YılıGörüntüle
9HAYDAR, Ali Haydar Efendi, İstanbullud. 1837 - ö. 1903Ölüm YılıGörüntüle
10MAHCUBÎ, Mehmedd. ? - ö. ?MeslekGörüntüle
11Emine Bayındırd. 20 Şubat 1980 - ö. ?MeslekGörüntüle
12AHMED, Şeyh Gazzî Ahmed Efendid. 1644-1645 - ö. 27.01.1738MeslekGörüntüle
13VEHHAÇ, Alpsarılı-zâde, Hocazâde Osmand. 1855-1856? - ö. 1911Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14SAİD, Kırşehirlid. 1835 - ö. 1910Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15SAİDÎ, Saidd. 1810 - ö. 1850Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16VELİYULLAH MİRZAYİd. 1964 - ö. ?Madde AdıGörüntüle
17ABDULLAH TİBİd. ? - ö. ?Madde AdıGörüntüle
18GÜLZÂRÎd. ? - ö. ?Madde AdıGörüntüle