Abdülhak Hamit Tarhan

Şair-i Âzam
(d. 2 Ocak 1852 / ö. 13 Nisan 1937)
Şair, Oyun Yazarı
(Yeni Edebiyat / 19. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Hayrullah Efendi'yle Münteha Nesib Hanım’ın dört çocuğundan üçüncüsü olarak İstanbul / Bebek'te dünyaya gelmiştir. Annesi, daha beş yaşındayken esirciler tarafından Kafkasya’dan kaçırılarak İstanbul’a getirilmiş ve cariyesi olduğu Ferit Efendi ve eşi tarafından evlat edinilmiştir. Babası Hayrullah Efendi; tıp kitapları okuyarak kendini geliştirmiş, 1839'da Mekteb-i Tıbbiye-i Aliye-i Şâhâne’yi kazanmış ve buradaki başarılarından dolayı padişah Abdülmecit’ten pırlantalarla süslü bir kutu hediye kazanmıştır. Ayrıca Meclis-i Nafia, Meclis-i Maârif-i Umûmiyye, Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, Encümen-i Dâniş, Mekâtib-i Umûmiye ve Altıncı Dâire-i Belediye Meclisi’nde çeşitli görevlerde bulunmuştur. Üst düzey devlet görevlerinin yanı sıra, Lügat-ı Tıbbiye adlı bir tıp sözlüğü, Devlet-i Aliye-i Osmaniye adlı bir tarih kitabı, Yolculuk Kitabı, Hikâye-i İbrahim Paşa be-İbrahim-i Gülşeni adlı bir tiyatro eseri ve Nakş-ı Hayâl adlı bir hikaye kitabı kaleme almıştır. Abdülhak Hâmit’in doğduğu yalı, İstanbul’un Bebek semtinde bulunan ve dedesi Abdülhak Molla’ya ait olan Hekimbaşı yalısıdır. Hamit, yaşamı boyunca evinde dünyaya geldiği şair ve edip olan dedesine benzetilerek anılmıştır ( Sâfi 2002:16-17).

Köklü bir aileden gelen Abdülhak Hâmit, ilk ve ortaokul tahsilini Bebek ve Rumelihisarı mahalle mekteplerinde yapmış; Evliya Hoca ve Dârülfünun’un ilk müdürü Hoca Tahsin Efendi’den özel dersler alarak eğitimini tamamlamıştır. On yaşındayken ağabeyi Nasuhi Bey'le Paris’e gitmiş, orada bir buçuk yıl Hortus College’e devam etmiş ve kısa sürede Fransızcayı öğrenmiştir.

Hâmit, Tahran Büyükelçiliği'ne tayin olan babasıyla birlikte 1865'te İran’a gitmiştir. Fransızcasını geliştirmek için Dâniş Efendi’den dersler almaya başlayan Hâmit’e ayrıca, Bahaeddin Efendi’den Arapça, elçilik katiplerinden olan Mirza Hasan Şevket’ten de Farsça dersleri aldırılmıştır. Doğu ve Batı dillerini bir arada öğrenen Hâmit; Tahran’dan, bir yıl sonra, 1866’da, babasının ani ölümüyle ailesiyle birlikte İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır. Burada önce Maliye Mühimme Kalemi’ne girmiş, daha sonra da Şura-yı Devlet ve Sadaret Mektûbî Kalemi’nde görev almıştır. Ebuzziya Tevfik'le Maliye Kalemi’nden tanışıklığı olan Hamit, onun vasıtasıyla Sâmipaşazâde Sezâi, Namık Kemal, Recâizâde Ekrem ve Mizancı Murad’la tanışmıştır ( Sâfi 2002: 20-21).

Abdülhak Hâmit, önce Sultan Hâmit’in mabeyncilerinden Neş’et Bey’in kızıyla nişanlanmış; ancak bir süre sonra nişan bozulmuştur. Daha sonra ağabeyi Nasuhi Bey’in Edirne’deki konağında 1874'te Pir-i zade Fatma Hanım’la evlenmiştir. Mutluluk ve huzurla geçen bu evlilikten Abdülhak Hüseyin adında bir oğlu, Hamide Nasip adlı bir kızı vardır (Sâfi 2002: 27). 1876'da Paris Büyükelçiliği ikinci katibi olarak Fransa’ya gönderilmiştir. Paris’te farklı gördüğü şeyleri benimseyen Hamit, tek gözlük takma modasına da uymuş; monokl adı verilen bu gözlüğü ömrünün sonuna kadar gözünden çıkarmamıştır. 1878 yılında Paris’te yazdığı Nesteren adlı tiyatro eseri yüzünden işsiz kalan Hamit, tekrar Paris’e de dönememiştir. Hayrettin Paşa’nın yardımıyla açıktan aylık almış ve Belgrat Elçiliğine katip olarak atanmıştır. Ancak ı Belgrat’a da gitmemiş, ağabeyinin yardımıyla geçinebilmiş, bu sırada büyük bir sefaletle yüzleşmiştir. Berlin Elçiliğine memur olarak tayin edildiyse de oraya da gitmemiştir. Bu yüzden 1881'de o dönemde Rize’de vali olan ağabeyinin yanına gitmiştir. Poti şehbenderliğine tayin olmuş fakat oradan kaçarcasına ayrılmıştır. Daha sonra Golos şehbenderliğine tayin edilmiş, 1882 yılında ise eşi Fatma Hanım’la birlikte Yunanistan’a gitmiştir. Eşinin hastalığından dolayı İstanbul’a dönmüşler ve eşine verem teşhisi konmuştur. Bir süre sonra kendisine Bombay Baş şehbenderliği görevi verilen Hâmit, eşine Hindistan’ın havasının iyi gelebileceğini düşünerek teklifi kabul etmiştir. Bunun üzerine 1883 yılının Ekim ayında yola çıkarak, Kasım ayının ortalarında Hindistan’a varmışlardır. Fatma Hanım’ın rahatsızlığı burada giderek ilerlemiş; bir süre sonra Hindistan’dan İstanbul’a dönmek zorunda kalmışlardır. Vapur Beyrut açıklarında iken vefat eden Fatma Hanım, Hâmit’in ağabeyi Nasuhi Bey’in vali olarak bulunduğu Beyrut’ta toprağa verilmiştir. Bu ölümün ardından Hâmit, Bombay’da iken yazmaya başladığı Makber adlı şiirini tamamlamıştır. Bombay’a dönmek istemeyen Hâmit; İstanbul’a döndükten bir süre sonra 1886 yılında Londra Elçiliği baş katipliğine görevlendirilmiş, Londra'nın en seçkin çevrelerinde bulunmuş ve Miss Gors'la tanışmıştır. Hüsranla sonuçlanan bu aşktan sonra Hâmit gönlünü başkalarına da kaptırmayı ihmal etmemiştir ( Sâfi 2002: 23-24)

Abdülhak Hâmit, Zeynep adlı eseri yüzünden görevinden alınsa da padişaha bir daha edebiyatla uğraşmayacağına dair söz verince yeniden görevine iade edilmiştir. Böylece rütbesi ve maaşı artırılmış, elçiliğin ikinci müsteşarı olarak yeniden Londra’ya gönderilmiştir. 1890'da ölen eşi Fatma Hanım’a çok benzediği için Nelly isimli bir İngiliz kızla evlenmiştir. 1894'te Londra Büyükelçiliği Müsteşar Yardımcılığına, 1895’te de Lahey Elçiliğine atanan Hâmit burada iki yıl kaldıktan sonra 1897’de tekrar Londra’ya görevlendirilmiş ve elçilik müsteşarlığına tayin edilmiştir. 1906'da ise Brüksel ortaelçiliğine görevlendirilmiştir. Bu sırada ilk eşi Fatma Hanım gibi vereme yakalanan Nelly Hanım'ın 1911’deki vefatı Hâmit’i yasa boğmuştur. Bu ölümden birkaç ay sonra İstanbul’a gelen Hâmit, Cemile Hanımla evlenmiş; ancak bu evlilik yirmi gün kadar sürmüş; boşandıktan sonra tekrar Londra’ya dönmüştür. 1912 yılının Mayıs ayında ise Lüsyen adlı genç bir hanımla evlenerek 1913 baharında da eşiyle İstanbul’a dönmüştür. Bir yıl sonra Meclis-i Âyân azası olmuş, bu meclisin ikinci başkanlığına kadar yükselmiş ve 1918’de meclisin lağvedilmesine kadar bu görevini sürdürmüştür. I. Dünya Savaşı sonunda İstanbul işgal edilmeye başlayınca eşiyle birlikte önce Budapeşte’ye, sonra Viyana’ya kaçmış; buralarda sefalet içinde yaşamıştır. Zaferden sonra İstanbul’a döndüğünde Türkiye Büyük Millet Meclisi kendisine maaş bağlamış ve yaşaması için bir daire tutmuştur. Lüsyen Hanım bir İtalyan kontu olan Duc de Soranza'yla aşk yaşamaya başlayınca Hâmit ondan boşanmış, ancak bir süre sonra kendisine geri dönen genç Lüsyen’i affetmiştir. 1928’de İstanbul milletvekili olan Hamit, 86 yaşındayken 13 Nisan 1937’de devletin kendisine tahsis ettiği Maçka Palas’taki odasında hayata gözlerini yummuştur. Ölümünün ardından Zincirlikuyu Asri Mezarlığı’na defnedilmiş ve buraya ilk gömülen kişi olmuştur (Sâfi 2002: 26).

Abdülhak Hâmit; Tanzimat Döneminin iyi eğitim almış, birkaç dil bilen şair ve oyun yazarları arasında yer almıştır. Eserlerinde çok iyi bildiği dillerden Fransızca ve İngilizce kelimelerden ziyade Arapça ve Farsça ağırlıklı kelimelerle Türkçe deyim ve kelimeleri kullanmıştır. Öyle ki sözlükleri tarayıp Arap ve Farsların kullanmaya lüzum görmedikleri sözcükleri bile kullanım alanına sokmuştur (Sâfi 2002: 90). Şiirlerinin ortak teması ölümdür. “Abdülhak Hâmit’in şiirlerinin özelliği hem yapı hem muhtevada getirdiği değişikliktir. Hâmit şiirlerinde kendi biyografisinden, şiir anlayışından bahsettiği gibi, dış dünyadan aldığı intibaları da bol bol işlemiştir. İlk şiirlerinden itibaren Hamit, yeni şekiller denemekten hiç vazgeçmemiştir” (Enginün 1986: 41).

Hâmit’in yayımlanan ilk şiir kitabı Sahra (1879)’dır. İnci Enginün’e (1986: 44-45) göre “Sahra, Hâmid’in diğer eserlerinin fışkırdığı bir kaynak gibidir. Onda Hâmid’in daha sonraları geliştireceği, yeniden döneceği temleri, hayalleri bulmak mümkündür”. Paris’te Batılı yazarları tanıdıktan sonra 1875'te Edirne’deyken yazmaya başlamış ve Batılı nazım şekillerini denediği bu eseri 1879’da tamamlamıştır. İçinde on manzume olan Sahra’yı Byron’ın şiir tarzına nazire olarak yazmıştır. Bu eserde kır hayatıyla şehir hayatını karşılaştıran Hâmit, Rousseau’nun etkisiyle kır hayatını şehir hayatından daha üstün bulur. Kaplan’a (1976: 320) göre Hâmit, Sahra’da yeni bir tabiat görüşüne yükselir. Artık burada tabiat diğer duygulara refakat eden tabi bir tem, bir dekor değil ayrı ve derin bir manası olan felsefi ve hissi bir varlık haline gelmiştir. Şair tasvir ettiği manzaraları peşin bir fikre göre seçmiş ve değerlendirmiştir. Bir tez ortaya atmış ve onu eseriyle ispata çalışmıştır. “Sahra’dan sonra tabiat Abdülhak Hâmit’in şiirlerinde –hatta piyeslerinde- görülen başlıca konulardan biri olur. Bir aşk hikayesi etrafına toplanmış felsefi ve sosyal fikirlerden mürekkep olan Garam’da, yer yer dış dünyaya ve tabiata ait parçalara rastlanılır. Hindistan seyahati, bilhassa ölüm tecrübesi, İngiltere’de ikameti Hâmit’in tabiat görüşünü daha zengin ve olgun bir hale getirir” (Kaplan 1976: 330). 1876'da yazımına başlanan ve 1923’te yayımlanan Garam, “benzerine o devir romanlarında çok rastladığımız bir aşk hikayesi etrafında yazılmış uzun bir şiirdir. Hâmit, birçok uzun şiirine, bir olay çevresinde romantik duygular ve felsefi fikirlerini bir araya getirerek vücut verir. Makber (1885)’de bu olay Fatma Hanım’ın ölümü olarak karşımıza çıkar. Bir Sefilenin Hasbihali (1886)'inde düşmüş bir kadının kendisine ihanet eden erkeği sevmesi üzerine kurulmuştur” (Aktaş 1996: 53) Divaneliklerim Yahut Belde adlı şiir kitabındaki şiirlerin bir kısmını Sahra’dan önce, bir kısmını ise Paris’ten döndükten sonra İstanbul’da kaleme almıştır. İçerdiği on yedi şiirden sadece birinin adının Türkçe olduğu bu eserde Hâmit, Doğulu bir adamının bir Batı şehri olan Paris’te gezip dolaştığı yerlerin adlarını şiirlerine başlık olarak seçerek Batı’ya karşı duyduğu hayranlığı anlatmak istemiştir. Fatma Hanım’ın hastalığı ve ölümü Hamit’in şiir evreninde önemli bir merhaledir. Makber, Ölü, Hacle ve Bunlar Odur (1885) adlı uzun şiirlerinde eşi Fatma Hanım’ın hastalığının ve ölümün yarattığı korku temasıyla, sevgiliden ayrılarak Allah’a sığınma ve Hindistan tabiatına ait duygular dile getirilmiştir (Sâfi 2002: 39). Hâmit, Makber’de zaman zaman isyan eder, zaman zaman da teslim olur. Makber’in önsözü, Hâmit’in şiir anlayışını ortaya koyar. Ona göre “en güzel, en büyük, en doğru şiir, bir hakikat-i müdhişenin tazyıkı altında hiçbir şey söyleyememektir” (Enginün 1986: 51). Diğer şiir kitapları Bâlâdan Bir Ses (1912), Validem (1913), İlhâm-ı Vatan (1916) ve Hep Yahut Hiç (1982)’tir.

Hâmit’in şiirden daha çok emek verdiği ve şahsiyetini daha iyi yansıttığını düşündüğü tür, Paris yıllarında tanıştığı tiyatrodur. Sayıları on dokuzu bulan piyeslerinin bir kısmı manzum (Nazife, Sardanapâl, Nesteren, Eşber, Tezer, Liberte, İlhan, Turhan, Hakan, Abdullahü’s-sagîr), bir kısmı mensur (Macera-yı Aşk, Sabr u Sebat, İçli Kız, Duhter-i Hindu, Tarık, İbn-i Musa, Finten, Yâdigâr-ı Harp) ve birisi de manzum ve mensur (Zeyneb) olarak yazılmıştır. Bunların dışında dört tane de manzum diyalog (Tayflar Geçidi, Ruhlar, Arziler, Yabancı Dostlar) vardır (Akyüz 1970: 130). Teknik açıdan kusurlu bulunan eserler, okunmak için yazılmış hikayelere benzemektedir (Sâfi 2002: 91).

İnci Enginün (1986:61) Hâmit’in tiyatro eserlerini dört başlık altında toplamıştır: Konusunu günlük hayattan alan eserleri, alegorik eserleri, yabancı ülkeleri konu alan eserleri, konusunu tarihten alan eserleri (Uzak tarih, İslam tarihi, Türk tarihi). Batılı Romantik dram anlayışını benimseyen Hâmit, kendine göre bir "Milli Tiyatro" tanımı oluşturmuştur. Ona göre o zamana kadar yazılan oyunlar, “herkesin bildiğini tekrarlamaktan başka bir şey yapmayan ve birer ahlak risalesi” niteliğindedir. Hâmit'e göre asıl "Millî tiyatro" İslam ve Osmanlı tarihinin muhteşem olaylarını, hatta hiç tanımadıkları toplumların ve azınlıkların hayatlarını anlatan oyunlardır (Akyüz 1979: 43). Hâmit’in yeni tiyatro anlayışının örnekleri olarak yerli hayattan mistisizme uzanan Duhter-i Hindu (1875), Corneille’in Le Cid adlı eserine nazire olarak yazılmış olan Nesteren (1877), Tarık yahut Endülüs’ün Fethi (1879), Tezer Yahut Melik Abdurrahman-ı Sâlis, Eşber ve Finten adlı oyunları gösterilir. Daha sonra aynı tiyatro anlayışına örnek olarak Zeynep (1909) İlhan (1913) ve Turhan (1916) basılmıştır. Tayflar Geçidi (1917), şahıs kadrosu bakımından Turhan ve İlhan'a benzer. Ruhlar (1922), Tayflar Geçidi oyununun devamıdır. Arzîler (1925), Ruhlar adlı piyesin felsefi bir açıdan ele alınan ekidir. "Millî Tiyatro" anlayışına uygun olarak Asur tarihinden hareketle yazdığı Sardanapal (1917), Kral Sardanapal’ın alegorik bir şekilde Sultan Abdülaziz’e benzetilerek anlatıldığı bir oyundur.

“Yazdığı tarihi oyunlar; İslam birliği tezi, İslami değerler ile Batılı değerlerin karşı karşıya getirilmesi ve Doğu-Batı sentezi fikrinden dolayı Endülüs Tarihi’nden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle kaleme aldığı oyunları Tarık, dönemin yaygın bir ideolojisi olan “İslam Birliği”ni öne çıkarmak ve İslam’ın Batı medeniyetlerini nasıl etkilediğini gözler önüne sermek için yazılmış olan İbn-i Musa yahut Zâtü’l-cemâl (1917), Tezer Yahut Melik Abdürrahmani’s-sâlis ve Nazife’dir (Parlatır 2014: 82). Abdullahü’s-sagîr (1917),aruz vezniyle yazılmış ve konusunu Ziya Paşa’nın Endülüs Tarihi’nden almıştır. Arapların son hükümdarı olan Abdullah’ın istemediği halde tahta çıkarılmasından kaynaklanan sorunları ve İspanya’dan kovulmasını anlatır (Sâfi 2002: 73). Oyundaki kafiyeler eşleme ve çaprazlama olarak düzenlenmiştir (Parlatır 2014:59). Nazife (1917), Endülüslü Nazife ile İspanya Kralı Ferdinando’nun konuşmasından ibaret tek perdelik bir konuşmadır. Hakan (1935), tarihi oyun olarak Hâmit’in hayatında basılan son eseri olmuştur. Liberte (1998); alegorik tarzda yazılarak eksik denilecek kadar kısa olan ve I. Meşrutiyet’in baltalanması ile Mithat Paşa’nın memleket dışına sürülmesini anlatan bir piyestir ( Sâfi 2002: 77). Yadigar-ı Harp (1917), Çanakkale Zaferi’nin yurt içi ve yurt dışında uyandırdığı etkiyi gözler önüne sermek amacıyla kaleme alınmıştır.

Hâmit'in piyeslerinde yerli yabancı oyun yazarlarının etkilerini görmek mümkündür. Yerli oyun yazarlarının etkisi dil ve üslubunda Türkçe kelimelerin çokluğu ve yer verdiği deyişlerle anlaşılmakta; yabancı yazarların etkisi ise tematik kurgu ve olay örgüsünde göze çarpmaktadır. Macera-yı Aşk (1873, 1910), Hâmit’in egzotik bir eğilimle kaleme aldığı ilk tiyatro denemesidir. Sabr u Sebat (1874) adlı eserinde atasözlerine, tekerlemelere ve cinaslı sözlere yer verilmiştir. İçli Kız (1874), Namık Kemal’in Zavallı Çocuk piyesinin tesiri altındadır (Akyüz 1979: 43). Eşber (1880), Corneille’in Horace adlı eseriyle olay örgüsü bakımından örtüşmektedir. Ahmet Hamdi Tanpınar (1969: 275), Hâmit’in tiyatrolarını “en zayıf eserleri” olarak değerlendirmiş, “en derli toplu trajedisi”nin Eşber olmasına rağmen onda da şairin iç dünyasına gönderme yapabilecek yedi mısraın bile bulunmadığını söylemiştir. Kültürlerarası temaları da işleyen Hâmit’in Yabancı Dostlar (1924) adlı oyununun; iki kısmı küçük kitap halinde basılmış, üçüncü kısmı ise Servet-i Fünun dergisinde 1925’te tefrika edilmiştir. Eser İngiliz kızıyla Türk delikanlısı arasında geçen manzum bir konuşmadan oluşmaktadır (Parlatır 2014: 61). Cünûn-ı Aşk (1925), İngiliz kızı Florans Henneger ile Fransız mürebbiye Öjeni Dageri’nin aşkları arasında kalan çapkın ve oldukça zengin olan Mahaçara’nın psikolojik durumunu konu edinmiştir. Tanpınar’ın (1976: 508) da belirttiği gibi Abdülhak Hâmit, Namık Kemal neslinin son halkasıdır. Şinasi ile başlayan yenilik onun eserinde ilk büyük merhaledir.

Kaynakça

Aktaş, Şerif (1996). “Abdülhak Hâmid Tarhan”. Yenileşme Dönemi Türk Şiiri ve Antolojisi (1860-1920). Ankara: Akçağ Yayınları.

Akyüz, Kenan (1970). Batı Te’sirinde Türk Şiiri Antolojisi. Ankara: Doğuş Matbaacılık III. Baskı.

Akyüz, Kenan (1979). Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri. Ankara: Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Yayınları.

Enginün, İnci (1986). Abdülhak Hâmid Tarhan. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

İhsan Sâfi (2002). Abdülhak Hamid Tarhan. İstanbul: Hikmet Neşriyat.

Kaplan, Mehmet (1976). “Tabiat Karşısında Abdülhak Hâmid- I”. Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar-I. İstanbul: Dergah Yayınları.

Parlatır, İsmail (2014). Abdülhak Hâmit Tarhan. Ankara: Akçağ Yayınları.

Tanpınar, Ahmet Hamdi (1969). “Abdülhâk Hâmid”. Edebiyat Üzerine Makaleler. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

Tanpınar, Ahmet Hamdi (1976). “Abdülhak Hâmid”. 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Çağlayan Kitabevi.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. ABİDE DOĞAN
Yayın Tarihi: 01.02.2019
Güncelleme Tarihi: 20.12.2020

Eser AdıYayın eviBasım yılıEser türü
Macera-yı AşkMatbaa-i Amire / İstanbul1873Tiyatro
Sabr ü SebatMekteb-i Sanayi Matbaası / İstanbul1874Tiyatro
İçli KızBasiret Matbaası / İstanbul1875Tiyatro
Duhter-i HinduTasvir-i Efkar Matbaası / İstanbul1875Tiyatro
Nesteren- / -1877Tiyatro
NazifeMatbaa-i Amire / İstanbul1878Tiyatro
SahraMihran Matbaası / İstanbul1879Şiir
Tarık yahud Endülüs FethiMaarif Nezareti Celilesi / İstanbul1880Tiyatro
Tezer yahud Melik Abdurrahman-ı SalisKanaat Kitabevi / İstanbul1880Tiyatro
EşberMatbaa-i Amire / İstanbul1880Tiyatro
MakberMatbaa-i A. K. Tozliyan İdare-i Şirket-i Mürettibiye / İstanbul1885Şiir
ÖlüDikran Karabetyan Matbaası / İstanbul1886Şiir
Belde yahut DivaneliklerimDikran Karabetyan Matbaası / İstanbul1886Şiir
Bunlar OdurDikran Karabetyan Matbaası / İstanbul1885Şiir
HacleMatbaa-i A. K. Tozliyan İdare-i Şirket-i Mürettibiye / İstanbul1886Şiir
Kahbe yahut Bir Sefilenin HasbihaliKarabet ve Kasbar Matbaası / İstanbul1886Tiyatro
Zeynepİkdam Matbaası / İstanbul1908Tiyatro
Bâlâdan Bir SesF. Lefter Matbaası / İstanbul1912Şiir
Garâm- / İstanbul1912Şiir
Liberte- / İstanbul1913Tiyatro
Validemİctihad Matbaası / İstanbul1913Şiir
İlhanTanin Matbaası / İstanbul1913Tiyatro
Turhan- / -1916Tiyatro
İlham-i VatanMatbaa-i Amire / İstanbul1916Şiir
Mektuplar I-IIÂsâr-ı Müfide Kütüphanesi / İstanbul1916Mektup
İbn-i Musa yahut Zâtü'l- CemâlMatbaa-ı Amire / İstanbul1919Tiyatro
Abdullahü's-SagîrMatbaa-i Amire / İstanbul1919Tiyatro
SardanapalMatbaa-i Amire / İstanbul1919Tiyatro
Yadigâr-ı HarpMatbaa-i Amire / İstanbul1919Tiyatro
Tayflar GeçidiMatbaa-i Amire / İstanbul1919Tiyatro
Ruhlarİkdam Matbaası / İstanbul1922Tiyatro
Yabancı DostlarYeni Matbaa / İstanbul1924Tiyatro
ArzilerMahmut Bey Matbaası / İstanbul1925Tiyatro
Cünun- ı AşkVakit Matbaası / İstanbul1925Tiyatro
HakanAkşam Matbaası / İstanbul1935Tiyatro
Kanuni'nin Vicdan Azabı- / -1937Tiyatro

İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1Zuhal Kuyaşd. 1923 - ö. 3 Kasım 2014Doğum YeriGörüntüle
2NİSÂRÎ, Hüseyin Nisârî Efendid. ? - ö. 1662-63/1664-65Doğum YeriGörüntüle
3ŞÂKİR, Çukadâr Ahmed Aga-zâded. 1762 - ö. 1836Doğum YeriGörüntüle
4ABBASKULU, Abbaskulu Mehemmed Tağıoğlud. 1852 - ö. 1936Doğum YılıGörüntüle
5ZARÎ, Ahmet Kamil Tanrıdağd. 1852-1853 - ö. 09.11.1941Doğum YılıGörüntüle
6HÂLİS, İbrâhim Edhem Hâlis Efendid. 1852 - ö. 1917Doğum YılıGörüntüle
7SÜLEYMANCIK, Süleyman Kuruoğlud. 1864 - ö. 07.02.1937Ölüm YılıGörüntüle
8ARAP BİLÂL, Bilâld. 1872 - ö. 1937Ölüm YılıGörüntüle
9BİLAL, Bilal Mustafaoğlu Mikayılovd. 12.03.1872 - ö. 26.11.1937Ölüm YılıGörüntüle
10Salih Zeki Aktayd. 1896 - ö. 21 Mart 1971MeslekGörüntüle
11Şenol Korkutd. 1974 - ö. ?MeslekGörüntüle
12Nilgün Marmarad. 13 Şubat 1958 - ö. 13 Ekim 1987MeslekGörüntüle
13Tevfik Tanyolaçd. 1897 - ö. 1975Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14Ebubekir Hazım Tepeyrand. 1864 - ö. 5 Haziran 1947Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15Selma Rızad. 5 Şubat 1872 - ö. 5 Ekim 1931Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16KADRÎ DEDEd. ? - ö. ?Madde AdıGörüntüle
17MEKKÎ Mehmed, Mekkelid. 1843 - ö. 1910Madde AdıGörüntüle
18DESFÛRÎ, Şemseddin Efendid. ? - ö. 1597Madde AdıGörüntüle