Madde Detay
ŞEYHÜLİSLÂM YAHYÂ
(d. 969/1561 - ö. 1053/1644)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 17. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Ankaralı Şeyhülislam Bayramzâde Zekeriya Efendi’nin (920/1514- 1001/1593) oğlu olan Yahyâ Efendi İstanbul’da doğmuştur. Annesinin adı Rukiye’dir. Doğum tarihi bazı kaynaklarda 960/1552, bazılarında ise 969/1561 olarak verilmektedir. Çağdaşı kaynakların ifadeleri dikkate alındığında doğum tarihi olarak 969/1561'in doğruya daha yakın olduğunu söylemek mümkündür. Kültürlü bir ailenin çocuğu olan Yahyâ, ilk eğitimini aynı zamanda şair olan babasından almış, Abdülcebbârzâde Derviş Mehmed Efendi gibi devrin meşhur ilim adamlarının yanında iyi bir tahsil hayatından sonra Ma’lûlzâde Seyyid Mehmed Efendi’nin şeyhülislâmlığı zamanında 988/1580’de mülazemetini tamamlamıştır. Yahyâ’nın ilk görevi Unkapanı civarındaki Hoca Hayreddin medresesi müderrisliğidir. 40 akçelik bu görevde bir müddet çalıştıktan sonra 994/1585’te babasıyla hacca giden şair, hac dönüşünde Atik Ali Paşa (995/1586), Haseki Sultan (998/1589), Sahn Medreselerinden birinde (1000/1591) Şehzâde (1002/1593), Üsküdar Valide Sultan (1003/1594) medreselerinde müderrislik yapmış, 1004/1595’te Bıyıklı Süleyman Efendi yerine Halep, bir yıl sonra 1005/1596’da Taşköprülüzâde Kemal Efendi yerine Şam kadılığına atanmıştır. l006/1597’de Mısır kadılığına atanan şair l007/1598’de bu görevinden azledilmiş, kısa bir müddet sonra tekrar aynı göreve atanmış, fakat 1009/1600’de bu görevinden ikinci defa azledilince İstanbul’a dönmüştür. İstanbul’da fazla kalmayan şair kısa bir müddet sonra Bursa, l0l0/1602’de de Edirne kadısı olarak görevlendirildiyse de l0l2/1603’te bu görevinden alınmış, aynı yıl Feyzullah Efendi yerine İstanbul kadılığıyla, l0l3/1604’te Anadolu, 6 ay sonra da Rumeli kazaskerliğiyle görevlendirilmiştir. Bu görevini 1015/l606’ya kadar sürdüren şair bu tarihte azledilerek yerine Hocazâde Es’ad Efendi atanır. Fakat Yahyâ l018/1609’da ikinci defa Rumeli kazaskeri olur, 1019/1611 Ocak ayında ise emekliye ayrılır. Bu arada kendisine Mihaliç ve Kirmasti’nin arpalık olarak verildiği kaynaklarda belirtilmektedir.
Yahyâ’nın emeklilik dönemi fazla sürmez. 1026/1617’de üçüncü kez Rumeli kazaskerliğine atanan şair 1028/16l8’de kendi isteğiyle tekrar emekliye ayrılmış, yerine dostu şair Ganîzâde Nâdirî atanmıştır. Genç yaşta padişah olan Sultan II. Osman’ın (saltanatı:1618-1622) şehit edilmesi üzerine cereyan eden olayların sonunda Mehmed Es’ad Efendi yerine şeyhülislamlığa getirilen (1031/1622) Yahyâ, şehit edilen Sultan Osman’ın cenaze namazını da bizzat kıldırmıştır.
Sultan II. Osman yerine ikinci kez tahta geçirilen Sultan I. Mustafa (1617-1618,1622-1623) Han, devlet işlerini yürütemeyecek kadar “Allah’ın cezbesine tutulmuş derviş meşrepli bir padişah”tır. Yahyâ başta olmak üzere dönemin ulemasının onayıyla hazırlanan fetva ile tahttan indirilen Sultan I. Mustafa’nın yerine çocuk denecek yaştaki Sultan IV. Murâd tahta geçirilmiştir. Bu arada sadrazam olan Kemankeş Kara Ali’nin şairden çekindiği için sergilediği oyunlarla Yahyâ şeyhülislâmlık makamından azledilerek (1032/1622) yerine Mehmed Es’ad Efendi yeniden atanmıştır. Mehmet Es’ad Efendi’nin kısa bir müddet sonra ölümü üzerine boşalan makama 1034/1625 tarihinde Yahyâ Efendi ikinci kez atanmış ve görevini 1040/1631’de başlayan sipahi ayaklanması sonunda zorbaların ısrarıyla görevden alınana kadar sürdürmüştür. Yahyâ, azlinden sonra Topkapı civarında Şeyh Sinan köyündeki çiftliğine çekilmiş, Sultan IV. Murâd’ın iktidara tam sahip olmasına kadar geçen iki yıllık sürede kendi işleriyle uğraşmıştır.
Yahyâ’nın yerine şeyhülislâm olan Âhîzâde Hüseyin Efendi’nin çapulcularla işbirliği yaptığı ortaya çıkınca idam edilmesi üzerine şair, 1043/1634’te üçüncü defa bu makama atanmış ve bu görevi ölümüne kadar kesintisiz devam etmiştir. Sultan IV. Murâd’ın sevgi ve saygısını kazanan şair bu dönemde hayatının en itibarlı, en parlak devresini yaşamıştır. Şiirle de uğraşan Sultan IV. Murâd, Yahyâ’yı hiç yanından ayırmaz; yeri geldikçe onun fikirlerini alır, her hususu danışırmış. Revan seferine (1044/1634) de katılan şair sefer esnasında isabetli fikirleriyle herkesin takdirini kazanmıştır.
Yaşlı haliyle, Bağdat’ın fethine (1047/1637) de padişahla birlikte katılan Yahyâ’nın bu seferde de isabetli kararlarıyla ileri görüşlülüğünü ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. Bağdat’ın fethinden sonra İmâm-ı Azâm Ebu Hanîfe ve Abdulkâdir-i Geylânî’nin türbelerinin tamirine nezaret eden şair, İstanbul’a dönüşünde çeşitli saray entrikalarıyla karşılaşmışsa da IV. Murâd’ın ölümüne kadar itibarını ve nüfuzunu korumayı başarmıştır. Sultan IV. Murâd’ın l049/1640’ta ölümünden sonra tahta geçen Sultan İbrahim döneminde de makamında kalmayı başaran şairin eski itibarı kalmaz. Yahyâ’ya gereken ilgiyi göstermeyen Sultan İbrahim’in Cinci Hoca lakaplı Hüseyin Efendi (ö. 1058/1648) ve Kösem Sultan’ın iftiralarıyla, sık sık onu azarlaması, şairin sağlığının bozulmasına yol açmış, kısa bir müddet sonra rahatsızlanan şair 18 Zilhicce 1053 / 27 Şubat l644’te hayata gözlerini yummuştur. Cenazesi Fatih Camii’nde kılınan namazdan sonra Sultan Selim civarında Koğacıdede türbesi yanında babasının yaptırdığı medresenin haziresine gömülmüştür. Şairin cenaze namazını yeni şeyhülislam Ebu Sa’îd Efendi (1001-1072/1593-1662) kıldırmıştır. Kaynaklar cenaze namazına çok kalabalık bir topluluğun katıldığını, tabutun “kesret-i izdihamdan ber-dûş itmege imkân olmayup ser-engüşt-i enâm üzre” taşındığını belirtirler.
Şairin “Hüve’l-bâkî, sâbıkan üç def’a şeyhülislâm olup sadr-ı fetvâda iken vefât iden merhûm ve mağfurun-leh Yahyâ Efendi rûhiyçün el-fâtiha, sene 1053” ibaresinin bulunduğu mezar taşının sonradan kırıldığı, hatta ortadan kaldırıldığı kaynaklarda belirtilmektedir. Yahyâ Efendi’nin ölümüne birçok tarih düşürülmüştür. Bunlardan bazıları aşağıda verilmiştir:
Gûş idince bi’l-bedâhe didiler târîhini
Menzil-i Yahyâ Efendi cennet-i gülzâr ola (1053)
Kabr-i Yahyâ ola yâ Rab pür-nûr (1053)
İtdi Yahyâ bin elli üçde vefât
Zekeriyyâ Efendi bin birde
Osmanlı Devletinin en ihtişamlı devrinde, Kanuni Sultan Süleyman döneminde dünyaya gelen; siyasette, sanatta, ilimde, mükemmel bir şekilde yetiştirilen Yahyâ Efendi, şairliği kadar bilim adamı olarak da haklı bir şöhrete sahiptir. Genç yaşında ilmiye mesleğine girip derece derece yükselerek değişik yerlerde müderrislik, kadılık, kazaskerlik görevlerinde bulunmuş ve üç kez de şeyhülislâmlık makamına getirilmiştir. Yahyâ’nın şeyhülislâmlık görevinde toplam kalış süresi 18 yıl 2 ay 25 gündür.
Gerek şeyhülislamlık yıllarında, gerekse önceki dönemlerinde çevresindekilerden daima sevgi, saygı gören şair, kaynaklarda belirtildiğine göre hoş-sohbet, latife-gûy, nüktedan, şair tabiatlı birisidir.
Hak bildiği yoldan ayrılmayan, adaletin yerine gelmesi için her türlü tehlikeyi, hatta en üst makamlarla çatışmayı göze alan Yahyâ Efendi, gerek kadılık, kazaskerlik gerekse şeyhülislamlık görevlerinde bu özelliğiyle çevresindekilerin takdirini toplamış, tavizsiz görev anlayışı, dürüstlüğü, doğru sözlülüğü ve cesaretiyle bulunduğu makamın hakkını vermeye çalışmıştır. Kaynaklar onun bu özelliğini vurgulayan birçok yaşanmış hadiseyi naklederler. Bunlardan birkaçı aşağıda verilmiştir.
Yahyâ henüz Rumeli kazaskeriyken Sadrazam Derviş Paşa, bir divan toplantısında haksız yere birisinin öldürülmesini emreder. Yahyâ Efendi sebebini sorunca da sadrazam “o senden sorulmaz” cevabını verir. Rumeli kazaskeri Yahyâ Efendi derhal toplantıyı terk eder. Sultan 1. Ahmed şairin bu davranışının sebebini sorunca da “îcâb-ı şer’î yok iken bu gün bir âdem katl olundı. Artık benüm içün icrâ-yı kazâya imkân kalmadığından terk-i mansıba mecbur oldum” cevabını verir. Sadrazam Derviş Paşa o gün idam edilir.
Sultan 1. Mustafa devri sadrazamlarından Kemankeş Kara Ali Paşa’nın rüşvet alma alışkanlığını duyunca bir bayram tebriği için geldiğinde onu nazikçe de olsa uyarmaktan çekinmemiştir. Bu hadiseden sonra ikisinin arası açılmış, hatta Yahyâ’nın şeyhülislamlıktan azli bu husumetten sonra gerçekleşmiştir. Sultan IV. Murâd ile birlikte Revan Seferine (1044/1634) katılan şair, padişahın Tebriz’deki Sultan Hasan camiini yıktırma isteğini engelleyerek camiin kurtulmasını sağlamış, yine Bağdat seferinde (1047/1637) Padişahın âdil olmadığına inandığı birtakım aşırı hareketlerini engellemeye çalışmıştır. Yahyâ Efendi seferde stratejik yönden isabetli kararıyla da dikkat çekmiştir. Musul’da savaş hazırlıklarıyla ilgili bir toplantıda top çeken mandaların yetersizliği dolayısıyla topların naklinin nehir yoluyla yapılması teklifine karşı Yahyâ, bir kısmının nehir, bir kısmının kara yoluyla naklinin daha isabetli olacağı fikrini benimsemiş, bunun üzerine 20 top karadan, geri kalanı nehir yoluyla gönderilmiştir. Nehir yoluyla giden topların ordudan 20 gün sonra Bağdad’a ulaşması Yahyâ’nın fikrinin isabetini ortaya koymuştur.
Konya’da dervişlerin erzakını kesiyor, ithamıyla mevlevi dergâhı post-nişini Ebubekir Çelebi’nin katlini emreden Sultan IV. Murâd’ı teskin edip, idamı engelleyerek dervişin hayatını kurtaran da Yahyâ’dır.
Yahyâ, dürüstlüğünün yanında olaylara karşı isabetli ve cesaretli bakış açısıyla da döneminin siyasi hadiselerine yön verecek girişimlerden geri durmamıştır.
Sultan II. Osman’ın tahttan indirilmesi için ayaklanan yeniçerilerin Atmeydanı’na davet ettikleri ulema arasında Yahyâ Efendi de bulunmaktadır. Genç Osman’a tahtı terk hususunda yeniçerilerin teklifini götüren grup içinde Yahyâ da vardır. Yine Sultan Mustafa’nın padişahlık yapamayacağına dair kararda da Yahyâ ön saftadır. Bunlar Yahyâ Efendi’nin önemli siyasi hadiselerde gerektiği zaman ağırlığını koyabildiğini, hadiselerin devletin menfaatine uygun şekilde yönlendirilmesi hususunda elinden geldiğince belirleyici rol oynadığını göstermektedir. Kaynaklar Yahyâ Efendi’nin “... latîfe-gûy, güşâde-rûy, hoş-sohbet, şâir-tabiat ve mütevazı” birisi olduğunu belirtir. Bu özellikleri nedeniyle herkesin takdirini, sevgisini, saygısını kazanmıştır. Devrinin önde gelen pek çok meşhurunu yererek yerin dibine geçiren Nef’î (ö.1044/1635)’nin hiciv oklarına muhatap olmayan nadir kişilerden biri Yahyâ’dır. Yahyâ’nın Nef’î’ye takıldığı manzumesi ve Nef’î’nin ona cevabı mizahî üslubun en güzel numunelerinden sayılır.Ancak, Yahyâ’nın bu tarz şiirleri fazla değildir. Yahyâ Efendi’nin ilmî olgunluğu da herkesçe kabul görmüş, bu yönüyle takdir edilmiştir. Kaynaklar onun “envâ-ı ma’ârif ve fezâil ile mevsûf… ilm ü fazilet ile âraste ve kemâl-i ma’ârif ile pîrâste” olduğunu belirtir. Kâtip Çelebi “Müftülük Ebussu’ûd Efendi’de kemâlini bulup bunlarda hatm oldı” değerlendirmesiyle Yahyâ’nın bu yönünü açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Yahyâ, Sultan 1. Mustafâ, Sultan IV. Murâd ve Sultan İbrahîm devirlerinde 18 yıldan fazla şeyhülislamlık makamında bulunmuş, ilmî yeterliliğinden ve otoritesinden şüphe edilmeyen birisidir. Ömrünün büyük bir kısmını da ilim mahfillerinde müderris olarak geçirmiştir. Fakat onun eserleri genellikle sanat ağırlıklıdır. Kaynaklarda belirtilen ve zamanımıza kadar gelip elimize geçen eserleri içinde Muhsin-i Kayserî’nin Ferâ’iz manzumesine yazdığı şerh dışında salt ilmi eseri yoktur. Yahyâ Efendi’nin bilinen eserleri şunlardır:
1. Dîvân: Yahyâ Efendi’nin en önemli eseri Dîvânıdır. Eser İbnülemin M. Kemal İnal’ın başkanlığındaki bir ekip tarafından baskıya hazırlanarak eski harflerle 1334\1916’da yayımlanmıştır. Bu baskıda nüsha farkları verilmiş olmakla birlikte hangi nüshaların tarandığı ve farkların hangi nüshalara ait olduğu belirtilmemiştir. Eserin başında İbnülemin M. Kemal İnal’ın şairin hayatıyla ilgili 62 sayfalık bir giriş yazısı bulunmaktadır. 1 na’t, Sultan Osman ve Hâce Efendi adlarına birer medhiye, 1 sâki-nâme, Sultan Murâd’ın oğlunun doğumu için yazılmış bir medhiye, Sultan IV. Murâd’ın gazeline 1 tahmis, 349 gazel, 3 tarih, 24 kıta, 4 rubai, 47 müfredden oluşan bu baskı oldukça sağlam olmasına rağmen çok eksiktir. Hasan Kavruk tarafından hazırlanan karşılaştırmalı metin 1 na’t, Sultan Osman ve Hâce Efendilere birer kaside, 1 Sakinâme, Sultan IV. Murâd’ın şehzâdesi adına 1 kaside, Sultan IV. Murâd adına yazılmış 2 kaside, Sultan Murâd’ın bir gazeline tahmis, 450 gazel, 16 tarih, 11 kıt’a, 4 ruba’i, 16 nazm ve 64 beyitten ibarettir. Şeyhülislâm Yahyâ Divânı, 1995'te Rekin Ertem ve 2001'de Hasan Kavruk tarafından yayımlanmıştır.
2. Ferâ’iz Manzumesi Şerhi
Muhsin-i Kayserî’nin Câmi’ü’d-Dürer adlı Ferâ’iz Manzumesi’ni şerh etmiştir. Şerhü Cami’ü’d-Dürer adlı bu eserin bir nüshası Giresun Ktb. No, 3595’tedir.
3. Kasîde-i Bürde Tahmisi
Hz. Muhammed’i övgü niteliğinde yazılmış meşhur Arapça kasidenin yine Arapça tahmisidir.
4. Nigâristân Çevirisi
l6.yy tarihçi ve şairlerinden Şeyhülislâm Kemâl Paşazâde (ö.940/1533)’nin, Sadî’nin Gülistân’ına nazire olarak yazdığı Farsça Nigâristân adlı eserini Yahyâ Efendi Türkçeye tercüme etmiştir. Eser yeni harflere de çevrilmiştir.
5. Fetavâ-yı Yahyâ
Şairin şeyhülislâmlığı boyunca verdiği fetvalar, Şeyhülislâm Bursalı Mehmed Efendi (ö. 1092/1681) tarafından toplanarak bu adla bir araya getirilmiştir. Eser çok okunmuştur. Kütüphanelerde pek çok yazma nüshası bulunmaktadır.
Kaynaklarda Yahyâ’nın Tabib Beyzâde’nin tıpla ilgili “Ravza” adlı eserine, Mugni’ş-Şifâ’ya Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’nin (ö. 1068/1658) Süleyman-nâme’sine takrizler yazdığı da bildirilmektedir.
Yine bazı kaynaklarda Yahyâ Efendi’nin Vak’a-i Sultân Osmân-ı Sâni adlı bir eserinden bahsedilerek bunun Topkapı Sarayı Müzesi Ktp'de olduğu kaydedilir. Söz konusu kütüphanede bu adda bir eser bulunmaktadır. Fakat o eser Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’ye ait değildir. Devrin Anadolu Kazaskeri Bostanzâde Yahyâ Efendi (ö.1049/1639) tarafından yazıldığı anlaşılan ve isim benzerliğinden dolayı şair Zekeriyazâde Yahyâ’ya mal edilen bu eserin ikinci bir nüshası da Sül. Halet Efendi Ktp. Nu.611’de bulunmaktadır. Eser bugünkü dile çevrilerek neşredilmiştir.
Yahyâ Efendi sadece 17. yüzyılın değil, bütün klasik edebiyatımızın en büyük şairlerinden kabul edilir. Gerek devrinde gerekse sonraki dönemlerde kaleme alınan kaynaklarda kendisinden daima hürmetle, övgüyle bahsedilen Yahyâ’nın asıl başarılı olduğu saha gazel sahasıdır.
Çocukluğundan itibaren sanatkâr bir ailenin oğlu olarak şiir ve sanat muhitinde yetişen şairin iyi bir sanat eğitimi aldığı, şiir tekniğini çok genç yaşta geliştirdiği ve genç yaşta şiirle uğraşıp şöhrete ulaştığı devrinin kaynaklarından anlaşılmaktadır.
Şair çok genç yaşlardayken hazırlanan Kınalızâde Hasan Çelebi Tezkiresinde onun “... mergûb u makbûl güftârı ve pesendîde-i sıgâr u kibâr eş’âr-ı dürer-bârı…” olduğundan büyük bir övgüyle bahsedilir. Kınalızâde’nin bu ifadeleri bize Yahyâ’nın çok genç yaşta kendisini sanat dünyasına kabul ettirdiğini, çevresinde teknik mükemmeliyetiyle ileride büyük bir şair olacağı intibaını bıraktığını göstermektedir.
Seyyid Rıza (ö. 1082/1671) ise artık onun “sultânü’ş-şu’arâ” olarak adlandırılmasının yerinde olacağını dile getirdikten sonra “... eş’âr-ı dil-pezîrleri şûh u selîs ü sûz-nâk ve güftâr-ı bî-nazîrleri sîm ü zer-i hâlisü’l-ayâr gibi mücellâ vü pâkdür” tarzındaki değerlendirmesiyle Yahyâ’ya, döneminde verilen değeri ifade etmiştir.
Katib Çelebi ise “... latîfe-gûy güşâde-rûy, hoş-sohbet, şâ’ir-tabiat... zamânında nazîri adîm idi.” diyerek, zamanında Yahyâ’nın şöhretiyle ilgili ipuçları vermektedir.
Devrinin hemen bütün önde gelen şair ve yazarlarının saygısını sevgisini kazanan Yahyâ, çağdaşı pek çok kişinin de övgüsüne mazhar olmuştur.
17. yüzyılın olduğu kadar bütün yüzyılların en büyük kaside üstadı olarak kabul edilen Nef’î (ö. 1044/1635) nin Yahyâ’ya büyük saygısı vardır. Bir kıt’a ile Yahyâ’yı öven Nef’î onu mana ve bilgi ülkesinin padişahı olarak kabul eder.
Ey pâdişeh-i serîr-i dâniş
V’ey hüsrev-i bârgâh-ı ma’nâ
beytiyle başlayan kıt’ası Nef’î’nin Yahyâ’ya karşı hissettiği samimi duygularını ifade etmektedir. Yaşadığı dönemde Nef’î’nin dışında pek çok şair Yahyâ’ya karşı taşıdıkları takdir duygularını ona kasideler sunarak göstermişlerdir. Yahyâ’ya kaside sunan şairlerden tespit edilebilenler şunlardır. Nev’izâde Atayî (ö. 1045/1635), Sabrî (ö. 1055/1645), Cevrî (ö. 1065/1654), Nâ’ilî (ö. 1077\1666), Nergisî (ö. 1044/1635), Râmî (ö.1049/1639) ve Rızâyî (ö. 1039\1629). Bunların dışında Yahyâ’yı müzeyyel gazellerinde, kıt’alarında öven, ona karşı takdirkâr hislerini belirten, şiirlerine nazireler, tahmisler yazan daha pek çok şair bulunmaktadır.
Yahyâ’nın şiir ustalığı, özellikle gazel sahasındaki başarılı söyleyişi sonraki yüzyıllarda da takdir görmüştür. 18. yüzyılda Nedîm (ö. 1143/1730) gibi büyük bir ustanın:
Nef’î vâdi-i kasâ’idde suhan-perdâzdur.
Olamaz ammâ gazelde Bâkî vü Yahyâ gibi
beyitiyle belirttiği değerlendirmesi; l9.yy. Tanzimat şairlerinden Ziyâ Paşa (l829–1880)’nın:
Tanzîm-i gazelde bir de Yahyâ
Bir vâdi-i hâs kılmış ihyâ
Nâzük söyler sözü be-gâyet
Bir sâdelik içre bin letâfet
tarzındaki ifadeleri, 20 yy. şairlerimizden Yahya Kemal’in (1844-1938)
Kıbrıs şarâbı aktı zamânında sû-be-sû
Yahyâ gazel-serâ idi Bâkî kasîde-gû
tarzındaki övgüsü, Yahyâ’nın daha sonraki dönemlerde de sanatının, özellikle, gazel ustalığının mükemmelliğiyle kendisinden söz ettirdiğini göstermektedir.
Gerek devrinde, gerekse sonraki dönemlerde yazılan tezkirelerde olduğu gibi son dönemlerde kaleme alınan eserlerde de Yahyâ’dan övgüyle bahsedilmekte, hatta bazı kaynaklar onun Nedîm’den de üstün bir şair olduğunu iddia etmektedir. Gibb ise Yahyâ’nın Bâkî ile Nedîm arasında bir köprü vazifesi gördüğünü, belirtmektedir.
Kaynaklardan anlaşıldığı üzere Yahyâ Efendi gerek kişiliği gerekse şairliğiyle Sultan IV.Murâd başta olmak üzere padişahların, şair ve yazarların saygılarını kazanmış, onların övgülerine mazhar olmuş, zeki, nüktedan, hoş sohbet, mütevazı, yumuşak huylu, ilim ehli, yaratılıştan şair birisidir.
Yahyâ bir gazel şairidir. O şiirlerinde genellikle rindâne ve âşıkâne konulara yer vermiştir. Zevk ve eğlenceyi kalenderâne bir üslupla şiire yansıtmış, gam, keder ve sıkıntıya mümkün olduğunca yer vermemiştir. Şairin dünya malı, mülkü ve makamında gözü yoktur. Yahyâ’nın gazellerinde işlenen aşk beşeri, maddi aşktır. İlahi aşka fazla yer vermemiştir. Şiirlerinde tasavvufi unsurlardan yeri geldikçe faydalanmıştır. Fakat onda tasavvuf esas değildir. Tasavvufi anlatımın en yoğun olduğu manzumesi Sâki-nâmesidir. Dini konulara çok az yer vermiştir. Uzun yıllar şeyhülislamlık yapmış birisi olarak devamlı aşktan, şaraptan, sakiden meyhaneden söz edecek kadar da hür düşünceli, hoşgörülü birisidir. Başkalarının ne düşüneceğini hesaba katmadan içinden geldiği gibi bütün samimiyetiyle coşkusunu, heyecanını, hayallerini mısralarına yansıtmıştır, Bu hususta tenkide de maruz kalmış, fakat bundan etkilenmemiş, hissettiği gibi söylemeye devam etmiştir.
Yahyâ sanatlara fazla düşkün değildir. Bâkî’de dikkati çekecek kadar yoğun olan sanat gösterme titizliği onda yoktur. Kelime oyunlarına, tekellüflü anlatıma rağbet etmez. İçinden geldiği gibi samimi bir anlatımla fikirlerini ortaya koyar. Bundan dolayı da şiirlerinde fazla anlam derinliği yoktur. İfade etmek istediği duyguları rahatlıkla anlaşılır.
Yahyâ şiirlerinde mahalli unsurlara da yer vermeyi ihmal etmemiştir. Divânında Edirne ve İstanbul ile ilgili şiirleri, İstanbul’un güzelliklerinden, özelliklerinden ve Atmeydanı’ndan bahseden, bayramları tasvir eden beyitleri onun çevreden kopuk bir şair olmadığının kanıtıdır. Yahyâ tabiata da şiirlerinde yeri geldikçe yer vermeyi ihmal etmez. Baharı, kışı, hazanı, nevruzu konu edinen manzumeleri Divânında hayli yer tutmaktadır. Rubai vezniyle gazel yazan ender şairlerimizden olan Yahyâ’nın şiirlerindeki teknik mükemmellik, aruzu kullanımındaki rahatlık, tabiilik hemen kendini hissettirir. Çok sade bir Türkçeyle yazdığı halde vezin kusurlarına fazla rastlanmaz. Son derece akıcı, şuh, coşkulu, lirik bir anlatıma sahiptir. Genellikle tam kafiye, nadiren de yarım kafiyeyi kullanan şair şiirlerinde bu yolla ahengi çok rahat sağlamıştır. Yahyâ’nın gazellerinin bir kısmı bestelenmiştir.
Yahyâ, şiirlerinde çok sade, yalın bir dil kullanmıştır. Yabancı kelimelerden ziyade konuşulan İstanbul Türkçesini kullanan şair Arapça, Farsça tamlamalara fazla yer vermemiş, bunun yanında Türkçe deyimlere atasözlerine bolca yer vererek şiirin daha anlaşılır olmasını sağlamıştır. Yahyâ’nın bir hayli arkaik kelime kullanıldığını da görmekteyiz.
Kaynakça
Abdurrahman Hıbrî. Enisü’l-Müsamirîn. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Ktb. TY. 451.
Altınay, Ahmed Refik, Vahit Çabuk (hzl.) (1980). Âlimler ve Sanatkârlar. Ankara: KB Yay.
Altunsu, Abdulkadir (1972). Osmanlı Şeyhülislamları. Ankara: Ayyıldız Matbaası.
Ayan, Hüseyin (1981). Cevrî Hayatı Edebî Kişiliği Eserleri ve Divânının Tenkidli Metni. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yay.
Banarlı, N.Sami (1979). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. 2 C. İstanbul: MEB Yay.
Baykal, Bekir Sıtkı (hzl.) (1982). Peçevî İbrahim Efendi Peçevî Tarihi. C. II. Ankara: KTB Yay.
Bayraktutan, Lütfi (1990). ŞeyhülislâmYahyâ Divânından Seçmeler. İstanbul: KB Yay.
Beyatlı, Yahyâ Kemâl (1962). Eski Şiirin Rüzgârıyla. İstanbul: Baha Matbaası.
Bilmen, Saffet Sıtkı (1943). Nef’î ve Sihâm-ı Kazâsı. İstanbul: Aydınlık Matbaası.
Bursalı Mehmed Tahir (1333). Osmanlı Müellifleri. C.II. İstanbul: Matbaa-i Âmire.
Çevik, Mümin ve E. Kılıç (hzl.) (1985). Hammer-Purgstall, J.V. Osmanlı Devleti Tarihi. C. 9. İstanbul: Üçdal Neşriyat.
Danışman Zuhurî (hzl.) (1968). Nâ’imâ Mustafâ Efendi Nâ’imâ Tarihi. C.II. İstanbul: Zuhurî Danışman Yay.
Ertan, Veli (1984). “Yahyâ Efendi”, Türk Ansiklopedisi. C. 33. Ankara: MEB Yay.
Ertem, Rekin (1995). Yahyâ Dîvânı. Ankara: Akçağ Yay.
Fayda, Mustafa (1989). “İbn Kemal’in Hayatı ve Eserleri”, Şeyhülislâm İbn Kemâl Sempozyumu Bildirileri, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
Gibb E.J.W. (1904). A History of Ottoman Poetry, C.3. London.
Gökyay, O. Şaik (1976).“II. Sultan Osman’ın Şehadeti”. Atsız Armağanı. İstanbul: Ötüken Yay.
Gölpınarlı, Abdulbaki (1972). Nedîm Dîvânı. İstanbul: İnkılâp ve Aka Yay.
Gölpınarlı, Abdülbaki (1972). Mevlana Müzesi Yazmalar Kataloğu. C.III. Ankara: TTK Yay.
Gönensay, H.Tevfik ve Banarlı, N. Sami (1941). Başlangıçtan Tanzimata Kadar Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Hacıtahiroğlu, A. Öztemiz. “Şeyhülislâm Yahyâ Efendi”. Diriliş Aylık Dergi.
Hayruddin Ez-Zirikli (1413/1992). E1-A’lam, C.VIII. Beyrut.
İbnülemin M.Kemâl İnal (1334). Dîvân-ı Yahyâ. İstanbul.
İbrahim Hasîb, Zeyl-i Zeylü’ş-Şakâyık, Sül.Ktb. Halet Ef.Nu: 242.
İpekten, Haluk (1970). Nâilî-i Kadîm Divânı. İstanbul: MEB Yay.
İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divânlar Kataloğu (1959). C.II, İstanbul: MEB Yay.
Karabulut, Ali Rıza (1982). Kayseri Raşid Efendi Kütüphanesindeki Türkçe-Farsça ve Arapça Yazmalar Kataloğu, Kayseri: Emek Matbaacılık.
Karatay, F.Edhem (1961). Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu. C.I. İstanbul: Topkapı Sarayı Müzesi Yay.
Kâtip Çelebi (1971-1972), Keşf el-Zunûn. C.I-.II. İstanbul: MEB Yay.
Kavruk, Hasan (1980). Şeyhülislâm Yahyâ Dîvânı. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.
Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay.
Kip, Tarık (1979). TRT Türk Sanat Musikisi Sözlü Eserler Repertuvarı. Ankara: TRT Basın Yayın.
Kocatürk, V.Mahir (1970). Büyük Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: Ayyıldız Matbaası.
Kurnaz, Cemal (hzl.) (1986). Muallim Naci Osmanlı Şairleri. Ankara: KTB Yay.
Kutlu, Şemseddin (hzl.) (1914). Faik Reşad Eslâf. İstanbul: Tercüman Gazetesi Yay.
Kınalızâde Hasan Çelebi, İbrahim Kutluk (hzl.) (1981). Tezkiretü’ş-Şu’arâ. C. II. Ankara: TTK Yay.
Kürkçüoğlu, Kemal Edip (1948). “Şeyhülislâm Yahyâ Efendi”. Ülkü Mecmuası. C.II. İstanbul.
Levend, Agâh Sırrı (1932). Edebiyat Tarihi Dersleri. İstanbul: Kanaat Kütüphanesi Yay.
Mazıoğlu, Hasibe (1982). “Türk Edebiyatı (Eski)” Türk Ansiklopedisi. C.32. Ankara: MEB Yay.
Mehmed Süreyya (1311). Sicill-i Osmânî Yahut Tezkire-i Meşâhir-i Osmâniyye. C.4. İstanbul.
Mengi, Mine (1994). Eski Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: Akçağ Yay.
Muallim Naci (1305). “Şeyhülisâm Yahyâ Efendi”. Mecmua-i Muallim. S.7. İstanbul.
Nâbî (1265). Tuhfetü’l-Haremeyn. İstanbul: Dar-ut Tıbaat el-Amirel.
Nef’î, Dîvân-ı Nef’î, SüleymaniyeKtp. Es’ad Ef. Ktp. Nu: 2701/1.
Nergisî, Meşakku’l-Uşşâk. Nuruosmaniye Ktb.Nu: 4965/4 Yk. 145b-146b
Nev’izâde Atâyî (1268). Hadâyıku’l-Hakâyık fi-Tekmileti’ş-Şakâyık. İstanbul.
Nev’îzâde Atâyî, Dîvân-ı Atâyî. Atıf Efendi Ktb. Nu: 2086, Yk. 18a, 19a
Olgun, Tahir (1931). Türk Edebiyatına Dair Manzum Bir Muhtıra. İstanbul: İstanbul İttifak Matbaası.
Ömer Rıza Kahhale (1414). Mu’cemü’l-Müellifin, C. IV. Beyrut.
Şeyhî Mehmed Efendi, Abdulkadir Özcan (hzl.) (1989). Vakâyi’ü’l-fuzalâ Şakâyık-ı Nu’mâniye ve Zeyilleri No.3. C.I, İstanbul: Çağrı Yay.
Öztuna, Yılmaz (1983). Büyük Türkiye Tarihi, C. 5. İstanbul: Ötüken Yay.
Râmî. Dîvân-ı Râmî, İstanbul Üniv.Ktb, TY. Nu:2811.
Rızâ (1316). Tezkire-i Rızâ. Dersaadet: İkdam Matbaası.
Rızâyî. Dîvân-ı Rızâyî, İst.Üniv.Ktb.TY.Nu: 776.
Sabrî (1296). Dîvân-ı Sabrî-i Şâkir, İstanbul: Matbaa-i Sani.
Safâyî. Tezkire-i Safâyî, Sül. Es’ad Ef. Ktb. Nu: 2549.
Şemseddin Sâmî (1316). Kâmûsu’l-A’lâm. C.6. İstanbul: Mihran Matbaası.
Uraz, Murat (1944). Şeyhülislâm Yahyâ, İstanbul: Tefeyyüz Kitabevi.
Ziyâ Paşa (1291). Harabat. C.I. İstanbul: Matbaa-i Âmire.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. HASAN KAVRUKYayın Tarihi: 11.07.2014Güncelleme Tarihi: 25.11.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Bir lâciverdî kâsede her subh mihr altun ezer
Vasf-ı cemâlün yazmağa cânâ gerekdür hall-i zer
Başı açık yalın ayak abdâlun olmuşdur güneş
Bir yirde ârâm eylemez şevkünle dünyâyı gezer
Her gonce dest-i şâhda bir nâme-i ser-bestedür
Bülbül iver kim açıla zımnında maksûdun sezer
Bâğun mutarrâ sünbüli başlar açılmağa kaçan
Gördükçe anı sanurum bir dil-rübâ zülfün çözer
Çok nâ-tüvânı eyledi Yahyâ tüvânger lutf-ı şâh
Ankâ-yı kâf-ı himmeti besler hezârân zâl-i zer
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 73)
Gazel
Aşkun odına ey gül yanarsa cân-ı şeydâ
Her bir avuç külinden bir bülbül ola peydâ
Mülk-i dile o lebden hakkâ ki korkı vardur
Câ`iz ki bir şererden `âlem yana ser-â-pâ
Mey-hâne-i mahabbet mestânelerle toldı
Peymâneler pür oldı `ârif oturma tehnâ
Dil sâfdur kederden ammâ güler yüz ister
Hûb olmayana neyler âyîne-i mücellâ
Hâl-i ruhını gözler zülf-i siyâhın özler
Yahyâ sevâd-ı çeşm ü kalbümdeki süveydâ
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 27)
Gazel
Sun sâgarı sâkî bana mestâne disünler
Uslanmadı gitdi gör o dîvâne disünler
Peymânesini her kişi toldurmada bunda
Şimden girü bu mescide mey-hâne disünler
Dil hânesini yık koma taş üstüne bir taş
Sen yap anı iller ana vîrâne disünler
Gönlünde senün gayr u sivâ sûreti neyler
Lâyık mı bu kim Ka`beye büt-hâne disünler
Yahyâ'nun olup sözleri hep sırr-ı mahabbet
Yârân işidüp söyleme yâbâne disünler
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 116)
Gazel
Safâ-yı hâtırum oldur seni safâda görem
Bu ben belâ-keşi hicrânuna vefâda görem
Hemîşe hurrem u handân u şâdmân olasın
Hemîşe gonce-i ikbâlüni küşâde görem
Hilâl gibi terakkîde mâh-ı tâbân ol
Fürûg-ı hüsnüni günden güne zyâde görem
Ne zevkdür ne safâdur ne hazdur ey sâkî
Seher humârdan açup gözümi bâde görem
Budur du'âsı sana rûz u şeb Yahyâ'nun
Seni safâda vü bed-hâhunı cefâda görem
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 264)
Gazel
Reşkimüz kalmadı hîç eski zamân 'âlemine
Câmını gördün a rişmedün ise cemine
Başa çıkdı katı yüz buldı yukardanlıgı var
Bu gönül baglanalı bir güzelün perçemine
Ne safâlar sürer âdem ne çeker derd ü elem
'Âlemün bir bakıcak sûrı ile mâtemine
Gel beru meykede ser-hoşlarını seyr eyle
Hânkâhun ne bakarsın bir iki sersemine
Gûşe-i meykedede tekyelenüp ey Yahyâ
Gelinüz hû diyelüm pîr-i mugânun demine
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 375)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 11.07.2014Güncelleme Tarihi: 25.11.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Bir lâciverdî kâsede her subh mihr altun ezer
Vasf-ı cemâlün yazmağa cânâ gerekdür hall-i zer
Başı açık yalın ayak abdâlun olmuşdur güneş
Bir yirde ârâm eylemez şevkünle dünyâyı gezer
Her gonce dest-i şâhda bir nâme-i ser-bestedür
Bülbül iver kim açıla zımnında maksûdun sezer
Bâğun mutarrâ sünbüli başlar açılmağa kaçan
Gördükçe anı sanurum bir dil-rübâ zülfün çözer
Çok nâ-tüvânı eyledi Yahyâ tüvânger lutf-ı şâh
Ankâ-yı kâf-ı himmeti besler hezârân zâl-i zer
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 73)
Gazel
Aşkun odına ey gül yanarsa cân-ı şeydâ
Her bir avuç külinden bir bülbül ola peydâ
Mülk-i dile o lebden hakkâ ki korkı vardur
Câ`iz ki bir şererden `âlem yana ser-â-pâ
Mey-hâne-i mahabbet mestânelerle toldı
Peymâneler pür oldı `ârif oturma tehnâ
Dil sâfdur kederden ammâ güler yüz ister
Hûb olmayana neyler âyîne-i mücellâ
Hâl-i ruhını gözler zülf-i siyâhın özler
Yahyâ sevâd-ı çeşm ü kalbümdeki süveydâ
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 27)
Gazel
Sun sâgarı sâkî bana mestâne disünler
Uslanmadı gitdi gör o dîvâne disünler
Peymânesini her kişi toldurmada bunda
Şimden girü bu mescide mey-hâne disünler
Dil hânesini yık koma taş üstüne bir taş
Sen yap anı iller ana vîrâne disünler
Gönlünde senün gayr u sivâ sûreti neyler
Lâyık mı bu kim Ka`beye büt-hâne disünler
Yahyâ'nun olup sözleri hep sırr-ı mahabbet
Yârân işidüp söyleme yâbâne disünler
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 116)
Gazel
Safâ-yı hâtırum oldur seni safâda görem
Bu ben belâ-keşi hicrânuna vefâda görem
Hemîşe hurrem u handân u şâdmân olasın
Hemîşe gonce-i ikbâlüni küşâde görem
Hilâl gibi terakkîde mâh-ı tâbân ol
Fürûg-ı hüsnüni günden güne zyâde görem
Ne zevkdür ne safâdur ne hazdur ey sâkî
Seher humârdan açup gözümi bâde görem
Budur du'âsı sana rûz u şeb Yahyâ'nun
Seni safâda vü bed-hâhunı cefâda görem
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 264)
Gazel
Reşkimüz kalmadı hîç eski zamân 'âlemine
Câmını gördün a rişmedün ise cemine
Başa çıkdı katı yüz buldı yukardanlıgı var
Bu gönül baglanalı bir güzelün perçemine
Ne safâlar sürer âdem ne çeker derd ü elem
'Âlemün bir bakıcak sûrı ile mâtemine
Gel beru meykede ser-hoşlarını seyr eyle
Hânkâhun ne bakarsın bir iki sersemine
Gûşe-i meykedede tekyelenüp ey Yahyâ
Gelinüz hû diyelüm pîr-i mugânun demine
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 375)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 25.11.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Bir lâciverdî kâsede her subh mihr altun ezer
Vasf-ı cemâlün yazmağa cânâ gerekdür hall-i zer
Başı açık yalın ayak abdâlun olmuşdur güneş
Bir yirde ârâm eylemez şevkünle dünyâyı gezer
Her gonce dest-i şâhda bir nâme-i ser-bestedür
Bülbül iver kim açıla zımnında maksûdun sezer
Bâğun mutarrâ sünbüli başlar açılmağa kaçan
Gördükçe anı sanurum bir dil-rübâ zülfün çözer
Çok nâ-tüvânı eyledi Yahyâ tüvânger lutf-ı şâh
Ankâ-yı kâf-ı himmeti besler hezârân zâl-i zer
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 73)
Gazel
Aşkun odına ey gül yanarsa cân-ı şeydâ
Her bir avuç külinden bir bülbül ola peydâ
Mülk-i dile o lebden hakkâ ki korkı vardur
Câ`iz ki bir şererden `âlem yana ser-â-pâ
Mey-hâne-i mahabbet mestânelerle toldı
Peymâneler pür oldı `ârif oturma tehnâ
Dil sâfdur kederden ammâ güler yüz ister
Hûb olmayana neyler âyîne-i mücellâ
Hâl-i ruhını gözler zülf-i siyâhın özler
Yahyâ sevâd-ı çeşm ü kalbümdeki süveydâ
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 27)
Gazel
Sun sâgarı sâkî bana mestâne disünler
Uslanmadı gitdi gör o dîvâne disünler
Peymânesini her kişi toldurmada bunda
Şimden girü bu mescide mey-hâne disünler
Dil hânesini yık koma taş üstüne bir taş
Sen yap anı iller ana vîrâne disünler
Gönlünde senün gayr u sivâ sûreti neyler
Lâyık mı bu kim Ka`beye büt-hâne disünler
Yahyâ'nun olup sözleri hep sırr-ı mahabbet
Yârân işidüp söyleme yâbâne disünler
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 116)
Gazel
Safâ-yı hâtırum oldur seni safâda görem
Bu ben belâ-keşi hicrânuna vefâda görem
Hemîşe hurrem u handân u şâdmân olasın
Hemîşe gonce-i ikbâlüni küşâde görem
Hilâl gibi terakkîde mâh-ı tâbân ol
Fürûg-ı hüsnüni günden güne zyâde görem
Ne zevkdür ne safâdur ne hazdur ey sâkî
Seher humârdan açup gözümi bâde görem
Budur du'âsı sana rûz u şeb Yahyâ'nun
Seni safâda vü bed-hâhunı cefâda görem
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 264)
Gazel
Reşkimüz kalmadı hîç eski zamân 'âlemine
Câmını gördün a rişmedün ise cemine
Başa çıkdı katı yüz buldı yukardanlıgı var
Bu gönül baglanalı bir güzelün perçemine
Ne safâlar sürer âdem ne çeker derd ü elem
'Âlemün bir bakıcak sûrı ile mâtemine
Gel beru meykede ser-hoşlarını seyr eyle
Hânkâhun ne bakarsın bir iki sersemine
Gûşe-i meykedede tekyelenüp ey Yahyâ
Gelinüz hû diyelüm pîr-i mugânun demine
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 375)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Gazel
Bir lâciverdî kâsede her subh mihr altun ezer
Vasf-ı cemâlün yazmağa cânâ gerekdür hall-i zer
Başı açık yalın ayak abdâlun olmuşdur güneş
Bir yirde ârâm eylemez şevkünle dünyâyı gezer
Her gonce dest-i şâhda bir nâme-i ser-bestedür
Bülbül iver kim açıla zımnında maksûdun sezer
Bâğun mutarrâ sünbüli başlar açılmağa kaçan
Gördükçe anı sanurum bir dil-rübâ zülfün çözer
Çok nâ-tüvânı eyledi Yahyâ tüvânger lutf-ı şâh
Ankâ-yı kâf-ı himmeti besler hezârân zâl-i zer
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 73)
Gazel
Aşkun odına ey gül yanarsa cân-ı şeydâ
Her bir avuç külinden bir bülbül ola peydâ
Mülk-i dile o lebden hakkâ ki korkı vardur
Câ`iz ki bir şererden `âlem yana ser-â-pâ
Mey-hâne-i mahabbet mestânelerle toldı
Peymâneler pür oldı `ârif oturma tehnâ
Dil sâfdur kederden ammâ güler yüz ister
Hûb olmayana neyler âyîne-i mücellâ
Hâl-i ruhını gözler zülf-i siyâhın özler
Yahyâ sevâd-ı çeşm ü kalbümdeki süveydâ
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 27)
Gazel
Sun sâgarı sâkî bana mestâne disünler
Uslanmadı gitdi gör o dîvâne disünler
Peymânesini her kişi toldurmada bunda
Şimden girü bu mescide mey-hâne disünler
Dil hânesini yık koma taş üstüne bir taş
Sen yap anı iller ana vîrâne disünler
Gönlünde senün gayr u sivâ sûreti neyler
Lâyık mı bu kim Ka`beye büt-hâne disünler
Yahyâ'nun olup sözleri hep sırr-ı mahabbet
Yârân işidüp söyleme yâbâne disünler
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 116)
Gazel
Safâ-yı hâtırum oldur seni safâda görem
Bu ben belâ-keşi hicrânuna vefâda görem
Hemîşe hurrem u handân u şâdmân olasın
Hemîşe gonce-i ikbâlüni küşâde görem
Hilâl gibi terakkîde mâh-ı tâbân ol
Fürûg-ı hüsnüni günden güne zyâde görem
Ne zevkdür ne safâdur ne hazdur ey sâkî
Seher humârdan açup gözümi bâde görem
Budur du'âsı sana rûz u şeb Yahyâ'nun
Seni safâda vü bed-hâhunı cefâda görem
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 264)
Gazel
Reşkimüz kalmadı hîç eski zamân 'âlemine
Câmını gördün a rişmedün ise cemine
Başa çıkdı katı yüz buldı yukardanlıgı var
Bu gönül baglanalı bir güzelün perçemine
Ne safâlar sürer âdem ne çeker derd ü elem
'Âlemün bir bakıcak sûrı ile mâtemine
Gel beru meykede ser-hoşlarını seyr eyle
Hânkâhun ne bakarsın bir iki sersemine
Gûşe-i meykedede tekyelenüp ey Yahyâ
Gelinüz hû diyelüm pîr-i mugânun demine
(Kavruk, Hasan (2001). Şeyhülislam Yahyâ Dîvânı. Ankara: MEB Yay. 375)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | Ahmethan Yılmaz | d. 05 Ocak 1967 - ö. - | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | Muvaffak İhsan Garan | d. 1911 - ö. 1985 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | Nevzat Üstün | d. 23 Ağustos 1926 - ö. 8 Kasım 1979 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | VEYSÎ, Üveys Çelebi, Üveys b. Mehmed | d. 1561 - ö. 1628 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | BOSNEVÎ, Abdullah (Rumî) | d. 1584 - ö. 1644 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
6 | KELÎMÎ, Seyyid Mûsâ Efendi | d. ? - ö. 1644 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
7 | PÂKÎ | d. ? - ö. 1644 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | MÛSÂ KÂZIM EFENDİ | d. 1858-59 - ö. 1920 | Meslek | Görüntüle |
9 | SÂDIK/SÂDIKÎ, Sadreddin-zâde Mehmed Sâdık Efendi | d. 17 Aralık 1630 - ö. Kasım-Aralık 1709 | Meslek | Görüntüle |
10 | ÇELEBİ-ZÂDE ÂSIM, İsmâ'il | d. 1685? - ö. 1760 | Meslek | Görüntüle |
11 | MUHLİS DEDE, Sâkıb Dede-zâde Mehmed | d. 1695 - ö. 1712 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
12 | KELÂMÎ, Cihan Dede | d. ? - ö. 1640 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
13 | ÂKİLÎ | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | İMÂNÎ / Mehmed İmânî Efendi | d. ? - ö. 1720-21 | Madde Adı | Görüntüle |
15 | İSMAİL FAİK | d. ? - ö. 1913 | Madde Adı | Görüntüle |
16 | ŞÂMÎ, Ahmed Şâmî Efendi | d. ? - ö. 1604-05 | Madde Adı | Görüntüle |