NÂMÎ, Ahmed

(d. 1009/1600 - ö. 1084/1673)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 17. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Asıl adı Ahmed olan şair, şiirlerinde Nâmî mahlasını kullanmıştır. Kronolojik olarak kendisine en yakın kaynaklardan olan Rızâ (Zavotçu 2009: 212) ve Mücîb (Altun 1997: 60) tezkirelerinde asıl adı Ahmed olarak geçmesine rağmen daha sonraki kaynaklardan Safâyî (Çapan 2005: 587), Belîğ (Abdülkadiroğlu 1985: 556), Şeyhî (Özcan 1989: 704)`de Mehmed olarak geçer. Keşfü'z-Zünûn`un Bağdatlı İsmail Paşa zeylinde (1996: VI, 294) de babasının adı bilinmediği için Muhammed bin Abdullah diye zikredilir. Yukarıdaki kaynaklardan faydalanılarak hazırlanan son dönem biyografilerinden Sicill-i Osmanî (Akbayar 1996: IV, 540) ve Tuhfe-i Nâ`ilî (Kurnaz 2001: II, 1026)`de de aynı yanlışlık sürdürülerek şairin asıl adının Mehmed olduğu ifade edilmiştir. Oysa şair, şiirlerinde kendi adının Ahmed-i Nâmî olduğunu, Nâmî mahlasını şeyhinin rızasıyla aldığını, Hz. Muhammed`in isimlerinden birinin Ahmed olması münasebetiyle manidar bir şekilde ifade eder: Behre-mend-i feyz-i hem-nâmî-i Ahmed eyledün / Oldı nâmı Ahmed-i Nâmî rızâ-yı pîr ile (Hüsn-i Hakikî,Kas.8/6); O nâmı Ahmed-i Muhtâr hakkı `afv idüp cürmin / Bu `âsî Ahmed-i Nâmî`ye lutfun râyegân eyle (Hüsn-i Hakikî, Tcb.4/V/5). Bir başka beytinde de adındaki Ahmed`le övündüğünü ifade eder: Nâmı Ahmed`le iftihâr-nümâ / Nâmî-yi şöhre-yâbdur tab`um (Hüsn-i Mecazî, Kas.9/43).

Memleketinin Niğde olduğu, bizzat kendi diliyle ifade ettiği “Tertîb-i şi`re her biri yârân-ı sâbıkun / Geldi cihâna çeşme-yi dîvândan el yudı / Nâmî-yi Nigdevî de sözin iki bahs idüp / Hüsn-i Mecâz u Hüsn-i Hakîkat didi kodı (Hüsn-i Hakikî, Kt.32)” kıt`asından ve “Nazamahû ve aslahahû el-fakîr Ahmed Nâmî en-Nigdevî” (Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud 3686: 2b) kaydından anlaşılmaktadır. Yukarıda verilen kaynaklardan Rızâ ve Mücîb tezkirelerinde geçen Tuhfe-i Nâ`ilî`de de tekrarlanan “Begşehri`nden Ahmed Çelebidir.” şeklindeki tek cümlelik bilgi, başka bir şairin olabileceğini akla getirse de ölüm tarihi ve alınan örnek üç beyit bu şaire aittir (bk. Gazel 1).

Kaynaklarda şairin doğum tarihi ile ilgili bir bilgi bulunmamakla birlikte Hüsn-i Hakîkî adlı divanının başındaki bir tarih kıt`ası bu konuda ipucu vermektedir: “Tertîb idince iki dîvân-ı dil-keşini / İrmişdi kırk ikiye `ömr-i güzâr-ı Nâmî / Didi hıred o demde nâm-âverâne târîh / Hüsn-i Hakîkat ile Hüsn-i Mecâz nâmı”. Kıt`adaki tarih ibaresinin ebced değerine göre Dîvân`ını 1051/1641’de, 42 yaşında iken tedvin etmiştir. Bundan hareketle 1051`de 42 yaşında olduğuna göre 1009/1600’de doğmuştur.

Çocukluğu, gençliği, ailesi hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Kaynaklarda ifade edildiğine göre iyi bir medrese öğrenimi görmüştür. İleriki yıllarda şeyhülislam olacak olan ve o sırada Anadolu kazaskeri bulunan Ebüssuûd-zâde tarafından kendisine İçil Medresesi`nde mülâzemet verilmiştir (Hüsn-i Mecazî, Kas.13). Mülâzemet aldıktan sonra kırk akçeli medrese müderrisliğine atanmış, yüzelli akçeli medrese müderrisliğine kadar yükselmiş sonra bu görevden azledilmiştir (Özcan 1989: 704). Daha sonra kendisine mansıb verilerek Anadolu`nun çeşitli kasabalarında kadılık görevlerinde bulunmuştur. Konya, İçel, Niğde, Balıkesir, Seydişehir, Bor, Arapkir, Eğin gibi Anadolu`nun değişik şehir ve kasabalarında müderrislik ve kadılık görevlerinde bulunduğu düşürmüş olduğu tarihlerden anlaşılmaktadır (bk. Hüsn-i Mecazî, Tarihler).

Şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla maddî imkânsızlıklar çekmediği, düzenli bir aile yaşamı olduğu söylenebilir. Dönemin sadrazamlarından Köprülü Mehmed Paşa, Murad Paşa, Ken`an Paşa, Kara Mustafa Paşa, Tayyar Mehmed Paşalar vasıtasıyla padişahlara ulaşma girişimlerinde bulunduğu yazmış olduğu kasidelerden anlaşılmaktadır. Saraya kabul noktasında bir hırs göstermeyen Ahmed Nâmî, padişahlara sunduğu kasidelerde bağlılığını ifade etmiştir. Hüsn-i Mecazî`de Sultan IV. Murad ve Sultan IV. Mehmed için birer kaside bulunmaktadır. IV. Mehmed`e sunulan Hüsn-i Mecazî, K.12 numaralı kaside IV. Mehmed`in babası Sultan İbrahim`e de sunulmuştur. Divanın eski nüshalarında kasidenin 26. beytindeki Mehmed yerine İbrahim ismi geçmektedir. Bu durumun örneklerine divan edebiyatında çokça rastlanır. Nâmî, kaside sunduğu şahısların hemen hemen hepsinden ihsanlar görmüştür. Ahmed Nâmî, kendisi de bir şair olan IV. Mehmed`in doğumu için bir tarih (Hüsn-i Mecazî, Tar.13) düşürmüş, ayrıca bir gazelini de tahmis (Hüsn-i Mecazî, Tah.7) etmiştir. Yedi yaşında hükümdar ilan edilen ve idareyi ellerine bıraktığı Köprülüler sayesinde rahat ederek av peşinde koşan IV. Mehmed, edebiyata ve musikiye olan bağlılığı nedeniyle sanatçılara ihsanlarda bulunmuş ve sanatların gelişmesine katkıda bulunmuştur. XVII. yüzyılın başlarından itibaren Anadolu`da baş gösteren Celalî isyanlarının en büyüğünü çıkaran Abaza Hazan Paşa, maiyetindeki 30.000 askerle Bursa`ya kadar gelir. Bunun üzerine Köprülü Mehmed Paşa, Erdel seferinden dönmek zorunda kalır. Bu sırada başta Abaza Hasan Paşa olmak üzere Antep`e sığınan 30 kadar âsî lider çok iyi tertiplenen bir plân sonucu katledilirler (Uzunçarşılı : 588-590). 24 Cemaziyelevvel 1069/17 Şubat 1659’da vuku bulan bu olayla ilgili olarak Ahmed Nâmî iki adet tarih düşürmüştür (Hüsn-i Mecazî, Tar. 43, 44). 17. yüzyıl şeyhülislamlarından Ebussuûd-zâde Saîd Efendi, Bolulu Mustafa Efendi, Muîd Ahmed Efendi, Bursalı Mehmed Efendi, Abdurrahim Efendi, Abdülaziz Efendilere de kasideler sunarak çeşitli ihsanlara nail olmuştur (bk. Hüsn-i Mecazî, Kasideler).

Kadılıktan azledildikten sonra kendisini tamamen tasavvufa vererek bir Nakşibendi tekkesinde inzivaya çekilmiştir ve bundan sonraki yaşamını bu şekilde sürdürmüştür. Hüseyin Ayvansarayî’nin Mecmua-i Tevârîh’inde “azîmet-i Nakşibendî” ibaresinin delaleti olan 1084/1673’te İstanbul’da vefat ettiği yazılıdır (Derin vd. 1985: 361). Vefatı tarihinde Beliğ haricindeki diğer kaynaklar ittifak hâlindedir. Beliğ`in şairin ölüm tarihini 1070 olarak göstermesi yanlıştır. Bu yanlışlığa Nâ`il Tuman da işaret etmiştir (Kurnaz vd. 2001: II, 1026). Çünkü şair, bundan daha sonraki zamanlarda vuku bulan olaylara da tarih düşürmüştür (bk. Hüsn-i Mecazî, Tar. 46-50).

Ahmed Nâmî`nin birincisi şüpheli olmak üzere eserleri şunlardır:

1. Fetih-nâme Der Hakk-ı Gürcistan: Agâh Sırrı Levend bu eserin Niğdeli Nâmî`ye ait olabileceğini ileri sürmüştür (1956:117). Fakat, kaynaklarda Niğdeli Namî`nin böyle bir eserine rastlanmamıştır. Gürcistan seferinin başlarında Kars`ta Yusuf Paşa`nın teşvikiyle 1071/1660`da kaleme alınan ve IV. Mehmed`e sunulan bu eserin kronoloji itibarıyla Niğdeli Kadı Nâmî`ye ait olabileceği kuvvetli bir ihtimaldir. Ancak, incelediğimiz divanda şair böyle bir eser yazmış olabileceğinin işaretini vermemiştir. Önemsiz sayılabilecek olaylara bile düşürdüğü 50 tarihten hiçbirisi bu olayla ilgili değildir. Eserin yazılmasını teşvik eden Yusuf Paşa`nın, eserin yazıldığı yer olan Kars`ın da Nâmî Divanı’nda hiçbir şekilde adlarının zikredilmemiş olması Agâh Sırrı Levend`in kuvvetli gördüğü eserin yazarının Niğdeli Kadı Nâmî olması ihtimalini zayıflatmıştır.

2. Farsça Dîvânçe: Kütüphane ve kataloglarda müstakil bir eser olarak bulunmamaktadır. S1., Ü., S2. nüshalarının sonunda mürettep olarak, M. nüshasının sonunda ve Y. nüshasının başında karışık olarak Farsça şiirleri yer almaktadır.

3. Türkçe Dîvân: Önce tek divan halinde tertip ettiği şiirlerini, belirli bir edebî şahsiyete kavuştuktan sonra yeniden ele almış, hem fikrî hem edebî bir süzgeçten geçirerek Hüsn-i Hakikî ve Hüsn-i Mecâzî adlarıyla ayrı ayrı tertip etmiştir. Bu son tertibe göre toplamı 5.033 beyit olan divanların mündericatları şu şekildedir: Hüsn-i Mecâzî'de 22 kaside, 403 gazel, 2 müstezad, 79 kıt'a, 1 nazım, 1 rubaî, 7 tahmis, 19 müfred ve 1 mesnevî; Hüsn-i Hakikî'de ise 5 kaside, 110 gazel, 41 kıt'a, 1 nazım, 4 murabba, 2 tahmis, 2 müseddes, 2 terkîb-i bend, 4 terci'-i bend ve 2 mesnevî bulunmaktadır. Edebî şahsiyetindeki gelişim, divan nüshalarındaki değişiklikler incelendiğinde açıkça görülmektedir. Divanını Hüsn-i Mecâzî ve Hüsn-i Hakîkî diye bizzat kendisi ikiye ayırmış ve bunu da divanının ilk beytinde ifade etmiştir: “Muvaffak oldı Nâmî çün iki tertîb-i dîvâna / Biri hüsn-i mecâzîde biri hüsn-i hakîkatde” (Hüsn-i Mecazî, K.1/1). Böyle bir ayrımı yapmakla diğer şairlerden farklı olduğunun idrakinde, aynı zamanda iddiasındadır: “Tertîb-i şi`re her biri yârân-ı sâbıkun / Geldi cihâna çeşme-yi dîvândan el yudı / Nâmî-i Nigdevî de sözin iki bahs idüp / Hüsn-i Mecâz u Hüsn-i Hakîkat didi kodı” (Hüsn-i Hakîkî, Kt.32). Bu şekilde bir ayrımı yapmasında müderrislik ve kadılıklardan azledildikten sonra kendisini tamamen tasavvufî hayata vererek bir Nakşibendi tekkesine kapanmasının etkisi olduğu düşünülebilir. Divanının başında kendisinin manevî takdimini yaptığı “Der-izhâr-ı vücûd-ı bî-vücûd” başlıklı “Ey takvâ-güzîn-i meclis-i sâmî / V`ey rind-i harâb-ı cür`a-i câmî / Kimdür dir isen hakîr-i nâ-kâmı / Hâk-i kadem-i Nakş-bendî Nâmî” (Hüsn-i Mecazî, K.2) kıt`asında Nakşıbendîliğe bağlılığını ifade etmiştir.

Tasavvufî şahsiyetindeki gelişimin edebî şahsiyetine de yansıdığı gözlenmiştir. İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu`nda “Nakşî tarikati şeyhlerinden, tabiatı oldukça kuvvetli bir şair olduğu” (II, 1959: 431) şeklindeki hükmün içerisinde geçmekle beraber kendisinin bir tekke şeyhi olduğuna dair bir bilgiye eserlerinde ve ulaşılabilen diğer kaynaklarda rastlanmamıştır. “Bu rütbeyi tahsîl ide ümmîd odur kim / Nâmî gibi bir mürşide iden teba`iyyet” (Hüsn-i Hakîkî, G.14/5) beytinde kendisini mürşit olarak vasıflandırması ise tekke şeyhi olması gerektiği anlamına gelmez. Şiirlerinin son şekillerinde, eski nüshadaki şekillerine göre kelime seçiminde daha bir titizlik, ifadelerde temkin ve tevazu hâli müşahede edilmektedir. Belki de hayatının bu ikinci döneminde kazandığı fikrî ve edebî değişiklik onu, sıradanlıktan kurtarabilmiştir.

Her iki divandaki terminoloji ve üslup farkı hissedilir derecededir. Şahıslar ve tasavvufî terimler indeksi incelendiğinde, Hüsn-i Hakîkî`de tasavvufî şahsiyetler dışında herhangi bir kişinin hatta padişahın bile adının zikredilmediği, yine tasavvuf terimlerinden bazılarının sadece Hüsn-i Hakîkî`de geçtiği görülür. Hüsn-i Hakîkî`de padişah, din ve devlet büyükleri gibi şahıslara sunulan herhangi bir kaside bulunmamaktadır.

Şair alfabenin bütün harfleriyle gazel yazmıştır. Hüsn-i Hakîkî'deki gazel sayısı (110), Hüsn-i Mecâzî`deki gazel sayısından (403) çok daha az olmasına rağmen yine alfabenin her harfinde en az bir gazel vardır. Bu da şairin her iki divan açısından bir şekil mükemmeliyeti peşinde olduğunu gösteren bir durumdur. “et, eyle, kıl, geç, imiş” gibi temenni, niyaz ve fark ediş bildiren rediflerin Hüsn-i Hakîkî`de kullanılması her iki divan arasındaki üslup farkının göstergelerindendir. Ortak motiflerin varlığı göz ardı edilmemekle beraber tasavvuftaki hakikî-mecazî anlayışına da uygun düşen bu ayrımın sun`î olmadığı söylenebilir.

İki divan arasındaki diğer bir fark da tarih kıt`aları konusundadır. Hüsn-i Hakîkî`de hiçbir tarih kıt`ası yer almazken, Hüsn-i Mecâzî`de 50 adet tarih kıt`ası bulunmaktadır. Azımsanamayacak olan bu sayı şairin tarih düşürmedeki başarısını ortaya koymaktadır. Mezar taşı kitabesinden bir evin odasının yapımına, sikkenin ıslahından bir dostunun düğününe kadar birçok konuda düşürdüğü tarihler onun sosyal hayatla ne kadar ilgili olduğunu göstermektedir. Ayrıca “mirvaha/yelpaze”, “divit”, “at”, “duhan/tütün”, “kahve”, “han”, “çeşme” vs. için yazdığı kıt`alar da bu düşünceyi destekler niteliktedir.

Nâmî`nin dikkat çeken bir özelliği de onun ünlü Türk şairlerinden hiçbirisine nazire yazmamış olmasıdır. Sebk-i Hindî üslûbunun en önemli temsilcilerinden olan Fars şairlerinden Sâib-i Tebrizî`ye olan iltifatı da dikkat çekmektedir.

Ahmed Nâmî kendi şiiri hakkındaki düşüncelerini “tab`um” redifli şiirinde ifade etmiştir. Bu, şairin şiir hakkındaki genel fikirlerini de yansıttığı için poetikası sayılabilecek tarzda yazılmış bir şiirdir (Hüsn-i Mecâzî, Kas.9). Şiirlerinde doğa ve insan sevgisi, sanat eserlerine karşı ince duygular, ılımlı tabiatı hissedilir derecededir. Kendisinden bir doğum olayına, bir mimarî yapıya, tarih düşürmesi talepleri; şiire adım atacak kişilerin kendisinden mahlas ricâ etmeleri; nazîre taleplerine cevaplar vermesi, çevresinde sevilen, sayılan ve şairliği kabul gören bir kişi olduğunun en önemli göstergelerindendir.

Kaynakça

Akbayar, Nuri (hzl) (1996). Mehmed Süreyya Sicill-i Osmânî. C.4. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.

Altun, Kudret (hzl) (1997). Tezkire-i Mücîb. Ankara: AKM Yay.

Çapan, Pervin (hzl) (2005). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî. Ankara: AKM Yay.

Derin, Fahri Ç.ve Vahid Çabuk (hzl.) (1985). Hafız Hüseyin Ayvansarayî Mecmua-i Tevârîh. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay.

Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatçı (hzl.)(2001). Mehmed Nâil Tuman Tuhfe-i Nâilî-Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri. C.II. Ankara: Bizim Büro Yay.

Levend, Agâh Sırrı (1956). Gazavât-nâmeler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavât-nâmesi. Ankara: TTK Yay.

Özcan, Abdülkadir (hzl) (1989). Şeyhî Mehmed Efendi Şakaik-i Nu’maniyye ve Zeyilleri, Vekayiü’l-Fudalâ. C.1. İstanbul: Çağrı Yay.

İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu (1959). C.2. İstanbul: MEBYay. 431-433.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1995). Osmanlı Tarihi. C. III/2. Ankara: TTK Yay.

Yenikale, Ahmet (2002). Ahmet Nâmî Divanı ve İncelemesi. Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

Zavotçu, Gencay (hzl.) (2009). Rıza Tezkiresi. İstanbul: Sahaflar Kitap Sarayı Yay.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: DR. ÖĞR. ÜYESİ AHMET YENİKALE
Yayın Tarihi: 11.09.2013
Güncelleme Tarihi: 26.11.2020

Eserlerinden Örnekler

Kaside

Der-Fahriyye Be-İşâret-i Vâkı'a-i Bî-Misl

Fe'ilâtün Mefâ'ilün Fe'ilün

Zerrede âfitâbdur tab'um

Katrede bahr-ı nâbdur tab'um

Nüh felek zımn-ı reşhasında girev

Bir mu'allak habâbdur tab'um

Bâde keyfiyyetin ziyâd itmez

Ezelî neşve-yâbdur tab'um

Çeşme-sâr-ı hayâta peyveste

Ebedî feyz-yâbdur tab'um

Mest ider katresi cihânı tamâm

Hum-ı Kevser-şarâbdur tab'um

Vâkıf-ı sırr-ı 'ilm-i "lâ" vü "illâ"

'Arif-i behre-yâbdur tab'um

Ber-ter idrâk-ı lafz u ma'nâdan

Bir bilinmez kitâbdur tab'um

Menba`-ı 'ilm ü mahzen-i 'irfân

Pîr-i hikmet-nisâbdur tab'um

Zîr-i her-gamzesinde küşte cihân

Şâhid-i bî-nikâbdur tab'um

Kâtı'-ı rişte-i nizâ'-ı sivâ

Tîg-i faslu'l-hitâbdur tab'um

Hikem-âmûz-ı dâniş-i Bû 'Alî

Tıfl-ı ümmü`l-kitâbdur tab'um

Şehsüvârân-ı râh-ı ma'nâda

Fark-ı sûde-rikâbdur tab'um

Atılur dîv-sîretân üzre

Tîr-i necm-i şihâbdur tab'um

Hep sürâğ-ı zamâyire derrâk

Nutk-ı hâzır-cevâbdur tab'um

Ne hirâs-ı günâhı fikr eyler

Ne esîr-i sevâbdur tab'um

Bî-mey ü câm-ı bezmgâh-ı fenâ

Rind-i mest-i harâbdur tab'um

Ma'nîde nûr-ı bî-nihâyetdür

Sûreten hûn-ı nâbdur tab'um

'Aks-i icmâli 'âlem-i imkân

Hâric-i nüh-kıbâbdur tab'um

...

Nice şeh feyz-i hükm-i 'adlinden

Dem-i ihyâ-'itâbdur tab'um

Nice şeh taht-ı kişver-i "lâ"da

Nakş-ı "illâ"-siyâbdur tab'um

Bâtınen âfitâb-ı bî-mikdâr

Zâhiren mâh-tâbdur tab'um

Dil-i gam-hâre çok mı bu rütbe

Dîde-i seyr-i hâbdur tab'um

...

O ne seyr ola dir isen k`andan

Fâyiz ü müstetâbdur tab'um

Dest-i sâkî-i bezm-i kudsîden

Cür'a-nûş-ı hitâbdur tab'um

La'l-i nûşîn-i fahr-i 'âlemden

Nûş-kerde lü'âbdur tab'um

O 'atânun hücûm-ı zevkinden

Mâye-i ıztırâbdur tab'um

O vefânun sürûr-ı şevkinden

Vakt-i şeybetde şâbdur tab'um

O sürûrun safâ-yı lutfından

Ebedî zevk-yâbdur tab'um

O safâdan hemîşe sînemde

Reşk-i mest-i şarâbdur tab'um

...

Nâmı Ahmedle iftihâr-nümâ

Nâmî-yi şöhre-yâbdur tab'um 

(Yenikale, Ahmet (2002). Ahmet Nâmî Divanı ve İncelemesi. Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi./Hüsn-i Mecâzî- Kas.9)

Gazel

Mefâ'îlün Mefâ'îlün Mefâ'îlün Mefâ'îlün

Kaçan zülfi semende halka halka pîç ü tâb eyler

Hezârân hâle-dâr-ı âfitâb u mâh-tâb eyler

Hazer idüp nigeh çeşm-i niyâz-ı mübtelâlardan

Hemîşe şâhid-i nâza tegâfülden nikâb eyler

Mey-i 'ışk ile ser-mest olsa ol şûh-ı sitem-pîşe

O dem 'uşşâk-ı zâra gamze taklîd-i 'itâb eyler

Nigâh-ı mestini bir dem gazab-âmîz-i lutf itse

Dil-i âşüftesin bir tarf ile mest-i harâb eyler

Girîbân-ı niyâza çâk içün dest urmadın Nâmî

Lebânın nâz ile âlûde-i harf-i cevâb eyler 

(Yenikale, Ahmet (2002). Ahmet Nâmî Divanı ve İncelemesi. Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi./Hüsn-i Mecâzî- Kas.11/44-48)

Gazel

Mefâ'îlün Mefâ'îlün Mefâ'îlün Mefâ'îlün

Sülûki seyr-i fi`llâha iren gelsün bu dergâha 

Makâm-ı lî-ma'a'llâha varan gelsün bu dergâha

Gice gündüz kılup zârı gönülden sürüp agyârı  

Cemâl-i cins-i envârı gören gelsün bu dergâha

Görem diyen bugün yarın kosun meydâna hep varın  

'Alâyık bend-i zünnârın kıran gelsün bu dergâha

Açukdur vech-i Rahmânî kanı gözler göre anı 

Bu yolda baş ile cânı viren gelsün bu dergâha

İrişüp bezm-i 'irfâna olup hüşyâr-ı mestâne 

Bu Nâmîveş fakîrâne turan gelsün bu dergâha 

(Yenikale, Ahmet (2002). Ahmet Nâmî Divanı ve İncelemesi. Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi. /Hüsn-i Hakîkî- G.99.)


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1Arif Ayd. 9 Aralık 1953 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
2KUDDUSİ, Ahmedd. 15.07.1769 - ö. 1849Doğum YeriGörüntüle
3FİKRET DİKMENd. 1950 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
4BÎÇÂREd. 1600 - ö. 1657Doğum YılıGörüntüle
5MA‘NEVÎ, Mustafa Manevîd. 1600\\\'lerin ortası - ö. 1702Doğum YılıGörüntüle
6FEVRÎ, Mahmûd Fevrî Efendid. ? - ö. 1673-74Ölüm YılıGörüntüle
7MUSTAFÂ, Mustafa Çelebid. ? - ö. 1673-74Ölüm YılıGörüntüle
8KÂMÎ, Mustafa Kâmî Çelebid. ? - ö. 1673-1674Ölüm YılıGörüntüle
9SİNAN ÇELEBİ, Şeyh Hüsam-zâded. ? - ö. 1552-53MeslekGörüntüle
10LÜTFÎ, Lutfullâh Efendi (Tatar Lutfî)d. ? - ö. 1703MeslekGörüntüle
11CENÂBÎ, Ebû Mehmed Mustafa Cenâbî Efendid. ? - ö. 1590-91MeslekGörüntüle
12ÇENGÎ, Yûsuf Deded. 1605 - ö. 1669Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
13HAYLÎ, Ahmed Çelebid. ? - ö. 1686-87Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14AYDÎ, Bayram Efendid. ? - ö. 1709Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15KUL HASAN, Hasan Görend. 1933 - ö. 12.03.2010Madde AdıGörüntüle
16KIVÂMÎ, KIVÂMÎ BEYd. ? - ö. ?Madde AdıGörüntüle
17TAYYİBÎ, Veli Efendid. ? - ö. 1825Madde AdıGörüntüle