Madde Detay
YETÎMÎ, La'li-zâde Abdülbâkî
(d. 1090/1679 - ö. 1159/1746)
Tekke Şairi
(Tekke / 18. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Mesnevi şârihi ve Melâmî tarikatı mutasavvıflarından Sarı Abdullah Efendi’nin (ö. 1071/1661) kızından torunu olan ve La’lî Mehmed Efendi’nin (ö. 1119/1707) iki oğlundan birisidir. Bayrami-Melami tarikatının önden gelen ulemalarından olan mutasavvıfın asıl adı Abdülbaki’dir. Şiirlerinde “Yetim” mahlasını kullanmıştır. İstanbul’da 1090/1679 yılında doğmuştur (Muslu 2004: 521). Babası La’li Şeyh Mehmet Efendi Melamiliğin önde gelen kişilerindendir. Medrese eğitimi almış olan babası, 1697-1698 yıllarında kadılık vazifesiyle Mekke’ye gitmiştir. 1701 yılında Anadolu Kazaskerliği görevine getirilmiş, bazı kötü niyetli kimselerin iftiraları sonucunda bir yıl sonra görevinden azledilerek Kıbrıs’a Magosa Kalesine sürülmüş, 1119/1707 yılında burada vefat etmiştir. Ayrıca, Seyyid Abdullah Efendi adında bir kardeşi de vardır (Şahin 2005: 228). Mehmet Nail Tuman şeceresini; La’lizâde Abdülbakî Efendi b. La’lizâde Şeyh Mehmed Efendi b. İbrahim Efendi b. Reisü’l-Küttâp Ali La’lî Efendi b. Ali Efendi b. Mustafa Efendi b. Seyyid Mehmed Efendi şeklinde nakletmektedir (Tuman 1949: 2/1212).
Eğitimine 1696’da medrese eğitimi alarak başlamış, riyaziye ve felsefe eğitimi de almıştır. Lâ’lîzâde Abdülbâki Efendi’nin Melamilik ile ilişkisi babasının isteği üzerine çocukluk yıllarında toplantılara katılarak başlamıştır. Babası, oğlunun hem dinî hem de zahirî ilimleri küçük yaşta almasını sağlamış, Mesnevi’yi, İbnü’l-Fâriz divanını, Davud-ı Kayseri’nin Füsûsü’l-Hikem Şerhini okutmuştur. La’lîzâde Abdülbâkî “Âlim-i rabbânî, âmil-i hakkânî, vâsıl-ı esrâr-ı rûhânî ve mürşidim” dediği babası tarafından iyi bir eğitim verilmiştir (Çakmaktaş 2010: 3). Lâle Devrinde yaşamış olan mutasavvıf önce Bursalı Seyyid Haşim’e (ö.1088/1677) küçük yaşta bağlanmış, daha sonra Şeyhü’l-islam Paşmakçızâde Ali Efendi ve onun ardından Şehit Ali Paşa’ya intisâb ederek melâmîliği en ayrıntısına kadar öğrenmiştir. Melâmîlik içinde yapmış olduğu en önemli görev yüksek devlet ricalinin bu tarikata girmelerini sağlanması olmuştur. Bir ara Mekke’de tanıştığı Nakşibendi şeyhi Murad-ı Buhari'ye 1708 yılından sonra intisap ederek nekşibendiliğe de girmiştir (Azamat 2003: 27/90). Medrese eğitimini tamamladıktan sonra müderris olarak görev yapmaya başladı. Bir süre Fatih-Hobyar Mahallesi, Kâtip Mustafa Efendi Medresesi’nde hocalık yaptı. 1117’de Kudüs Mollası, 1143’te Mısır Mollası unvanlarını aldı. Kudüs Mollalığı görevindeyken 1711 yılında, Melâmî kutbu olan Şehid Dâmad Ali Paşa’nın hocalığını da yapmıştır. Melâmîlikle başlayan tarikat hayatını Nakşibendiliğe de kaydırmaya çalışmıştır. 1725 yılında Vâlide Sultan Medresesi Müderrisliği görevini sürdürürken Kudüs Kadılığı görevine atanmış, fakat çok geçmeden bu görevden de alınmıştır (Şahin 2005: 231). 1730’da Mısır’a gitmiş ve aynı yıl İstanbul’a dönmüştür. Mekke-i Mükerreme pâyesi verilmiş, l737’de İstanbul Kadısı olduktan sonra da Anadolu Kazaskerliği pâyesi verilmiştir. Ömrünün son dönemlerini Eyüp’te evinin yanına yaptırdığı Kalenderhane Tekkesi’nde geçirmiş, “Gülşen-i cennete gülbün ola Lâ’lizâde” mısraının delalet ettiği 1159/1746 yılında vefat etmiştir. Mezarı Kalenderhane Tekkesi’nin bahçesindedir (Galitekin ve Yurdakul 1997: 103).
La’lizâde Abdülbaki ile ilgili; Ayşe Yücel, Lali-zade Abdülbaki Efendi'nin Menakıb-ı Melamiyye-i Bayramiyyesi (1998), Zeynep Akkaya, Lâlizâde Abdülbâkî’nin Hediyyetü'l-Müştâk İsimli Şerhi (2009), Büşra Çakmaktaş, La’lîzâde Abdülbâkî’nin Mebde’ ve Meâd Adlı Eseri (2010) adlarıyla yüksek lisans çalışması yapmışlardır. Manzum ve mensur eserleri vardır:
1. Sergüzeşt: Bayramî-Melamîleri’nin tarih ve geleneklerine dair ilk müstakil eserdir. Eserde Samuncu Baba'dan başlayarak tarikatın kuruluş süreci anlatılmış ve Şehid Ali Paşa'nın vefatına kadar gelen Bayramî-Melamî kutublarının biyografileri verilmiş, eserin sonunda yer alan sebeb-i te’lif kısmında La'lizade'nin hayatına dair bazı bilgiler bulunmaktadır. Birçok yazma nüshası vardır. Süleymâniye Kütüphanesi, Pertev Paşa, nr. 636, 316b-325a vr.
2. Mebde ve Mead: 94 varaktan müteşekkil eser, cebr ve ihtiyar, ezel-ebed, an-ı daim, insanın zuhuru, harflerin esrarı, insan-ı kamil, hazarât-ı hams vb. tasavvufi konuları ele alınmıştır. Sonunda Hacegan tarikatıyla ilgili bilgilere yer vermiştir. Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi , nr. 2366’da mevcuttur.
3. Zeyl-i Meslekü’l-Uşşak: Sarı Abdullah Efendi’nin Meslekü’l-Uşşâk adlı manzumesine aynı vezin ve kâfiyede kırk yedi beyit halinde yazdığı zeyldir. Hz. Peygamber’den Şehid Ali Paşa’ya kadar olan kutupların isimleri zikredilmiştir. [Süleymâniye Kütüphanesi, Pertev Paşa, nr. 636 ]
4. Hediyyetü'1-Müştâk: "Meslekü'l-uşşak" kasidesinin şerhidir. Bu eseri 1717 yılında Limni'de sürgünde bulunduğu sırada yazmıştır.
5. Risâle-i Murâdiye Tercümesi: Murâd-ı Buhârî’nin, baş tarafında Nakşbendî silsilesini ihtivâ eden, tarikat âdâbına dâir Silsiletü’z-Zeheb adlı Arapça eserinin tercümesidir.
6. Gıdâ-yı Ruh : Mevlânâ’nın Mesnevi’sinden seçilmiş bazı beyitlerin şerhlerinden oluşan bir eserdir.
7. Risale-i Ünsiye Tercümesi: Ya’kub Çerhî’nin Bahâeddîn Nakşbend’e intisâbını anlatan ve tarikat âdâbına dâir bilgi veren Farsça risâlesinin tercümesidir.
Bunlardan başka tasavvufla ilgili yirmi eseri daha vardır. İsimleri şöyledir:
Tercüme-i însân-ı Kâmil, Hasbihâl, İbrahim Gülşenî’nin Terceme-i Hâli, Bâzı Meşâyıhın Terceme-i Halleri, İstiğfar Şiiri ve Şerhi, Külliyât-ı La’lîzâde, Mecmua, Tercüme-i Hakikatti’l-Yakîn ve Zülfetü’t-Temkîn, Tercüme-i Hal ve Mektûbât-ı Hz. Sezaî, Muhtasar-ı Silsiletü’l-Ârifın, Murâkabetü’l Fenn fî Mirsâdi’l-yakîn, Resâil-i Lâlizâde, Risale fî Hakkı’l-Bayrâmiyye, Risale fi’d-Duhân, Risâle-i Silsile-i Bayrâmiye, Tasavvufa Dâir Eserler, Tasavvufi bir Risâlenin Tercümesi, Tercüme-i Kimyâ-yı saâdet, Tercüme-i Nemûd ve Bûd, Tercüme-i Risâle-i Ya'kub Karhî (Muslu 2004: 523-524).
Bir tarikat mensubu olarak yazdığı mensur ve manzum eserlerinde sanat kaygısı gütmeden tamamen tasavvufî eserler vermiştir. Eserlerinde, belli bir kültür seviyesine sahip, Arapça ve Farsçaya ise hâkim olduğunu hissettirmektedir. Bu da eserlerinin bazılarında anlaşılmasında zorluklara yol açmaktadır. İyi bir mederese eğitimi almış, diğer dallarda da kendisini geliştirmiş olması eserlerinde açıkça görülmektedir. Eserlerinde, mensubu bulunduğu sistemin iyi bir temsilcisi olarak tasavvufî anlayışı anlatmaktadır. Anlatımın akışı sık sık araya giren Arapça, Farsça kelimelerle, birtakım terkipler, tasavvufî remizler ve sırlarla kesilir. Eserlerinde Melâmîlik ile ilgili mevzulara çokça yer vermiş, dönemine kadar gelen tarikat büyüklerini konu edinmiştir. Eserlerinde zeyl ve şerhe ağırlık vermiştir. La’lîzâde Abdülbâkî, âlim, bürokrat ve mutasavvıf olarak önemli bir yere sahiptir. Tekkeler vasıtasıyla toplum zeminine yayılan tasavvufu Melâmîlik ve Nakşibendîlik dairesinde devlet ricaline taşıma ve devlet ile millet arasında bir bağ oluşturmak adına önemli bir görev almıştır. Bu da onun çok yönlü bir kişiliğe sahip olduğunun göstergesidir.
Kaynakça
Abdülbaki La’lizâde (1976). Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 1. İstanbul: Dergâh Yay.
Akkaya, Zeynep (2009). Lâlizâde Abdülbâkî’nin Hediyyetü'l-Müştâk İsimli Şerhi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi.
Azamat, Nihat (2003). “La’lîzâde Abdülbâki”. İslâm Ansiklopedisi. C. 27. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 90-92.
Banarlı, Nihad Sami (1983). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. C. 2. İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yay. 749-750.
Çakmaktaş, Büşra (2010). La’lîzâde Abdülbâkî’nin Mebde’ ve Meâd Adlı Eseri (İnceleme-Metin). Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi.
Galitekin, Nezih, İlhami Yurdakul (1997). “İstanbul Türbeleri”. İstanbul Araştırmaları. İstanbul. 2: 91-146.
Gölpınarlı, Abdülbaki (1992). Melâmîlik ve Melâmîler. İstanbul: Gri Yay.
Gündüz, İrfan (hzl.) (1995). Sadık Vicdânî Tomar-ı Turuk-ı Aliyye. İstanbul: Enderun Kitabevi.
Işın, Ekrem (1993). “Abdülbâki (La’lîzâde)”. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. C. 1. İstanbul. 28.
La’lizâde Abdülbaki. Hediyetü’l-Muştak. Topkapı Sarayı Müzesi Küt. Emanet Hazinesi No: 1312.
La’lîzâde Abdülbâkî. Gıdâ-yı Rûh. Milli Kütüphane. Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi. No:3014.
La’lîzâde Abdülbâkî. Mebde ve Meâd. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi. H. Mahmud. No: 2366.
La’lîzâde Abdülbâkî. Sergüzeşt. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi. Pertev Paşa. No: 636.
Muslu, Ramazan (2004). Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18. Yüzyıl). İstanbul: İnsan Yay.
Müstakîm-zâde Süleyman Efendi. Menâkib-i Melâmiye-i Şettâriye-i Bayramiye. Süleymaniye Kütüphanesi Nafiz Paşa. No: 1164.
Şahin, Haşim (2005). “Eyüp’te Bir Melâmî Lâ’lîzâde Abdülbâki Efendi”. Tarihi Kültürü ve Sanatıyla Eyüpsultan Sempozyumu IX. İstanbul: Eyüp Belediyesi Yay. 224-231.
Tuman, Mehmet Nail (1949). Tuhfe-i Nâilî. C. 2. İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yay. 1212.
Ünver, N. (2002). “Yetim”. Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi. C. 8. İstanbul: Atatürk Kültür Merkezi Yay. 618-619.
Yavuz, A. Fikri, İsmail Özen (hzl.) (1972). Bursalı Mehmed Tahir Osmanlı Müellifleri. C. 1. İstanbul: Meral Yay.
Yuvalı, Abdülkadir, Ali Aktan (hzl.) (1996). Mehmed Süreyya Sicill-i Osmânî. C .3. İstanbul: Sebil Yay.
Yücel, Ayşe (1988). Lali-zade Abdülbaki Efendi’nin Menakıb-ı Melamiyye-i Bayramiyyesi (İnceleme-Metin). Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DR. MEHMET ÜNALYayın Tarihi: 06.07.2014Güncelleme Tarihi: 12.12.2020Eserlerinden Örnekler
Münacât
Gönül mir’ât-ı zât-ı kibriyâdır
Sıfâtı dem-be-dem sûretnümâdır
Gönüldür şâh-râh-ı vasl-ı mahbûb
Muhibbin rehberi nûr-ı Hüdâdır
Gönül gözü görür yârin cemâlin
Sivâ ref’i ana kuhl-i cilâdır
Gönüldür şemm iden bûyun bu verdin
Gülâbı eşk-i çeşm-i mübtelâdır
Gönül sem’i işitir nutk-i hakkı
Lisân-ı dil bu harfe âşinâdır
Gönül destiyle al câm-ı fenâyı
Dehân-ı dille iç hamr-ı likâdır
Gönül pâyiyle var bezm-i visâle
Gönül halvet-serây-ı dil-rubâdır
Gönül mahbubudur mâşûka hem
Odur mahrem-i visaline sezadır
Gönüldür Tûr-ı Mûsâ âşıkâne
Münâcâta makâm-ı dil-güşâdır
Gönülden sen sırât-ı müstakime
Yetîmâ sâlik ol râh-ı HudÀdır
La’lizâde Abdülbaki. Hediyetü’l-Muştak. Topkapı Sarayı Müzesi Küt. Emanet Hazinesi No: 1312. Vr. 212a-212b.
Gıdâ-yı Ruh’dan (Fil Yavrusu Yiyenler Hikâyesi)
Bir nice kimesne vilâyet-i Hindüstâna sefer iderler ve seyr ü ticârete giderler. Hikmet-i Rabbânî ve ‘inâyet-i subhânî bunlarun yolları üzerine bir âdem gelür ve bunlara nasîhat virür dir ki sizlere cân u dil ile nasîhat iderüm ve sonra yine ben mesâlihüme giderüm. Varacak menzilünüz katı muhâtaradur. Aslâ yiyecek nesne bulunmaz. Berg ü tere ile kanâat idesiz ve didügim tarîka gidesiz. Olmaya ki fil-beççeleri sayd itmege tama’ olına yiyüp sonra sizlerde nişânı buluna veyâhud rayihasından biline. Fil katı yavuzdur bir nice fersah ardunuzca gider sonra sizi helâk ider. Ve hem şimdi fil-beççeleri şikâr itmesi katı asân ammâ sonı ziyân-ender-ziyân. Nümâyişi latîf ü semîn ammâ ânesidür kemîndür. Hele işte ben nasîhat itdüm ve yine yolıma gitdüm diyüp ol aradan gitmiş ve kendüye lazım olanı itmiş. Bunlar dahi kendü yollarına giderler ve ol nâsuhun virdügi haberi tefekkür iderler. Bir niçe fersah gitmişler ve bir semiz fil-beççe gördiler. Karınları katı aç olup ve sabra mecâl kalmayup fil-beççeyi şikâr idüp ve latîf kebâb idüp yirler ve ellerin ve agızların yurlar. Ammâ içlerinden biri yimeyüp perhîz ider ve bunlara muhâlefet ider. Dir ki ben nâsıh sözin tutarum ve berg ü tere ile kanâat iderüm. Tâ ki sonra bana ziyân olmaya ve bagrum kanla dolmaya. Ve’l-hâsıl cümlesi ol arada düşüp yaturlar ve hırs u tamalarından hˇab u gaflete varurlar. Bu yimeyen bî-çâre çoban koyun sürüsin bekler gibi oturur. Sabr ile kendüye saâdet-i sermed getürür. Hemân ol dem görür ki bir fil sehm-nâk ejderhâ gibi segirdüp gelür ve bu derdmendün bogazın alur. Bunı öldürmege dişlerin biler ve üç kez bunun agzın kohular. Görür ki bu bî-çârede ol asl-ı rayiha yok ve gayrıları bogazlarına degin tok. Bunı koyup gayra varur ve her birinün agzını tamâm kohulayup görür kimini tutup iki yırtar ve kimini havâya atup yirlere çalar. Cümlesin anda helâk ider ve bu bî-çâreye vâfir define irsâl ider.
Hisse Hazret-i nâsıh ki Fahr-ı âlem sallallahu aleyhi ve sellem hazretleridür devlet ile dünyâya geldiler ve Kur’ân-ı Kerîmü’ş-şân getürdiler ve bize tamâm necât u delâl ve harâm u helâl yolların beyân u ayân itdiler. Saâdetle girü sefer idüp âhirete gitdiler. İmdi dünyâda kişinün ıyş u maâşı ve kirde ve aşı hemân kuvvet-i lâ-yemût. Ne an ki lût u pût ola ve karnı harâm ile tola. İmdi rûhum gerçe fil-beççe semz ü latîf ammâ sonra fil yavuz herîfdür. Makberede münkir ve nekir gelür ve Rabbün ve nebin kimdür diyu nidâ kılur ve bûy-ı dehânunda seni bilür. Ana göre ceza kılur.
La’lîzâde Abdülbâkî. Gıdâ-yı Rûh. Milli Kütüphane. Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi. No:3014. 78b-80a.
Na't (Hediyetü’l-Muştak'tan)
Vücudun mebdei bahri huviyyet yâ Rasûlallâh
Zuhurun sureti mir’âtı vahdet yâ Rasûlallâh
Cemâlin surei Rahmânı furkanı hakîkattir
Kemâlinle mukemmeldir risâlet yâ Rasûlallâh
Sen ol hurşîdi enversin ki zerrâti avâlim hep
Senin nûrunla buldu hüsni sûret yâ Rasûlallâh
Edüp mi’râcı cismânî alel’l-arşı istevâ oldun
Bilindi sırrı mâ evhâda hikmet yâ Rasûlallâh
Lisânındır kalem nûni dehâna levhi nutk üzre
Muharrer oldu Kur’ân âyet âyet yâ Rasûlallâh
Dedin el-fakru fahrî fakr zâtını mutemmimdir
Duyuldu noldugun ettin işâret yâ Rasûlallâh
Yetîme râhı aşkında hidâyet eyle sultânım
Dahi rûz-i cezâda kıl şefâat yâ Rasûlallâh
Gölpınarlı, Abdülbaki (1992). Melâmîlik ve Melâmîler. İstanbul: Gri Yay. 154.
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 06.07.2014Güncelleme Tarihi: 12.12.2020Eserlerinden Örnekler
Münacât
Gönül mir’ât-ı zât-ı kibriyâdır
Sıfâtı dem-be-dem sûretnümâdır
Gönüldür şâh-râh-ı vasl-ı mahbûb
Muhibbin rehberi nûr-ı Hüdâdır
Gönül gözü görür yârin cemâlin
Sivâ ref’i ana kuhl-i cilâdır
Gönüldür şemm iden bûyun bu verdin
Gülâbı eşk-i çeşm-i mübtelâdır
Gönül sem’i işitir nutk-i hakkı
Lisân-ı dil bu harfe âşinâdır
Gönül destiyle al câm-ı fenâyı
Dehân-ı dille iç hamr-ı likâdır
Gönül pâyiyle var bezm-i visâle
Gönül halvet-serây-ı dil-rubâdır
Gönül mahbubudur mâşûka hem
Odur mahrem-i visaline sezadır
Gönüldür Tûr-ı Mûsâ âşıkâne
Münâcâta makâm-ı dil-güşâdır
Gönülden sen sırât-ı müstakime
Yetîmâ sâlik ol râh-ı HudÀdır
La’lizâde Abdülbaki. Hediyetü’l-Muştak. Topkapı Sarayı Müzesi Küt. Emanet Hazinesi No: 1312. Vr. 212a-212b.
Gıdâ-yı Ruh’dan (Fil Yavrusu Yiyenler Hikâyesi)
Bir nice kimesne vilâyet-i Hindüstâna sefer iderler ve seyr ü ticârete giderler. Hikmet-i Rabbânî ve ‘inâyet-i subhânî bunlarun yolları üzerine bir âdem gelür ve bunlara nasîhat virür dir ki sizlere cân u dil ile nasîhat iderüm ve sonra yine ben mesâlihüme giderüm. Varacak menzilünüz katı muhâtaradur. Aslâ yiyecek nesne bulunmaz. Berg ü tere ile kanâat idesiz ve didügim tarîka gidesiz. Olmaya ki fil-beççeleri sayd itmege tama’ olına yiyüp sonra sizlerde nişânı buluna veyâhud rayihasından biline. Fil katı yavuzdur bir nice fersah ardunuzca gider sonra sizi helâk ider. Ve hem şimdi fil-beççeleri şikâr itmesi katı asân ammâ sonı ziyân-ender-ziyân. Nümâyişi latîf ü semîn ammâ ânesidür kemîndür. Hele işte ben nasîhat itdüm ve yine yolıma gitdüm diyüp ol aradan gitmiş ve kendüye lazım olanı itmiş. Bunlar dahi kendü yollarına giderler ve ol nâsuhun virdügi haberi tefekkür iderler. Bir niçe fersah gitmişler ve bir semiz fil-beççe gördiler. Karınları katı aç olup ve sabra mecâl kalmayup fil-beççeyi şikâr idüp ve latîf kebâb idüp yirler ve ellerin ve agızların yurlar. Ammâ içlerinden biri yimeyüp perhîz ider ve bunlara muhâlefet ider. Dir ki ben nâsıh sözin tutarum ve berg ü tere ile kanâat iderüm. Tâ ki sonra bana ziyân olmaya ve bagrum kanla dolmaya. Ve’l-hâsıl cümlesi ol arada düşüp yaturlar ve hırs u tamalarından hˇab u gaflete varurlar. Bu yimeyen bî-çâre çoban koyun sürüsin bekler gibi oturur. Sabr ile kendüye saâdet-i sermed getürür. Hemân ol dem görür ki bir fil sehm-nâk ejderhâ gibi segirdüp gelür ve bu derdmendün bogazın alur. Bunı öldürmege dişlerin biler ve üç kez bunun agzın kohular. Görür ki bu bî-çârede ol asl-ı rayiha yok ve gayrıları bogazlarına degin tok. Bunı koyup gayra varur ve her birinün agzını tamâm kohulayup görür kimini tutup iki yırtar ve kimini havâya atup yirlere çalar. Cümlesin anda helâk ider ve bu bî-çâreye vâfir define irsâl ider.
Hisse Hazret-i nâsıh ki Fahr-ı âlem sallallahu aleyhi ve sellem hazretleridür devlet ile dünyâya geldiler ve Kur’ân-ı Kerîmü’ş-şân getürdiler ve bize tamâm necât u delâl ve harâm u helâl yolların beyân u ayân itdiler. Saâdetle girü sefer idüp âhirete gitdiler. İmdi dünyâda kişinün ıyş u maâşı ve kirde ve aşı hemân kuvvet-i lâ-yemût. Ne an ki lût u pût ola ve karnı harâm ile tola. İmdi rûhum gerçe fil-beççe semz ü latîf ammâ sonra fil yavuz herîfdür. Makberede münkir ve nekir gelür ve Rabbün ve nebin kimdür diyu nidâ kılur ve bûy-ı dehânunda seni bilür. Ana göre ceza kılur.
La’lîzâde Abdülbâkî. Gıdâ-yı Rûh. Milli Kütüphane. Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi. No:3014. 78b-80a.
Na't (Hediyetü’l-Muştak'tan)
Vücudun mebdei bahri huviyyet yâ Rasûlallâh
Zuhurun sureti mir’âtı vahdet yâ Rasûlallâh
Cemâlin surei Rahmânı furkanı hakîkattir
Kemâlinle mukemmeldir risâlet yâ Rasûlallâh
Sen ol hurşîdi enversin ki zerrâti avâlim hep
Senin nûrunla buldu hüsni sûret yâ Rasûlallâh
Edüp mi’râcı cismânî alel’l-arşı istevâ oldun
Bilindi sırrı mâ evhâda hikmet yâ Rasûlallâh
Lisânındır kalem nûni dehâna levhi nutk üzre
Muharrer oldu Kur’ân âyet âyet yâ Rasûlallâh
Dedin el-fakru fahrî fakr zâtını mutemmimdir
Duyuldu noldugun ettin işâret yâ Rasûlallâh
Yetîme râhı aşkında hidâyet eyle sultânım
Dahi rûz-i cezâda kıl şefâat yâ Rasûlallâh
Gölpınarlı, Abdülbaki (1992). Melâmîlik ve Melâmîler. İstanbul: Gri Yay. 154.
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 12.12.2020Eserlerinden Örnekler
Münacât
Gönül mir’ât-ı zât-ı kibriyâdır
Sıfâtı dem-be-dem sûretnümâdır
Gönüldür şâh-râh-ı vasl-ı mahbûb
Muhibbin rehberi nûr-ı Hüdâdır
Gönül gözü görür yârin cemâlin
Sivâ ref’i ana kuhl-i cilâdır
Gönüldür şemm iden bûyun bu verdin
Gülâbı eşk-i çeşm-i mübtelâdır
Gönül sem’i işitir nutk-i hakkı
Lisân-ı dil bu harfe âşinâdır
Gönül destiyle al câm-ı fenâyı
Dehân-ı dille iç hamr-ı likâdır
Gönül pâyiyle var bezm-i visâle
Gönül halvet-serây-ı dil-rubâdır
Gönül mahbubudur mâşûka hem
Odur mahrem-i visaline sezadır
Gönüldür Tûr-ı Mûsâ âşıkâne
Münâcâta makâm-ı dil-güşâdır
Gönülden sen sırât-ı müstakime
Yetîmâ sâlik ol râh-ı HudÀdır
La’lizâde Abdülbaki. Hediyetü’l-Muştak. Topkapı Sarayı Müzesi Küt. Emanet Hazinesi No: 1312. Vr. 212a-212b.
Gıdâ-yı Ruh’dan (Fil Yavrusu Yiyenler Hikâyesi)
Bir nice kimesne vilâyet-i Hindüstâna sefer iderler ve seyr ü ticârete giderler. Hikmet-i Rabbânî ve ‘inâyet-i subhânî bunlarun yolları üzerine bir âdem gelür ve bunlara nasîhat virür dir ki sizlere cân u dil ile nasîhat iderüm ve sonra yine ben mesâlihüme giderüm. Varacak menzilünüz katı muhâtaradur. Aslâ yiyecek nesne bulunmaz. Berg ü tere ile kanâat idesiz ve didügim tarîka gidesiz. Olmaya ki fil-beççeleri sayd itmege tama’ olına yiyüp sonra sizlerde nişânı buluna veyâhud rayihasından biline. Fil katı yavuzdur bir nice fersah ardunuzca gider sonra sizi helâk ider. Ve hem şimdi fil-beççeleri şikâr itmesi katı asân ammâ sonı ziyân-ender-ziyân. Nümâyişi latîf ü semîn ammâ ânesidür kemîndür. Hele işte ben nasîhat itdüm ve yine yolıma gitdüm diyüp ol aradan gitmiş ve kendüye lazım olanı itmiş. Bunlar dahi kendü yollarına giderler ve ol nâsuhun virdügi haberi tefekkür iderler. Bir niçe fersah gitmişler ve bir semiz fil-beççe gördiler. Karınları katı aç olup ve sabra mecâl kalmayup fil-beççeyi şikâr idüp ve latîf kebâb idüp yirler ve ellerin ve agızların yurlar. Ammâ içlerinden biri yimeyüp perhîz ider ve bunlara muhâlefet ider. Dir ki ben nâsıh sözin tutarum ve berg ü tere ile kanâat iderüm. Tâ ki sonra bana ziyân olmaya ve bagrum kanla dolmaya. Ve’l-hâsıl cümlesi ol arada düşüp yaturlar ve hırs u tamalarından hˇab u gaflete varurlar. Bu yimeyen bî-çâre çoban koyun sürüsin bekler gibi oturur. Sabr ile kendüye saâdet-i sermed getürür. Hemân ol dem görür ki bir fil sehm-nâk ejderhâ gibi segirdüp gelür ve bu derdmendün bogazın alur. Bunı öldürmege dişlerin biler ve üç kez bunun agzın kohular. Görür ki bu bî-çârede ol asl-ı rayiha yok ve gayrıları bogazlarına degin tok. Bunı koyup gayra varur ve her birinün agzını tamâm kohulayup görür kimini tutup iki yırtar ve kimini havâya atup yirlere çalar. Cümlesin anda helâk ider ve bu bî-çâreye vâfir define irsâl ider.
Hisse Hazret-i nâsıh ki Fahr-ı âlem sallallahu aleyhi ve sellem hazretleridür devlet ile dünyâya geldiler ve Kur’ân-ı Kerîmü’ş-şân getürdiler ve bize tamâm necât u delâl ve harâm u helâl yolların beyân u ayân itdiler. Saâdetle girü sefer idüp âhirete gitdiler. İmdi dünyâda kişinün ıyş u maâşı ve kirde ve aşı hemân kuvvet-i lâ-yemût. Ne an ki lût u pût ola ve karnı harâm ile tola. İmdi rûhum gerçe fil-beççe semz ü latîf ammâ sonra fil yavuz herîfdür. Makberede münkir ve nekir gelür ve Rabbün ve nebin kimdür diyu nidâ kılur ve bûy-ı dehânunda seni bilür. Ana göre ceza kılur.
La’lîzâde Abdülbâkî. Gıdâ-yı Rûh. Milli Kütüphane. Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi. No:3014. 78b-80a.
Na't (Hediyetü’l-Muştak'tan)
Vücudun mebdei bahri huviyyet yâ Rasûlallâh
Zuhurun sureti mir’âtı vahdet yâ Rasûlallâh
Cemâlin surei Rahmânı furkanı hakîkattir
Kemâlinle mukemmeldir risâlet yâ Rasûlallâh
Sen ol hurşîdi enversin ki zerrâti avâlim hep
Senin nûrunla buldu hüsni sûret yâ Rasûlallâh
Edüp mi’râcı cismânî alel’l-arşı istevâ oldun
Bilindi sırrı mâ evhâda hikmet yâ Rasûlallâh
Lisânındır kalem nûni dehâna levhi nutk üzre
Muharrer oldu Kur’ân âyet âyet yâ Rasûlallâh
Dedin el-fakru fahrî fakr zâtını mutemmimdir
Duyuldu noldugun ettin işâret yâ Rasûlallâh
Yetîme râhı aşkında hidâyet eyle sultânım
Dahi rûz-i cezâda kıl şefâat yâ Rasûlallâh
Gölpınarlı, Abdülbaki (1992). Melâmîlik ve Melâmîler. İstanbul: Gri Yay. 154.
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Münacât
Gönül mir’ât-ı zât-ı kibriyâdır
Sıfâtı dem-be-dem sûretnümâdır
Gönüldür şâh-râh-ı vasl-ı mahbûb
Muhibbin rehberi nûr-ı Hüdâdır
Gönül gözü görür yârin cemâlin
Sivâ ref’i ana kuhl-i cilâdır
Gönüldür şemm iden bûyun bu verdin
Gülâbı eşk-i çeşm-i mübtelâdır
Gönül sem’i işitir nutk-i hakkı
Lisân-ı dil bu harfe âşinâdır
Gönül destiyle al câm-ı fenâyı
Dehân-ı dille iç hamr-ı likâdır
Gönül pâyiyle var bezm-i visâle
Gönül halvet-serây-ı dil-rubâdır
Gönül mahbubudur mâşûka hem
Odur mahrem-i visaline sezadır
Gönüldür Tûr-ı Mûsâ âşıkâne
Münâcâta makâm-ı dil-güşâdır
Gönülden sen sırât-ı müstakime
Yetîmâ sâlik ol râh-ı HudÀdır
La’lizâde Abdülbaki. Hediyetü’l-Muştak. Topkapı Sarayı Müzesi Küt. Emanet Hazinesi No: 1312. Vr. 212a-212b.
Gıdâ-yı Ruh’dan (Fil Yavrusu Yiyenler Hikâyesi)
Bir nice kimesne vilâyet-i Hindüstâna sefer iderler ve seyr ü ticârete giderler. Hikmet-i Rabbânî ve ‘inâyet-i subhânî bunlarun yolları üzerine bir âdem gelür ve bunlara nasîhat virür dir ki sizlere cân u dil ile nasîhat iderüm ve sonra yine ben mesâlihüme giderüm. Varacak menzilünüz katı muhâtaradur. Aslâ yiyecek nesne bulunmaz. Berg ü tere ile kanâat idesiz ve didügim tarîka gidesiz. Olmaya ki fil-beççeleri sayd itmege tama’ olına yiyüp sonra sizlerde nişânı buluna veyâhud rayihasından biline. Fil katı yavuzdur bir nice fersah ardunuzca gider sonra sizi helâk ider. Ve hem şimdi fil-beççeleri şikâr itmesi katı asân ammâ sonı ziyân-ender-ziyân. Nümâyişi latîf ü semîn ammâ ânesidür kemîndür. Hele işte ben nasîhat itdüm ve yine yolıma gitdüm diyüp ol aradan gitmiş ve kendüye lazım olanı itmiş. Bunlar dahi kendü yollarına giderler ve ol nâsuhun virdügi haberi tefekkür iderler. Bir niçe fersah gitmişler ve bir semiz fil-beççe gördiler. Karınları katı aç olup ve sabra mecâl kalmayup fil-beççeyi şikâr idüp ve latîf kebâb idüp yirler ve ellerin ve agızların yurlar. Ammâ içlerinden biri yimeyüp perhîz ider ve bunlara muhâlefet ider. Dir ki ben nâsıh sözin tutarum ve berg ü tere ile kanâat iderüm. Tâ ki sonra bana ziyân olmaya ve bagrum kanla dolmaya. Ve’l-hâsıl cümlesi ol arada düşüp yaturlar ve hırs u tamalarından hˇab u gaflete varurlar. Bu yimeyen bî-çâre çoban koyun sürüsin bekler gibi oturur. Sabr ile kendüye saâdet-i sermed getürür. Hemân ol dem görür ki bir fil sehm-nâk ejderhâ gibi segirdüp gelür ve bu derdmendün bogazın alur. Bunı öldürmege dişlerin biler ve üç kez bunun agzın kohular. Görür ki bu bî-çârede ol asl-ı rayiha yok ve gayrıları bogazlarına degin tok. Bunı koyup gayra varur ve her birinün agzını tamâm kohulayup görür kimini tutup iki yırtar ve kimini havâya atup yirlere çalar. Cümlesin anda helâk ider ve bu bî-çâreye vâfir define irsâl ider.
Hisse Hazret-i nâsıh ki Fahr-ı âlem sallallahu aleyhi ve sellem hazretleridür devlet ile dünyâya geldiler ve Kur’ân-ı Kerîmü’ş-şân getürdiler ve bize tamâm necât u delâl ve harâm u helâl yolların beyân u ayân itdiler. Saâdetle girü sefer idüp âhirete gitdiler. İmdi dünyâda kişinün ıyş u maâşı ve kirde ve aşı hemân kuvvet-i lâ-yemût. Ne an ki lût u pût ola ve karnı harâm ile tola. İmdi rûhum gerçe fil-beççe semz ü latîf ammâ sonra fil yavuz herîfdür. Makberede münkir ve nekir gelür ve Rabbün ve nebin kimdür diyu nidâ kılur ve bûy-ı dehânunda seni bilür. Ana göre ceza kılur.
La’lîzâde Abdülbâkî. Gıdâ-yı Rûh. Milli Kütüphane. Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi. No:3014. 78b-80a.
Na't (Hediyetü’l-Muştak'tan)
Vücudun mebdei bahri huviyyet yâ Rasûlallâh
Zuhurun sureti mir’âtı vahdet yâ Rasûlallâh
Cemâlin surei Rahmânı furkanı hakîkattir
Kemâlinle mukemmeldir risâlet yâ Rasûlallâh
Sen ol hurşîdi enversin ki zerrâti avâlim hep
Senin nûrunla buldu hüsni sûret yâ Rasûlallâh
Edüp mi’râcı cismânî alel’l-arşı istevâ oldun
Bilindi sırrı mâ evhâda hikmet yâ Rasûlallâh
Lisânındır kalem nûni dehâna levhi nutk üzre
Muharrer oldu Kur’ân âyet âyet yâ Rasûlallâh
Dedin el-fakru fahrî fakr zâtını mutemmimdir
Duyuldu noldugun ettin işâret yâ Rasûlallâh
Yetîme râhı aşkında hidâyet eyle sultânım
Dahi rûz-i cezâda kıl şefâat yâ Rasûlallâh
Gölpınarlı, Abdülbaki (1992). Melâmîlik ve Melâmîler. İstanbul: Gri Yay. 154.
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | Rıdvan Memi | d. 07 Nisan 1971 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | GINÂYÎ, Gınâyî Efendi | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | Nural Birden Akca | d. 07 Haziran 1958 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | ŞÂNÎ, Şeyh Şânî Mustafa Efendi | d. 1679 - ö. 1766-67 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | HÂMÎ, Ahmed | d. 1679 - ö. 1747 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | RIZÂ, Neccâr-zâde Şeyh Rızâ | d. 1679-80 - ö. 07.02.1746 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | ÂRİF, Şeyh Seyyid Hacı Ârif Çelebi | d. ? - ö. 1746-47 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | RIZÂ, Neccâr-zâde Şeyh Rızâ | d. 1679-80 - ö. 07.02.1746 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | HULVÎ, Hulvî Abdullah Efendi | d. ? - ö. 1746-47 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | REMZİYE BACI | d. 1890 - ö. 1946 | Meslek | Görüntüle |
11 | CÜNÛNÎ AHMED DEDE, Larendeli | d. 1543? - ö. 1620 | Meslek | Görüntüle |
12 | SABUHİ, Şeyh Ahmed Dede | d. 1584 - ö. 1647 | Meslek | Görüntüle |
13 | ALİ ÇELEBİ | d. ? - ö. 1777 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | NÜZULÎ, Mustafa | d. ? - ö. 1744 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | FAHRÎ, Ahmed | d. ? - ö. 1799 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | RAHMÎ, Bursalı Pîr Mehmed | d. ? - ö. 1567/68 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | ŞÂKİR, Cerrâh Şâkir Efendi | d. ? - ö. 19. yy. | Madde Adı | Görüntüle |
18 | ŞEMSÎ BABA, Yûsuf Şemseddîn, Eğribozlu | d. 1796 - ö. 1885 | Madde Adı | Görüntüle |