Madde Detay
VEYSÎ, Üveys Çelebi, Üveys b. Mehmed
(d. 969/1561 - ö. 1037/1628)
münşî ve şair
(Divan/Yazılı Edebiyat / 17. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
969/1561 yılında, -1922'ye kadar Aydın'ın, şimdi ise Manisa'nın bir ilçesi olan- Alaşehir'de doğan Veysî'nin asıl adı Üveys olup kaynaklarda Üveys Çelebi ve Üveys b. Mehmed diye geçer. Mehmed adında Alaşehirli bir kâdının oğlu olan Veysî’nin bazı kaynaklarda Veysî-i Üskübî olarak kaydedilmesi, uzun süre Üsküp’te çalışması ve Üsküp'e yerleşerek burada ölmesinden kaynaklanmaktadır (Çelebi 1941:I/738; Sâmî 1316:VI/4713; Rıfat 1300:VII/132). Alaşehirli şair Makâlî Mustafa Bey (ö.997/1589)'in kız kardeşinin oğludur. Alaşehir'de başladığı eğitimini, İstanbul'da Salih Molla Efendi (ö.996/1588)'nin yanında tamamladı ve ondan mülâzemet aldı (Sâmi 1317:6/4713-4714; Müstakimzâde 2000:438b; Tâhir 1972:II/423; Gencay 2009:288). 992/1584-5 yılında Anadolu kazaskeri Molla Ahmet Efendi (ö.1009/1600)'nin sohbet ve derslerine katıldı. Veysî, bu sohbet ve dersleri dönemin resmî tarihçisi Şehnâmeci Seyyid Lokman (ö.1010/1601-02)'ın ağzından hicvederek tasvir etti. Nev'î-zâde'nin anlatımına göre, memur adayı genç Veysî, Farsça kaleme alınan bu hicviye sayesinde meşhur olduğu gibi, atanmasını geciktirdiği için bir hayli mâlî sıkıntılarla da karşılaşmıştır. Nihayet dostlarından biri, Veysî'nin manzum ve mensur eserlerini, içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıları da dile getirerek Molla Ahmed Efendi'ye arz eder, affedilerek bir göreve atanması ricasında bulunur. Bunun üzerine Molla Ahmed Efendi, "Hataları affederek intikam töhmetinden kurtulmak kolaydır, asıl hüner kötülüğe karşı iyilik yapmaktır." diyerek, Veysî'yi Mısır'da Benî Harâm kadılığına atar (Özcan 1989:II/714). Orada normal süresini dolduran Veysî, sırasıyla Ferre ve Reşîd kadılıklarında bulundu. Vezir Şerîf Mehmed Paşa, 1004/1595 yılında Mısır valiliğine atanınca Veysî'yi de divan naibi olarak yanına aldı. Daha sonra Anadolu'da Akhisar, Tire ve Alaşehir kadılığı, Aydın ve Saruhan (Manisa)'da emvâl-i hassa müfettişliği gibi görevlerde bulundu. 2012 /1603 yılında Rumeli kazaskerliğine intisap ederek teftiş görevinin yanı sıra Siroz kadılığına atandı. 5 Muharrem 1013/3 Haziran 1604 tarihinde Sadrazam Malkoç Yavuz Ali Paşa (ö.1013/1604) komutasında Engürüs (Macaristan) seferine çıkan ordu, Sofya ovasında konakladığı sırada, Veysî'ye Selanik'in Drama sancağına bağlı Pravişte kadılığının yanı sıra Ordu-yı Hümayun kadılığı da verildi. Ali Paşa, 28 Safer 1013/26 Temmuz 1604 tarihinde Belgrat'ta vefat edince görevden alınan Veysî, büyük bir üzüntü içinde İstanbul'a döndü. Divan-ı Hümayun tarafından Rodoscuk (Tekirdağ) kadılığına atanan Veysî, Rumeli kazaskeri Esad Efendi (ö.1034/1625) göreve başlatmasa da daha sonra Zilkade 1013/Mart 1605'te, Priştine'ye ilaveten Üsküp kadılığına atandı. Muharrem 1015/Mayıs 1606'te Divân-ı Hümayun tarafından bu görevden alınarak Sakız'a ataması yapıldı, henüz orada göreve başlamadan aynı yılın ortalarında yeniden Üsküp kadılığına iade edildi. Bu durumu Misâlî, şöyle ifade eder: Misâlî şâd olup gûş eyledükde didi târîhin / Yine Veysî Efendi hâkim oldı şehr-i Üskûb'a
Safer 1019/Mayıs 1610'da Tırhala kadılığına atandığında, ayrıca Eğriboz ve İnebahtı kazalarında denetleme (teftiş) ve vergi toplama (tahsîl-i emvâl) görevi de kendisine verildi. Rebiülahir 1022/Haziran 1613'te üçüncü kez Üsküp kadılığına getirildi. Azledildikten sonra Receb 1024/Ağustos 1615'te dördüncü defa Üsküp kadısı oldu. Bir senesini tamamlayınca yerine yine selefi Kemâl-zâde atandı. Receb 1027/Temmuz 1618'de Ramazan Efendi yerine yine Üsküp kadısı oldu. 1029/1620 yılı içinde azledilerek, yerine Rodosî-zâde atanmışken 1030/1621'de İstanbul’a gelip vezir-i azam Güzelce Ali Paşa (ö.1030/1621)’nın yardımlarıyla ikinci gün altıncı kez Üsküp’e ataması yapıldı. Şaban 1031/Haziran 1622’de nakil yoluyla Rodoscuk (Tekirdağ)’a gönderildi ve yerine Muhammed Efendi atandı. Üsküp’e tekrar dönemeyince 1031/1622 yılında İstanbul’a gelerek Dağardı ile birlikte Gümülcine kadılığına atamasını yaptırır. Bir ay sonra Vezir Mere Hüseyin Paşa (ö.1033/1624) tarafından haksız bir şekilde bu görev Salih Efendi’ye arpalık olarak verilince, “Mansıbımız Tophâneli Sâlih-nâm kâdıya verilmiş.” diye yüksek sesle tepki göstermesinin akranları tarafından hoş karşılanmadığı Nev'î-zâde'nin ifadelerinden anlaşılmaktadır (1989: 715). Cemaziyülevvel 1034/Şubat 1625 tarihinde Rumeli kazaskeri Ganî-zâde Nâdirî Efendi (ö.1036/1627) tarafından Üsküp’e yedinci defa atandı. Muharrem 1036/ Ekim 1626’da görevinden ayrılıp, yerine Kâmî-zâde Abdurrahman Çelebi atandı. Üsküp’te 14 Zilhicce 1037/15 Ağustos 1628 tarihinde altmış sekiz yaşında vefat etti. Mezarı, Üsküp’ün dışında Hacılaryolu denen Komanova Caddesi üzerindedir. Atâî, "nakş-ı levh-ı mezârı bu beyt-i belâgat-şi'âr kılındı." diyerek kendisine ait şu tarih beytini verir: Veysî ki olmış idi tagazzülde bî-bedel / Ta'yîn-i sâl-i fevtine târîhdir “gazel” (Özcan 1989:II/715). Bursalı M. Tahir ise dikdörtgen prizma şeklindeki mezar taşında “vefat tarihi olmak üzere, Veysî’yi cennetin kapısında bırakan yalnız bu beyt-i âdî mahkûkdür” der: "Didi ahbâbın biri târîhini / Cân-ı Veysî gitti bâb-ı cennete" (Tâhir 1338:II/472).
Veysî’nin, uzun boylu, güzel yüzlü, tatlı dilli, latifeyi seven, açık sözlü, eleştiriye eğilimli; toplumsal olaylara, özellikle haksızlıklara karşı ilgisiz kalmayan, aleyhine de olsa onları eleştirmekten geri durmayan bir karaktere sahip olduğu; bundan dolayı da seveni kadar sevmeyeni de çok olduğu kaynaklardan anlaşılmaktadır.
Eserleri:
1. Dürretü't-tâc fî-sîreti sâhibi'l-mi'râc: Yazarın en ünlü eseri olup daha çok Siyer-i Veysî adıyla bilinmektedir. Müzeyyen nesir ile kaleme alınmış olup, şiirsel dili, canlı tasvirleri ve özgün üslubuyla bir çığır açmıştır. Peygamberin hayatını Mekke (doğumundan hicrete kadar) ve Medine (Hicret'ten Bedir savaşına kadar) dönemleri olmak üzere iki bölümde ele alır. Eseri tamamlamaya şairin ömrü vefa etmemiş, anlatım Bedir savaşında kalmıştır. Esere pek çok zeyl yazılmıştır. Bunlardan Nev'î-zâde Atâyî (ö.1635) vefatı üzerine Zeyl'ini tamamlayamamıştır. Nâbî (ö.1712) ise iki zeyl yazmıştır; önce Benî Kaynuka olayından başlayarak Mekke'nin fethine kadarki olayları; daha sonra devamını yazmıştır. Nâbî'nin bu Zeyl'i, Veysî'nin eseriyle birkaç defa birlikte (Bulak, 1245, 1284, İstanbul 1286), bir defa da müstakil olarak (Bulak 1248) basılmıştır. Nazmî-zâde Murtazâ Bağdâdî de Nâbî'nin zeyline bir zeyl yazmıştır. Nâbî ve Nazmî-zâde'nin zeyillerinde olmayan ya da eksik kalan kısımları da Tıflî Ahmed Çelebi zeyliyle tamamlamıştır. Süleyman Tâlip ise Nâbî'nin ilk zeylinin zeylidir. Ayrıca Tezkire sahibi Seyyid Mehmed Rızâ ve Bosnalı Abdülkerim Sâmî Efendi'nin zeyilleri olduğu bilinmekle beraber hakkında bilgi bulunmamaktadır (Özcan 2013: c.44/ 347). Dürretü't-tâc üzerine bir doktora yapılmıştır (Yılmaz 1997).
2. Hâb-nâme: Rüyâ-nâme ya da Vâkı'a-nâme adlarıyla da bilinen eser, Nev'î-zâde Atâyî'nin anlatımına göre, "hikâyenin en güzeli, en yalan olanıdır" latifesiyle, Sadrazam Nasuh Paşa (5 Ağustos 1611 - 17 Ekim 1614 tarihleri arasında sadrazamlık yapmıştır)'ya sunulur. Ancak, Abbasi Halifesi Mu'tasım Billah'ın muktedir veziri İbn Alkamî (593-656/1197-1258)'nin hıyanetiyle ilgili hikâyeden bir tariz sezinleyen Paşa, gerekli iltifatı göstermez. Eser, Büyük İskender ile I. Ahmed'in diyalogunu işleyen bir rüyaya dayanmaktadır. Rüyada başta İskender olmak üzere eski dönem padişahları, I. Ahmed ve devlet erkânı bir mecliste oturmaktadırlar. I. Ahmed, döneminin olumsuzluklarından şikâyet eder, İskender ise Hz. Âdem'den o güne kadar gerçekleşen 37 olumsuz olayı "yahûd, veyâhûd" bağlaçlarıyla birbirine bağlayarak anlatır. Her olayı "...olduğunda mı âlem ma'mûr u âbâdân idi." ifadesiyle bitirerek hayatın realitesine dikkati çeker. Hâb-nâme yazarın diğer eserlerine oranla daha sade bir dile sahiptir. Eser defalarca basılmıştır. (Bulak 1252; İstanbul 1263, 1284; Münşeât-ı Azîziyye fî-Âsârı Osmâniyye'nin sonunda 1286; Siyer-i Veysî, Münşe'ât ve Şehâdet-nâme ile birlikte 1293; inceleme, tenkitli metin ve sadeleştirmesiyle birlikte Mustafa Altun, Hâb-nâme-i Veysî, İstanbul 2011) .
3. Münşe'ât: Veysî'nin çeşitli vesilelerle dostlarına ve devlet büyüklerine, onların da kendisine yazdığı mektupları içeren bir eserdir. Eser üzerinde bir doktora çalışması yapılmaktadır (Süleymaniye Ktp. Esad Efendi. nr.3330; İstanbul 1286).
4. Fütûh-ı Mısır: Yazarın, Mısır'da kadı iken 1000/1591-92 yılında yazdığı ve Okçu-zâde Mehmed Paşa'ya gönderdiği bu eser, Amr b. Âs'ın Mısır fethini anlatmaktadır. Kaynaklarda Risâle-i Amr b. el-Âs adıyla da geçen eser tamamlanmamıştır (Süleymaniye Ktb. Esad Efendi, nr. 900).
5. Meraca'l-bahreyn fî-ecvibe 'alâ-i'tirâzâti'l-Cevherî: Kâmûsu'l-muhît yazarı Firûzâbâdî (ö.1414)'nin, es-Sıhâh fî'l-luğa'nın müellifi Ebû Nasr İsmâil b. Hammâd el-Cevherî (ö.1010)'ye getirdiği eleştirilere verilen cevaplardan ibarettir. Veysî, pek çok kaynağa başvurarak hazırladığı bu Arapça eserini tamamlayamamıştır. Eserin otograf (hatt-ı desti) nüshası Râgıb Paşa Ktb. nr.1415'te kayıtlıdır. Eser üzerinde bir akademik çalışma yapılmıştır (Şensoy 1995).
6. Düstûru'l-amel fî-mübâhâti'l-ibâdât: Dinî konuları ve menkıbeleri ihtiva eden eserde imanın beş esası mukayese edilir ve kelime-i şahadet olan "lâ ilâhe illa'llah" hepsine tercih edilir. Kütüphane kataloglarına Şahâdet-nâme, Fezâil-i Kelime-i Tevhîd, Risâle fî-fezâili Kelimeti lâ ilâhe illa'llah adlarıyla da kaydedilen eser iki defa basılmıştır (İstanbul 1283, 1286).
7. Gurretü'l-'asr fî-tefsîri sûreti'l-'asr: Asr suresinin tefsirinden ibarettir (Süleymaniye Ktb. Esad Efendi, nr.3635).
8. Hediyyetü'l-muhlisîn ve tezkiretü'l-muhbitîn: Bazı kaynaklar, akaid ve ahlâka dair bu eserin Veysî’ye ait olduğunu bildirmektedir (Çelebi 1972:II/2042; Tahir 1338:II/478). Ancak Milli Kütüphane’de Veysî adına kayıtlı, müsvedde görünümündeki nüshanın Arapça mukaddimesinde "ve ba'd fe-yekûlu el-'abdu el-Üveysî el-hakîr ve'z-za'îf.." ifadesi yer almaktadır. Buradaki "el-Üveysî" kelimesi sonradan karalanmıştır. Yine bu nüshanın sonunda 57b varağında "bu müntehabın ihtitâmından sonra bu hurûfı câmi' olan 'abd-i harîk ve bahr-ı isyâna garîk olan.." ibaresinden sonra sayfa kenarına çıkarılan ok şu "sahh" kaydını göstermektedir: "Şeyh Bâlî bin Üveys 'afâ 'anhümâ." Ayrıca kitabın sonundaki Arapça dua, "harrarahu'l-hakîr ed-dâ'î eş-Şeyh Bâlî el-Üveysî ..." ketebe kaydıyla son bulmaktadır (06 Mil. Yz. A 6013). Bunun yanı sıra oldukça sade, sanattan arî dili ve üslubu göz önünde bulundurulduğunda eserin Veysî'ye ait olmadığı kanaati oluşmaktadır.
9. Dîvân: Veysî'nin dîvân'ında, iki na't, yirmi altı kaside, iki terkib-i bend, bir terci-i bend, bir tesdis, beş tahmis, altmış altı gazel, yirmi beş beyit, yedi kıta bulunmaktadır. Divan'da yer almayan, ahlakî değerlerde ve ticarî, idarî ilişkilerde görülen yozlaşmayı eleştiren "Üveysî" mahlaslı bir "Kaside"nin de Veysî'ye ait olduğu kaynaklarda geçmekte ise de dili, üslubu, mahlası ve içeriği ona ait olmadığı kanaatini güçlendirmektedir (Topkapı Sarayı Müzesi Ktb. Yeni Yazmalar, Fetâvâ Mecmuası, no:617, 28a-29b; Gibb 1990:157; Hoca 2002:63). Veysî'nin Divân'ında yer alan iki terkib-i bendden biri, bazı kaynakların müstakil bir eser olarak bahsettikleri "Tevbe-nâme" adlı manzumedir. Altışar beyitlik dokuz bendden oluşan bu tasavvufî manzume Zeyniyye Tarikatı halifelerinden Abdurrahim Merzifonî'nin etkisiyle kaleme alınmıştır (Tahir 1338: II/478; Hoca 2002:69; Tuğluk 2009:197-214) Divân'ın tenkitli metni doktora tezi olarak hazırlanmıştır (Toska 1985). Ayrıca yüksek lisans tezi olarak Dîvân biçim ve içerik bakımından incelenmiştir (Hoca 2002).
10. Hicviyye: Başında "Manzûme-i Veysî Çelebi ez-zebân-ı Lokmân-ı şehnâme-gûy" kaydı bulunan ve mesnevi nazım şekliyle yazılmış otuz iki beyitlik Farsça bir manzumedir. Veysî, bu manzumede Anadolu kazaskeri Molla Ahmed'in ders ve sohbetlerini dönemin saray şehnamecisi Seyyid Lokman (ö.1010/1601-02)'ın dilinden tasvir eder. İçinde birtakım galiz ifadelerin de yer aldığı bu hicviye sayesinde Veysî meşhur olmuştur (Süleymaniye Ktb. Esad Efendi, nr.2309).
Edebi Şahsiyeti
Veysî, şiirlerinden çok mensur eserleriyle bilinmektedir. Belagat kitaplarında "üslûb-ı müzeyyen" diye tanımlanan sanatlı nesrin en güzel örneklerini ortaya koyan Veysî, aynı zamanda, duygu ve düşünceyi estetik bir dil ile ortaya koymadaki başarısıyla bu sahanın en büyük ustası kabul edilen Nergisî'ye de model olmuştur. Hatta nesrinin daha sade olması bakımından Veysî'yi, Nergisî'den üstün gören eleştirmenler de bulunmaktadır (Tahir 1338:II/478). Veysî'nin, Arapça-Farsça kökenli kelimeleri büyük bir vukufiyetle kullandığı; Türkçe sözdizimi bakımından çeşitlilik arz eden sağlam cümlelerle nesrini kurduğu görülmektedir. Sözdizimi açısından birleşik, bağlı ve sıralı yapılarıyla genişleyen; teşbih, istiare vb edebî sanatlarla derinleşen; cinas ve secilerin sağladığı ahenk ile alımlı bir hal alan cümleleriyle, o, döneminde ve daha sonraki dönemlerde en çok okunan ve örnek alınan bir yazar olmuştur.
Veysî, daha çok bir münşî ve nâsir olarak tanınmıştır, ancak o, aynı zamanda bütün şuara tezkirelerinde kendisine yer bulabilecek dirayette bir şairdir. Klasik edebiyatın geleneksel imkân ve teknikleri çerçevesinde, genellikle aşk ve güzellik temalarını işleyen şair, edebi sanatları kullanmadaki becerisi ve söz varlığındaki seçiciliği ile akıcı bir dil geliştirebilmiştir. Sosyal fayda prensibi doğrultusunda kaleme aldığı şiirlerinde atasözü ve deyimleri kullanması, onun hikemî tarza yatkınlığını göstermektedir. Şiirlerinde kullandığı dil, şiir estetiğinin geleneksel çerçevesini zorlayan bir özgünlüğü barındırmaz. Şiirinin nesrinden daha sade olması divan edebiyatının doğasının bir sonucudur (Hoca 2002:214-215). Atâ'î'nin başkasından aktardığı şu ifade onun edebi kişiliğini en güzel şekilde özetlemektedir: "İlminden şi'ri evlâ, şi'rinden inşâsı a'lâ, inşâsından musâhabeti râcih, musâhabetinden esbâb-ı vicâhet ü reşâkat-i kâmetinin rüchânı vâzıh ola." (Özcan 1986:II/715).
Kaynakça
Altun, Mustafa (2011). Hâb-nâme-i Veysî. İstanbul: MVT Yay. 12.
Faik Reşâd (1311). Eslâf. İstanbul: 2-6.
Gibb, E.J.Wilkinson (1990). Osmanlı Şiir Tarihi. çev. Ali Çavuşoğlu. C. III. Ankara: Akçağ Yay. 153-160.
Günay, Vehbi (2008). "Osmanlı Nasihat ve Islahatnâme Geleneğinde Veysî ve Hâb-nâme'sinin Yeri". Perspectives on Ottoman Studies: Papers from the 18th Symposium of the İnternational committee of Pre-ottoman and Ottoman Studies (CIEPO) at the University of Zagrep: 300-315.
Hoca, Fadıl (2002). Veysî Divânı Tahlili. Yüksek Lisans Tezi. Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Kanar, M. (1997). "Veysî". İslam Ansiklopedisi. C. XIII. Eskişehir: 308-309.
Katip Çelebi (1287). Fezleke. C. II. İstanbul: 107-108.
Kâtip Çelebi (1971). Keşfü’z-zünûn ani’l-esâmî ve’lfünûn. C. I. İstanbul: 738-739,754, 819.
Kâtip Çelebi (1972). Keşfü’z-zünûn ani’l-esâmî ve’lfünûn. C. II. İstanbul: 1308, 2042.
Kaya, Bayram Ali (2013) "Veysi". İslam Ansiklopedisi. C. 43. İstanbul: TDV Yay. 76-77.
Kılıç, Ahmet (1286). Münşe'ât-ı Veysî. Doktora Tezi. Sosyal Bilimler Enstitüsü. Kayseri: Erciyes Üniversitesi.
Kocatürk, Vasfi Mahir (1970). Büyük Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: Edebiyat Yay. 495-496.
Kurnaz, Cemal-Tatçı, Mustafa (2001). “Rûhî”. Tuman, Nail Tuhfe-i Nâilî. C. II. Ankara: Bizim Büro Yay. 1184.
Mehmed Süreyya (1996). Sicill-i Osmânî. C. 5. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay. 1664.
Müstakîm-zâde (2000). Mecelletü’n-nisâb fi’n-neseb ve’l-künâ ve’l-elkâb. Ankara: Tıpkıbasım: 438b
Özcan, Abdülkadir (hzl) (1989). Nev'î-zâde Atâyî. Hadâiku'l-hakâyık fî-tekmileti'ş-şakâyık. C. II. İstanbul: 713-716.
Özcan, Abdülkadir (2013). "Zeyil". İslam Ansiklopedisi. C. 44. İstanbul: TDV Yay. 347.
Sâmî, Şemseddin (1316). Kâmûsu’l-a’lâm. C. 6. İstanbul: 4713-4714.
Şensoy, Sedat (1995). Veysî ve Eseri Merace'l-Bahreyn'in Tahkiki. Yüksek Lisans Tezi. Sosyal Bilimler Enstitüsü. Konya: Selçuk Üniversitesi.
Tâhir, Bursalı Mehmed (1338). Osmanlı Müellifleri. C. 2. İstanbul: Ali Şükrî Matbaası. 477,478.
Toska, Zehra (1985). Veysî: Divanı, Hayatı, Eserleri ve Edebi Kişiliği. Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Tuğluk, İbrahim Halil (2009). “Klâsik Türk Edebiyatı’nda Manzum Tevbe-nâmeler”, EKEV Akademi Dergisi, Yıl: 13, S. 38, Kış, 2009. 197-214.
Veysi, Hicviyye. ("Manzume-i Veysî Çelebi ez-zebân-ı Lokman-ı Şeh-nâme-gûy" başlığıyla Nev'i-zâde Atâî, Hadâiku'l-hakâik fî Tekmileti'ş-Şakâik sonunda yer almaktadır). Süleymaniye Kütüphanesi. Esad Efendi. 2309. vrk. 461b.
Yılmaz, Nuran (1999). "Veysî'nin Dürretü't-tâc Adlı Siyeri ve Nüshalarının Tanıtımı". Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. (8): 35-43.
Yılmaz, Nuran (1997). Türk Edebiyatında Siyer Türü ve Siyer-i Veysî: Dürretü't-Tâc fî-Sîreti Sâhibi'l-Mi'râc. Sosyal Bilimler Enstitüsü. Kayseri: Erciyes Üniversitesi.
Yılmaz, Nuran (1998), "Habnâme-i Veysî”. Bir Dergisi. ( Prof. Dr. Kemal Eraslan Özel Sayısı) ( 9-10). İstanbul: 651–669.
Zavotçu, Gencay (2009). Rıza Tezkiresi. İstanbul: Sahhaflar Yay. 288.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. SÜLEYMAN ÇALDAKYayın Tarihi: 28.05.2014Güncelleme Tarihi: 23.11.2020Eserlerinden Örnekler
Hikâye
Yârân-ı Sühan-şinâs-ı müderrisînden Üskübî Alî Çelebi-nâm bir şâbb-ı fâzıl-ı dîndâr kâdî-i mahrûse-i Üsküp olduğumda hılâl-ı mutâraha-i vakâyi’-i nebeviyyede nakl itdi ki esnâ-yı seyâhatimde kasâbât-ı Rûmdan Deyrî dimekle ma’rûf ve şöhret-pezîr olan şehre karîb bir deyr-i mu’azzam gördüm ki her kûşesi bir nigâr-hâne-i Çîn ve her safha-i dîvârı nümûne-nümây-ı kâr-nâme-i sûretgerân-ı Mâçîn idi. Nâkıd-ı hurde-bîn-i nazara ruhsat-ı temâşâ-yı mutâla’a virdügümde cümleden mükellef müzeyyen sâhte ve perdâhte bir meclis-i celîlü’ş-şân gördüm ki mülûkâne tertîb ü pâdişâhâne zîynet ü zîb ile ârâyiş virilmiş. Bî-ihtiyâr ol meclisi bir râhib-i köhne-sâlden sordum. Beni tenhâya çekdi, bu sûret sizün peygamberinüz Muhammedü’l-Arabî’nün kâfile-sâlâr-ı kârbân-ı Hicâz olmağıla ticâret-i Şâm’a giderken Buhayrâ-nâm millet-i Mesîhiyyeden bir ruhbân anları istikbâl ile pîşgâh-ı deyre indirüp tertîb itdügi meclis-i ziyâfet nümûnesidür, didi. Ben dahı hâlât-ı rusûmını seyr itdüm, mütûn-ı siyer-i şerîfede mebsût olan mukaddemâta tatbîk eyledüm. Andan ol râhibi veche-i hitâb idüp, yâ peygamberimizün eger evâyil-i sanâdîd-i Nasârâ yanında meb’ûsun bi’l-hak peygamber-i âhirü’z-zamân idügi muhakkak olmasa niçün Buhayrâ-yı ‘ârif ana dâru’z-zıyâfe-i tekrîmde takdîm-i merâsim-i ta’zîm iderdi ve esâtîn-i ulemânuz böyle ‘ibâdetgâh-ı kadîmü’r-resm safahâtında ol zıyâfet-i bâhiru’l-berekât merâsimîn tasvîre niçün ruhsat virürler idi, didigümde, biz Muhammedü’l-Arabî nübüvvetin inkâr itmezüz, belki cehele-i ehl-i İslâmdan havf itmesek “lâ ilâhe illa’llah Muhammedün resûlu’llah” dimeden kaçmazuz, anlar peygamber-i sâdıku’l-va’d-i âhirü’z-zamândür nihâyetü’l-emr Arab’a meb’ûsdur, didi. (Dürretü’t-Tâc fî Sîreti Sâhibi’l-Mi’râc, Milli Kütüphane, 60 Hk 73, 42a-42b)
Âlem kırılur kâkül-i fettânun ucından
Âdemler ölür hançer-i bürrânun ucından
Dâğlar yakayın kelle-i bî-devlete cânâ
Başundaki destâr-ı perîşânun ucından
Âhir başum alur giderin kûy-ı fenâya
Ey şâh senün nîze-i hicrânun ucından
Ser-rişte-i zülfün hevesi geçse gönülden
Bağrum delinür sûze-i müjgânun ucından
Şi'rün gören îsâr-ı cevâhir ider ey dil
Dürler dökilür kilk-i dür-efşânun ucından
Veysî gice meclisde yine yandı yakıldı
Pervâneveş ol şem'-ı şebistânun ucından
Tevbe-nâme
Yeter ey dil heves-i zülf-i siyehkâr yeter
Yeter ey cân-ı belâ-dîde bu efkâr yeter
Ceyb-i endîşeye çek başunı fikr it hâlün
Halk ile eyledügün beyhûde güftâr yeter
Rişte-i fikre dür-i eşk-i nedâmet nazm it
Ârzû-yı dil içün didügün eş’âr yeter
Murg-ı ‘ankâ-per-i nazmun yeter ol yerlere kim
Şâhbâz-ı nazar-ı himmet-i ebrâr yeter
Der-i Mevlâ’ya yüzün sür yeter itdün kendin
Bende-i halka be-gûş-ı der-i eşrâr yeter
Yeter oldı bu hevâ vü hevesi terk idelüm
Yönelüp Hakk’a reh-i sıdk u sedâda gidelüm
Evvelâ ‘azm idelüm bârgeh-i iclâle
Ravza-i şâh-ı rüsül merkad-i sahb u âle
Ol şehün gâşiye ber-dûş olalum mahmiline
Yüz sürüp hâk-i reh-i nâka-ı zer-halhâle
Yollarun hâr-ı mugaylânına yüzler sürelüm
Lâleveş gark idelüm çehreyi hûn-ı âle
Eşk-i hasret saçalum reh-güzer-i hüccâca
Şûrezârında hicâzun bite sünbül [ü] lâle
Sünbüli âteş-i dilden saçılan dûd-ı kebûd
Lâlesi hûn-ı ciğerden dökülen pergâle
Gel senünle varalum yüz sürelüm dergâha
Ya’ni dergâh-ı mu’allâ-yı Resûlu’llâha
Ravzası hâkine fersûde kılup pîşânı
Lâle-gûn eyleyelüm dîde-i hûn-efşânı
Diyelüm ana eyâ ümmetinün gam-hârı
Hastalar çâresi bî-çârelerün dermânı
Enbiyâ mefhari Hallâk-ı cihân mahbûbı
İki ‘âlem güneşi iki cihân sultânı
Feyz-i lutf u kereminden bizi mahrûm itme
Rahmet-i ‘âlem iken devletinün unvânı
Yüz sürerken o safâgâh-ı bülend-eyvâna
Bûs iderken o kadem-cây-ı celîlü’ş-şânı
Kaldırup dest-i du’â kıblegeh-i a’lâya
Yalvaralum bizi yokdan yaradan Mevlâ’ya
Diyelüm ey bizi yokdan getirüp var iden
Cevher-i ‘aklile tıfl-ı dili hüşyâr iden
Tâc-ı îmân u itâ’atla ser-efrâz idüp
Dîn-i İslâm’a kemer-beste-i ısrâr iden
Kalbimüz gonca-ı ser-beste-i tasdîk idüp
Dilimüz bülbül-i destân-zen-i ikrâr iden
Kimimüz devlet ile şâh-ı cihândâr idüp
Kimimüz genc-i kanâ’atla sebük-bâr iden
Ey bizi mahz-ı kemâl-i kerem ü lutfından
Dâr-ı dünyâda bu eltâfa sezâvâr iden
Sonra lâyık mı bizi hasta-ı hicrân itmen
Mübtelâ-yı elem-i âteş-i sûzân itmen
Geçdi ‘ömrüm heves-i zülf-i mu’anberde benüm
Kaldı ‘aklım girih-i kâkül-i dil-berde benüm
Tîğına hançerine mâyil olup dildârun
Çekdigüm derd ü belâ söylene dillerde benüm
Şâh-bâz-ı nazarum niceye dek beste kala
Dâm-ı dil-gîr-i hat-ı yâr-ı semen-berde benüm
Seyyi’âtum yazan ol kâtib-i a’mâl-nüvîs
Vây eger itdigümi hep yaza defterde benüm
Sakalum ak u yüzüm kara sözüm ‘ayn-ı hatâ
Bana ağlan bana ki ‘arsa-ı mahşerde benüm
Ne yüzüm var nazar-ı hazret-i Hakk’a varacak
Ne sözüm var varıcak hazretine yalvaracak
Sadme-i kahrıla bir gün yıkılur tâk-ı nitâk
Bu ber-efrâşte eyvân-ı zer-endûde-revâk
Vaktidür âhunı tîr it kadüni eyle kemân
Sefer-i âhirete sana gerekmez mi yarak
Âh kim fıskıla geçdi giceler gündüzler
Ne ‘ibâdât-ı teheccüd ne salâvât-işrâk
İtdigüm cürme benüm yer ile gök şâhiddür
Bende yirden göge dekdür gazaba istihkâk
Virme dâmânumı dest-i husemâya yâ Rab
Varıcak hazretüne başı kabak yalın ayak
Virmek olursa eger hasma benüm dâmânum
Yine ihsân u kerem senden olur sultânum
Mest olup bâde-i gafletle yitürdük özimüz
Bilmedük düş gibi geçdi gicemüz gündüzimüz
Zikr u tesbîhine sarf eylemedük ‘ömrimüzi
Hazret-i Hakk’a niyâz itmege yokdur yüzimüz
Çehre-fersûde-i ebvâb-ı erâzil olduk
Kalmadı hazretine varmağa hergiz yüzimüz
Ten-i hâkimüzi bir gün götüre sarsar-ı merg
Şöyle ber-bâd ola ki görmeye kimse tozımuz
Görsek ey dîde neler gelse gerek başımuza
Bilsek ey dil ki neler görse gerekdür gözimüz
Zü’l-celâlâ bana ol demleri âsân eyle
İşümi zikr-i cemîlün işim îmân eyle
Tevbe yâ Rabbi giriftâr-ı hevâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi talebkâr-ı belâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi esîr-i mey-i gül-renk olup
Bende-i muğ-beçe-i ‘işve-nümâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi ‘ibâdet sanup itdüklerime
Dâmen-âlûde-i çirk-âb-ı riyâ olduğıma
Ârzû-yı sanem-i mâh-likâ itdügime
Mübtelâ-yı heves-i mihr ü vefâ olduğıma
Pey-rev oldum o sühan-pervere itdüm tevbe
Dâyimâ reh-beri-i ‘amd u hatâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi hatâ yolına gitdüklerime
Bilüp itdüklerime bilmeyüp itdüklerime
Yâ ilâhî şeref-i hazret-i peygamber içün
Siper-i mâhı iki pâre iden server içün
Şeb-i “esrâ”da olan sırr-ı mukaddes hakı
Leyle-i kadrdeki vakt-ı safâ-güster içün
Hande-i hüsn-i cihân-sûzı içün Sıddîk’un
Girye-i hazret-i Ya’kûb-ı belâ-perver içün
Nûr-ı Sıddîk-ı Nebî ma’delet-i Fârûkı
Hilm-i ‘Osmân u kerem-güsteri-i Haydar içün
Ol iki dürr-i dil-efrûz-ı benâ-gûş-ı felek
Ya’ni ol kurreteyi’l-‘ayn-ı şeh-i Hayber içün
Lutf idüp eyledügi cürm ü fesâda bakma
Veysi-i rû-siyehi nâr-ı cahîme yakma
(Tevbe-nâme/ Milli Kütüphane, Kaside, 06 Mil Yz A 4689/3, 80a-81a; 06 Mil Yz A490/5, 56a-57a)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 28.05.2014Güncelleme Tarihi: 23.11.2020Eserlerinden Örnekler
Hikâye
Yârân-ı Sühan-şinâs-ı müderrisînden Üskübî Alî Çelebi-nâm bir şâbb-ı fâzıl-ı dîndâr kâdî-i mahrûse-i Üsküp olduğumda hılâl-ı mutâraha-i vakâyi’-i nebeviyyede nakl itdi ki esnâ-yı seyâhatimde kasâbât-ı Rûmdan Deyrî dimekle ma’rûf ve şöhret-pezîr olan şehre karîb bir deyr-i mu’azzam gördüm ki her kûşesi bir nigâr-hâne-i Çîn ve her safha-i dîvârı nümûne-nümây-ı kâr-nâme-i sûretgerân-ı Mâçîn idi. Nâkıd-ı hurde-bîn-i nazara ruhsat-ı temâşâ-yı mutâla’a virdügümde cümleden mükellef müzeyyen sâhte ve perdâhte bir meclis-i celîlü’ş-şân gördüm ki mülûkâne tertîb ü pâdişâhâne zîynet ü zîb ile ârâyiş virilmiş. Bî-ihtiyâr ol meclisi bir râhib-i köhne-sâlden sordum. Beni tenhâya çekdi, bu sûret sizün peygamberinüz Muhammedü’l-Arabî’nün kâfile-sâlâr-ı kârbân-ı Hicâz olmağıla ticâret-i Şâm’a giderken Buhayrâ-nâm millet-i Mesîhiyyeden bir ruhbân anları istikbâl ile pîşgâh-ı deyre indirüp tertîb itdügi meclis-i ziyâfet nümûnesidür, didi. Ben dahı hâlât-ı rusûmını seyr itdüm, mütûn-ı siyer-i şerîfede mebsût olan mukaddemâta tatbîk eyledüm. Andan ol râhibi veche-i hitâb idüp, yâ peygamberimizün eger evâyil-i sanâdîd-i Nasârâ yanında meb’ûsun bi’l-hak peygamber-i âhirü’z-zamân idügi muhakkak olmasa niçün Buhayrâ-yı ‘ârif ana dâru’z-zıyâfe-i tekrîmde takdîm-i merâsim-i ta’zîm iderdi ve esâtîn-i ulemânuz böyle ‘ibâdetgâh-ı kadîmü’r-resm safahâtında ol zıyâfet-i bâhiru’l-berekât merâsimîn tasvîre niçün ruhsat virürler idi, didigümde, biz Muhammedü’l-Arabî nübüvvetin inkâr itmezüz, belki cehele-i ehl-i İslâmdan havf itmesek “lâ ilâhe illa’llah Muhammedün resûlu’llah” dimeden kaçmazuz, anlar peygamber-i sâdıku’l-va’d-i âhirü’z-zamândür nihâyetü’l-emr Arab’a meb’ûsdur, didi. (Dürretü’t-Tâc fî Sîreti Sâhibi’l-Mi’râc, Milli Kütüphane, 60 Hk 73, 42a-42b)
Âlem kırılur kâkül-i fettânun ucından
Âdemler ölür hançer-i bürrânun ucından
Dâğlar yakayın kelle-i bî-devlete cânâ
Başundaki destâr-ı perîşânun ucından
Âhir başum alur giderin kûy-ı fenâya
Ey şâh senün nîze-i hicrânun ucından
Ser-rişte-i zülfün hevesi geçse gönülden
Bağrum delinür sûze-i müjgânun ucından
Şi'rün gören îsâr-ı cevâhir ider ey dil
Dürler dökilür kilk-i dür-efşânun ucından
Veysî gice meclisde yine yandı yakıldı
Pervâneveş ol şem'-ı şebistânun ucından
Tevbe-nâme
Yeter ey dil heves-i zülf-i siyehkâr yeter
Yeter ey cân-ı belâ-dîde bu efkâr yeter
Ceyb-i endîşeye çek başunı fikr it hâlün
Halk ile eyledügün beyhûde güftâr yeter
Rişte-i fikre dür-i eşk-i nedâmet nazm it
Ârzû-yı dil içün didügün eş’âr yeter
Murg-ı ‘ankâ-per-i nazmun yeter ol yerlere kim
Şâhbâz-ı nazar-ı himmet-i ebrâr yeter
Der-i Mevlâ’ya yüzün sür yeter itdün kendin
Bende-i halka be-gûş-ı der-i eşrâr yeter
Yeter oldı bu hevâ vü hevesi terk idelüm
Yönelüp Hakk’a reh-i sıdk u sedâda gidelüm
Evvelâ ‘azm idelüm bârgeh-i iclâle
Ravza-i şâh-ı rüsül merkad-i sahb u âle
Ol şehün gâşiye ber-dûş olalum mahmiline
Yüz sürüp hâk-i reh-i nâka-ı zer-halhâle
Yollarun hâr-ı mugaylânına yüzler sürelüm
Lâleveş gark idelüm çehreyi hûn-ı âle
Eşk-i hasret saçalum reh-güzer-i hüccâca
Şûrezârında hicâzun bite sünbül [ü] lâle
Sünbüli âteş-i dilden saçılan dûd-ı kebûd
Lâlesi hûn-ı ciğerden dökülen pergâle
Gel senünle varalum yüz sürelüm dergâha
Ya’ni dergâh-ı mu’allâ-yı Resûlu’llâha
Ravzası hâkine fersûde kılup pîşânı
Lâle-gûn eyleyelüm dîde-i hûn-efşânı
Diyelüm ana eyâ ümmetinün gam-hârı
Hastalar çâresi bî-çârelerün dermânı
Enbiyâ mefhari Hallâk-ı cihân mahbûbı
İki ‘âlem güneşi iki cihân sultânı
Feyz-i lutf u kereminden bizi mahrûm itme
Rahmet-i ‘âlem iken devletinün unvânı
Yüz sürerken o safâgâh-ı bülend-eyvâna
Bûs iderken o kadem-cây-ı celîlü’ş-şânı
Kaldırup dest-i du’â kıblegeh-i a’lâya
Yalvaralum bizi yokdan yaradan Mevlâ’ya
Diyelüm ey bizi yokdan getirüp var iden
Cevher-i ‘aklile tıfl-ı dili hüşyâr iden
Tâc-ı îmân u itâ’atla ser-efrâz idüp
Dîn-i İslâm’a kemer-beste-i ısrâr iden
Kalbimüz gonca-ı ser-beste-i tasdîk idüp
Dilimüz bülbül-i destân-zen-i ikrâr iden
Kimimüz devlet ile şâh-ı cihândâr idüp
Kimimüz genc-i kanâ’atla sebük-bâr iden
Ey bizi mahz-ı kemâl-i kerem ü lutfından
Dâr-ı dünyâda bu eltâfa sezâvâr iden
Sonra lâyık mı bizi hasta-ı hicrân itmen
Mübtelâ-yı elem-i âteş-i sûzân itmen
Geçdi ‘ömrüm heves-i zülf-i mu’anberde benüm
Kaldı ‘aklım girih-i kâkül-i dil-berde benüm
Tîğına hançerine mâyil olup dildârun
Çekdigüm derd ü belâ söylene dillerde benüm
Şâh-bâz-ı nazarum niceye dek beste kala
Dâm-ı dil-gîr-i hat-ı yâr-ı semen-berde benüm
Seyyi’âtum yazan ol kâtib-i a’mâl-nüvîs
Vây eger itdigümi hep yaza defterde benüm
Sakalum ak u yüzüm kara sözüm ‘ayn-ı hatâ
Bana ağlan bana ki ‘arsa-ı mahşerde benüm
Ne yüzüm var nazar-ı hazret-i Hakk’a varacak
Ne sözüm var varıcak hazretine yalvaracak
Sadme-i kahrıla bir gün yıkılur tâk-ı nitâk
Bu ber-efrâşte eyvân-ı zer-endûde-revâk
Vaktidür âhunı tîr it kadüni eyle kemân
Sefer-i âhirete sana gerekmez mi yarak
Âh kim fıskıla geçdi giceler gündüzler
Ne ‘ibâdât-ı teheccüd ne salâvât-işrâk
İtdigüm cürme benüm yer ile gök şâhiddür
Bende yirden göge dekdür gazaba istihkâk
Virme dâmânumı dest-i husemâya yâ Rab
Varıcak hazretüne başı kabak yalın ayak
Virmek olursa eger hasma benüm dâmânum
Yine ihsân u kerem senden olur sultânum
Mest olup bâde-i gafletle yitürdük özimüz
Bilmedük düş gibi geçdi gicemüz gündüzimüz
Zikr u tesbîhine sarf eylemedük ‘ömrimüzi
Hazret-i Hakk’a niyâz itmege yokdur yüzimüz
Çehre-fersûde-i ebvâb-ı erâzil olduk
Kalmadı hazretine varmağa hergiz yüzimüz
Ten-i hâkimüzi bir gün götüre sarsar-ı merg
Şöyle ber-bâd ola ki görmeye kimse tozımuz
Görsek ey dîde neler gelse gerek başımuza
Bilsek ey dil ki neler görse gerekdür gözimüz
Zü’l-celâlâ bana ol demleri âsân eyle
İşümi zikr-i cemîlün işim îmân eyle
Tevbe yâ Rabbi giriftâr-ı hevâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi talebkâr-ı belâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi esîr-i mey-i gül-renk olup
Bende-i muğ-beçe-i ‘işve-nümâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi ‘ibâdet sanup itdüklerime
Dâmen-âlûde-i çirk-âb-ı riyâ olduğıma
Ârzû-yı sanem-i mâh-likâ itdügime
Mübtelâ-yı heves-i mihr ü vefâ olduğıma
Pey-rev oldum o sühan-pervere itdüm tevbe
Dâyimâ reh-beri-i ‘amd u hatâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi hatâ yolına gitdüklerime
Bilüp itdüklerime bilmeyüp itdüklerime
Yâ ilâhî şeref-i hazret-i peygamber içün
Siper-i mâhı iki pâre iden server içün
Şeb-i “esrâ”da olan sırr-ı mukaddes hakı
Leyle-i kadrdeki vakt-ı safâ-güster içün
Hande-i hüsn-i cihân-sûzı içün Sıddîk’un
Girye-i hazret-i Ya’kûb-ı belâ-perver içün
Nûr-ı Sıddîk-ı Nebî ma’delet-i Fârûkı
Hilm-i ‘Osmân u kerem-güsteri-i Haydar içün
Ol iki dürr-i dil-efrûz-ı benâ-gûş-ı felek
Ya’ni ol kurreteyi’l-‘ayn-ı şeh-i Hayber içün
Lutf idüp eyledügi cürm ü fesâda bakma
Veysi-i rû-siyehi nâr-ı cahîme yakma
(Tevbe-nâme/ Milli Kütüphane, Kaside, 06 Mil Yz A 4689/3, 80a-81a; 06 Mil Yz A490/5, 56a-57a)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 23.11.2020Eserlerinden Örnekler
Hikâye
Yârân-ı Sühan-şinâs-ı müderrisînden Üskübî Alî Çelebi-nâm bir şâbb-ı fâzıl-ı dîndâr kâdî-i mahrûse-i Üsküp olduğumda hılâl-ı mutâraha-i vakâyi’-i nebeviyyede nakl itdi ki esnâ-yı seyâhatimde kasâbât-ı Rûmdan Deyrî dimekle ma’rûf ve şöhret-pezîr olan şehre karîb bir deyr-i mu’azzam gördüm ki her kûşesi bir nigâr-hâne-i Çîn ve her safha-i dîvârı nümûne-nümây-ı kâr-nâme-i sûretgerân-ı Mâçîn idi. Nâkıd-ı hurde-bîn-i nazara ruhsat-ı temâşâ-yı mutâla’a virdügümde cümleden mükellef müzeyyen sâhte ve perdâhte bir meclis-i celîlü’ş-şân gördüm ki mülûkâne tertîb ü pâdişâhâne zîynet ü zîb ile ârâyiş virilmiş. Bî-ihtiyâr ol meclisi bir râhib-i köhne-sâlden sordum. Beni tenhâya çekdi, bu sûret sizün peygamberinüz Muhammedü’l-Arabî’nün kâfile-sâlâr-ı kârbân-ı Hicâz olmağıla ticâret-i Şâm’a giderken Buhayrâ-nâm millet-i Mesîhiyyeden bir ruhbân anları istikbâl ile pîşgâh-ı deyre indirüp tertîb itdügi meclis-i ziyâfet nümûnesidür, didi. Ben dahı hâlât-ı rusûmını seyr itdüm, mütûn-ı siyer-i şerîfede mebsût olan mukaddemâta tatbîk eyledüm. Andan ol râhibi veche-i hitâb idüp, yâ peygamberimizün eger evâyil-i sanâdîd-i Nasârâ yanında meb’ûsun bi’l-hak peygamber-i âhirü’z-zamân idügi muhakkak olmasa niçün Buhayrâ-yı ‘ârif ana dâru’z-zıyâfe-i tekrîmde takdîm-i merâsim-i ta’zîm iderdi ve esâtîn-i ulemânuz böyle ‘ibâdetgâh-ı kadîmü’r-resm safahâtında ol zıyâfet-i bâhiru’l-berekât merâsimîn tasvîre niçün ruhsat virürler idi, didigümde, biz Muhammedü’l-Arabî nübüvvetin inkâr itmezüz, belki cehele-i ehl-i İslâmdan havf itmesek “lâ ilâhe illa’llah Muhammedün resûlu’llah” dimeden kaçmazuz, anlar peygamber-i sâdıku’l-va’d-i âhirü’z-zamândür nihâyetü’l-emr Arab’a meb’ûsdur, didi. (Dürretü’t-Tâc fî Sîreti Sâhibi’l-Mi’râc, Milli Kütüphane, 60 Hk 73, 42a-42b)
Âlem kırılur kâkül-i fettânun ucından
Âdemler ölür hançer-i bürrânun ucından
Dâğlar yakayın kelle-i bî-devlete cânâ
Başundaki destâr-ı perîşânun ucından
Âhir başum alur giderin kûy-ı fenâya
Ey şâh senün nîze-i hicrânun ucından
Ser-rişte-i zülfün hevesi geçse gönülden
Bağrum delinür sûze-i müjgânun ucından
Şi'rün gören îsâr-ı cevâhir ider ey dil
Dürler dökilür kilk-i dür-efşânun ucından
Veysî gice meclisde yine yandı yakıldı
Pervâneveş ol şem'-ı şebistânun ucından
Tevbe-nâme
Yeter ey dil heves-i zülf-i siyehkâr yeter
Yeter ey cân-ı belâ-dîde bu efkâr yeter
Ceyb-i endîşeye çek başunı fikr it hâlün
Halk ile eyledügün beyhûde güftâr yeter
Rişte-i fikre dür-i eşk-i nedâmet nazm it
Ârzû-yı dil içün didügün eş’âr yeter
Murg-ı ‘ankâ-per-i nazmun yeter ol yerlere kim
Şâhbâz-ı nazar-ı himmet-i ebrâr yeter
Der-i Mevlâ’ya yüzün sür yeter itdün kendin
Bende-i halka be-gûş-ı der-i eşrâr yeter
Yeter oldı bu hevâ vü hevesi terk idelüm
Yönelüp Hakk’a reh-i sıdk u sedâda gidelüm
Evvelâ ‘azm idelüm bârgeh-i iclâle
Ravza-i şâh-ı rüsül merkad-i sahb u âle
Ol şehün gâşiye ber-dûş olalum mahmiline
Yüz sürüp hâk-i reh-i nâka-ı zer-halhâle
Yollarun hâr-ı mugaylânına yüzler sürelüm
Lâleveş gark idelüm çehreyi hûn-ı âle
Eşk-i hasret saçalum reh-güzer-i hüccâca
Şûrezârında hicâzun bite sünbül [ü] lâle
Sünbüli âteş-i dilden saçılan dûd-ı kebûd
Lâlesi hûn-ı ciğerden dökülen pergâle
Gel senünle varalum yüz sürelüm dergâha
Ya’ni dergâh-ı mu’allâ-yı Resûlu’llâha
Ravzası hâkine fersûde kılup pîşânı
Lâle-gûn eyleyelüm dîde-i hûn-efşânı
Diyelüm ana eyâ ümmetinün gam-hârı
Hastalar çâresi bî-çârelerün dermânı
Enbiyâ mefhari Hallâk-ı cihân mahbûbı
İki ‘âlem güneşi iki cihân sultânı
Feyz-i lutf u kereminden bizi mahrûm itme
Rahmet-i ‘âlem iken devletinün unvânı
Yüz sürerken o safâgâh-ı bülend-eyvâna
Bûs iderken o kadem-cây-ı celîlü’ş-şânı
Kaldırup dest-i du’â kıblegeh-i a’lâya
Yalvaralum bizi yokdan yaradan Mevlâ’ya
Diyelüm ey bizi yokdan getirüp var iden
Cevher-i ‘aklile tıfl-ı dili hüşyâr iden
Tâc-ı îmân u itâ’atla ser-efrâz idüp
Dîn-i İslâm’a kemer-beste-i ısrâr iden
Kalbimüz gonca-ı ser-beste-i tasdîk idüp
Dilimüz bülbül-i destân-zen-i ikrâr iden
Kimimüz devlet ile şâh-ı cihândâr idüp
Kimimüz genc-i kanâ’atla sebük-bâr iden
Ey bizi mahz-ı kemâl-i kerem ü lutfından
Dâr-ı dünyâda bu eltâfa sezâvâr iden
Sonra lâyık mı bizi hasta-ı hicrân itmen
Mübtelâ-yı elem-i âteş-i sûzân itmen
Geçdi ‘ömrüm heves-i zülf-i mu’anberde benüm
Kaldı ‘aklım girih-i kâkül-i dil-berde benüm
Tîğına hançerine mâyil olup dildârun
Çekdigüm derd ü belâ söylene dillerde benüm
Şâh-bâz-ı nazarum niceye dek beste kala
Dâm-ı dil-gîr-i hat-ı yâr-ı semen-berde benüm
Seyyi’âtum yazan ol kâtib-i a’mâl-nüvîs
Vây eger itdigümi hep yaza defterde benüm
Sakalum ak u yüzüm kara sözüm ‘ayn-ı hatâ
Bana ağlan bana ki ‘arsa-ı mahşerde benüm
Ne yüzüm var nazar-ı hazret-i Hakk’a varacak
Ne sözüm var varıcak hazretine yalvaracak
Sadme-i kahrıla bir gün yıkılur tâk-ı nitâk
Bu ber-efrâşte eyvân-ı zer-endûde-revâk
Vaktidür âhunı tîr it kadüni eyle kemân
Sefer-i âhirete sana gerekmez mi yarak
Âh kim fıskıla geçdi giceler gündüzler
Ne ‘ibâdât-ı teheccüd ne salâvât-işrâk
İtdigüm cürme benüm yer ile gök şâhiddür
Bende yirden göge dekdür gazaba istihkâk
Virme dâmânumı dest-i husemâya yâ Rab
Varıcak hazretüne başı kabak yalın ayak
Virmek olursa eger hasma benüm dâmânum
Yine ihsân u kerem senden olur sultânum
Mest olup bâde-i gafletle yitürdük özimüz
Bilmedük düş gibi geçdi gicemüz gündüzimüz
Zikr u tesbîhine sarf eylemedük ‘ömrimüzi
Hazret-i Hakk’a niyâz itmege yokdur yüzimüz
Çehre-fersûde-i ebvâb-ı erâzil olduk
Kalmadı hazretine varmağa hergiz yüzimüz
Ten-i hâkimüzi bir gün götüre sarsar-ı merg
Şöyle ber-bâd ola ki görmeye kimse tozımuz
Görsek ey dîde neler gelse gerek başımuza
Bilsek ey dil ki neler görse gerekdür gözimüz
Zü’l-celâlâ bana ol demleri âsân eyle
İşümi zikr-i cemîlün işim îmân eyle
Tevbe yâ Rabbi giriftâr-ı hevâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi talebkâr-ı belâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi esîr-i mey-i gül-renk olup
Bende-i muğ-beçe-i ‘işve-nümâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi ‘ibâdet sanup itdüklerime
Dâmen-âlûde-i çirk-âb-ı riyâ olduğıma
Ârzû-yı sanem-i mâh-likâ itdügime
Mübtelâ-yı heves-i mihr ü vefâ olduğıma
Pey-rev oldum o sühan-pervere itdüm tevbe
Dâyimâ reh-beri-i ‘amd u hatâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi hatâ yolına gitdüklerime
Bilüp itdüklerime bilmeyüp itdüklerime
Yâ ilâhî şeref-i hazret-i peygamber içün
Siper-i mâhı iki pâre iden server içün
Şeb-i “esrâ”da olan sırr-ı mukaddes hakı
Leyle-i kadrdeki vakt-ı safâ-güster içün
Hande-i hüsn-i cihân-sûzı içün Sıddîk’un
Girye-i hazret-i Ya’kûb-ı belâ-perver içün
Nûr-ı Sıddîk-ı Nebî ma’delet-i Fârûkı
Hilm-i ‘Osmân u kerem-güsteri-i Haydar içün
Ol iki dürr-i dil-efrûz-ı benâ-gûş-ı felek
Ya’ni ol kurreteyi’l-‘ayn-ı şeh-i Hayber içün
Lutf idüp eyledügi cürm ü fesâda bakma
Veysi-i rû-siyehi nâr-ı cahîme yakma
(Tevbe-nâme/ Milli Kütüphane, Kaside, 06 Mil Yz A 4689/3, 80a-81a; 06 Mil Yz A490/5, 56a-57a)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Hikâye
Yârân-ı Sühan-şinâs-ı müderrisînden Üskübî Alî Çelebi-nâm bir şâbb-ı fâzıl-ı dîndâr kâdî-i mahrûse-i Üsküp olduğumda hılâl-ı mutâraha-i vakâyi’-i nebeviyyede nakl itdi ki esnâ-yı seyâhatimde kasâbât-ı Rûmdan Deyrî dimekle ma’rûf ve şöhret-pezîr olan şehre karîb bir deyr-i mu’azzam gördüm ki her kûşesi bir nigâr-hâne-i Çîn ve her safha-i dîvârı nümûne-nümây-ı kâr-nâme-i sûretgerân-ı Mâçîn idi. Nâkıd-ı hurde-bîn-i nazara ruhsat-ı temâşâ-yı mutâla’a virdügümde cümleden mükellef müzeyyen sâhte ve perdâhte bir meclis-i celîlü’ş-şân gördüm ki mülûkâne tertîb ü pâdişâhâne zîynet ü zîb ile ârâyiş virilmiş. Bî-ihtiyâr ol meclisi bir râhib-i köhne-sâlden sordum. Beni tenhâya çekdi, bu sûret sizün peygamberinüz Muhammedü’l-Arabî’nün kâfile-sâlâr-ı kârbân-ı Hicâz olmağıla ticâret-i Şâm’a giderken Buhayrâ-nâm millet-i Mesîhiyyeden bir ruhbân anları istikbâl ile pîşgâh-ı deyre indirüp tertîb itdügi meclis-i ziyâfet nümûnesidür, didi. Ben dahı hâlât-ı rusûmını seyr itdüm, mütûn-ı siyer-i şerîfede mebsût olan mukaddemâta tatbîk eyledüm. Andan ol râhibi veche-i hitâb idüp, yâ peygamberimizün eger evâyil-i sanâdîd-i Nasârâ yanında meb’ûsun bi’l-hak peygamber-i âhirü’z-zamân idügi muhakkak olmasa niçün Buhayrâ-yı ‘ârif ana dâru’z-zıyâfe-i tekrîmde takdîm-i merâsim-i ta’zîm iderdi ve esâtîn-i ulemânuz böyle ‘ibâdetgâh-ı kadîmü’r-resm safahâtında ol zıyâfet-i bâhiru’l-berekât merâsimîn tasvîre niçün ruhsat virürler idi, didigümde, biz Muhammedü’l-Arabî nübüvvetin inkâr itmezüz, belki cehele-i ehl-i İslâmdan havf itmesek “lâ ilâhe illa’llah Muhammedün resûlu’llah” dimeden kaçmazuz, anlar peygamber-i sâdıku’l-va’d-i âhirü’z-zamândür nihâyetü’l-emr Arab’a meb’ûsdur, didi. (Dürretü’t-Tâc fî Sîreti Sâhibi’l-Mi’râc, Milli Kütüphane, 60 Hk 73, 42a-42b)
Âlem kırılur kâkül-i fettânun ucından
Âdemler ölür hançer-i bürrânun ucından
Dâğlar yakayın kelle-i bî-devlete cânâ
Başundaki destâr-ı perîşânun ucından
Âhir başum alur giderin kûy-ı fenâya
Ey şâh senün nîze-i hicrânun ucından
Ser-rişte-i zülfün hevesi geçse gönülden
Bağrum delinür sûze-i müjgânun ucından
Şi'rün gören îsâr-ı cevâhir ider ey dil
Dürler dökilür kilk-i dür-efşânun ucından
Veysî gice meclisde yine yandı yakıldı
Pervâneveş ol şem'-ı şebistânun ucından
Tevbe-nâme
Yeter ey dil heves-i zülf-i siyehkâr yeter
Yeter ey cân-ı belâ-dîde bu efkâr yeter
Ceyb-i endîşeye çek başunı fikr it hâlün
Halk ile eyledügün beyhûde güftâr yeter
Rişte-i fikre dür-i eşk-i nedâmet nazm it
Ârzû-yı dil içün didügün eş’âr yeter
Murg-ı ‘ankâ-per-i nazmun yeter ol yerlere kim
Şâhbâz-ı nazar-ı himmet-i ebrâr yeter
Der-i Mevlâ’ya yüzün sür yeter itdün kendin
Bende-i halka be-gûş-ı der-i eşrâr yeter
Yeter oldı bu hevâ vü hevesi terk idelüm
Yönelüp Hakk’a reh-i sıdk u sedâda gidelüm
Evvelâ ‘azm idelüm bârgeh-i iclâle
Ravza-i şâh-ı rüsül merkad-i sahb u âle
Ol şehün gâşiye ber-dûş olalum mahmiline
Yüz sürüp hâk-i reh-i nâka-ı zer-halhâle
Yollarun hâr-ı mugaylânına yüzler sürelüm
Lâleveş gark idelüm çehreyi hûn-ı âle
Eşk-i hasret saçalum reh-güzer-i hüccâca
Şûrezârında hicâzun bite sünbül [ü] lâle
Sünbüli âteş-i dilden saçılan dûd-ı kebûd
Lâlesi hûn-ı ciğerden dökülen pergâle
Gel senünle varalum yüz sürelüm dergâha
Ya’ni dergâh-ı mu’allâ-yı Resûlu’llâha
Ravzası hâkine fersûde kılup pîşânı
Lâle-gûn eyleyelüm dîde-i hûn-efşânı
Diyelüm ana eyâ ümmetinün gam-hârı
Hastalar çâresi bî-çârelerün dermânı
Enbiyâ mefhari Hallâk-ı cihân mahbûbı
İki ‘âlem güneşi iki cihân sultânı
Feyz-i lutf u kereminden bizi mahrûm itme
Rahmet-i ‘âlem iken devletinün unvânı
Yüz sürerken o safâgâh-ı bülend-eyvâna
Bûs iderken o kadem-cây-ı celîlü’ş-şânı
Kaldırup dest-i du’â kıblegeh-i a’lâya
Yalvaralum bizi yokdan yaradan Mevlâ’ya
Diyelüm ey bizi yokdan getirüp var iden
Cevher-i ‘aklile tıfl-ı dili hüşyâr iden
Tâc-ı îmân u itâ’atla ser-efrâz idüp
Dîn-i İslâm’a kemer-beste-i ısrâr iden
Kalbimüz gonca-ı ser-beste-i tasdîk idüp
Dilimüz bülbül-i destân-zen-i ikrâr iden
Kimimüz devlet ile şâh-ı cihândâr idüp
Kimimüz genc-i kanâ’atla sebük-bâr iden
Ey bizi mahz-ı kemâl-i kerem ü lutfından
Dâr-ı dünyâda bu eltâfa sezâvâr iden
Sonra lâyık mı bizi hasta-ı hicrân itmen
Mübtelâ-yı elem-i âteş-i sûzân itmen
Geçdi ‘ömrüm heves-i zülf-i mu’anberde benüm
Kaldı ‘aklım girih-i kâkül-i dil-berde benüm
Tîğına hançerine mâyil olup dildârun
Çekdigüm derd ü belâ söylene dillerde benüm
Şâh-bâz-ı nazarum niceye dek beste kala
Dâm-ı dil-gîr-i hat-ı yâr-ı semen-berde benüm
Seyyi’âtum yazan ol kâtib-i a’mâl-nüvîs
Vây eger itdigümi hep yaza defterde benüm
Sakalum ak u yüzüm kara sözüm ‘ayn-ı hatâ
Bana ağlan bana ki ‘arsa-ı mahşerde benüm
Ne yüzüm var nazar-ı hazret-i Hakk’a varacak
Ne sözüm var varıcak hazretine yalvaracak
Sadme-i kahrıla bir gün yıkılur tâk-ı nitâk
Bu ber-efrâşte eyvân-ı zer-endûde-revâk
Vaktidür âhunı tîr it kadüni eyle kemân
Sefer-i âhirete sana gerekmez mi yarak
Âh kim fıskıla geçdi giceler gündüzler
Ne ‘ibâdât-ı teheccüd ne salâvât-işrâk
İtdigüm cürme benüm yer ile gök şâhiddür
Bende yirden göge dekdür gazaba istihkâk
Virme dâmânumı dest-i husemâya yâ Rab
Varıcak hazretüne başı kabak yalın ayak
Virmek olursa eger hasma benüm dâmânum
Yine ihsân u kerem senden olur sultânum
Mest olup bâde-i gafletle yitürdük özimüz
Bilmedük düş gibi geçdi gicemüz gündüzimüz
Zikr u tesbîhine sarf eylemedük ‘ömrimüzi
Hazret-i Hakk’a niyâz itmege yokdur yüzimüz
Çehre-fersûde-i ebvâb-ı erâzil olduk
Kalmadı hazretine varmağa hergiz yüzimüz
Ten-i hâkimüzi bir gün götüre sarsar-ı merg
Şöyle ber-bâd ola ki görmeye kimse tozımuz
Görsek ey dîde neler gelse gerek başımuza
Bilsek ey dil ki neler görse gerekdür gözimüz
Zü’l-celâlâ bana ol demleri âsân eyle
İşümi zikr-i cemîlün işim îmân eyle
Tevbe yâ Rabbi giriftâr-ı hevâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi talebkâr-ı belâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi esîr-i mey-i gül-renk olup
Bende-i muğ-beçe-i ‘işve-nümâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi ‘ibâdet sanup itdüklerime
Dâmen-âlûde-i çirk-âb-ı riyâ olduğıma
Ârzû-yı sanem-i mâh-likâ itdügime
Mübtelâ-yı heves-i mihr ü vefâ olduğıma
Pey-rev oldum o sühan-pervere itdüm tevbe
Dâyimâ reh-beri-i ‘amd u hatâ olduğıma
Tevbe yâ Rabbi hatâ yolına gitdüklerime
Bilüp itdüklerime bilmeyüp itdüklerime
Yâ ilâhî şeref-i hazret-i peygamber içün
Siper-i mâhı iki pâre iden server içün
Şeb-i “esrâ”da olan sırr-ı mukaddes hakı
Leyle-i kadrdeki vakt-ı safâ-güster içün
Hande-i hüsn-i cihân-sûzı içün Sıddîk’un
Girye-i hazret-i Ya’kûb-ı belâ-perver içün
Nûr-ı Sıddîk-ı Nebî ma’delet-i Fârûkı
Hilm-i ‘Osmân u kerem-güsteri-i Haydar içün
Ol iki dürr-i dil-efrûz-ı benâ-gûş-ı felek
Ya’ni ol kurreteyi’l-‘ayn-ı şeh-i Hayber içün
Lutf idüp eyledügi cürm ü fesâda bakma
Veysi-i rû-siyehi nâr-ı cahîme yakma
(Tevbe-nâme/ Milli Kütüphane, Kaside, 06 Mil Yz A 4689/3, 80a-81a; 06 Mil Yz A490/5, 56a-57a)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | SEMA YAMACI | d. 26.05.1960 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | SERÎ’Î, Hasan Serî’î Çelebi | d. ? - ö. 1607 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | FENÂYÎ | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | ŞEYHÜLİSLÂM YAHYÂ | d. 1561 - ö. 1644 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | ŞAH ÂDİL, Şah Abbas | d. 1557 - ö. 1628 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
6 | ŞEYH SEYYİD MEHMED EMÎN EFENDİ (EYYÛBÎ) | d. ? - ö. 1628/1629 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
7 | HÜDÂYÎ, Azîz Mahmûd | d. 1541 - ö. 1628 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | ZİHNÎ, Mehmed Zihnî Efendi | d. ? - ö. 1699 | Meslek | Görüntüle |
9 | FENÂRÎ, Mollâ Fenârî, Şemseddîn Muhammed b. Hamza, Şemseddîn Muhammed Efendi | d. Nisan 1350 - ö. 15 Mart 1431 | Meslek | Görüntüle |
10 | CEZBÎ, İbrahim Efendi | d. ? - ö. 1748 | Meslek | Görüntüle |
11 | HEMDEMÎ, Solak-zâde Mehmed Çelebi | d. ? - ö. 1657 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
12 | NÜMÂYÎ, Ebubekir-zâde Mehmed N. Efendi | d. ? - ö. 1678 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
13 | KÂDİRÎ, Muhyiddîn | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | BÂBÜR , Gazi Zahîrüddin Muhammed | d. 14 Şubat 1483 - ö. 26 Aralık 1530 | Madde Adı | Görüntüle |
15 | ŞERMÎ, Osman Şermî Çelebi | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
16 | FEHMÎ, Malkoç-zâde Hacı Mehmed Fehmî | d. 1823 - ö. 1874 | Madde Adı | Görüntüle |