Madde Detay
SİNȂN PAŞA, Yûsuf Sinâneddîn
(d. 16 Recep 845 ?/30 Kasım 1441 ? - ö. 24 Safer 891/1 Mart 1486)
nâsir, divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Fâtih döneminin önemli ilim ve devlet adamlarından Sinân Paşa’nın asıl ismi Yûsuf’tur. Doğum yılı ve yeri hakkında biyografik kaynaklarda farklı bilgiler mevcuttur. Mecdî Mehmed Efendi’ye göre (Özcan 1989: 194), babası öldüğünde Sinân Paşa yirmi yaşlarındadır. Dolayısıyla babası 863/1458-59 tarihi civarında (Yazıcıoğlu 1998: 413) vefat ettiğine göre Sinân Paşa da 844/1440-41’lü yıllarda doğmuş olmalıdır. Nitekim Tulum (2001: 2), Kudemâdan Birkaç Şâir, Eslâf ve İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi’nde Paşa’nın doğum tarihinin 841/1437-38 olduğuna, ancak bu kaynaklardaki bilgilerin nereden alındığının bilinmediğine de değinerek onun, Mecdî Efendi’nin verdiği 16 Recep 845 /30 Kasım 1441’te doğduğunu kabul etmek gerektiğini belirtmiştir. Sinân Paşa’nın doğum yeri konusu da ihtilaflıdır ve tezkirelerde buna dair de bir bilgi yoktur. Hoca Sa’deddîn (1279: 499), Bursalı Mehmed Tâhir (1338: 223) ve Ertaylan’a (1965: 7) göre Sinân Paşa Bursalıdır. Fâik Reşâd (1311: 187) Paşa’nın İstanbul’da, Uzunçarşılı (1963: 194) ise “Sivrihisar veya Bursa”da dünyaya geldiğini yazmıştır.
Sinân Paşa’nın bir fetvadaki “Yûsuf bin Hızır bin Celâleddîn” şeklindeki imzasından, babasının İstanbul’un ilk kadısı, “ilim dağarcığı” diye anılan Hızır Bey; dedesinin ise Sivrihisar kadısı Celâleddîn Efendi olduğu anlaşılmaktadır (Uzunçarşılı 1965: Levha 1). Annesi ise âlim Mollâ Yegân’ın kızıdır. Mollâ Yegân aynı zamanda şairin babası Hızır Bey’in hocasıdır. Mazıoğlu’nun verdiği bilgilere göre (1966: 667) Sinân Paşa, Fâtih dönemininin kazaskerlerinden Mollâ Mehmed’in kız kardeşiyle evlendi ve bu evliliklerinden Ahmed ve Mehmed Çelebi adında iki çocukları oldu. Mehmed Çelebi, Mahmûd Paşa Medresesinde müderrislik yaptıktan sonra bazı kadılıklarda bulunup genç yaşta öldü. Sinân Paşa’nın kardeşleri Bursa müftüsü Ahmed Paşa (ö. 925/1510) ile Bursa kadısı Yakûb Paşa (ö.891/1486) da âlim ve fazıl kişiler olup pek çok ilmî eser meydana getirmişlerdir. Tezkirelerde Sinân Paşa’nın kimlerden ders aldığına ilişkin bir bilgi yoktur. Latîfî (Canım 2000: 310) ve Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin (Sungurhan Eyduran 2009: 401) belirttiğine göre Sinân Paşa, yüksek anlayış ve kavrayış yeteneği ile keskin zekâsı sayesinde genç yaşında pek çok bilgiye sahip oldu. İlk eğitimini babası Hızır Bey’den aldı. Fâtih, Hızır Bey’i İstanbul’a davet ettiğinde 13-14 yaşında olan Sinân Paşa, İstanbul’a geldikten sonra aile çevresindeki ilim muhitine girdi. Dedesi Mollâ Yegân’ın meclislerine devam etti. Bu meclislerde Mollâ Gürânî, Mollâ Kırımî, Mollâ Hüsrev, Hoca-zâde ve Kestelî gibi devrin önemli âlimleri ile bir araya geldi.
Babasının ölümü üzerine 863/1458-59 yılında Fâtih tarafından önce Edirne’ye daha sonra Darülhadîs’e müderris olarak gönderilen Sinân Paşa’ya çok geçmeden “Hâce-i Sultânî” unvanı verildi ve Paşa, padişah hocalığına yükseltilerek Sahn müderrisliğine tayin edildi. Fâtih Sultân Mehmed zamanında düzenlenen Kânûn-nâme’deki padişah hocaları hakkındaki kayıtlarda hocaların, şeyhülislâmla aynı derecede ve vezir-i azamın dışında bütün vezirlerin üstünde olduğu, bayram tebriklerinde padişahın, hocasına ayağa kalkacağı beyan edilmişti (Mehmed Ârif 1330’dan aktaran Tulum 2001: 3). Bu madde, Fâtih Sultân Mehmed’in Sinân Paşa’ya verdiği değeri göstermesi bakımından önemlidir. Sinân Paşa 875/1474’te vezir oldu ve “Hoca Paşa” olarak anılmaya başladı. Sinân Paşa, Gedik Ahmed Paşa’nın vezaretten azli üzerine vezir-i azamlığa getirildiyse de aynı yıl bu görevden alındı (Uzunçarşılı 1986: 39-41). Sinân Paşa’nın Ma’ârif-nâme’sindeki şu satırlar azledilmesinin sebebinin kendisini çekemeyenler olduğuna işaret etmektedir: “Pâdişâha lâzımdur ki men’ eyleye hizmetinden eshâb-ı şürûrı ve kam’ eyleye memleketinden erbâb-ı fücûrı. Müfsidler sözine aslâ kulak urup ısgâ itmemek gerek ve müzevvir olan vezîri dahı olursa yanından gidermek gerek. Eshâb-ı garazdan kaçmak gerek, tut ki yılandan kaçar ve sözlerin şöyle işitmemek gerek, tut ki semm içer (...) Bir kişiyi vezîr idicek sözini dinlemek gerek ve eğer vezîre inanmazsa vezîr idinmemek gerek. Vezîre hüsn-i i’tikâd itmek gerek ve vezîrin sözüne i’timâd itmek gerek.” (Ertaylan 1961: 254-255). Sinân Paşa, vezirlikten azledildikten sonra hapsedildi. Durumu öğrenen ulema, Fâtih Sultân Mehmed’e müracaat ederek onun affedilerek hapisten çıkarılmasını istedi. Bu yapılmazsa şimdiye kadar yazdıkları eserleri yakıp İstanbul’dan ayrılacaklarını söyleyince padişah da Sinân Paşa’yı hapisten çıkardı. Fâtih, Sivrihisar kadılığı ve müderrisliği ile İstanbul’dan uzaklaştırdığı Sinân Paşa’nın arkasından bir hekim göndererek “mecânîne münâsib tedbîrat” alınmasını emretti. Hekim, İznik’te Paşa’ya yetişip onu yeniden hapsettirdi. Bağlatıp kendisine her gün elli değnek vurdurttu. Durumu haber alan Mollâ Hüsâmeddîn, sultana bir mektup yazarak bu tedavi usulünden vazgeçilmesini istedi. Sonunda hapisten kurtulan Sinân Paşa, Sivrihisar’a gitti ve Fâtih’in ölümüne kadar da orada kaldı. II. Bâyezîd’in tahta geçmesinden sonra İstanbul’a dönen Paşa, yeniden vezirliğe getirilerek günlük yüz akçe ile Edirne Dârülhadîs Medresesi’ne müderris tayin edildi (Özcan 1989: 194-195).
Mecdî Mehmed Efendi’nin (Özcan 1989: 196) bildirdiğine göre Sinân Paşa, 24 Safer 891/1 Mart 1486 tarihinde akşam üzeri vefat etti. Tâhâ suresinin “Vesselamü alâ menittebeü’l-hudâ” şeklindeki 47. ayetinin ebcedle karşılığı olan tarihi Hoca Sa’deddîn Efendi ve Kâtib Çelebi de teyit etmektedir (Bursalı Mehmed Tâhir 1338: 223 ; Mazıoğlu 1966: 668). Paşa’nın ölüm yeri hakkında da kaynaklardaki bilgiler farklıdır. Mecdî’ye göre (Özcan 1989: 195) mezarı İstanbul’da Eyûb Ensârî mezarının yakınındadır. Hoca Sa’deddîn (1279 : 500), Sinân Paşa’nın kabrinin Hazret-i Hâlid civarında Hatîb-zâde yakınında olduğunu belirtmiş, fakat Edirne’de vefat etmiş olabileceğini yazmıştır. Bursalı Mehmed Tâhir (1338: 223) nerede vefat ettiğine dair bilgi vermeden mezarın aynı yerde olduğunu söylemiştir. Uzunçarşılı (1988: 235) ise kabrin bir rivayete göre Gelibolu’da, bir rivayete göre Eyüp’te türbe yanında bulunduğunu aktarmıştır. Tulum’un (2001: 7) Belediye Mezarlıklar Tasnif Komisyonu üyesi olarak çalışan Koman’dan naklettiği bilgiye göre Sinân Paşa’nın kabri, Eyüp’te Samsunlu Hasan Efendi’nin mezarı yanındadır. Mezar taşı koruma altına alınmışsa da bugün nerede olduğu bilinmemektedir.
Sinân Paşa, Fâtih devrinin önemli ilim adamlarından biridir. Felsefe, astronomi, matematik, tefsir, hadis, fıkıh gibi alanlarda geniş bilgi birikimine sahiptir. Keskin zekâsı ve ilim öğrenme isteği ile ulema arasında seçkin bir yer kazandı. Daha yedi yaşında bir çocukken minbere çıkıp halka vaaz ve nasihat etti. Bu durum Latîfî Tezkiresi’nde (Canım 2000: 310) “Rivâyet iderler ki ahd-i tufûliyetde henûz bâlig olmadın belîg olup ve tıfl-ı heft-sâle iken minber-i va’za çıkup halka emr-i mar’ûf ve nehy-i münker iderdi ve tâlibân-ı felâh rüşd-i reşâd ve yümn-i va’z u irşâd ile felâh u reşâd bulup tarîk-ı müstakîme zâhib olurlardı.” sözleriyle anlatılmıştır. Sinân Paşa gençlik dönemlerinde felsefeye büyük bir merak duymuş ve septisizm ekolü ile ilgilendi. Hâdiselerin arkasındaki her şeyi şüphe ile karşılayıp eşyanın hakikatine ulaşmayı hedefleyen Sinân Paşa’nın şüpheciliği o noktaya varır ki bir gün babasıyla birlikte yemek yerken sofradaki tasın bakır olup olmadığından şüphe eder. Bunu babasına söyleyince babası da bakır tası alıp onun kafasına vurur (Özcan 1989: 194). Sinân Paşa akılcı bir felsefi görüşe sahipti. Fakat akılcılığı nakil ile sınırlandırılıp şer’î meseleleri aklın haricinde tuttu. Bu düşüncesini Ma’ârif-nâme’de şu şekilde anlatmıştır: “Şer’ etegini muhkem tutmak gerek ve şerî’at tarîkini gözetmek gerek. Aklına uyup muttasıl öyle ikdâm gerekmez, nakli koyup hemîn akıl cânibine ihtimâm gerekmez. Egerçi akıl asldur, ammâ anda hatâ eksik olmaz.” (Ertaylan 1965: 52). Fâtih Sultân Mehmed, Sinân Paşa’yı kendine hoca olarak seçtiğinde saraydaki kütüphanesi için bir hâfız-ı kütüp istedi. Bunun üzerine Sinân Paşa da padişaha öğrencilerinden Mollâ Lutfî’yi tavsiye etti. Böylece Mollâ Lutfî, Osmanlı tarihinin ilk hâfız-ı kütübü oldu. Sinân Paşa, sarayda ilmî konularda yapılan münazaralarda da büyük üstünlükler gösterdi. Hoca Sa’deddîn Efendi ( 1279: 498), bu durumu “mübâhase ve münâzarada bî-nazîr ve ilzâm-ı hasımda dîlîr idi” sözleriyle anlatmıştır. Sinân Paşa’nın zekâsının üstünlüğünü ve ilim öğrenmedeki aşkını gösteren önemli delillerden biri de Fâtih’in, ondan İstanbul’a davet ettiği Alî Kuşçu’dan matematik öğrenmesini istemesidir. Bunun üzerine Sinân Paşa öğrencisi Mollâ Lutfî’yi Kuşçu’nun derslerine gönderdi. Derslere devam eden Mollâ Lutfî de öğrendiklerini hocasına anlattı. Böylece matematikte bir hayli ilerleyen Paşa, Kâdı-zâde’nin Çağmînî Şerhi’ne hâşiye yazarak bu konudaki ustalığını da gösterdi. Sinân Paşa, vezirlikten ayrıldıktan sonra ünlü eseri Tazarru’-nâme’sinin bir bölümünü kendisine ayırdığı Şeyh Vefâ’ya intisap etti. Hayatının sonlarına denk gelen bu dönemde Şeyh Vefâ’dan aldığı feyzle tasavvufa yöneldi. En önemli Türkçe eserlerini de aynı yıllarda yazdı. Sinân Paşa’nın bu eserleri şunlardır:
1. Tazarru’-nâme: Tazarru’ât, Tazarru’ât-ı Sinân Paşa, Darâ’at-nâme gibi isimlerle anılan bu kitap Sinân Paşa’nın Türkçe eserlerinin ilkidir. Eser iki bölümdür. Tulum neşrine göre ilk 231 sayfa Tazarru’-nâme’nin asıl bölümünü oluşturmaktadır. İlk bölüm de kendi içinde değişik parçalara ayrılmaktadır. İçinde mesnevî biçiminde yazılmış nazım parçaları vardır. Aynı neşre göre metnin ikinci bölümü 233. sayfadan 264. sayfaya kadar sürmektedir. Yedi büyük peygamberin hayatının ele alındığı bu bölüm peygamberler tarihi görünümündedir. Tazarru’-nâme’nin 264 ile 295. sayfaları arasındaki kısmı “Na’t-ı Ȃlü’n-Nebî ve Ashâbih” başlığı ile başlayıp “Na’tü’l-Meşâyihi’l-Kirâm ve Evliyâ’illâhi’l-İzâm” başlığı ile sona ermektedir. Paşa’nın, bu sayfaları Tazarru’-nâme’nin bir bölümü olarak kabul ettiğine dair bilgi yoktur. Nitekim Tulum (2001:16) da bunları zeyil gibi kabul etmek gerektiğini belirtmektedir. Tazarru’-nâme, manzûm-mensûr karışık bir metindir. Eserde 2193 beyit tutan 119 manzum parça bulunmaktadır. Bu kısımlar 1 beyitten 175 beyte kadar değişen uzunluklardadır. Hızır Bey’e ait bir Farsça gazel dışındaki manzum parçalar mesnevî şeklindedir ve “beyt, ebyât, temsîl-i münâsib, mesnevî” gibi başlıklarla verilmektedir. Bunların bir kısmı “İşâret-i Sabr, Beyân-ı Tevekkül, Beyân-ı Rızâ” gibi konu başlıklarıyla kitabın bölümlerini oluşturmaktadır. Tazarru’-nâme ahlâkî, didaktik aynı zamanda tarikat ve tasavvuf yolunun hakikatlerini öğreten, yer yer öğütler, kıssalar ve hikâyelerle bezenmiş bir kitaptır. İçinde havf ve reca arasındaki bir kalbin feryatları, varlığın esrarına ulaşmak isteyen bir beynin çaresizliği, zekâ ve gönlü arasında kalmış yazarının ruh çalkantılarına da yer verilmiştir (Tulum 2001: 15). Sinân Paşa üslubunu yansıtan süslü, secili nesrin en önemli örneği kabul edilen eserin, ilmî neşrini 1971 ve 2001 yıllarında yapan Mertol Tulum, 2011 yılında da Sinân Paşa Yakarışlar Kitabı (Tazarru’-nâme) adıyla diliçi çevirisini yayımlamıştır.
2. Ma’ârif-nâme: Sinân Paşa’nın Tazarru’-nâme’yi tamamladıktan sonra yazmaya başladığı ikinci Türkçe eseridir. Nasihât-nâme ismiyle de bilinir. Müellifin ifadesiyle bu, “ahlâk bâbında, nasîhâtnâme sûretinde bir kitaptır.” (Ertaylan 1965: 26). Yazar, metni bölümlere ayırmamış, düşüncesi ne yöne çekerse kalemini ona uygun şekilde hareket ettirmiş, hatırına ne gelirse onu yazmıştır. Ma’ârif-nâme’de esas olarak İslam ahlakından bahsetmiştir. Bu bahislerde Kur’an’dan olduğu kadar eski filozoflardan, özellikle Eflatun’dan alıntı yapmıştır. Tazarru’-nâme ile karıştırılan eserde, giriş bölümündeki Hz. Peygamber için astronomi terimleriyle yazılan beş beyitlik natın dışında manzum parça bulunmamaktadır (Tulum 2013: 32). Sinân Paşa, bu kitabında da Türkçenin kendi dönemindeki kudretini ortaya koymuştur. Metni, 1965 yılında İsmail Hikmet Ertaylan faksimile olarak, 2013’te ise Mertol Tulum tarafından Sinan Paşa, Maârif-nâme Özlü Sözler ve Öğütler Kitabı adıyla yayımlanmıştır. İkinci çalışmanın bir sayfasında eserin Latin harflerine aktarılmış hali verilmiş, diğer sayfada ise diliçi çevirisi yapılmıştır (Tulum 2013). Tulum neşri bu şekliyle klasik Türk edebiyatında mensur metinler için yapılmış ilk ve tek örnek olma özelliğini taşımaktadır.
3. Tezkiretü’l-Evliyâ: Sinân Paşa’nın son Türkçe eseridir. Paşa, kitabı yazmaya Ma’ârif-nâme’yle aynı zamanda başlamışsa da sonra yazmayı bırakmıştır. Ancak Ma’ârif-nâme’yi tamamladıktan sonra bu kitabına dönmüştür. Tezkiretü’l-Evliyâ, Attâr’ın aynı adı taşıyan eserine yeni kişiler ekleyerek yaptığı bir tercümedir. Ancak Sinân Paşa metne kendi damgasını vurmayı başarmıştır. Nitekim Tulum da (2001: 21) kitabın tercümeden ziyade telif olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Tezkiretü’l-Evliyâ’nın ilmî neşri, 1987 yılında Emine Gürsoy Naskali tarafından yapılmıştır.
Sinân Paşa’nın, dönemindeki Osmanlı medreselerinde okutulan kitaplara hâşiye olarak yazdığı risâle niteliğindeki Arapça eserlerinin çoğu gençlik dönemi aittir. Paşa’nın ilmî konulara hâkimiyetini ortaya koyması bakımından önemli olan Arapça risâleleri şunlardır:
1. Hâşiye alâ Şerhi’l-Mülehhas: Çagmînî’nin el-Mülehhas’ına Kâdı-zâde-i Rûmî’nin yazdığı şerhin hâşiyesidir.
2. Risâle mine’l-Hendese: Alî Kuşçu’nun Fâtih’in huzurunda ortaya attığı bir hendese problemi üzerine kaleme alınmıştır.
3. Hâşiye: Eş-Şerîf el-Cürcânî’nin Mevâkıf Şerhi’nin cevher bahislerine yazılmıştır.
4. Risâle: Hidâye’nin taharet bahsine ait bir risâledir.
5. Cevâb: Eş-Şerîf el-Cürcânî’nin cihet bahsinde getirdiği güçlüğe cevaptır.
6. Cevâb: Bölünmeyen cüz (atom) bahsinde Kastalânî’nin itirazına cevaptır.
7. Risâle fî Halli İşkâli Mu’addili Mesîri’l-Utârid: Utârid’in uzaklığını tayindeki güçlüğün halli hakkında yazılmış bir risâledir.
8. Risâle fî Cevâbi Kestelî Ammâ İsteşkelehu min Şerhi’l-Mevâkıf: Mevâkıf Şerhi’nde müşkül bulduğu mesele hakkında Kestelî’ye cevap mahiyetinde bir risâledir.
9. Ta’lîkat alâ Hâşiyeti’t-Tecrîd li’s-Seyyidi’ş-Şerîf: Es-Seyyid eş-Şerîf’in Tecrîd Hâşiyesi üzerine notlardır.
10. Hâşiye: Beyzâvî’nin Tefsîr’ine yazılmıştır.
11. Hâşiye alâ Sadri’ş-Şerî’a ale’l-Vikâye: Sadru’ş-Şerî’a’nın Vikâye adlı eserine yazdığı hâşiyedir.
Sinân Paşa, daha sonraları kendi adıyla anılan bir üslupla Türkçe eserler yazmıştır. Bu üslup diğer sanatçılarca da taklit edilmiş, ama kimse Paşa’nın seviyesine ulaşamamıştır. Nesir alanında nazımdan bir adım önde olan Paşa, Tulum’a göre şairliği gaye değil vasıta olarak kullanmıştır. Kabûlî Dîvânı’ndaki bir şiirin başlığından onun Fâtih devrinde kurulan şiir meclislerinde ünlü İran şairlere nazireler söylediği anlaşılmaktadır. Devrin şairleriyle de boy ölçüşen Sinân Paşa, eserlerini oluştururken nazım ve nesir farkını gözetmemiştir. Nitekim Tazarrû’-nâme’deki “Sehun-ı dil şi‘rden olur dûr / Nesri manzûm u nazmı olur mensûr” beyti ile bunu açıklamaktadır (Tulum 2001: 11, 66). Latîfî (Canım 2000: 310), Sinân Paşa’nın gazel ve kaside söylediğine, fakat bu şiirlerinde mahlas kullanmadığına değinmiştir. Nesirleri şiire ahenk katan unsurlarla yüklü olup secileri ustaca yapılmıştır. Sinân Paşa üslubunu yansıtan Tazarrû’-nâme’de Arapça ve Farsça kelimelerin dışında pek çok Türkçe kelime de secilidir. Onun eserlerinde seci ile birlikte nesir cümlesine estetik nitelik kazandıran aks, iştikak, tekrir, tenasüp gibi pek çok sanat da uyum içindedir. Metinlerindeki kelimeler sayı, tür, yapı ve ahenk bakımından birbirlerine paraleldir. Paşa, kelimelerin simetrik olduğu iki cümleyi bir araya getirerek söz, ses ve anlam uyumu bakımından nesir cümlelerine olağanüstü bir ahenk kazandırmıştır. Hasibe Mazıoğlu da (1966: 668) kitabın bu özelliği için: “Sinân Paşa’nın elinde bu süslü nesir fevkalâde ahenkli, tabiî ve kıvrak bir hâl almıştır. Bu musanna nesir üslûbu divan edebiyatında asırlarca taklit edilmiş, fakat gittikçe külfetli, sun’î anlaşılmaz bir hâl almış; Tazarru’ât ise, bu nesir üslûbunun bir şâheseri olarak tek kalmıştır.” demektedir.
Kaynakça
Adıvar, Abdulhak Adnan (2000). Osmanlı Türklerinde İlim. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Akbayar, Nuri (hzl.) (1996). Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmânî. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
Babinger, Franz (2003). Fatih Sultan Mehmet ve Zamanı. çev. D. Körpe. İstanbul: Oğlak Yayıncılık.
Baysal, Semra (2001). Sinân Paşa’nın Ma’ârif-nâme Adlı Eseri Üzerine Bir Gramer Çalışması. Yüksek Lisans Tezi. Niğde: Niğde Üniversitesi.
Bursalı Mehmed Tâhir (1338). Osmânlı Müellifleri. C. 2/2. İstanbul.
Canım, Rıdvan (hzl.) (2000). Latîfî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ Tabsıratü’n-Nuzamâ (İnceleme-Metin). Ankara: AKM Yay.
Cunbur, Müjgan (2007). “Sinan Paşa”. Türk Dünyası ve Edebiyatçıları Ansiklopedisi. C. 7. Ankara: AKM Yay.
Danişmend, İsmail Hakkı (2011). İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi. C. I. İstanbul: Doğu Kütüphanesi.
Diriöz, Meserret (1980). “Sinân Paşa”. Türk Ansiklopedisi. C. 29. Ankara: MEB Yay. 67-68.
Fâik Reşâd (1311). “Sinân Paşa”. Eslâf. C. I. 187-194.
Fazlıoğlu, İhsân (1996). “Ali Kuşçunun Bir Hendese Problemi ve Sinân Paşa'ya Nisbet Edilen Cevabı”. Divân İlmi Araştırmalar Dergisi (1): 85-101.
Hikmet, Ertaylan İsmail (hzl.) (1961). Sinan Paşa, Maârif-Nâme. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yay.
Hoca Sa’deddîn Efendi (1279). Tâcü’t-Tevârîh. C. II. İstanbul.
İpekten, Haluk, M. İsen, R. Toparlı, N. Okçu, T. Karabey (1988). Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü. Ankara: KTB Yay.
Keskioğlu, Osman (1953). Fatih Devrinde İlim. Ankara: Diyanet İşleri Reisliği Yay.
Koç, Aylin (2009). “Sinan Paşa”. İslâm Ansiklopedisi. C. 37. İstanbul: TDV Yay. 229-231.
Köksal, Fatih (1998). “Sinan Paşa’nın Nesri ve Nesir Üslubu”. DAÜ Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi (1): 83-97.
Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatçı (hzl.) (2001). Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî. C. I. Ankara: Bizim Büro Yay.
Mazıoğlu, Hasibe (1966). “Sinân Paşa”. İslâm Ansiklopedisi. C. 10. İstanbul: MEB Yay. 666-670.
Mazıoğlu, Hasibe (1968). “Tazarruat”. Necati Lugal Armağanı. Ankara: TTK Yay. 447-462.
Mazıoğlu, Hasibe (1985). “Sinân Paşa”. Büyük Türk Klâsikleri. C. 2. İstanbul: Ötüken Yay. 270-271.
Naskali, Emine Gürsoy (hzl.) (1987). Sinan Paşa, Tezkiretü’l-Evliyâ. Ankara: KTB Yay.
Özcan, Abdülkadir (hzl.) (1989). Mecdî Mehmed Efendi, Hadâiku’ş-Şakâik (Şakâiku’n-Nu’maniye ve Zeyilleri). C. 1. İstanbul: Çağrı Yay.
Recâî-zâde Mahmûd Ekrem (1305). Kudemâdan Birkaç Şâ’ir. İstanbul.
Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2009). Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkiretü'ş-Şuarâ. B. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-21923/h/tsmetinb.pdf [erişim tarihi: 24. 01. 2014].
Şahin, Esma (2005). Sinân Paşa’nın Tazarru’-nâme’sindeki Benzetme Unsurları ve Edebi Tasvirler. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Şemseddîn Sâmî (1311). Kâmûsü'l-A’lâm. C. 4. İstanbul.
Şen, Ayhan (2010). Sinân Paşa’nın Ma’ârif-nâme’sindeki Beyân ve Bedî Kapsamındaki Edebî Sanatların Tahlili. Yüksek Lisans Tezi. Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi.
Tulum, Mertol (hzl.) (2001). Sinan Paşa, Tazarru’-nâme. Ankara: MEB Yay.
Tulum, Mertol (hzl.) (2011). Sinan Paşa, Yakarışlar Kitabı (Tazarru’-nâme). Ankara: TDV Yay.
Tulum, Mertol (hzl.) (2013). Sinan Paşa, Ma’ârif-Nâme Özlü Sözler ve Öğütler Kitabı. Ankara: AKM Yay.
Uzunçarşılı, İ. Hakkı (1963). “Hızır Beyoğlu Sinan Paşa’nın Vezir-i Azamlığına Dair Çok Kıymetli Bir Vesika”. TTK Belleten (105): 41.
Uzunçarşılı, İ. Hakkı (1965). Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı. Ankara: TTK Yay.
Yazıcıoğlu, Mustafa Sâit (1998). “Hızır Bey”. İslâm Ansiklopedisi. C. 17. İstanbul: TDV Yay. 413-415.
Woodhead, Christine (1998). “Sinân Paşa”. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 8. İstanbul: Dergâh Yay. 19-21.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: ARAŞ. GÖR. VOLKAN KARAGÖZLÜYayın Tarihi: 14.02.2014Güncelleme Tarihi: 08.11.2020Eserlerinden Örnekler
Tazarru’-nâme’den
İlâhî! Neylerem ol sırrı ki esrârı yok; neylerem ol rûhı ki envârı yok. Neylerem ol virdi ki derd ü ışkı yok; neylerem ol zikri ki sûz u şevki yok. Neylerem ol rükû’ı ki huzû’ı yok; neylerem ol sücûdı ki huşû’ı yok. Neylerem ol tekbîri ki tekrîmsüz ola; neylerem ol kıyâmı ki ta’zîmsüz ola. Neylerem ol vuzû’ı ki nûrsuz ola; neylerem ol tâ’atı ki huzûrsuz ola.
Ebyât
Vuzûdur bil silâh-ı ehl-i îmân
Vuzû-y-ile kılınur kahr Şeytân
Safâdan kim ki bulmışdur nişân ol
Vuzûsuz yörümez aslâ bir ân ol
Vuzûda her ne var kânûn-ı şer’î
Gerekdür kim temâmet ola mer’î
Huzûr-ı kalbi dahı sen temâmet
Vuzû içre dahı itgil ri’âyet
Bilürem içümün murdârını ben
Velîkin arıdamazam anı ben
İlâhî âbdestüm bilürem hîç
Yuduğum pây ü destüm bilürem hîç
Gönül çün kim mülevves pür-necâset
Ne virür bana bu zâhir tahâret
İşâret-i Evsâf-ı Işk
Işk âsâyiş-i cândur; ışk ârayiş-i cihândur. Işk nemek-dîk-i vefâdur; ışk hadîka-i ehl-i safâdur. Işk hakîkat çarhınun ahteridür; ışk cân leşkerinün mihteridür. Işk bir sultân-ı kâhir ü tîzdür ki, alem çekicek, birbirine vurur vücûd ile ademi; ışk bir bî-karâr u şûr-engîzdür ki, kadem basıcak, şûr u gavgâya bırağur âlemi. Işk bir cevher-i pâktür, araz sanman; ışk râhat-i cândur, maraz sanman
Ebyât
Dir ise Câlinûs ana marazdur
İşitme sözini kim ol garazdur
Hadîs-i ışkı âşık anlar ancak
Ruh-ı Azrâ’yı Vâmık anlar ancak
Kimün kim gülsitândan âgehi yok
Gözinde kâmet-i serv-i sehî yok
Beyân-ı ışkı sen Mansûr’a sorgıl
Var ahvâl-i behişti hûra sorgıl
Işk bir murgdur ki, melâmet-i halk ana bâl olur; ışk bir devlettür ki, idbâr-ı dünya ana ikbâl olur. Işk bâzarında câme-i dîbâyı bir habbeye almazlar; uşşâk mahallesinde nâmus ile nâmı bir çöpe saymazlar. Ȃşık olanlar gayret ü ârı bıragurlar; dost isteyenler evvel vakârı bıragurlar.
Âkil eydür:
- Cübbe vü destâr kanı?
Âşık eydür:
- Hâne-i hammâr kanı ?
Âşık dü kevnden bî-niyâz olur; âşık cihân içinde ser-firâz olur. Işk bir külüng-i pûlâddur ki, her vakit varlık binâsı yıkar; ışk bir bennâ-yı üstâddur ki, dâyim yoklık sarâyın yapar.
Âşık hemîşe belâ-keş olur; dâyim belâ içinde hoş olur. Âşık her dem sûz u şevkde olur; derd-i ışk içinde zevkde olur. Âşıka gıdâ belâ olur, âşıka safâ cefâ olur. Âşık ki yolında merd olur, renci dâr ü râhatı derd olur.
Işk bâzî vü fesâne degüldür; ışk ehli kolayına degüldür. Işk olmayan gönülde lezzet olmaz; ışk olmayan başda devlet olmaz. Işk çeşmesine irmeyen âb-ı hayât nedür, bilmez; ışk Kâf'ına konmayan Sîmurg nicedür, anlamaz. Her dil ki bâzî bisâtında mât olur, kayyim-i âlem olup ebedî hayât bulur.
(Tulum, Mertol (hzl.) (2001). Sinan Paşa, Tazarru’-nâme. Ankara: MEB Yay. 106, 187-190.)
Maârif-nâme’den
Her kişiye bir melek müvekkeldir ve zâbit; emrinde kavîdir, ne âsî ve ne gâlit. Her ne işlersen hep yazılır; cümlesi erte sana arz olunur. O vakitte cevâbın ne ise şimdi fikr eyle, ve o günde olacak hâli şimdi zikr eyle. Dünya ardındadır, âhiret önünde; ardın gözetmek olmaz erlik yolunda. Dünyâ bir bala benzer ki hırsı ziyâde olan helâk olur zübâb gibi, belki bir mezbeleye dönmüşdür ki üstüne tâlibleri üşmüşdür zübâb bigi. Dünyâ ayşı bir hulme benzer ki nâime lezzet verir; bir abes hayâl idiğin uyanıcak bilir. Şu kişi ki dünyâda taabını görmez; âhirette râhat olmaz, ve şu kimse kim yol zahmetini çekmez, menzile varıp istirâhat bulmaz. Râhat lezzetini bulamaz belâ acısını görmeyen, vuslat gülüne yetişmez fırkat hârını çekmeyen. Her ni’met düşvârlık ile hâsıl olur ve her izzet horluk ile hâsıl olur. Devlet kedde göre olur, ve mecd cide göre olur. Gece uykusuzluğu olmayınca dün mezili alınmaz, ve dün ile gitmeyince menzile dahi erilmez.
(Tulum, Mertol (hzl.) (2013). Sinan Paşa, Maârif-nâme, Özlü Sözler Kitabı. Ankara: AKM Yay. 344.)
Tezkiretü’l-Evliyâ’dan
Menâkıb-ı İbrâhîm Edhem, kaddesa’llâhu sırrahu
Ve birisi şol pâdişâh-ı dünyâ vü dîn ve ol sîmurg-ı kûh-ı yakîn, ol genc-i vîrâne-i azlet ve ol gencîne-i hazîne-i devlet, dürr-i sadef-i ikbâl ve dürr-i felek-i iclâl, sultân-ı memâlik-i şer'iât ve bürhân-ı fuzelâ-yı tarîkat... Ol bir pâdişâh idi ki niçe pâdişahlar işiginün gedâsı idi, ol bir sultân idi ki dînün ve dünyânun muktedâsı idi, ol bir ulu-y-idi ki niçe din uluları kapusında hizmetkâr idi ve ol bir server idi ki niçe izzet serleri hâk-ı pâyına nigâr idi, ol bir bahr idi ki meşâyıh-ı cihân andan mugterifler idi, ol bir habr idi ki efâzıl-ı zamân fazlına mu’terifler idi, ol bir kutb-ı a’zam idi ki bir niçe yıl cihân anun sebatı-y-ıla tururdı ve ol bir medâr-ı mu’azzam idi ki niçe müddet felek anun tahrîki-y-ile yürürdi.
(Naskali, Emine Gürsoy (hzl.) Sinan Paşa, Tezkiretü’l-Evliyâ. Ankara: KTB Yay. 78-79.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 14.02.2014Güncelleme Tarihi: 08.11.2020Eserlerinden Örnekler
Tazarru’-nâme’den
İlâhî! Neylerem ol sırrı ki esrârı yok; neylerem ol rûhı ki envârı yok. Neylerem ol virdi ki derd ü ışkı yok; neylerem ol zikri ki sûz u şevki yok. Neylerem ol rükû’ı ki huzû’ı yok; neylerem ol sücûdı ki huşû’ı yok. Neylerem ol tekbîri ki tekrîmsüz ola; neylerem ol kıyâmı ki ta’zîmsüz ola. Neylerem ol vuzû’ı ki nûrsuz ola; neylerem ol tâ’atı ki huzûrsuz ola.
Ebyât
Vuzûdur bil silâh-ı ehl-i îmân
Vuzû-y-ile kılınur kahr Şeytân
Safâdan kim ki bulmışdur nişân ol
Vuzûsuz yörümez aslâ bir ân ol
Vuzûda her ne var kânûn-ı şer’î
Gerekdür kim temâmet ola mer’î
Huzûr-ı kalbi dahı sen temâmet
Vuzû içre dahı itgil ri’âyet
Bilürem içümün murdârını ben
Velîkin arıdamazam anı ben
İlâhî âbdestüm bilürem hîç
Yuduğum pây ü destüm bilürem hîç
Gönül çün kim mülevves pür-necâset
Ne virür bana bu zâhir tahâret
İşâret-i Evsâf-ı Işk
Işk âsâyiş-i cândur; ışk ârayiş-i cihândur. Işk nemek-dîk-i vefâdur; ışk hadîka-i ehl-i safâdur. Işk hakîkat çarhınun ahteridür; ışk cân leşkerinün mihteridür. Işk bir sultân-ı kâhir ü tîzdür ki, alem çekicek, birbirine vurur vücûd ile ademi; ışk bir bî-karâr u şûr-engîzdür ki, kadem basıcak, şûr u gavgâya bırağur âlemi. Işk bir cevher-i pâktür, araz sanman; ışk râhat-i cândur, maraz sanman
Ebyât
Dir ise Câlinûs ana marazdur
İşitme sözini kim ol garazdur
Hadîs-i ışkı âşık anlar ancak
Ruh-ı Azrâ’yı Vâmık anlar ancak
Kimün kim gülsitândan âgehi yok
Gözinde kâmet-i serv-i sehî yok
Beyân-ı ışkı sen Mansûr’a sorgıl
Var ahvâl-i behişti hûra sorgıl
Işk bir murgdur ki, melâmet-i halk ana bâl olur; ışk bir devlettür ki, idbâr-ı dünya ana ikbâl olur. Işk bâzarında câme-i dîbâyı bir habbeye almazlar; uşşâk mahallesinde nâmus ile nâmı bir çöpe saymazlar. Ȃşık olanlar gayret ü ârı bıragurlar; dost isteyenler evvel vakârı bıragurlar.
Âkil eydür:
- Cübbe vü destâr kanı?
Âşık eydür:
- Hâne-i hammâr kanı ?
Âşık dü kevnden bî-niyâz olur; âşık cihân içinde ser-firâz olur. Işk bir külüng-i pûlâddur ki, her vakit varlık binâsı yıkar; ışk bir bennâ-yı üstâddur ki, dâyim yoklık sarâyın yapar.
Âşık hemîşe belâ-keş olur; dâyim belâ içinde hoş olur. Âşık her dem sûz u şevkde olur; derd-i ışk içinde zevkde olur. Âşıka gıdâ belâ olur, âşıka safâ cefâ olur. Âşık ki yolında merd olur, renci dâr ü râhatı derd olur.
Işk bâzî vü fesâne degüldür; ışk ehli kolayına degüldür. Işk olmayan gönülde lezzet olmaz; ışk olmayan başda devlet olmaz. Işk çeşmesine irmeyen âb-ı hayât nedür, bilmez; ışk Kâf'ına konmayan Sîmurg nicedür, anlamaz. Her dil ki bâzî bisâtında mât olur, kayyim-i âlem olup ebedî hayât bulur.
(Tulum, Mertol (hzl.) (2001). Sinan Paşa, Tazarru’-nâme. Ankara: MEB Yay. 106, 187-190.)
Maârif-nâme’den
Her kişiye bir melek müvekkeldir ve zâbit; emrinde kavîdir, ne âsî ve ne gâlit. Her ne işlersen hep yazılır; cümlesi erte sana arz olunur. O vakitte cevâbın ne ise şimdi fikr eyle, ve o günde olacak hâli şimdi zikr eyle. Dünya ardındadır, âhiret önünde; ardın gözetmek olmaz erlik yolunda. Dünyâ bir bala benzer ki hırsı ziyâde olan helâk olur zübâb gibi, belki bir mezbeleye dönmüşdür ki üstüne tâlibleri üşmüşdür zübâb bigi. Dünyâ ayşı bir hulme benzer ki nâime lezzet verir; bir abes hayâl idiğin uyanıcak bilir. Şu kişi ki dünyâda taabını görmez; âhirette râhat olmaz, ve şu kimse kim yol zahmetini çekmez, menzile varıp istirâhat bulmaz. Râhat lezzetini bulamaz belâ acısını görmeyen, vuslat gülüne yetişmez fırkat hârını çekmeyen. Her ni’met düşvârlık ile hâsıl olur ve her izzet horluk ile hâsıl olur. Devlet kedde göre olur, ve mecd cide göre olur. Gece uykusuzluğu olmayınca dün mezili alınmaz, ve dün ile gitmeyince menzile dahi erilmez.
(Tulum, Mertol (hzl.) (2013). Sinan Paşa, Maârif-nâme, Özlü Sözler Kitabı. Ankara: AKM Yay. 344.)
Tezkiretü’l-Evliyâ’dan
Menâkıb-ı İbrâhîm Edhem, kaddesa’llâhu sırrahu
Ve birisi şol pâdişâh-ı dünyâ vü dîn ve ol sîmurg-ı kûh-ı yakîn, ol genc-i vîrâne-i azlet ve ol gencîne-i hazîne-i devlet, dürr-i sadef-i ikbâl ve dürr-i felek-i iclâl, sultân-ı memâlik-i şer'iât ve bürhân-ı fuzelâ-yı tarîkat... Ol bir pâdişâh idi ki niçe pâdişahlar işiginün gedâsı idi, ol bir sultân idi ki dînün ve dünyânun muktedâsı idi, ol bir ulu-y-idi ki niçe din uluları kapusında hizmetkâr idi ve ol bir server idi ki niçe izzet serleri hâk-ı pâyına nigâr idi, ol bir bahr idi ki meşâyıh-ı cihân andan mugterifler idi, ol bir habr idi ki efâzıl-ı zamân fazlına mu’terifler idi, ol bir kutb-ı a’zam idi ki bir niçe yıl cihân anun sebatı-y-ıla tururdı ve ol bir medâr-ı mu’azzam idi ki niçe müddet felek anun tahrîki-y-ile yürürdi.
(Naskali, Emine Gürsoy (hzl.) Sinan Paşa, Tezkiretü’l-Evliyâ. Ankara: KTB Yay. 78-79.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 08.11.2020Eserlerinden Örnekler
Tazarru’-nâme’den
İlâhî! Neylerem ol sırrı ki esrârı yok; neylerem ol rûhı ki envârı yok. Neylerem ol virdi ki derd ü ışkı yok; neylerem ol zikri ki sûz u şevki yok. Neylerem ol rükû’ı ki huzû’ı yok; neylerem ol sücûdı ki huşû’ı yok. Neylerem ol tekbîri ki tekrîmsüz ola; neylerem ol kıyâmı ki ta’zîmsüz ola. Neylerem ol vuzû’ı ki nûrsuz ola; neylerem ol tâ’atı ki huzûrsuz ola.
Ebyât
Vuzûdur bil silâh-ı ehl-i îmân
Vuzû-y-ile kılınur kahr Şeytân
Safâdan kim ki bulmışdur nişân ol
Vuzûsuz yörümez aslâ bir ân ol
Vuzûda her ne var kânûn-ı şer’î
Gerekdür kim temâmet ola mer’î
Huzûr-ı kalbi dahı sen temâmet
Vuzû içre dahı itgil ri’âyet
Bilürem içümün murdârını ben
Velîkin arıdamazam anı ben
İlâhî âbdestüm bilürem hîç
Yuduğum pây ü destüm bilürem hîç
Gönül çün kim mülevves pür-necâset
Ne virür bana bu zâhir tahâret
İşâret-i Evsâf-ı Işk
Işk âsâyiş-i cândur; ışk ârayiş-i cihândur. Işk nemek-dîk-i vefâdur; ışk hadîka-i ehl-i safâdur. Işk hakîkat çarhınun ahteridür; ışk cân leşkerinün mihteridür. Işk bir sultân-ı kâhir ü tîzdür ki, alem çekicek, birbirine vurur vücûd ile ademi; ışk bir bî-karâr u şûr-engîzdür ki, kadem basıcak, şûr u gavgâya bırağur âlemi. Işk bir cevher-i pâktür, araz sanman; ışk râhat-i cândur, maraz sanman
Ebyât
Dir ise Câlinûs ana marazdur
İşitme sözini kim ol garazdur
Hadîs-i ışkı âşık anlar ancak
Ruh-ı Azrâ’yı Vâmık anlar ancak
Kimün kim gülsitândan âgehi yok
Gözinde kâmet-i serv-i sehî yok
Beyân-ı ışkı sen Mansûr’a sorgıl
Var ahvâl-i behişti hûra sorgıl
Işk bir murgdur ki, melâmet-i halk ana bâl olur; ışk bir devlettür ki, idbâr-ı dünya ana ikbâl olur. Işk bâzarında câme-i dîbâyı bir habbeye almazlar; uşşâk mahallesinde nâmus ile nâmı bir çöpe saymazlar. Ȃşık olanlar gayret ü ârı bıragurlar; dost isteyenler evvel vakârı bıragurlar.
Âkil eydür:
- Cübbe vü destâr kanı?
Âşık eydür:
- Hâne-i hammâr kanı ?
Âşık dü kevnden bî-niyâz olur; âşık cihân içinde ser-firâz olur. Işk bir külüng-i pûlâddur ki, her vakit varlık binâsı yıkar; ışk bir bennâ-yı üstâddur ki, dâyim yoklık sarâyın yapar.
Âşık hemîşe belâ-keş olur; dâyim belâ içinde hoş olur. Âşık her dem sûz u şevkde olur; derd-i ışk içinde zevkde olur. Âşıka gıdâ belâ olur, âşıka safâ cefâ olur. Âşık ki yolında merd olur, renci dâr ü râhatı derd olur.
Işk bâzî vü fesâne degüldür; ışk ehli kolayına degüldür. Işk olmayan gönülde lezzet olmaz; ışk olmayan başda devlet olmaz. Işk çeşmesine irmeyen âb-ı hayât nedür, bilmez; ışk Kâf'ına konmayan Sîmurg nicedür, anlamaz. Her dil ki bâzî bisâtında mât olur, kayyim-i âlem olup ebedî hayât bulur.
(Tulum, Mertol (hzl.) (2001). Sinan Paşa, Tazarru’-nâme. Ankara: MEB Yay. 106, 187-190.)
Maârif-nâme’den
Her kişiye bir melek müvekkeldir ve zâbit; emrinde kavîdir, ne âsî ve ne gâlit. Her ne işlersen hep yazılır; cümlesi erte sana arz olunur. O vakitte cevâbın ne ise şimdi fikr eyle, ve o günde olacak hâli şimdi zikr eyle. Dünya ardındadır, âhiret önünde; ardın gözetmek olmaz erlik yolunda. Dünyâ bir bala benzer ki hırsı ziyâde olan helâk olur zübâb gibi, belki bir mezbeleye dönmüşdür ki üstüne tâlibleri üşmüşdür zübâb bigi. Dünyâ ayşı bir hulme benzer ki nâime lezzet verir; bir abes hayâl idiğin uyanıcak bilir. Şu kişi ki dünyâda taabını görmez; âhirette râhat olmaz, ve şu kimse kim yol zahmetini çekmez, menzile varıp istirâhat bulmaz. Râhat lezzetini bulamaz belâ acısını görmeyen, vuslat gülüne yetişmez fırkat hârını çekmeyen. Her ni’met düşvârlık ile hâsıl olur ve her izzet horluk ile hâsıl olur. Devlet kedde göre olur, ve mecd cide göre olur. Gece uykusuzluğu olmayınca dün mezili alınmaz, ve dün ile gitmeyince menzile dahi erilmez.
(Tulum, Mertol (hzl.) (2013). Sinan Paşa, Maârif-nâme, Özlü Sözler Kitabı. Ankara: AKM Yay. 344.)
Tezkiretü’l-Evliyâ’dan
Menâkıb-ı İbrâhîm Edhem, kaddesa’llâhu sırrahu
Ve birisi şol pâdişâh-ı dünyâ vü dîn ve ol sîmurg-ı kûh-ı yakîn, ol genc-i vîrâne-i azlet ve ol gencîne-i hazîne-i devlet, dürr-i sadef-i ikbâl ve dürr-i felek-i iclâl, sultân-ı memâlik-i şer'iât ve bürhân-ı fuzelâ-yı tarîkat... Ol bir pâdişâh idi ki niçe pâdişahlar işiginün gedâsı idi, ol bir sultân idi ki dînün ve dünyânun muktedâsı idi, ol bir ulu-y-idi ki niçe din uluları kapusında hizmetkâr idi ve ol bir server idi ki niçe izzet serleri hâk-ı pâyına nigâr idi, ol bir bahr idi ki meşâyıh-ı cihân andan mugterifler idi, ol bir habr idi ki efâzıl-ı zamân fazlına mu’terifler idi, ol bir kutb-ı a’zam idi ki bir niçe yıl cihân anun sebatı-y-ıla tururdı ve ol bir medâr-ı mu’azzam idi ki niçe müddet felek anun tahrîki-y-ile yürürdi.
(Naskali, Emine Gürsoy (hzl.) Sinan Paşa, Tezkiretü’l-Evliyâ. Ankara: KTB Yay. 78-79.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Tazarru’-nâme’den
İlâhî! Neylerem ol sırrı ki esrârı yok; neylerem ol rûhı ki envârı yok. Neylerem ol virdi ki derd ü ışkı yok; neylerem ol zikri ki sûz u şevki yok. Neylerem ol rükû’ı ki huzû’ı yok; neylerem ol sücûdı ki huşû’ı yok. Neylerem ol tekbîri ki tekrîmsüz ola; neylerem ol kıyâmı ki ta’zîmsüz ola. Neylerem ol vuzû’ı ki nûrsuz ola; neylerem ol tâ’atı ki huzûrsuz ola.
Ebyât
Vuzûdur bil silâh-ı ehl-i îmân
Vuzû-y-ile kılınur kahr Şeytân
Safâdan kim ki bulmışdur nişân ol
Vuzûsuz yörümez aslâ bir ân ol
Vuzûda her ne var kânûn-ı şer’î
Gerekdür kim temâmet ola mer’î
Huzûr-ı kalbi dahı sen temâmet
Vuzû içre dahı itgil ri’âyet
Bilürem içümün murdârını ben
Velîkin arıdamazam anı ben
İlâhî âbdestüm bilürem hîç
Yuduğum pây ü destüm bilürem hîç
Gönül çün kim mülevves pür-necâset
Ne virür bana bu zâhir tahâret
İşâret-i Evsâf-ı Işk
Işk âsâyiş-i cândur; ışk ârayiş-i cihândur. Işk nemek-dîk-i vefâdur; ışk hadîka-i ehl-i safâdur. Işk hakîkat çarhınun ahteridür; ışk cân leşkerinün mihteridür. Işk bir sultân-ı kâhir ü tîzdür ki, alem çekicek, birbirine vurur vücûd ile ademi; ışk bir bî-karâr u şûr-engîzdür ki, kadem basıcak, şûr u gavgâya bırağur âlemi. Işk bir cevher-i pâktür, araz sanman; ışk râhat-i cândur, maraz sanman
Ebyât
Dir ise Câlinûs ana marazdur
İşitme sözini kim ol garazdur
Hadîs-i ışkı âşık anlar ancak
Ruh-ı Azrâ’yı Vâmık anlar ancak
Kimün kim gülsitândan âgehi yok
Gözinde kâmet-i serv-i sehî yok
Beyân-ı ışkı sen Mansûr’a sorgıl
Var ahvâl-i behişti hûra sorgıl
Işk bir murgdur ki, melâmet-i halk ana bâl olur; ışk bir devlettür ki, idbâr-ı dünya ana ikbâl olur. Işk bâzarında câme-i dîbâyı bir habbeye almazlar; uşşâk mahallesinde nâmus ile nâmı bir çöpe saymazlar. Ȃşık olanlar gayret ü ârı bıragurlar; dost isteyenler evvel vakârı bıragurlar.
Âkil eydür:
- Cübbe vü destâr kanı?
Âşık eydür:
- Hâne-i hammâr kanı ?
Âşık dü kevnden bî-niyâz olur; âşık cihân içinde ser-firâz olur. Işk bir külüng-i pûlâddur ki, her vakit varlık binâsı yıkar; ışk bir bennâ-yı üstâddur ki, dâyim yoklık sarâyın yapar.
Âşık hemîşe belâ-keş olur; dâyim belâ içinde hoş olur. Âşık her dem sûz u şevkde olur; derd-i ışk içinde zevkde olur. Âşıka gıdâ belâ olur, âşıka safâ cefâ olur. Âşık ki yolında merd olur, renci dâr ü râhatı derd olur.
Işk bâzî vü fesâne degüldür; ışk ehli kolayına degüldür. Işk olmayan gönülde lezzet olmaz; ışk olmayan başda devlet olmaz. Işk çeşmesine irmeyen âb-ı hayât nedür, bilmez; ışk Kâf'ına konmayan Sîmurg nicedür, anlamaz. Her dil ki bâzî bisâtında mât olur, kayyim-i âlem olup ebedî hayât bulur.
(Tulum, Mertol (hzl.) (2001). Sinan Paşa, Tazarru’-nâme. Ankara: MEB Yay. 106, 187-190.)
Maârif-nâme’den
Her kişiye bir melek müvekkeldir ve zâbit; emrinde kavîdir, ne âsî ve ne gâlit. Her ne işlersen hep yazılır; cümlesi erte sana arz olunur. O vakitte cevâbın ne ise şimdi fikr eyle, ve o günde olacak hâli şimdi zikr eyle. Dünya ardındadır, âhiret önünde; ardın gözetmek olmaz erlik yolunda. Dünyâ bir bala benzer ki hırsı ziyâde olan helâk olur zübâb gibi, belki bir mezbeleye dönmüşdür ki üstüne tâlibleri üşmüşdür zübâb bigi. Dünyâ ayşı bir hulme benzer ki nâime lezzet verir; bir abes hayâl idiğin uyanıcak bilir. Şu kişi ki dünyâda taabını görmez; âhirette râhat olmaz, ve şu kimse kim yol zahmetini çekmez, menzile varıp istirâhat bulmaz. Râhat lezzetini bulamaz belâ acısını görmeyen, vuslat gülüne yetişmez fırkat hârını çekmeyen. Her ni’met düşvârlık ile hâsıl olur ve her izzet horluk ile hâsıl olur. Devlet kedde göre olur, ve mecd cide göre olur. Gece uykusuzluğu olmayınca dün mezili alınmaz, ve dün ile gitmeyince menzile dahi erilmez.
(Tulum, Mertol (hzl.) (2013). Sinan Paşa, Maârif-nâme, Özlü Sözler Kitabı. Ankara: AKM Yay. 344.)
Tezkiretü’l-Evliyâ’dan
Menâkıb-ı İbrâhîm Edhem, kaddesa’llâhu sırrahu
Ve birisi şol pâdişâh-ı dünyâ vü dîn ve ol sîmurg-ı kûh-ı yakîn, ol genc-i vîrâne-i azlet ve ol gencîne-i hazîne-i devlet, dürr-i sadef-i ikbâl ve dürr-i felek-i iclâl, sultân-ı memâlik-i şer'iât ve bürhân-ı fuzelâ-yı tarîkat... Ol bir pâdişâh idi ki niçe pâdişahlar işiginün gedâsı idi, ol bir sultân idi ki dînün ve dünyânun muktedâsı idi, ol bir ulu-y-idi ki niçe din uluları kapusında hizmetkâr idi ve ol bir server idi ki niçe izzet serleri hâk-ı pâyına nigâr idi, ol bir bahr idi ki meşâyıh-ı cihân andan mugterifler idi, ol bir habr idi ki efâzıl-ı zamân fazlına mu’terifler idi, ol bir kutb-ı a’zam idi ki bir niçe yıl cihân anun sebatı-y-ıla tururdı ve ol bir medâr-ı mu’azzam idi ki niçe müddet felek anun tahrîki-y-ile yürürdi.
(Naskali, Emine Gürsoy (hzl.) Sinan Paşa, Tezkiretü’l-Evliyâ. Ankara: KTB Yay. 78-79.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | İbrahim Alâettin Gövsa | d. 1889 - ö. 29 Ekim 1949 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | (MEVLEVİ) MEHMET ABDÜLBAKİ | d. 1882 - ö. 25.02.1935 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | ÂRİF, Ârif Bey | d. ? - ö. 1822-23 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | ALÎ ŞÎR NEVÂYÎ/NEVÂÎ, FÂNÎ | d. 9 Şubat 1441 - ö. 3 Ocak 1501 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | ŞÂKİR, Gümrükçü Hüseyin Paşa-zâde Hüseyin Şâkir Bey | d. ? - ö. 1744-45 | Meslek | Görüntüle |
6 | NİSBETÎ, Ali Nisbetî Efendi | d. ? - ö. Haziran-Temmuz 1679 | Meslek | Görüntüle |
7 | RAHMİ, Abdurrahîm Efendi | d. ? - ö. 1808-09 | Meslek | Görüntüle |
8 | EFLÂKÎ, Eflâkî Dede, Eflâkî Ahmed Ârifî, Ârifî | d. ? - ö. 1359-60 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
9 | BAHÂ, Bahâeddîn ibn Abdurrahmân-ı Magalkaravî | d. ? - ö. 1423-24’ten sonra | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
10 | YAZICI SÂLİH, Sâlih bin Süleymân | d. ? - ö. 1409’dan sonra | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
11 | DÂ'Î, Mehmed | d. 1605 - ö. 1659-60 | Madde Adı | Görüntüle |
12 | CEMÎL, Köprülü-zâde Mahmûd Cemîl Bey | d. 1834 - ö. 1914 | Madde Adı | Görüntüle |
13 | ÂRİF, Mehmed | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |