Madde Detay
HİLMİ, Halil Dörtdivanlı
(d. ?/1826 - ö. ?/1903)
Âşık
(Âşık / 19. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Cevdet Canbolat’ın Dertli, Gevherî ve Seyranî gibi önemli âşıklara denk bir ozan olarak tanıttığı Halil (1963: 32), Dörtdivan, Gerede’de 1826 yılında dünyaya gelmiştir. Doğancılar köyünde, ozanın torunu 80 yaşlarındaki Halil'in, âşığın asıl adını teyit ettiği bildirilir. “Hilmî” takma adı ile koşuklar söylemiş ve yazmıştır. İstanbul’da iyi bir medrese öğrenimi görmüştür. Daha sonra köyüne dönerek imamlık yapmıştır. Soydan aydın ve okumuş bir ailenin çocuğudur. Dedesi Hacı Müderris Ahmed Efendi, zamanında Doğancılar köyüne, padişah buyruğu ile medrese açmış ve bu medresede öğretmenlik yapmıştır. Çevresinde “Hacı Hoca Hatip” diye bilinir (Canbolat 1963: 8; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi 1981: 234). Âşık hakkında Cevdet Canbulat, Dörtdivanlı Hilmi, Hayatı ve Şiirleri (1963) adlı eserinde en detaylı bilgiyi vermektedir. Hilmî’nin babası Hacı Hafız Abdullah Efendi de hacıdır, hocadır. Annesi Sâre de Hicaz’a gitmiş, dinine sıkıca bağlı bir kadındır. Nüfus ana kütüğünde ve askerlik işlemlerinde “Kocaeli sancağında imamdır.” diye yazılıdır. Kocaeli sancağının neresinde imamlık ettiği öğrenilebilirse, ozanın burada da izine ve yapıtlarına rastlanabilir (1963: 9). Dertli’nin doğup yetiştiği Gerede’nin Reşadiye Bucağına bağlı Şehnalar köyü ve dolaylarında, başka ozanların da yaşamış olabileceğini her zaman düşündüğünü söyleyen Canbolat, Dertli’nin hayatındaki bazı karanlık noktaları aydınlatmak, yeni koşuklarını bulmak için yerinde ve çevresinde yaptığı araştırmalarda eline kalın bir cönkün geçtiğini, bu cönkü dolduran birçok destanların, koşmaların, ilahilerin, türkülerin sahibi “Hilmî” adlı bir ozanın peşine düştüğünü ifade eder. Hilmî adlı ozanları aramaya başlar ve duygularını şu şekilde eder: “Gördüm ki bu Hilmî şimdiye kadar gizli kalmış, çevresinden dışarıya taşamamış adı ve yapıtları edebiyatımıza ulaşamamış, küçümsenemeyecek çapta yeni bir ozandır. Heyecanlandım” (1963: 7). Canbolat, cönkün ele geçtiği Gerede’nin Doğancılar köyü öğretmeni ile işbirliği yapar. Kısa zaman sonra ozan Hilmî’nin aynı köyde doğup aynı köyde öldüğünü tespit eder (1963: 8). Söylendiğine göre Hacı Müderris Ahmed Efendi kırklardandır. “Hilmî”, torunu Halil’in söylediğine göre 1903 yılında Doğancılar köyünde vefat etmiş ve köyün gömütlüğüne gömülmüştür. Hâlen gömütü, baş ve ayak uçlarına dikilen iki taşla unutulmaktan kurtarılmıştır (Canbolat 1963: 8-9).
Canbolat’ın elindeki cönkte Hilmî’ye ait çok sayıda şiiri tespit etmiştir. Hilmî’nin aruzla yazdığı tek divanı vardır (1963: 32) Canbolat, yergili koşuğu 1954 yılında Akçakoca köylerinde yaptığı aramalarda eline geçen bir cönkte bulduğunu ve çok sevindiğini ifade eder. Ancak basılı halk şiirimizin tamamını aradığı hâlde bu koşuğun kimin olduğu ya da olabileceğini görüp gösteremediğini ifade eder. Böylece şiiri ozanı belli olmayan bir koşuk olarak yayımladığını, sonradan- ki aradan 8 yıl geçmiş- Hilmî hakkında son araştırma yapmak üzere Dörtdivan’a gittiğinde başka bir cönkte aynı koşukla tekrar karşılaştığını ifade eder. Hilmî’nin köyü olan Doğancılar köyünden Eyüp Şahin, bu koşuğun Hilmî’nin olduğunu söyleyerek kendisine ezbere okuttuğunu söyler. Kendi ifadesi ile “ İşte o zaman sevincimden kalktım, Eyüp Şahin’i kucaklayıp öptüm. Gerçekten bu kadar sevinilecek bir şeydi benim için bu. Şundan dolayı ki, halk şiirimizin üstün yapıtlarından biridir bu koşuk. Ne kadar güzel, ne kadar akıcı, ne kadar ince bir yergi var bu koşukta.” (1963: 33).
Canbolat, Hilmî’nin dedesi Hacı Müderris Ahmed Efendi, Dörtdivan ve çevresindeki bütün köylerde adı ve yapıtlarıyla hâlâ yaşayan bir ölümsüz olup, Dörtdivan’da Hacı Müderris Efendi hakkında çok efsaneli hikâyeler dinlediğini ifade eder (1963: 8). Dörtdivan köylüleri, Hacı Müderris Efendi’ye ait birçok hikâyeyi tam bir inanç ve saflıkla anlatıp kuşaklar boyunca devam ettirmektedir (1963: 9).
Hilmî’nin koşukları ve destanları, çağının günlük ve doğa olaylarını dile getirmektedir. Hilmî, yapıtlarını kıtlık, yangın, su baskını, deprem gibi yıkımlar, savaş, ayrılık, savaşta vurulup ölme, diğer halk vicdanında iz bırakan doğal olaylar üzerine kurmaktadır. Çok gerçekçidir. Cenk destanlarında birçok savaşı tarihlerde göremediğimiz bir açıklık ve güzellikle anlatmıştır. Hemen hemen bütün destanlarında ince bir mizah ve gizli bir yergi vardır. Plevne Savaşı’nda vurulup ölen üç oğlu için “Oğullar Destanı” adı ile uzun bir destan düzmüştür. Bu savaşta üç oğlunun vurulup ölmesini, dininin ve yurt ödevinin bir gereği olarak karşılamıştır. “Destan-ı Saman” adlı bir destanında, beş kuruşa çürük bir sepet samanın satılmasını, insan fiilinin azdığına yorumlamış ve destanında bu çeşit insanlara çatmıştır (Canbolat 1963: 10).
Hilmî, ulusal duyuşu ve görüşü kuvvetli bir ozandır. İki oğlunu Plevne’de yurt ülküsü uğruna öldüğünü, Plevne Destanı’nın son dörtlüğünde şöyle haber veriyor: “Hilmî iki oğlunu şehit verdi/ Leyl ü nehar yüzün yerlere sürdü/ İlâhî sağlıkta kavuştur dedi/ Duası müstecap ola mı Yarab?”. Oğullar Destanı’nda ölen oğullarını üçe çıkarmakta ve adlarını da yazmaktadır: Muhammed, Abdullah, Eşref. Bir koşuğunun son dörtlüğünde de: “Gerçi noksan olmuş rûzî beyitler/ Zihnimiz dağıttı merhum yiğitler/Ciğerimizde vardır çok delikler/ Dâr u bekâ oldu üç evlâdımız” diyor. Hilmî’nin Hicaz’a gittiği bu yolculuğa başlarken yazdığı iki ilahisinden anlaşılmaktadır. Canbolat, Doğancılar köyü halkının Hilmî’nin bu ilahisini bastırıp kendilerine dağıtmalarını rica ettiklerini ifade eder. 1954 yılında Düzce’de bastırarak köy öğretmenleri Muzaffer Albayrak’la gönderdiğini belirtir. Sekiz yıl sonra Doğancılar köyüne gittiğinde hemen herkesin evinde bu ilahilerin saklandığını ifade etmektedir (Canbolat 1963: 11). Medrese öğrenimi olmasına rağmen sade dil ve hece vezni ile şiirler söylemesi dikkat çekicidir. Yaşadığı yıllarda görülen olaylar üzerine destanlar söylemiştir. Bunlar arasında Oğullar Destanı ve Destân-ı Esir ve Şehit başlıklarını taşıyanlar, Plevne savaşları ile ilgilidir. Birincisi bu savaşta ölen oğullarından, ikincisi savaşın ayrıntılarından bahseder.
Canbolat, Dörtdivan’da yaptığı son tamamlayıcı araştırmalarda Doğancılar köyünden Eyüp Şahin’in verdiği bir cönkte, yine Hilmî’nin Hicaz yolculuğuna ait ve dört dörtlükle yazılmış bir ilahisini daha bulduğunu ifade eder. Bu ilahisinde Hilmî, çoluğuna-çocuğuna, eşine-dostuna ve bütün Dörtdivan halkına Allahaısmarladık, diyor. Kendisinin de İslâm dininin şartlarından birini yerini getirmek üzere yola çıktığını söylüyor (1963: 14). Hilmî’nin koşma ve destanlarından başka “Pür Ziya Âşık” adlı bir ozanla takışıp soru ve cevap biçiminde karşılıklı yazdıkları güzel koşukları da vardır. Pür Ziya Âşık’ın Beypazarlı ve Hilmî’nin çağdaşı bir ozan olduğunu söylerler. Beypazar ve dolaylarında yapılacak aramada bu ozan da yapıtları ile gün ışığına çıkabilir. Canpolat, bu âşığın da peşine düşülmesini Beypazar’daki öğretmen arkadaşlarına ısmarladığını belirtir ve Pür Ziya Âşık’ın Hilmî’ye yönelttiği iki koşuğu ve Hilmî’nin ona verdiği cevaba eserinde yer verir (Canbolat 1963: 16). Oğullar Destanı, Plevne’de vurulup ölen oğulların baba yüreğinde açtığı derin acıyı dile getiriyor. Bu destan, Dörtdivan köylerinde hâlâ makamla okunmakta ve gözyaşı döktürmektedir. Doğancılar köyünden, Eyüp Şahin bu destanı Canbulat’a davudi sesle pürüzsüz bir şekilde okuduğu ve kendisinin de gözlerinin yaşardığını ifade etmektedir (Canbolat 1963: 21).
Koşuklarında ve destanlarında bazı düşüklükler söz konusudur. Canbolat bunun sebebini, cönklerde bazı sözcükleri yanlış okuyarak, kelimesi kelimesine uymayan sözler kattığını ifade ederek açıklamaktadır. “Bu düşüklüklere ben sebep olmuşumdur ki, çok özendim, okuyamadım bazı söz ve mısraların yerlerini boş bırakarak geçtim. Ya da Hilmî, çok söylemiş ve yazmış bir ozandır, destanlarını çok uzatmıştır, bu çeşit koşuk ve destanları üzerinde uyanık davranmamıştır. Nasıl doğduysa, diline nasıl geldiyse öyle söylemiş ve yazmıştır. Söylediklerine ve yazdıklarına bir daha dönmemiştir" (1963: 32). Hilmî’nin doğum ve ölüm tarihlerine bakılırsa hemşehrisi ozan Dertli’ye yetiştiği anlaşılmaktadır. Dertli, 1845 yılında öldüğünde, “Hilmî” 19 yaşında çocukluk çağından çıkmış bir ozandır. Ancak Hilmî yapıtlarında, Dertli’yi izlememiş ve onun peşinden koşmamış bir ozan olarak görülmektedir. Dertli’nin bir çoban ve halk ozanı, Hilmî’nin ise okumuş, medrese öğrenimi görmüş bir ozan olması bunu gerektiriyor. Hilmî, medrese öğrenimi yaptığı hâlde, sade bir dille ve yalnız heceyle söylemiş ve yazmıştır. Koşuklarında ve destanlarında Arapça söz ve takımlara az yer vermiştir (1963: 10).
Destan-ı Saman, ozanın taşlama biçiminde bir destanıdır. Hilmî’nin en çok üzerinde durulmaya değer tarafı da, yergi ve taşlama şeklindeki destanlarıdır. Hilmî bu çeşit, sosyal tenkit şiirlerinde bir fikri veya bir âdeti yermektedir. Konuksever ve görgülü olmayanları, bilgisizleri, sözünde durmayanları, gammaz ve düzenbaz kişileri, kemlik edenleri, tembellik edenleri ve bencillik taslayanları, kendini beğenmişleri, değerbilir olmayanları, sonradan görmüşleri, softaların kaba kuvvetini, iki evliliği, sözün kısası; çağının bütün aykırı olaylarını yermiştir (Canbolat 1963: 31). Canbolat’a göre, Hilmî bu yönüyle hemşehrisi Dertli’den fazla görünmekte ve Seyranî’yi geçmektedir. Yergi ve taşlamalarının kuvvet kazanan tarafı bu çeşit koşuklarının ve destanlarının düşünce ve buluşlara dayanmayıp, güncel oluşudur. Medrese öğrenimi yaptığı hâlde, “Hilmî” bütün koşuklarında olduğu gibi özellikle yergi ve taşlamalarında halk edebiyatının tekniğini kuvvetle yaşatmaktadır. Böylece Hilmî, duyuşları ve deyişleri ile halk adamı olabilmiştir. Canbolat, Dörtdivan’da, yüzyıla yakın zamandan beri unutulmayıp, deyişlerinin kuşaktan kuşağa geçmesinin sebebini buna bağlamaktadır. Dörtdivan’da gezdiğim her köyde, hele kendi köyü Doğancılar’da “Hilmî”den sonraki bütün kuşaklarda onun etkisinin kuvvetle yaşayıp gittiğini ifade eder (1963: 31). Hilmî’nin Destan-ı Esîr ve Şehit başlıklı 20 dörtlükten oluşmuş destanı, yakın tarihimizin bir savaşının destanıdır. Bu destanda Hilmî, Plevne Savaşını bütün ayrıntıları ile anlatmaktadır. Kıymetli bir belge değerinde bir destandır (1963: 26). Himî’nin dili de günlük dildir. Arapça-Acemce söz kalıplarını ve takımlarını Dertli’ye göre çok az kullanmıştır. Oysa ki Dertli, medrese öğrenimi yapmamış bir çoban ozan, Hilmî ise kuvvetli bir medrese öğrenimi görmüş bir halk ozanıdır. Ancak medrese öğrenimi Hilmî’yi halktan koparamamıştır. Bunun ispatı, Hilmî’nin aruzla yazmamış olmasıdır. Canbolat, ele geçirdiği onca yapıt arasında, Hilmî’nin sadece bir cönkte aruzla yazdığı bir divan ile karşılaştığını ifade eder. Bu, tek divan da Hilmî’nin aruzdaki kuvvetinin Dertli’den aşağı olmadığı görülmektedir. Şu duruma göre Hilmî, bugün klasiklerimiz arasında yer almış 19. yüzyılın hemen hemen halk ozanları zincirinin son halkası olan Dertli ile aynı halkada birleşip son bulmaktadır. Canbolat’a göre Hilmî; Dertli, Gevherî, Seyranî ile hiç değilse denk bir ozandır (1963: 32).
Kaynakça
Alparslan, Cevat (2010). Bolu'dan Yetişen Seçkin İnsanlar. Bolu: Bolu Belediyesi Bolu Araştırma Merkezi Yay.
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi.
Dural, G. (2004). “Hilmi”, Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi. C. 5. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. 46.
“Hilmî, Dörtdivanlı” (1981). Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: Dergâh Yay. 234.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: ARAŞ. GÖR. EMİNE ÇAKIRYayın Tarihi: 09.01.2015Güncelleme Tarihi: 07.12.2020Eserlerinden Örnekler
Dîvan
Büktü kaddim mihnet-i derd-i belâsı gurbetin
Kesildi dermanım, yeter oldu cefası gurbetin
Kişi mümkün mertebe etmesün terk vatanı
Olmasun âlemde herkes müptelâsı gurbetin
Benden ekdem söylemiştir bu misali ehl-i dîn
Çok demişlerdir, sefasından cefası gurbetin
Kâh teferrüç, kâhi mahbûb ile ülfet eylemek
Eğlenilmez, ger olmazsa dilrübası gurbetin
Hilmî, kahrı, mihneti, hicri çekilmez ise de,
Âh!.. Ne çare böyleymiş iktizası gurbetin
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 32-33.
Destan-ı Saman
Dokuzan yedide saman kıymetli
Rençberlerin bağrını yere düşürdü
Okkasın ikiye aldılar otun
Geçinemeyüp kaybedip şaşurdu
Don-kar üzerinde kızak yürüdü
Dörtdivan ovasın insan bürüdü
Çürümüş kalmış samanlar eridi
Nehar-ı nevruzda bir sap kış idi
Sekiz saat yerden dahi geldiler
Otu samanı arayıp buldular
Bahasın bakmayıp hemen aldılar
Çürük samanın sepeti beş idi
Ot saman satanlar evinden çıkar
Müşteri gelir mi yollara bakar
İki bahasına samanı satar
Hemen insafı da kalmamış idi
Peşit almayınca vermez samanı
İnsafı yok kabul etmez amanı,
Parayı görürse verir imanı
Veresiye vermez alur peşiti
…
Fıkaraya Mevlâm imdat eylesün
Halinden bilen yok, halin söylesün
Tohum ekecek yok, acap neylesün
Niceler âh, naçar kalmışam dedi
Hilmî der de anladınız zamanı
Parasız kabul etmezler amanı
Gözüne gani kon, otu samanı
Bu sene de olan bu pek iş idi
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 43-46.
Oğullar Destanı
Yaktı kül eyledi firkat ateşi
Çiğerimi büryan eden oğullar
Kime ne edeyim Mevla’nın işi
Tomurcuk gül iken giden oğullar
Mehmed’im Sırp’a kavgaya vardı
Dayısını hem anda şehit verdi
Plevne’de kâfir kolundan vurdu
Din uğruna harbe giden oğullar
Abdullah Efendi dersini okurdu
Cuma günü bülbül gibi şakırdı
Âlem bu câmiye lâyık bu derdi
Câmisini mahzun eden oğullar
Alaca Mescidin bülbülü idi
Ananın babanın hem gülü idi
Cümlenin yanında sevgili idi
Kendisinden hoşnut kılan oğullar
Hocasına varup dersini aldı
Hastalanup vedalaşup da geldi
Sözü sohbetine talipler oldu
Taliplere hasret giden oğullar
Yazıları yazmaz oldu elleri
Kur’anı okumaz oldu dilleri
Açılmadan soldu gonca gülleri
Gülleri topralta solan oğullar
Bakar idim medresenin yoluna
Kuzum gelir idi salına salına
Mevlam sabırlık versin bu kuluna
Kitapları garip kalan oğullar
Eşref’im davar güderdi her an
Bulunmazdı rızasız işte bir an
Gecelerde daim okurdu Kur’an
Hakkın emrini güden oğullar
Mehmed’im der ki kaytımı göreyim
Harçlığımı bulup yola gideyim
Din uğruna kâfirleri kırayım
Sanısı gönlünde kalan oğullar
Abdullah der ki kimse bilmez sızımı
Yayladan götürün benim kuzumu
Teneşirde bayrı görsün yüzümü
Kuzusunu göremeyen oğullar
…
Yüce dağlar karı eriyip akar
Firkat otu düştüğü yeri yakar
Kime dokunursa belini büker
Kaddimi yay edip büken oğullar
Nice kimselerin ismi anılmaz
Nicelerin yaraları onulmaz
Kuzularım satın alsam alınmaz
Kavuşmamız mahşere kalan oğullar
Hilmî razı ol sen hakkın emrine
Hüda emrini getirdi yerine
Dua eyle bakilerin ömrüne
Makamları cennet olsun oğullar
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 21-26.
İlahi
Hamdullah aşkın gönlüme düştü
Arzum sana kara donlu Beytullah
Nar ü firkatine ciğerim pişti
Arzum sana kara donlu Beytullah
Leylü nehar Hakk’a niyaz ederim
Şu cihanda malı mülkü niderim
Sana âşık oldum, sana giderim
Arzum sana kara donlu Beytullah
Hayli vakit sana arzu çekerim
Gözlerimden kanlı yaşlar dökerim
Vakti saat gelsin deyu bakarım
Arzum sana kara donlu Beytullah
Arafat Dağı’dır bizim dağımız
Anda kabul olur dualarımız
Mine’de kesilir kurbanlarımız
Arzum sana kara donlu Beytullah
Gafil olma kardeş, aldanma bunda
Varını arf eyle Hakk’ın yolunda
Sana şef’i olur mahşer yerinde
Arzum sana kara donlu Beytullah
…
Eyvallahımız size yadigâr olsun
Okuyan ihvanlar eline alsun
Hakirin ruhuna fatiha olsun
Arzum sana kara donlu Beytullah
Hilmî vedalaşup yoluna gider
Cümle dostlar dua emanet eder
Mevla cümlesine vermesin keder
Arzum sana kara donlu Beytullah
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 11-14.
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 09.01.2015Güncelleme Tarihi: 07.12.2020Eserlerinden Örnekler
Dîvan
Büktü kaddim mihnet-i derd-i belâsı gurbetin
Kesildi dermanım, yeter oldu cefası gurbetin
Kişi mümkün mertebe etmesün terk vatanı
Olmasun âlemde herkes müptelâsı gurbetin
Benden ekdem söylemiştir bu misali ehl-i dîn
Çok demişlerdir, sefasından cefası gurbetin
Kâh teferrüç, kâhi mahbûb ile ülfet eylemek
Eğlenilmez, ger olmazsa dilrübası gurbetin
Hilmî, kahrı, mihneti, hicri çekilmez ise de,
Âh!.. Ne çare böyleymiş iktizası gurbetin
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 32-33.
Destan-ı Saman
Dokuzan yedide saman kıymetli
Rençberlerin bağrını yere düşürdü
Okkasın ikiye aldılar otun
Geçinemeyüp kaybedip şaşurdu
Don-kar üzerinde kızak yürüdü
Dörtdivan ovasın insan bürüdü
Çürümüş kalmış samanlar eridi
Nehar-ı nevruzda bir sap kış idi
Sekiz saat yerden dahi geldiler
Otu samanı arayıp buldular
Bahasın bakmayıp hemen aldılar
Çürük samanın sepeti beş idi
Ot saman satanlar evinden çıkar
Müşteri gelir mi yollara bakar
İki bahasına samanı satar
Hemen insafı da kalmamış idi
Peşit almayınca vermez samanı
İnsafı yok kabul etmez amanı,
Parayı görürse verir imanı
Veresiye vermez alur peşiti
…
Fıkaraya Mevlâm imdat eylesün
Halinden bilen yok, halin söylesün
Tohum ekecek yok, acap neylesün
Niceler âh, naçar kalmışam dedi
Hilmî der de anladınız zamanı
Parasız kabul etmezler amanı
Gözüne gani kon, otu samanı
Bu sene de olan bu pek iş idi
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 43-46.
Oğullar Destanı
Yaktı kül eyledi firkat ateşi
Çiğerimi büryan eden oğullar
Kime ne edeyim Mevla’nın işi
Tomurcuk gül iken giden oğullar
Mehmed’im Sırp’a kavgaya vardı
Dayısını hem anda şehit verdi
Plevne’de kâfir kolundan vurdu
Din uğruna harbe giden oğullar
Abdullah Efendi dersini okurdu
Cuma günü bülbül gibi şakırdı
Âlem bu câmiye lâyık bu derdi
Câmisini mahzun eden oğullar
Alaca Mescidin bülbülü idi
Ananın babanın hem gülü idi
Cümlenin yanında sevgili idi
Kendisinden hoşnut kılan oğullar
Hocasına varup dersini aldı
Hastalanup vedalaşup da geldi
Sözü sohbetine talipler oldu
Taliplere hasret giden oğullar
Yazıları yazmaz oldu elleri
Kur’anı okumaz oldu dilleri
Açılmadan soldu gonca gülleri
Gülleri topralta solan oğullar
Bakar idim medresenin yoluna
Kuzum gelir idi salına salına
Mevlam sabırlık versin bu kuluna
Kitapları garip kalan oğullar
Eşref’im davar güderdi her an
Bulunmazdı rızasız işte bir an
Gecelerde daim okurdu Kur’an
Hakkın emrini güden oğullar
Mehmed’im der ki kaytımı göreyim
Harçlığımı bulup yola gideyim
Din uğruna kâfirleri kırayım
Sanısı gönlünde kalan oğullar
Abdullah der ki kimse bilmez sızımı
Yayladan götürün benim kuzumu
Teneşirde bayrı görsün yüzümü
Kuzusunu göremeyen oğullar
…
Yüce dağlar karı eriyip akar
Firkat otu düştüğü yeri yakar
Kime dokunursa belini büker
Kaddimi yay edip büken oğullar
Nice kimselerin ismi anılmaz
Nicelerin yaraları onulmaz
Kuzularım satın alsam alınmaz
Kavuşmamız mahşere kalan oğullar
Hilmî razı ol sen hakkın emrine
Hüda emrini getirdi yerine
Dua eyle bakilerin ömrüne
Makamları cennet olsun oğullar
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 21-26.
İlahi
Hamdullah aşkın gönlüme düştü
Arzum sana kara donlu Beytullah
Nar ü firkatine ciğerim pişti
Arzum sana kara donlu Beytullah
Leylü nehar Hakk’a niyaz ederim
Şu cihanda malı mülkü niderim
Sana âşık oldum, sana giderim
Arzum sana kara donlu Beytullah
Hayli vakit sana arzu çekerim
Gözlerimden kanlı yaşlar dökerim
Vakti saat gelsin deyu bakarım
Arzum sana kara donlu Beytullah
Arafat Dağı’dır bizim dağımız
Anda kabul olur dualarımız
Mine’de kesilir kurbanlarımız
Arzum sana kara donlu Beytullah
Gafil olma kardeş, aldanma bunda
Varını arf eyle Hakk’ın yolunda
Sana şef’i olur mahşer yerinde
Arzum sana kara donlu Beytullah
…
Eyvallahımız size yadigâr olsun
Okuyan ihvanlar eline alsun
Hakirin ruhuna fatiha olsun
Arzum sana kara donlu Beytullah
Hilmî vedalaşup yoluna gider
Cümle dostlar dua emanet eder
Mevla cümlesine vermesin keder
Arzum sana kara donlu Beytullah
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 11-14.
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 07.12.2020Eserlerinden Örnekler
Dîvan
Büktü kaddim mihnet-i derd-i belâsı gurbetin
Kesildi dermanım, yeter oldu cefası gurbetin
Kişi mümkün mertebe etmesün terk vatanı
Olmasun âlemde herkes müptelâsı gurbetin
Benden ekdem söylemiştir bu misali ehl-i dîn
Çok demişlerdir, sefasından cefası gurbetin
Kâh teferrüç, kâhi mahbûb ile ülfet eylemek
Eğlenilmez, ger olmazsa dilrübası gurbetin
Hilmî, kahrı, mihneti, hicri çekilmez ise de,
Âh!.. Ne çare böyleymiş iktizası gurbetin
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 32-33.
Destan-ı Saman
Dokuzan yedide saman kıymetli
Rençberlerin bağrını yere düşürdü
Okkasın ikiye aldılar otun
Geçinemeyüp kaybedip şaşurdu
Don-kar üzerinde kızak yürüdü
Dörtdivan ovasın insan bürüdü
Çürümüş kalmış samanlar eridi
Nehar-ı nevruzda bir sap kış idi
Sekiz saat yerden dahi geldiler
Otu samanı arayıp buldular
Bahasın bakmayıp hemen aldılar
Çürük samanın sepeti beş idi
Ot saman satanlar evinden çıkar
Müşteri gelir mi yollara bakar
İki bahasına samanı satar
Hemen insafı da kalmamış idi
Peşit almayınca vermez samanı
İnsafı yok kabul etmez amanı,
Parayı görürse verir imanı
Veresiye vermez alur peşiti
…
Fıkaraya Mevlâm imdat eylesün
Halinden bilen yok, halin söylesün
Tohum ekecek yok, acap neylesün
Niceler âh, naçar kalmışam dedi
Hilmî der de anladınız zamanı
Parasız kabul etmezler amanı
Gözüne gani kon, otu samanı
Bu sene de olan bu pek iş idi
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 43-46.
Oğullar Destanı
Yaktı kül eyledi firkat ateşi
Çiğerimi büryan eden oğullar
Kime ne edeyim Mevla’nın işi
Tomurcuk gül iken giden oğullar
Mehmed’im Sırp’a kavgaya vardı
Dayısını hem anda şehit verdi
Plevne’de kâfir kolundan vurdu
Din uğruna harbe giden oğullar
Abdullah Efendi dersini okurdu
Cuma günü bülbül gibi şakırdı
Âlem bu câmiye lâyık bu derdi
Câmisini mahzun eden oğullar
Alaca Mescidin bülbülü idi
Ananın babanın hem gülü idi
Cümlenin yanında sevgili idi
Kendisinden hoşnut kılan oğullar
Hocasına varup dersini aldı
Hastalanup vedalaşup da geldi
Sözü sohbetine talipler oldu
Taliplere hasret giden oğullar
Yazıları yazmaz oldu elleri
Kur’anı okumaz oldu dilleri
Açılmadan soldu gonca gülleri
Gülleri topralta solan oğullar
Bakar idim medresenin yoluna
Kuzum gelir idi salına salına
Mevlam sabırlık versin bu kuluna
Kitapları garip kalan oğullar
Eşref’im davar güderdi her an
Bulunmazdı rızasız işte bir an
Gecelerde daim okurdu Kur’an
Hakkın emrini güden oğullar
Mehmed’im der ki kaytımı göreyim
Harçlığımı bulup yola gideyim
Din uğruna kâfirleri kırayım
Sanısı gönlünde kalan oğullar
Abdullah der ki kimse bilmez sızımı
Yayladan götürün benim kuzumu
Teneşirde bayrı görsün yüzümü
Kuzusunu göremeyen oğullar
…
Yüce dağlar karı eriyip akar
Firkat otu düştüğü yeri yakar
Kime dokunursa belini büker
Kaddimi yay edip büken oğullar
Nice kimselerin ismi anılmaz
Nicelerin yaraları onulmaz
Kuzularım satın alsam alınmaz
Kavuşmamız mahşere kalan oğullar
Hilmî razı ol sen hakkın emrine
Hüda emrini getirdi yerine
Dua eyle bakilerin ömrüne
Makamları cennet olsun oğullar
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 21-26.
İlahi
Hamdullah aşkın gönlüme düştü
Arzum sana kara donlu Beytullah
Nar ü firkatine ciğerim pişti
Arzum sana kara donlu Beytullah
Leylü nehar Hakk’a niyaz ederim
Şu cihanda malı mülkü niderim
Sana âşık oldum, sana giderim
Arzum sana kara donlu Beytullah
Hayli vakit sana arzu çekerim
Gözlerimden kanlı yaşlar dökerim
Vakti saat gelsin deyu bakarım
Arzum sana kara donlu Beytullah
Arafat Dağı’dır bizim dağımız
Anda kabul olur dualarımız
Mine’de kesilir kurbanlarımız
Arzum sana kara donlu Beytullah
Gafil olma kardeş, aldanma bunda
Varını arf eyle Hakk’ın yolunda
Sana şef’i olur mahşer yerinde
Arzum sana kara donlu Beytullah
…
Eyvallahımız size yadigâr olsun
Okuyan ihvanlar eline alsun
Hakirin ruhuna fatiha olsun
Arzum sana kara donlu Beytullah
Hilmî vedalaşup yoluna gider
Cümle dostlar dua emanet eder
Mevla cümlesine vermesin keder
Arzum sana kara donlu Beytullah
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 11-14.
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Dîvan
Büktü kaddim mihnet-i derd-i belâsı gurbetin
Kesildi dermanım, yeter oldu cefası gurbetin
Kişi mümkün mertebe etmesün terk vatanı
Olmasun âlemde herkes müptelâsı gurbetin
Benden ekdem söylemiştir bu misali ehl-i dîn
Çok demişlerdir, sefasından cefası gurbetin
Kâh teferrüç, kâhi mahbûb ile ülfet eylemek
Eğlenilmez, ger olmazsa dilrübası gurbetin
Hilmî, kahrı, mihneti, hicri çekilmez ise de,
Âh!.. Ne çare böyleymiş iktizası gurbetin
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 32-33.
Destan-ı Saman
Dokuzan yedide saman kıymetli
Rençberlerin bağrını yere düşürdü
Okkasın ikiye aldılar otun
Geçinemeyüp kaybedip şaşurdu
Don-kar üzerinde kızak yürüdü
Dörtdivan ovasın insan bürüdü
Çürümüş kalmış samanlar eridi
Nehar-ı nevruzda bir sap kış idi
Sekiz saat yerden dahi geldiler
Otu samanı arayıp buldular
Bahasın bakmayıp hemen aldılar
Çürük samanın sepeti beş idi
Ot saman satanlar evinden çıkar
Müşteri gelir mi yollara bakar
İki bahasına samanı satar
Hemen insafı da kalmamış idi
Peşit almayınca vermez samanı
İnsafı yok kabul etmez amanı,
Parayı görürse verir imanı
Veresiye vermez alur peşiti
…
Fıkaraya Mevlâm imdat eylesün
Halinden bilen yok, halin söylesün
Tohum ekecek yok, acap neylesün
Niceler âh, naçar kalmışam dedi
Hilmî der de anladınız zamanı
Parasız kabul etmezler amanı
Gözüne gani kon, otu samanı
Bu sene de olan bu pek iş idi
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 43-46.
Oğullar Destanı
Yaktı kül eyledi firkat ateşi
Çiğerimi büryan eden oğullar
Kime ne edeyim Mevla’nın işi
Tomurcuk gül iken giden oğullar
Mehmed’im Sırp’a kavgaya vardı
Dayısını hem anda şehit verdi
Plevne’de kâfir kolundan vurdu
Din uğruna harbe giden oğullar
Abdullah Efendi dersini okurdu
Cuma günü bülbül gibi şakırdı
Âlem bu câmiye lâyık bu derdi
Câmisini mahzun eden oğullar
Alaca Mescidin bülbülü idi
Ananın babanın hem gülü idi
Cümlenin yanında sevgili idi
Kendisinden hoşnut kılan oğullar
Hocasına varup dersini aldı
Hastalanup vedalaşup da geldi
Sözü sohbetine talipler oldu
Taliplere hasret giden oğullar
Yazıları yazmaz oldu elleri
Kur’anı okumaz oldu dilleri
Açılmadan soldu gonca gülleri
Gülleri topralta solan oğullar
Bakar idim medresenin yoluna
Kuzum gelir idi salına salına
Mevlam sabırlık versin bu kuluna
Kitapları garip kalan oğullar
Eşref’im davar güderdi her an
Bulunmazdı rızasız işte bir an
Gecelerde daim okurdu Kur’an
Hakkın emrini güden oğullar
Mehmed’im der ki kaytımı göreyim
Harçlığımı bulup yola gideyim
Din uğruna kâfirleri kırayım
Sanısı gönlünde kalan oğullar
Abdullah der ki kimse bilmez sızımı
Yayladan götürün benim kuzumu
Teneşirde bayrı görsün yüzümü
Kuzusunu göremeyen oğullar
…
Yüce dağlar karı eriyip akar
Firkat otu düştüğü yeri yakar
Kime dokunursa belini büker
Kaddimi yay edip büken oğullar
Nice kimselerin ismi anılmaz
Nicelerin yaraları onulmaz
Kuzularım satın alsam alınmaz
Kavuşmamız mahşere kalan oğullar
Hilmî razı ol sen hakkın emrine
Hüda emrini getirdi yerine
Dua eyle bakilerin ömrüne
Makamları cennet olsun oğullar
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 21-26.
İlahi
Hamdullah aşkın gönlüme düştü
Arzum sana kara donlu Beytullah
Nar ü firkatine ciğerim pişti
Arzum sana kara donlu Beytullah
Leylü nehar Hakk’a niyaz ederim
Şu cihanda malı mülkü niderim
Sana âşık oldum, sana giderim
Arzum sana kara donlu Beytullah
Hayli vakit sana arzu çekerim
Gözlerimden kanlı yaşlar dökerim
Vakti saat gelsin deyu bakarım
Arzum sana kara donlu Beytullah
Arafat Dağı’dır bizim dağımız
Anda kabul olur dualarımız
Mine’de kesilir kurbanlarımız
Arzum sana kara donlu Beytullah
Gafil olma kardeş, aldanma bunda
Varını arf eyle Hakk’ın yolunda
Sana şef’i olur mahşer yerinde
Arzum sana kara donlu Beytullah
…
Eyvallahımız size yadigâr olsun
Okuyan ihvanlar eline alsun
Hakirin ruhuna fatiha olsun
Arzum sana kara donlu Beytullah
Hilmî vedalaşup yoluna gider
Cümle dostlar dua emanet eder
Mevla cümlesine vermesin keder
Arzum sana kara donlu Beytullah
Canbolat, Cevdet (1963). Dörtdivanlı Hilmi Hayatı ve Şiirleri. yyy: Ekin Basımevi. 11-14.
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | SUBHÎ, Ahmed Subhî Çelebi | d. ? - ö. 1669 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | ŞEMSÎ, İsfendiyar-zâde Şemsî Ahmed Paşa | d. ? - ö. 1580 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | SENÂYÎ | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | FÂTİH, Fâtih Efendi | d. 1826 - ö. 1849 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | NECÎB, Hacı Necîb Paşa | d. 1826? - ö. 1905 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | KARÂRÎ, Tahir | d. 1835/1826 - ö. 1915 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | FAZLÎ | d. ? - ö. 1903-04’te hayatta | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | MÜNÎRE | d. 1825 - ö. 1903 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | HAYDAR, Ali Haydar Efendi, İstanbullu | d. 1837 - ö. 1903 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | MAHCUBÎ, Mehmed | d. ? - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
11 | Emine Bayındır | d. 20 Şubat 1980 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
12 | AHMED, Şeyh Gazzî Ahmed Efendi | d. 1644-1645 - ö. 27.01.1738 | Meslek | Görüntüle |
13 | VEHHAÇ, Alpsarılı-zâde, Hocazâde Osman | d. 1855-1856? - ö. 1911 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | SAİD, Kırşehirli | d. 1835 - ö. 1910 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | SAİDÎ, Said | d. 1810 - ö. 1850 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | VELİYULLAH MİRZAYİ | d. 1964 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
17 | ABDULLAH TİBİ | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
18 | GÜLZÂRÎ | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |