Madde Detay
HİLMİ (HİLMİ DEDE), Mehmed Ali Hilmi Dedebaba
(d. ?/1842 - ö. ?/1908)
tekke şairi
(Tekke / 19. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
19. yüzyılın tanınmış Bektaşilerinden olan Mehmed Ali Hilmi Dedebaba, 1842 yılında İstanbul’da doğmuştur. Şiirlerinde Hilmi, Hilmi Dede mahlasını kullanmıştır. M. Ali Hilmi Dedebaba’nın annesi Emine Şerife Bacı, babası ise Güngörmez Camii imamı Nûri Efendi’dir. Medrese tahsili alan Hilmi Dedebaba, aynı zamanda güçlü bir tasavvufi eğitim almıştır. Babası ve annesi, Merdivenköy Şahkulu Sultan Dergâhı postnişini Hacı Hasan Baba’ya ikrar vermişlerdir. 1858 yılında babasının vefatıyla bir müddet Güngörmez Camii ve ayrıca İshak Paşa Camii imamlığını yapmış ve Kur’ân-ı Kerim hıfzından dolayı Hafız Mehmed Ali olarak da tanınmıştır. Henüz on beş yaşında iken Aşçı Ali Baba rehberliğinde Hacı Hasan Baba’ya ikrar vermiş, 1857’de mürşidi Hacı Hasan Baba, 1864’de ise rehberi Aşçı Ali Baba vefat edince henüz yirmi iki yaşında iken posta oturmuştur. Aynı yıl Hacı Bektaş Dergâhı’na giderek Pirevi’nde türbedar Hacı Mehmed Tahir Baba rehberliğinde Yanbolulu Ali Turabî Dedebaba’nın mücerredlik erkânına girerek menguş takmıştır. 1869 yılında tekrar Hacı Bektaş Dergâhı’nın postunda oturan Selanikli Hacı Hasan Dedebaba’dan babalık icazeti ve kısa bir süre sonra da hilafet alarak Türbedar Mehmed Yesârî Baba rehberliğinde Halifebaba olmuştur. Dedebabalık postunda vekâleten oturan İşkodralı Perişan Hafız Ali Baba’nın vekâletinin bitmesinin ardından M. Ali Hilmi Dedebaba, Dedebabalık postuna tayin edilmiş, böylece yirmi sekiz yaşında Dedebabalık postuna oturan ilk Bektaşi olarak tarih kayıtlarına geçmiştir. Üç yıl Pirevinde Dedebabalık postunda oturmuş, ardından Şahkulu Sultan Dergâhı’na dönerek vefat ettiği tarih olan 12 Ocak 1908 tarihine kadar Merdivenköy Dergâhı postnişinliğini yapmıştır. Elinde çıkan egzamanın ilerlemesi ve şeker hastalığının artması sebebiyle ameliyat olan Hilmi Dedebaba’nın sağlık durumu kötülemiş ve ameliyattan üç gün sonra vefat etmiştir. İlk önce Dergâh’ın Azbî Baba Meydanı’na defnedilen Hilmi Dedebaba, yedi yıl sonra bizzat kendisinin inşa ettirdiği Gözcü Baba sofasında bulunan Sancakdar Baba’nın yanına, yine kendisinin yaptırdığı kabr-i şerife nakledilmiştir (Karakuş 2013: I-III). Turgut Koca ve Vasfi Mahir Kocatürk M. Ali Hilmi Dedebaba’nın vefat tarihini 1907 olarak vermişlerdir (Koca 1990: 570; Kocatürk 1955: 544).
Mehmed Ali Hilmi Dedebaba, Şahkulu Dergâhı’nda birçok imar faaliyetinde bulunarak Dergâhı genişletmiş ve işlevsel bir hâle getirmiştir. Dergâh’a içerisinde çok kıymetli yazmaların bulunduğu bir kütüphane de yaptırmış, ancak 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla bu kütüphane ve içerisindeki yazmalar bakımsızlıktan harap bir hâle gelmiştir. Dergâh’ta yenilediği binalara tarih düşmüş ve mezar taşlarına kitabelerini yazdırmıştır. Yine yenilediği Dergâh kapısına yazdırdığı, aşağıda yer verdiğimiz, kitabe kendisine aittir: "Gelüp bu hân-gâha sıdk ile âşık ibâdet kıl/Hevâ-yı nefsini terkeyleyüp kesb-i saâdet kıl/Eger olmak dilersen hâl-i hayretden hulûsâne/Makâm-ı Hazret-i Şâhkulu Sultân’ı ziyaret kıl" (Karakuş 2013: IV).
M. Ali Hilmi Dedebaba’ya ait Dîvân, Kâşifu’l-Esrâr Reddiyesi ve Mehmed Ali Hilmi Dedebaba Erkânnâmesi adıyla üç eser tespit edilmiştir. Kâşifu’l-Esrâr Reddiyesi adlı eserini, Harputlu İshak Hoca’nın Bektaşilik aleyhine yazdığı Kâşifu’l-Esrâr ve Dâfi’ul-Eşrâr adlı esere reddiye olarak kaleme almıştır. Mehmed Ali Hilmi Dedebaba Erkânnâmesi adlı eseri ise dervişlerin uymaları gereken yol kurallarını anlatan 15 yapraklık bir risaledir. Hilmi Dedebaba’nın yaygın olarak bilinen Divânı ise Filibeli Ahmed Mehdî Baba tarafından kitap hâline getirilerek 1909 yılında bastırılmıştır. Dîvân’ın bu matbu nüshası dışında, bizzat Hilmi Dedebaba’nın el yazısı ile olan nüsha ile Yapı Kredi Sermet Çifter Kütüphanesi Yazmaları arasında bulunan bir nüshası daha mevcuttur. Bedri Noyan Dedebaba, Hilmi Dedebaba’nın el yazısı ile olan nüshayı esas alarak Dîvân’ı 1986 yılında Latin harfleriyle yayımlamıştır (Karakuş 2013: IV-V).
“Gazel, kaside, murabba, müstezat, muhammes, müseddes, muaşşer, mersiye, kıta, müfred, beyit ve tarih düşme tarzında şiirleri ihtiva eden Dîvân Elif-ba sırasına göre tertip edilmiştir. Dedebaba’nın Hilmi mahlası ile yazdığı nefeslerinden bazıları bestelenerek tekke ve dergâhlarda okunmuş ve hâlen de okunmaya devam etmektedir” (Karakuş 2013: V). M. Ali Hilmi Dedebaba'nın divanında, 2666 beyit vardır. Bu beyitlerin içerisinde 25 koşma, 238 gazel, 1 muaşşer, 6 müseddes, 8 muhammes, 1 murabba, 1 tahmis, 3 mersiye, 1 nasihatname, 40 tarih, 3 kıf'a, 10 müfred mevcuttur. Şiirlerinde hem aruz hem de hece veznini kullanmıştır (Koca 1990: 570).
Kaynakça
Ergun, Sadeddin Nüzhet (1955). Bektaşî Şairleri ve Nefesleri 19’uncu Asra Kadar. C. 1. İstanbul: Maarif Kitaphanesi.
Karakuş, Gülbeyaz (2012). Mehmed Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Revak Kitabevi.
Koca, Turgut (1990). Bektaşi Alevi Şairleri ve Nefesleri (13. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Kadar). İstanbul: Maarif Kitaphanesi.
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: ARAŞ. GÖR. BÜLENT AKINYayın Tarihi: 18.12.2014Güncelleme Tarihi: 07.12.2020Eserlerinden Örnekler
Mersiye-i Şâh-ı Şehid-i Kerbelâ
Devşirip mâh-ı muharrem'de Yezid askerini
Seçtiler âl-i nebi düşmenin en şer'ini,
Giydirüp zırh-ı vegaa, cevr-ü cefâ miğferini,
Sevk 'idüp ceyş-i melâ'inin asıl ekferini,
Zaytıdüp kerb-i belâ arsasının her yerini
Çektiler âl-i abâ katline hençerlerini.
Bir taraftan dahi evlâd-i nebi-yyi zi-Şân
Cem 'idüp mü'min-i muhlisleri sâdât-ı cinân
Geldiler yetmiş iki merd-i nerimân-ı cihân
Kerbelâ'ya kurup ordusunu ehl-i imân,
Açtılar Şâh-ı şehidin alem-i enverini
Kurdular âl-i Resûl 'ün hiyem-i ahzarını.
Doldular saf saf olup rezm-geh'e ehl-i sitem,
Durdu ol kavm'e mukaabil şeh-i ferhunde himem.
Kıldı a'daya nidâ sıbt-ı nebi-yyi ekrem
Ey uranları şeref-i ni'met-i İslam’dan dem
Kanğı bir ümmet urur zade-i peygamberini
Düşünün va'd olunan ruz-u cezâ mahşerini.
Çıktı serdar-ı şaki Şâh-ı şehide karşu
At sürüb arsa-i hica'da o zâlim ilerü,
İttiler nakz-ı ühud, ey1edi1er güft ile gü
Attılar tir-i cefâ hazrete ol kavm-i adü,
İtmeğe teşne şehidi iki cihân serverini
Yıktılar din-i kavim'in şeref-i minberini
Başladı ceng-ü cidâl itmeğe a'vân-ı Yezid,
Ehl-i Beyt üzre hücum eyleyup oz kavm-i anid.
Harb'idüp yetmiş iki bende-vü evlâd-ü hafid
Oldular ma'rekede Hak yoluna cümle şehid
Kestiler Şâh-ı- şehidin veled-i ekberini
Urdular tir ile ma'sumu Ali Asğar'ini.
Haymegâh'a gelerek Şâh-ı- Şehid-i mazlum,
Ehl-i beyt ile vedâ eyledi ol kân-ı ulum.
Seyyidât ah-ü figaan giryekünân oldu umum
Yakasın yırttı, saçın yoldu nisâ-i ma'sum
Bağrına bastı Ali Zeynel-abâ peykerini
Tapşırup ilm-i emânâtın ana yekserini .
Z-ül-cenâh üzre süvâr oldu o sultân-ı cihân,
Girdi meydân-ı vegaa'ya çekerek seyf-ü sinân
Aldılar orta yere sıbt-ı Resûlü ol ân
İttiler yirmi iki bin kişi tir-i bârân
Döndürüb dide-i girbâle ten-i gülterini
Düşürüp hâk-i siyâh üzre cihân serverini.
Düştüğü demde atından yere şâh-ı mazlum
Her taraftan ok atup kavm-ı Yezid itti hücûm.
Sadr-ı envârına bastı ayağın Şimr-i zalum,
Gözünü açtı Hüseyn didi çekil ey meş'üm
Farz-ı zahrı kılayım feyz-i ilâh âverini
Alayım ömrümüzün son demi tekbirlerini
Sine-i pâkine bastıkta o Şimr-i nâpâk,
Titredi sabrederek rûh-u Resûl-ü "Levlâk".
Oldu ervâh-ı nebiyyân-ü veliler gamnâk,
O dem az kaldı ki alt üst ola arz-ü eflâk
Şaşırup seb'a-i seyyâre menâzil yerini,
Târumâr eyleyecekti feleğin mihverini.
Kıbleye karşu durup Hazret-i Sultân-ı Şehid,
Kıldı erkân-ı teyemmüm vuzu'un tecdid
Cânib-i Hakk'a tevekkül olup itti tahmid
Okuyup Fâtiha-i hazret-i Kur'ân-ı mecid
Secde-i evvel içinde kerem müsterini
İttiler hâke beraber du-cihân efserini.
Şimr Mel'ûn çekerek hençer-i cevr - efken'ini
Büsegâh-ı Nebeviden keserek gerdenini
Ayırup re's-i şerifinden o nâzik tenini,
Soldurup, hayf, bakaa mec'ma'ının gülşenini
Diktiler nize-i udvâna Hüseyn'in serini
Koydular karılar içinde cesed-i atharini
Koptu tufân-ı kıyâmet sanasın kim o zaman,
Tuttu âfâk-ı cihânı zulümât-ı heyecân.
İns - ü cin, hür - u melek eylediler ah - ü figân,
Oldular cümleten ervâh-ı mukaddes giryân
Döktüler ehl-i semâ dideden eşk-i terini.
Şaşırup hür - ü melek ta'at - ü tesbihlerini.
Sâl-ü Hicret o meh Altmış bire itmişti duhul,
Öşr-ü evvelde olup vâkı'a-i harb-i melül,
Tır-i a'dâya hedef oldu kamu al-i Resul,
Vakt-i Cum'aydı şehid olduğu dem necl-i Betül,
İçtiler câm-ı şehadetle Bakaa Kevser'ini.
Terkidüp zinnet-i dünyâ ile-sim-ü zer 'ini.
Katilgâh'a iricek Zeyn-el-abâ'nın güzeri
Saldı dört yâna figân eyleyerekten nazarı,
Gördü yatmaktadır al kanlar içinde pederi,
Bu işe yandı bütün halk-ı cihânın ciğeri
Katlidüp kavm-i adü teşne şehidler erini
Cennetin Seyyid'i, dünyânın e'azz mefharini
Hazret-i Zeyneb ile Sitti Rukiyye giryân.
Yolarak saçlarını Sitti Nefise ol ân,
Şehribânu döğerek sinesin oldu nâlân
Çağrışup nakalar üstünde cemi'-i nisvân
Koydular, hâyf, yetim âl-i abâ duhterini
Gurbet illerde garip eylediler hâherini.
Etmedi Kimseye bir böyle zulüm kavm-i Mecüs,
Ne Yahudi ne Nasârâ ne nufüs-u menhus
Görmemiş böyle cefâ mislini çerh-i Fânus,
Arş-ı a'lâda olup Fahr-i Risâlet me’yüs
Açtılar halk-ı cihân rüyuna mâdem derini
Yaktılar nâr-ı tahassürle gönül mecmerini.
Nice kaan ağlamasun âh iderek Hilmi Dede
Oldular Âl-i abâ zulme sezâ her yerde.
Kimisi zehr-i helâhil'le olup pejmürde,
Kimi de tiğ-i cefâ ile olup rencide
Al-i Süfyâna felek verdi zulüm şeşperini
Kırdılar âl-i Resûl’ün ol iki şehperini
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 325-327.
Kaside-i Şerife der Na 't-ı Resül-ü Kâinat
Ey vücûd 'un âfitâbı çerh-i minâ ziveri
Şebçerâğ-ı âlem-ârâdır cemâlin enveri.
Şânına "Levlâk-e levlâk" oldu âazil vahy' ile
Sensin ol Sultân-ı Kevneyn-i risâlet serveri.
Sen "Şefi 'ul-müznibin"sin, Rahmet-en l-il-âlemin
Tabl-ı cüd-u lutfunun olmuş melâik mehteri.
Rişte-i kisu-yu sünbül buy'unu şemm eyleyen
Koklamazdı tayb 'içün bir dâhi üd-u anberi
Ol kadar hassiyyet-i feyz-i safâ var anda kim
La’l-i nâbın nûş idenler kaale almaz Kevseri.
Çeşme-i feyz-i na'iminden içen mâ-en tahür,
İlm-ü irfân ile memludur fuâd-ı sâgari.
Nur-u Hak'tır hilkatin sen kim Habibullâh'sın
Nice âşık olmasun didârına ins-ü Peri?
Ya Rasul'allâh senin ta'dadâ gelmez âşıkın,
Aşkın ile dolmuş âfâk-ı cihânın her yeri.
Sen İmam-ü Enbiyâ-vü Evliyâsın şüphesiz,
Ümmet etmiş sana Mevlâ cümleten peygamberi.
Hâtem-i hatm-i risâlet sâna erdi vahy'ile
Sensin ol hâkanı-ı zişân-ı rüsûl dâd-âveri.
Asitân-ı bâb-ı ihsânında cem' olmuş hemin
Bir gedâdır Pâdişâhân-ı cihânın her biri.
Nur-u Kur'ân ile fer verdin cihâna serteser,
Eyledin insânları küfr-ü cehâletten beri.
Cüş edince kâinatı garka-i rahmet eder,
Ebr-ü lutf-ü himmetin bir katresi bahr-ü ber'i.
Mu 'cizâtın kudreti âkilleri hayrân eder
Yek nazarda eyledi Şakk-ul-kamer engüşteri
Öyle bir iksir-i a'zamdır anâ canlar fedâ
Rüşen etmiş hâk-i pâyin kühlü çeşm-i engüşteri
Ya Rasül'allâh gubaâr-ı pâyine olmaz bahâ,
Olsa da nüh kubbe-i eflâk, memlu cevheri.
Ey vücûd-u nur-u Hak, v'ey mahrem-i Rabb-il-felak
Dâver-i vâlâ nesak her dü-cihânın bihteri.
Da'vet etti Hak seni ancak harim-i vaslına
"Li ma'allâhi”de oldun kâinatın mefhari.
Mahrem-i halvet-sarây-ı Kibriyâ oldukta hem
"Kaab-e kavseyn" erişti pâye-i bâlâteri.
Tarfe-tül-ayn içre erdin bezm-i "Ev ednâ"ya sen
Oldu mi'râcın mubârek giydin âli efseri.
Ey kerim-i pür-himem v'ey hâris-i hayr’ ül-ümem
Sâhib-i vâlâ-yı ilm şâri’lerin ser-defteri.
Kim mu 'âdildir fesâhatta, belâgatta sana
Her ulumun kenzi sensin nûr-u Kur'ân gevheri.
Sen hatib-i vahy-i tenzil-i ilâhisin şehâ
Eyledin nûr-u vücudunla müzeyyen minberi.
Tenk'olur bu hâkidân-ı arsa-i âlem sanâ
Etmeğe lutfun Burâk'ı bir nefes cevlângeri.
Vasfın idrâk idebilmezler sabâh-ı haşredek
Bir araya gelse dünyânın bütün dânişveri,
Hak bilür ancak anı ilm-i beşer fehm 'edemez
Akla sığmaz Cevher-i Zât'ın tasavvurdan beri.
Ahmed-i Muhtâr, eb-el-Kâsım, Habib-i Kibriyâ
Enbiyâ-vü Evliyânın serfirâz-ü serveri.
Küfr-ü şirki ref'edüp Tevhidi i'lân eyledin
Sen duyurdun minber üzre halka Allâh Ekberi.
Şöyle bir cüz'-ü zeman içre vücûd-u nâs'dan
Mahv kıldı hâl-i küfr'ü ebrüvânın hançeri.
Feth-ü nusrette, sehâvette , şecâ'atta sana
Hak mu 'âdil eylemiş Şâh-ı velâyet safderi.
Şir-i Hak'tır, Sâki-i Kevser Ali-yyel-Murtezâ
Çekti şiddetle kopardı ta ki Bâb-ı Hayberi.
Gazve-i Handek'te kıldı Zülfekaar'ın tecrübe,
Düştü hâke bir uruşta Amr- ‘Abdud'un seri.
Zülfekaar'ın darbına karşu siper kâr eylemez,
Düşmenin kat kat giyinsa zırh-ı timur miğferi.
Lât-ü Uzzadan kılup tathir-i Beytullâh 'ı hem
Çekti bâm-ı Kâ'beden kırdı bütân-ı âzeri.
Leşker-i küffâra her bir hamlesi emvâc-ı yem
Askeri-i İslâm’ın oldu Şir-i Hak ser'askeri.
Dâder ettin hem vasi kıldın o zâtı kendine
Emridüp tâ ümmet-i ashâba hubb-i Hayderi.
Çâr-yârındır seni kim eyledin ehl-i kisâ
Murtazâ-vü Fatıma, Şebbir ile hem Şüpperi.
Vâkıf-ı sırr-ı ezeldir âl-ü evlâdın senin
Enbiyâ-yı sâlife olmuş mu'âdil her biri.
Ey Resûl-ü Müctebâ, mahbub-u Rabb-ı Z-ül-atâ,
Olmayan mü'min sana ka'r-ı Cehennemdir yeri.
Hânıkaah-ı zâtını ins-ü melek eyler tavâf,
Cümle mahlukat olup didârının sevdâger'i,
İstemezler Sündüs'ü Firdevs-i a'lâ olsa da
Hâk-ı dergâhın oluptur ehl-i aşkın pisteri
Vakt-ı vustâ'dır salât-ı farza eyle iktidâ
Kıl Münâcât-ü duâ geldi niyâzın demleri.
Ya Resüllallâh senin müştâkınım leyl-ü nehâr
Affidüp cürmüm bağışla eyle lutfun mazhari.
Na't-ı pâkin zikrider HİLMİ DEDE subh-u mesâ,
Olmuş ihlâs ile âl-i Ehl-i beyt'in çâkeri.
Hamd-ü lillâh bende-i âl-i abâyım sıdk' ile
Canfedâ-yı Kerbelâ’yım ol şehir fermânberi.
AI-ü evlâdına olsun sad salât-u sad selâm
Asumân-ı kudretin bunlar oluptur ahteri.
Olmaya zürriyetinden bir zemân hâli cihân
Şöyle kim sâbit ola bu kâinatın mihveri
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 237-240.
Nefes
Hazret-i pir kim isnâ-aşer'in nesl-i gül'ü
Düşücek Rum'a göğercin sıfat ânın zıll'ı
Suluca Kara Höyük nâmda tuttu mahall'i
Geldi Rum erleri arslana süvâren düküli
Bize göster didiler tutuğumuz kudret eli,
Yed-i feyzinde görüp bildiler ol mühr-ü celi
Didi Emrem: "Sana Taptuk sana ey şâh beli"
Evliyâ zümresinin eşref-i kutb-u ezeli
Vâris-i ilm-i nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâm ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Suluca Kârahöyük oldu O Sultâna makar,
Ki var ol yerde kerâmâtlarından çok eser,
Biri ezcümle ki Atkaya, yürütmüş nice yer,
Biri di Hınta ve Çavdân kılup anda hacer,
Birisi "Ak" deyu emreyleyicek aktı pınar,
Biri de beş taş olup Hakk'a şehâdet eyler,
Birisi memleha-yı milh ki dürr-ü gevher
Bu kerâmetleri inkâr eden olur ekfer
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Suluca Karahöyük'te vâr idi bir âdem,
Yuğurur idi çamur yapmak içün kerpiç hem,
Etmeğe yardım ana vardı o şâh-ı ekrem,
Ehl-i şekkler didiler Hazret-i Hünkâra o dem
"Gel yuğur bu kara taşı vâr ise sende himem".
Yuğurup itti hamur gibi taşı kân-ı kerem
İz edip ol hacere bastığı yerlerde kadem
Şimdi derler ana "Hamur kaya" nâmın âlem
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-i Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
O civârda vâr'idi bir karataş'tan bir gaar,
Üzerine çillegeh itmişti o gaari Hünkâr.
Çıkarup erba'in ol gaar'da çün leyl-ü nehâr
Geldi bir gün görüşüp Hızr âna didi: Ey yâr,
Nice bü penceresiz yerde durursun her bâr?
İşidüp bü sözü Pir itti kerâmet izhâr
Urup ol tâşa velayet elin ibn-i Kerrâr;
Açılup bir deriçe kaldı o gaar'a âsâr
Vâris-i ilm-i Nebi, Zade-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-1 Veli.
Hulefâlar didiler bir gün: "Ayâ Pir-i huzur…
Bu arazi ne acebtir ki hatab'dan maksur,
Nice yurd eyleyelim berd-i kati heyzem dür
Bak kerâmât-ü velâyâtına hiç var mı fütür
Çıkarup hırkasını yaktı temâmet pür-nür,
Hırkadağı ki denür cümle-i nâsa meşhür.
Savurup ol dağa hâkisterini itti nüşur
Bitüp ol hâk'te asl-ı mişe-i nâ-mevfür.
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Sarı dirler var'idi bir kişi kim ehl-i hevâ,
Hazret-i Pire muhâlif idi ol dem zirâ,
Mevsim-i zemheri'de geldi, didi pire: Ayâ
Şu duran kuru ağaçtan bitürürsen elmâ
O dem er olduğuna eylemezem şek aslâ.
O zaman Hazret-i Pir itti münâcât-ü du'â
Bitüp ol huşk-i şecerde nice Sib-i ra'nâ
Görüb ol hâleti dil-mürdeler oldu ihyâ
Vâris-i ilm-i Nebi, Zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Sen o Şâh-ı fukarâsın ki ezel zât-ı fuhül,
Sen o nesl-i su'âdâsın nesebin âl-i Resül,
Seni vasfetmeğe billâh ki âcizdir ukuul,
Cem-i âyin-i tarıykattır olan asl-ı usul,
Sana sıdk'ile tevessül eden olur mu melül?
Der-i lutfunda bu HİLMİ kulunu eyle kabul,
Reh-i aşkında murâdım sana olmak mevsül,
Olayım ben de erenlerde kabul-u makbul
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Namı ki nânı-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 230-231.
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 18.12.2014Güncelleme Tarihi: 07.12.2020Eserlerinden Örnekler
Mersiye-i Şâh-ı Şehid-i Kerbelâ
Devşirip mâh-ı muharrem'de Yezid askerini
Seçtiler âl-i nebi düşmenin en şer'ini,
Giydirüp zırh-ı vegaa, cevr-ü cefâ miğferini,
Sevk 'idüp ceyş-i melâ'inin asıl ekferini,
Zaytıdüp kerb-i belâ arsasının her yerini
Çektiler âl-i abâ katline hençerlerini.
Bir taraftan dahi evlâd-i nebi-yyi zi-Şân
Cem 'idüp mü'min-i muhlisleri sâdât-ı cinân
Geldiler yetmiş iki merd-i nerimân-ı cihân
Kerbelâ'ya kurup ordusunu ehl-i imân,
Açtılar Şâh-ı şehidin alem-i enverini
Kurdular âl-i Resûl 'ün hiyem-i ahzarını.
Doldular saf saf olup rezm-geh'e ehl-i sitem,
Durdu ol kavm'e mukaabil şeh-i ferhunde himem.
Kıldı a'daya nidâ sıbt-ı nebi-yyi ekrem
Ey uranları şeref-i ni'met-i İslam’dan dem
Kanğı bir ümmet urur zade-i peygamberini
Düşünün va'd olunan ruz-u cezâ mahşerini.
Çıktı serdar-ı şaki Şâh-ı şehide karşu
At sürüb arsa-i hica'da o zâlim ilerü,
İttiler nakz-ı ühud, ey1edi1er güft ile gü
Attılar tir-i cefâ hazrete ol kavm-i adü,
İtmeğe teşne şehidi iki cihân serverini
Yıktılar din-i kavim'in şeref-i minberini
Başladı ceng-ü cidâl itmeğe a'vân-ı Yezid,
Ehl-i Beyt üzre hücum eyleyup oz kavm-i anid.
Harb'idüp yetmiş iki bende-vü evlâd-ü hafid
Oldular ma'rekede Hak yoluna cümle şehid
Kestiler Şâh-ı- şehidin veled-i ekberini
Urdular tir ile ma'sumu Ali Asğar'ini.
Haymegâh'a gelerek Şâh-ı- Şehid-i mazlum,
Ehl-i beyt ile vedâ eyledi ol kân-ı ulum.
Seyyidât ah-ü figaan giryekünân oldu umum
Yakasın yırttı, saçın yoldu nisâ-i ma'sum
Bağrına bastı Ali Zeynel-abâ peykerini
Tapşırup ilm-i emânâtın ana yekserini .
Z-ül-cenâh üzre süvâr oldu o sultân-ı cihân,
Girdi meydân-ı vegaa'ya çekerek seyf-ü sinân
Aldılar orta yere sıbt-ı Resûlü ol ân
İttiler yirmi iki bin kişi tir-i bârân
Döndürüb dide-i girbâle ten-i gülterini
Düşürüp hâk-i siyâh üzre cihân serverini.
Düştüğü demde atından yere şâh-ı mazlum
Her taraftan ok atup kavm-ı Yezid itti hücûm.
Sadr-ı envârına bastı ayağın Şimr-i zalum,
Gözünü açtı Hüseyn didi çekil ey meş'üm
Farz-ı zahrı kılayım feyz-i ilâh âverini
Alayım ömrümüzün son demi tekbirlerini
Sine-i pâkine bastıkta o Şimr-i nâpâk,
Titredi sabrederek rûh-u Resûl-ü "Levlâk".
Oldu ervâh-ı nebiyyân-ü veliler gamnâk,
O dem az kaldı ki alt üst ola arz-ü eflâk
Şaşırup seb'a-i seyyâre menâzil yerini,
Târumâr eyleyecekti feleğin mihverini.
Kıbleye karşu durup Hazret-i Sultân-ı Şehid,
Kıldı erkân-ı teyemmüm vuzu'un tecdid
Cânib-i Hakk'a tevekkül olup itti tahmid
Okuyup Fâtiha-i hazret-i Kur'ân-ı mecid
Secde-i evvel içinde kerem müsterini
İttiler hâke beraber du-cihân efserini.
Şimr Mel'ûn çekerek hençer-i cevr - efken'ini
Büsegâh-ı Nebeviden keserek gerdenini
Ayırup re's-i şerifinden o nâzik tenini,
Soldurup, hayf, bakaa mec'ma'ının gülşenini
Diktiler nize-i udvâna Hüseyn'in serini
Koydular karılar içinde cesed-i atharini
Koptu tufân-ı kıyâmet sanasın kim o zaman,
Tuttu âfâk-ı cihânı zulümât-ı heyecân.
İns - ü cin, hür - u melek eylediler ah - ü figân,
Oldular cümleten ervâh-ı mukaddes giryân
Döktüler ehl-i semâ dideden eşk-i terini.
Şaşırup hür - ü melek ta'at - ü tesbihlerini.
Sâl-ü Hicret o meh Altmış bire itmişti duhul,
Öşr-ü evvelde olup vâkı'a-i harb-i melül,
Tır-i a'dâya hedef oldu kamu al-i Resul,
Vakt-i Cum'aydı şehid olduğu dem necl-i Betül,
İçtiler câm-ı şehadetle Bakaa Kevser'ini.
Terkidüp zinnet-i dünyâ ile-sim-ü zer 'ini.
Katilgâh'a iricek Zeyn-el-abâ'nın güzeri
Saldı dört yâna figân eyleyerekten nazarı,
Gördü yatmaktadır al kanlar içinde pederi,
Bu işe yandı bütün halk-ı cihânın ciğeri
Katlidüp kavm-i adü teşne şehidler erini
Cennetin Seyyid'i, dünyânın e'azz mefharini
Hazret-i Zeyneb ile Sitti Rukiyye giryân.
Yolarak saçlarını Sitti Nefise ol ân,
Şehribânu döğerek sinesin oldu nâlân
Çağrışup nakalar üstünde cemi'-i nisvân
Koydular, hâyf, yetim âl-i abâ duhterini
Gurbet illerde garip eylediler hâherini.
Etmedi Kimseye bir böyle zulüm kavm-i Mecüs,
Ne Yahudi ne Nasârâ ne nufüs-u menhus
Görmemiş böyle cefâ mislini çerh-i Fânus,
Arş-ı a'lâda olup Fahr-i Risâlet me’yüs
Açtılar halk-ı cihân rüyuna mâdem derini
Yaktılar nâr-ı tahassürle gönül mecmerini.
Nice kaan ağlamasun âh iderek Hilmi Dede
Oldular Âl-i abâ zulme sezâ her yerde.
Kimisi zehr-i helâhil'le olup pejmürde,
Kimi de tiğ-i cefâ ile olup rencide
Al-i Süfyâna felek verdi zulüm şeşperini
Kırdılar âl-i Resûl’ün ol iki şehperini
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 325-327.
Kaside-i Şerife der Na 't-ı Resül-ü Kâinat
Ey vücûd 'un âfitâbı çerh-i minâ ziveri
Şebçerâğ-ı âlem-ârâdır cemâlin enveri.
Şânına "Levlâk-e levlâk" oldu âazil vahy' ile
Sensin ol Sultân-ı Kevneyn-i risâlet serveri.
Sen "Şefi 'ul-müznibin"sin, Rahmet-en l-il-âlemin
Tabl-ı cüd-u lutfunun olmuş melâik mehteri.
Rişte-i kisu-yu sünbül buy'unu şemm eyleyen
Koklamazdı tayb 'içün bir dâhi üd-u anberi
Ol kadar hassiyyet-i feyz-i safâ var anda kim
La’l-i nâbın nûş idenler kaale almaz Kevseri.
Çeşme-i feyz-i na'iminden içen mâ-en tahür,
İlm-ü irfân ile memludur fuâd-ı sâgari.
Nur-u Hak'tır hilkatin sen kim Habibullâh'sın
Nice âşık olmasun didârına ins-ü Peri?
Ya Rasul'allâh senin ta'dadâ gelmez âşıkın,
Aşkın ile dolmuş âfâk-ı cihânın her yeri.
Sen İmam-ü Enbiyâ-vü Evliyâsın şüphesiz,
Ümmet etmiş sana Mevlâ cümleten peygamberi.
Hâtem-i hatm-i risâlet sâna erdi vahy'ile
Sensin ol hâkanı-ı zişân-ı rüsûl dâd-âveri.
Asitân-ı bâb-ı ihsânında cem' olmuş hemin
Bir gedâdır Pâdişâhân-ı cihânın her biri.
Nur-u Kur'ân ile fer verdin cihâna serteser,
Eyledin insânları küfr-ü cehâletten beri.
Cüş edince kâinatı garka-i rahmet eder,
Ebr-ü lutf-ü himmetin bir katresi bahr-ü ber'i.
Mu 'cizâtın kudreti âkilleri hayrân eder
Yek nazarda eyledi Şakk-ul-kamer engüşteri
Öyle bir iksir-i a'zamdır anâ canlar fedâ
Rüşen etmiş hâk-i pâyin kühlü çeşm-i engüşteri
Ya Rasül'allâh gubaâr-ı pâyine olmaz bahâ,
Olsa da nüh kubbe-i eflâk, memlu cevheri.
Ey vücûd-u nur-u Hak, v'ey mahrem-i Rabb-il-felak
Dâver-i vâlâ nesak her dü-cihânın bihteri.
Da'vet etti Hak seni ancak harim-i vaslına
"Li ma'allâhi”de oldun kâinatın mefhari.
Mahrem-i halvet-sarây-ı Kibriyâ oldukta hem
"Kaab-e kavseyn" erişti pâye-i bâlâteri.
Tarfe-tül-ayn içre erdin bezm-i "Ev ednâ"ya sen
Oldu mi'râcın mubârek giydin âli efseri.
Ey kerim-i pür-himem v'ey hâris-i hayr’ ül-ümem
Sâhib-i vâlâ-yı ilm şâri’lerin ser-defteri.
Kim mu 'âdildir fesâhatta, belâgatta sana
Her ulumun kenzi sensin nûr-u Kur'ân gevheri.
Sen hatib-i vahy-i tenzil-i ilâhisin şehâ
Eyledin nûr-u vücudunla müzeyyen minberi.
Tenk'olur bu hâkidân-ı arsa-i âlem sanâ
Etmeğe lutfun Burâk'ı bir nefes cevlângeri.
Vasfın idrâk idebilmezler sabâh-ı haşredek
Bir araya gelse dünyânın bütün dânişveri,
Hak bilür ancak anı ilm-i beşer fehm 'edemez
Akla sığmaz Cevher-i Zât'ın tasavvurdan beri.
Ahmed-i Muhtâr, eb-el-Kâsım, Habib-i Kibriyâ
Enbiyâ-vü Evliyânın serfirâz-ü serveri.
Küfr-ü şirki ref'edüp Tevhidi i'lân eyledin
Sen duyurdun minber üzre halka Allâh Ekberi.
Şöyle bir cüz'-ü zeman içre vücûd-u nâs'dan
Mahv kıldı hâl-i küfr'ü ebrüvânın hançeri.
Feth-ü nusrette, sehâvette , şecâ'atta sana
Hak mu 'âdil eylemiş Şâh-ı velâyet safderi.
Şir-i Hak'tır, Sâki-i Kevser Ali-yyel-Murtezâ
Çekti şiddetle kopardı ta ki Bâb-ı Hayberi.
Gazve-i Handek'te kıldı Zülfekaar'ın tecrübe,
Düştü hâke bir uruşta Amr- ‘Abdud'un seri.
Zülfekaar'ın darbına karşu siper kâr eylemez,
Düşmenin kat kat giyinsa zırh-ı timur miğferi.
Lât-ü Uzzadan kılup tathir-i Beytullâh 'ı hem
Çekti bâm-ı Kâ'beden kırdı bütân-ı âzeri.
Leşker-i küffâra her bir hamlesi emvâc-ı yem
Askeri-i İslâm’ın oldu Şir-i Hak ser'askeri.
Dâder ettin hem vasi kıldın o zâtı kendine
Emridüp tâ ümmet-i ashâba hubb-i Hayderi.
Çâr-yârındır seni kim eyledin ehl-i kisâ
Murtazâ-vü Fatıma, Şebbir ile hem Şüpperi.
Vâkıf-ı sırr-ı ezeldir âl-ü evlâdın senin
Enbiyâ-yı sâlife olmuş mu'âdil her biri.
Ey Resûl-ü Müctebâ, mahbub-u Rabb-ı Z-ül-atâ,
Olmayan mü'min sana ka'r-ı Cehennemdir yeri.
Hânıkaah-ı zâtını ins-ü melek eyler tavâf,
Cümle mahlukat olup didârının sevdâger'i,
İstemezler Sündüs'ü Firdevs-i a'lâ olsa da
Hâk-ı dergâhın oluptur ehl-i aşkın pisteri
Vakt-ı vustâ'dır salât-ı farza eyle iktidâ
Kıl Münâcât-ü duâ geldi niyâzın demleri.
Ya Resüllallâh senin müştâkınım leyl-ü nehâr
Affidüp cürmüm bağışla eyle lutfun mazhari.
Na't-ı pâkin zikrider HİLMİ DEDE subh-u mesâ,
Olmuş ihlâs ile âl-i Ehl-i beyt'in çâkeri.
Hamd-ü lillâh bende-i âl-i abâyım sıdk' ile
Canfedâ-yı Kerbelâ’yım ol şehir fermânberi.
AI-ü evlâdına olsun sad salât-u sad selâm
Asumân-ı kudretin bunlar oluptur ahteri.
Olmaya zürriyetinden bir zemân hâli cihân
Şöyle kim sâbit ola bu kâinatın mihveri
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 237-240.
Nefes
Hazret-i pir kim isnâ-aşer'in nesl-i gül'ü
Düşücek Rum'a göğercin sıfat ânın zıll'ı
Suluca Kara Höyük nâmda tuttu mahall'i
Geldi Rum erleri arslana süvâren düküli
Bize göster didiler tutuğumuz kudret eli,
Yed-i feyzinde görüp bildiler ol mühr-ü celi
Didi Emrem: "Sana Taptuk sana ey şâh beli"
Evliyâ zümresinin eşref-i kutb-u ezeli
Vâris-i ilm-i nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâm ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Suluca Kârahöyük oldu O Sultâna makar,
Ki var ol yerde kerâmâtlarından çok eser,
Biri ezcümle ki Atkaya, yürütmüş nice yer,
Biri di Hınta ve Çavdân kılup anda hacer,
Birisi "Ak" deyu emreyleyicek aktı pınar,
Biri de beş taş olup Hakk'a şehâdet eyler,
Birisi memleha-yı milh ki dürr-ü gevher
Bu kerâmetleri inkâr eden olur ekfer
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Suluca Karahöyük'te vâr idi bir âdem,
Yuğurur idi çamur yapmak içün kerpiç hem,
Etmeğe yardım ana vardı o şâh-ı ekrem,
Ehl-i şekkler didiler Hazret-i Hünkâra o dem
"Gel yuğur bu kara taşı vâr ise sende himem".
Yuğurup itti hamur gibi taşı kân-ı kerem
İz edip ol hacere bastığı yerlerde kadem
Şimdi derler ana "Hamur kaya" nâmın âlem
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-i Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
O civârda vâr'idi bir karataş'tan bir gaar,
Üzerine çillegeh itmişti o gaari Hünkâr.
Çıkarup erba'in ol gaar'da çün leyl-ü nehâr
Geldi bir gün görüşüp Hızr âna didi: Ey yâr,
Nice bü penceresiz yerde durursun her bâr?
İşidüp bü sözü Pir itti kerâmet izhâr
Urup ol tâşa velayet elin ibn-i Kerrâr;
Açılup bir deriçe kaldı o gaar'a âsâr
Vâris-i ilm-i Nebi, Zade-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-1 Veli.
Hulefâlar didiler bir gün: "Ayâ Pir-i huzur…
Bu arazi ne acebtir ki hatab'dan maksur,
Nice yurd eyleyelim berd-i kati heyzem dür
Bak kerâmât-ü velâyâtına hiç var mı fütür
Çıkarup hırkasını yaktı temâmet pür-nür,
Hırkadağı ki denür cümle-i nâsa meşhür.
Savurup ol dağa hâkisterini itti nüşur
Bitüp ol hâk'te asl-ı mişe-i nâ-mevfür.
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Sarı dirler var'idi bir kişi kim ehl-i hevâ,
Hazret-i Pire muhâlif idi ol dem zirâ,
Mevsim-i zemheri'de geldi, didi pire: Ayâ
Şu duran kuru ağaçtan bitürürsen elmâ
O dem er olduğuna eylemezem şek aslâ.
O zaman Hazret-i Pir itti münâcât-ü du'â
Bitüp ol huşk-i şecerde nice Sib-i ra'nâ
Görüb ol hâleti dil-mürdeler oldu ihyâ
Vâris-i ilm-i Nebi, Zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Sen o Şâh-ı fukarâsın ki ezel zât-ı fuhül,
Sen o nesl-i su'âdâsın nesebin âl-i Resül,
Seni vasfetmeğe billâh ki âcizdir ukuul,
Cem-i âyin-i tarıykattır olan asl-ı usul,
Sana sıdk'ile tevessül eden olur mu melül?
Der-i lutfunda bu HİLMİ kulunu eyle kabul,
Reh-i aşkında murâdım sana olmak mevsül,
Olayım ben de erenlerde kabul-u makbul
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Namı ki nânı-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 230-231.
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 07.12.2020Eserlerinden Örnekler
Mersiye-i Şâh-ı Şehid-i Kerbelâ
Devşirip mâh-ı muharrem'de Yezid askerini
Seçtiler âl-i nebi düşmenin en şer'ini,
Giydirüp zırh-ı vegaa, cevr-ü cefâ miğferini,
Sevk 'idüp ceyş-i melâ'inin asıl ekferini,
Zaytıdüp kerb-i belâ arsasının her yerini
Çektiler âl-i abâ katline hençerlerini.
Bir taraftan dahi evlâd-i nebi-yyi zi-Şân
Cem 'idüp mü'min-i muhlisleri sâdât-ı cinân
Geldiler yetmiş iki merd-i nerimân-ı cihân
Kerbelâ'ya kurup ordusunu ehl-i imân,
Açtılar Şâh-ı şehidin alem-i enverini
Kurdular âl-i Resûl 'ün hiyem-i ahzarını.
Doldular saf saf olup rezm-geh'e ehl-i sitem,
Durdu ol kavm'e mukaabil şeh-i ferhunde himem.
Kıldı a'daya nidâ sıbt-ı nebi-yyi ekrem
Ey uranları şeref-i ni'met-i İslam’dan dem
Kanğı bir ümmet urur zade-i peygamberini
Düşünün va'd olunan ruz-u cezâ mahşerini.
Çıktı serdar-ı şaki Şâh-ı şehide karşu
At sürüb arsa-i hica'da o zâlim ilerü,
İttiler nakz-ı ühud, ey1edi1er güft ile gü
Attılar tir-i cefâ hazrete ol kavm-i adü,
İtmeğe teşne şehidi iki cihân serverini
Yıktılar din-i kavim'in şeref-i minberini
Başladı ceng-ü cidâl itmeğe a'vân-ı Yezid,
Ehl-i Beyt üzre hücum eyleyup oz kavm-i anid.
Harb'idüp yetmiş iki bende-vü evlâd-ü hafid
Oldular ma'rekede Hak yoluna cümle şehid
Kestiler Şâh-ı- şehidin veled-i ekberini
Urdular tir ile ma'sumu Ali Asğar'ini.
Haymegâh'a gelerek Şâh-ı- Şehid-i mazlum,
Ehl-i beyt ile vedâ eyledi ol kân-ı ulum.
Seyyidât ah-ü figaan giryekünân oldu umum
Yakasın yırttı, saçın yoldu nisâ-i ma'sum
Bağrına bastı Ali Zeynel-abâ peykerini
Tapşırup ilm-i emânâtın ana yekserini .
Z-ül-cenâh üzre süvâr oldu o sultân-ı cihân,
Girdi meydân-ı vegaa'ya çekerek seyf-ü sinân
Aldılar orta yere sıbt-ı Resûlü ol ân
İttiler yirmi iki bin kişi tir-i bârân
Döndürüb dide-i girbâle ten-i gülterini
Düşürüp hâk-i siyâh üzre cihân serverini.
Düştüğü demde atından yere şâh-ı mazlum
Her taraftan ok atup kavm-ı Yezid itti hücûm.
Sadr-ı envârına bastı ayağın Şimr-i zalum,
Gözünü açtı Hüseyn didi çekil ey meş'üm
Farz-ı zahrı kılayım feyz-i ilâh âverini
Alayım ömrümüzün son demi tekbirlerini
Sine-i pâkine bastıkta o Şimr-i nâpâk,
Titredi sabrederek rûh-u Resûl-ü "Levlâk".
Oldu ervâh-ı nebiyyân-ü veliler gamnâk,
O dem az kaldı ki alt üst ola arz-ü eflâk
Şaşırup seb'a-i seyyâre menâzil yerini,
Târumâr eyleyecekti feleğin mihverini.
Kıbleye karşu durup Hazret-i Sultân-ı Şehid,
Kıldı erkân-ı teyemmüm vuzu'un tecdid
Cânib-i Hakk'a tevekkül olup itti tahmid
Okuyup Fâtiha-i hazret-i Kur'ân-ı mecid
Secde-i evvel içinde kerem müsterini
İttiler hâke beraber du-cihân efserini.
Şimr Mel'ûn çekerek hençer-i cevr - efken'ini
Büsegâh-ı Nebeviden keserek gerdenini
Ayırup re's-i şerifinden o nâzik tenini,
Soldurup, hayf, bakaa mec'ma'ının gülşenini
Diktiler nize-i udvâna Hüseyn'in serini
Koydular karılar içinde cesed-i atharini
Koptu tufân-ı kıyâmet sanasın kim o zaman,
Tuttu âfâk-ı cihânı zulümât-ı heyecân.
İns - ü cin, hür - u melek eylediler ah - ü figân,
Oldular cümleten ervâh-ı mukaddes giryân
Döktüler ehl-i semâ dideden eşk-i terini.
Şaşırup hür - ü melek ta'at - ü tesbihlerini.
Sâl-ü Hicret o meh Altmış bire itmişti duhul,
Öşr-ü evvelde olup vâkı'a-i harb-i melül,
Tır-i a'dâya hedef oldu kamu al-i Resul,
Vakt-i Cum'aydı şehid olduğu dem necl-i Betül,
İçtiler câm-ı şehadetle Bakaa Kevser'ini.
Terkidüp zinnet-i dünyâ ile-sim-ü zer 'ini.
Katilgâh'a iricek Zeyn-el-abâ'nın güzeri
Saldı dört yâna figân eyleyerekten nazarı,
Gördü yatmaktadır al kanlar içinde pederi,
Bu işe yandı bütün halk-ı cihânın ciğeri
Katlidüp kavm-i adü teşne şehidler erini
Cennetin Seyyid'i, dünyânın e'azz mefharini
Hazret-i Zeyneb ile Sitti Rukiyye giryân.
Yolarak saçlarını Sitti Nefise ol ân,
Şehribânu döğerek sinesin oldu nâlân
Çağrışup nakalar üstünde cemi'-i nisvân
Koydular, hâyf, yetim âl-i abâ duhterini
Gurbet illerde garip eylediler hâherini.
Etmedi Kimseye bir böyle zulüm kavm-i Mecüs,
Ne Yahudi ne Nasârâ ne nufüs-u menhus
Görmemiş böyle cefâ mislini çerh-i Fânus,
Arş-ı a'lâda olup Fahr-i Risâlet me’yüs
Açtılar halk-ı cihân rüyuna mâdem derini
Yaktılar nâr-ı tahassürle gönül mecmerini.
Nice kaan ağlamasun âh iderek Hilmi Dede
Oldular Âl-i abâ zulme sezâ her yerde.
Kimisi zehr-i helâhil'le olup pejmürde,
Kimi de tiğ-i cefâ ile olup rencide
Al-i Süfyâna felek verdi zulüm şeşperini
Kırdılar âl-i Resûl’ün ol iki şehperini
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 325-327.
Kaside-i Şerife der Na 't-ı Resül-ü Kâinat
Ey vücûd 'un âfitâbı çerh-i minâ ziveri
Şebçerâğ-ı âlem-ârâdır cemâlin enveri.
Şânına "Levlâk-e levlâk" oldu âazil vahy' ile
Sensin ol Sultân-ı Kevneyn-i risâlet serveri.
Sen "Şefi 'ul-müznibin"sin, Rahmet-en l-il-âlemin
Tabl-ı cüd-u lutfunun olmuş melâik mehteri.
Rişte-i kisu-yu sünbül buy'unu şemm eyleyen
Koklamazdı tayb 'içün bir dâhi üd-u anberi
Ol kadar hassiyyet-i feyz-i safâ var anda kim
La’l-i nâbın nûş idenler kaale almaz Kevseri.
Çeşme-i feyz-i na'iminden içen mâ-en tahür,
İlm-ü irfân ile memludur fuâd-ı sâgari.
Nur-u Hak'tır hilkatin sen kim Habibullâh'sın
Nice âşık olmasun didârına ins-ü Peri?
Ya Rasul'allâh senin ta'dadâ gelmez âşıkın,
Aşkın ile dolmuş âfâk-ı cihânın her yeri.
Sen İmam-ü Enbiyâ-vü Evliyâsın şüphesiz,
Ümmet etmiş sana Mevlâ cümleten peygamberi.
Hâtem-i hatm-i risâlet sâna erdi vahy'ile
Sensin ol hâkanı-ı zişân-ı rüsûl dâd-âveri.
Asitân-ı bâb-ı ihsânında cem' olmuş hemin
Bir gedâdır Pâdişâhân-ı cihânın her biri.
Nur-u Kur'ân ile fer verdin cihâna serteser,
Eyledin insânları küfr-ü cehâletten beri.
Cüş edince kâinatı garka-i rahmet eder,
Ebr-ü lutf-ü himmetin bir katresi bahr-ü ber'i.
Mu 'cizâtın kudreti âkilleri hayrân eder
Yek nazarda eyledi Şakk-ul-kamer engüşteri
Öyle bir iksir-i a'zamdır anâ canlar fedâ
Rüşen etmiş hâk-i pâyin kühlü çeşm-i engüşteri
Ya Rasül'allâh gubaâr-ı pâyine olmaz bahâ,
Olsa da nüh kubbe-i eflâk, memlu cevheri.
Ey vücûd-u nur-u Hak, v'ey mahrem-i Rabb-il-felak
Dâver-i vâlâ nesak her dü-cihânın bihteri.
Da'vet etti Hak seni ancak harim-i vaslına
"Li ma'allâhi”de oldun kâinatın mefhari.
Mahrem-i halvet-sarây-ı Kibriyâ oldukta hem
"Kaab-e kavseyn" erişti pâye-i bâlâteri.
Tarfe-tül-ayn içre erdin bezm-i "Ev ednâ"ya sen
Oldu mi'râcın mubârek giydin âli efseri.
Ey kerim-i pür-himem v'ey hâris-i hayr’ ül-ümem
Sâhib-i vâlâ-yı ilm şâri’lerin ser-defteri.
Kim mu 'âdildir fesâhatta, belâgatta sana
Her ulumun kenzi sensin nûr-u Kur'ân gevheri.
Sen hatib-i vahy-i tenzil-i ilâhisin şehâ
Eyledin nûr-u vücudunla müzeyyen minberi.
Tenk'olur bu hâkidân-ı arsa-i âlem sanâ
Etmeğe lutfun Burâk'ı bir nefes cevlângeri.
Vasfın idrâk idebilmezler sabâh-ı haşredek
Bir araya gelse dünyânın bütün dânişveri,
Hak bilür ancak anı ilm-i beşer fehm 'edemez
Akla sığmaz Cevher-i Zât'ın tasavvurdan beri.
Ahmed-i Muhtâr, eb-el-Kâsım, Habib-i Kibriyâ
Enbiyâ-vü Evliyânın serfirâz-ü serveri.
Küfr-ü şirki ref'edüp Tevhidi i'lân eyledin
Sen duyurdun minber üzre halka Allâh Ekberi.
Şöyle bir cüz'-ü zeman içre vücûd-u nâs'dan
Mahv kıldı hâl-i küfr'ü ebrüvânın hançeri.
Feth-ü nusrette, sehâvette , şecâ'atta sana
Hak mu 'âdil eylemiş Şâh-ı velâyet safderi.
Şir-i Hak'tır, Sâki-i Kevser Ali-yyel-Murtezâ
Çekti şiddetle kopardı ta ki Bâb-ı Hayberi.
Gazve-i Handek'te kıldı Zülfekaar'ın tecrübe,
Düştü hâke bir uruşta Amr- ‘Abdud'un seri.
Zülfekaar'ın darbına karşu siper kâr eylemez,
Düşmenin kat kat giyinsa zırh-ı timur miğferi.
Lât-ü Uzzadan kılup tathir-i Beytullâh 'ı hem
Çekti bâm-ı Kâ'beden kırdı bütân-ı âzeri.
Leşker-i küffâra her bir hamlesi emvâc-ı yem
Askeri-i İslâm’ın oldu Şir-i Hak ser'askeri.
Dâder ettin hem vasi kıldın o zâtı kendine
Emridüp tâ ümmet-i ashâba hubb-i Hayderi.
Çâr-yârındır seni kim eyledin ehl-i kisâ
Murtazâ-vü Fatıma, Şebbir ile hem Şüpperi.
Vâkıf-ı sırr-ı ezeldir âl-ü evlâdın senin
Enbiyâ-yı sâlife olmuş mu'âdil her biri.
Ey Resûl-ü Müctebâ, mahbub-u Rabb-ı Z-ül-atâ,
Olmayan mü'min sana ka'r-ı Cehennemdir yeri.
Hânıkaah-ı zâtını ins-ü melek eyler tavâf,
Cümle mahlukat olup didârının sevdâger'i,
İstemezler Sündüs'ü Firdevs-i a'lâ olsa da
Hâk-ı dergâhın oluptur ehl-i aşkın pisteri
Vakt-ı vustâ'dır salât-ı farza eyle iktidâ
Kıl Münâcât-ü duâ geldi niyâzın demleri.
Ya Resüllallâh senin müştâkınım leyl-ü nehâr
Affidüp cürmüm bağışla eyle lutfun mazhari.
Na't-ı pâkin zikrider HİLMİ DEDE subh-u mesâ,
Olmuş ihlâs ile âl-i Ehl-i beyt'in çâkeri.
Hamd-ü lillâh bende-i âl-i abâyım sıdk' ile
Canfedâ-yı Kerbelâ’yım ol şehir fermânberi.
AI-ü evlâdına olsun sad salât-u sad selâm
Asumân-ı kudretin bunlar oluptur ahteri.
Olmaya zürriyetinden bir zemân hâli cihân
Şöyle kim sâbit ola bu kâinatın mihveri
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 237-240.
Nefes
Hazret-i pir kim isnâ-aşer'in nesl-i gül'ü
Düşücek Rum'a göğercin sıfat ânın zıll'ı
Suluca Kara Höyük nâmda tuttu mahall'i
Geldi Rum erleri arslana süvâren düküli
Bize göster didiler tutuğumuz kudret eli,
Yed-i feyzinde görüp bildiler ol mühr-ü celi
Didi Emrem: "Sana Taptuk sana ey şâh beli"
Evliyâ zümresinin eşref-i kutb-u ezeli
Vâris-i ilm-i nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâm ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Suluca Kârahöyük oldu O Sultâna makar,
Ki var ol yerde kerâmâtlarından çok eser,
Biri ezcümle ki Atkaya, yürütmüş nice yer,
Biri di Hınta ve Çavdân kılup anda hacer,
Birisi "Ak" deyu emreyleyicek aktı pınar,
Biri de beş taş olup Hakk'a şehâdet eyler,
Birisi memleha-yı milh ki dürr-ü gevher
Bu kerâmetleri inkâr eden olur ekfer
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Suluca Karahöyük'te vâr idi bir âdem,
Yuğurur idi çamur yapmak içün kerpiç hem,
Etmeğe yardım ana vardı o şâh-ı ekrem,
Ehl-i şekkler didiler Hazret-i Hünkâra o dem
"Gel yuğur bu kara taşı vâr ise sende himem".
Yuğurup itti hamur gibi taşı kân-ı kerem
İz edip ol hacere bastığı yerlerde kadem
Şimdi derler ana "Hamur kaya" nâmın âlem
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-i Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
O civârda vâr'idi bir karataş'tan bir gaar,
Üzerine çillegeh itmişti o gaari Hünkâr.
Çıkarup erba'in ol gaar'da çün leyl-ü nehâr
Geldi bir gün görüşüp Hızr âna didi: Ey yâr,
Nice bü penceresiz yerde durursun her bâr?
İşidüp bü sözü Pir itti kerâmet izhâr
Urup ol tâşa velayet elin ibn-i Kerrâr;
Açılup bir deriçe kaldı o gaar'a âsâr
Vâris-i ilm-i Nebi, Zade-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-1 Veli.
Hulefâlar didiler bir gün: "Ayâ Pir-i huzur…
Bu arazi ne acebtir ki hatab'dan maksur,
Nice yurd eyleyelim berd-i kati heyzem dür
Bak kerâmât-ü velâyâtına hiç var mı fütür
Çıkarup hırkasını yaktı temâmet pür-nür,
Hırkadağı ki denür cümle-i nâsa meşhür.
Savurup ol dağa hâkisterini itti nüşur
Bitüp ol hâk'te asl-ı mişe-i nâ-mevfür.
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Sarı dirler var'idi bir kişi kim ehl-i hevâ,
Hazret-i Pire muhâlif idi ol dem zirâ,
Mevsim-i zemheri'de geldi, didi pire: Ayâ
Şu duran kuru ağaçtan bitürürsen elmâ
O dem er olduğuna eylemezem şek aslâ.
O zaman Hazret-i Pir itti münâcât-ü du'â
Bitüp ol huşk-i şecerde nice Sib-i ra'nâ
Görüb ol hâleti dil-mürdeler oldu ihyâ
Vâris-i ilm-i Nebi, Zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Sen o Şâh-ı fukarâsın ki ezel zât-ı fuhül,
Sen o nesl-i su'âdâsın nesebin âl-i Resül,
Seni vasfetmeğe billâh ki âcizdir ukuul,
Cem-i âyin-i tarıykattır olan asl-ı usul,
Sana sıdk'ile tevessül eden olur mu melül?
Der-i lutfunda bu HİLMİ kulunu eyle kabul,
Reh-i aşkında murâdım sana olmak mevsül,
Olayım ben de erenlerde kabul-u makbul
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Namı ki nânı-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 230-231.
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Mersiye-i Şâh-ı Şehid-i Kerbelâ
Devşirip mâh-ı muharrem'de Yezid askerini
Seçtiler âl-i nebi düşmenin en şer'ini,
Giydirüp zırh-ı vegaa, cevr-ü cefâ miğferini,
Sevk 'idüp ceyş-i melâ'inin asıl ekferini,
Zaytıdüp kerb-i belâ arsasının her yerini
Çektiler âl-i abâ katline hençerlerini.
Bir taraftan dahi evlâd-i nebi-yyi zi-Şân
Cem 'idüp mü'min-i muhlisleri sâdât-ı cinân
Geldiler yetmiş iki merd-i nerimân-ı cihân
Kerbelâ'ya kurup ordusunu ehl-i imân,
Açtılar Şâh-ı şehidin alem-i enverini
Kurdular âl-i Resûl 'ün hiyem-i ahzarını.
Doldular saf saf olup rezm-geh'e ehl-i sitem,
Durdu ol kavm'e mukaabil şeh-i ferhunde himem.
Kıldı a'daya nidâ sıbt-ı nebi-yyi ekrem
Ey uranları şeref-i ni'met-i İslam’dan dem
Kanğı bir ümmet urur zade-i peygamberini
Düşünün va'd olunan ruz-u cezâ mahşerini.
Çıktı serdar-ı şaki Şâh-ı şehide karşu
At sürüb arsa-i hica'da o zâlim ilerü,
İttiler nakz-ı ühud, ey1edi1er güft ile gü
Attılar tir-i cefâ hazrete ol kavm-i adü,
İtmeğe teşne şehidi iki cihân serverini
Yıktılar din-i kavim'in şeref-i minberini
Başladı ceng-ü cidâl itmeğe a'vân-ı Yezid,
Ehl-i Beyt üzre hücum eyleyup oz kavm-i anid.
Harb'idüp yetmiş iki bende-vü evlâd-ü hafid
Oldular ma'rekede Hak yoluna cümle şehid
Kestiler Şâh-ı- şehidin veled-i ekberini
Urdular tir ile ma'sumu Ali Asğar'ini.
Haymegâh'a gelerek Şâh-ı- Şehid-i mazlum,
Ehl-i beyt ile vedâ eyledi ol kân-ı ulum.
Seyyidât ah-ü figaan giryekünân oldu umum
Yakasın yırttı, saçın yoldu nisâ-i ma'sum
Bağrına bastı Ali Zeynel-abâ peykerini
Tapşırup ilm-i emânâtın ana yekserini .
Z-ül-cenâh üzre süvâr oldu o sultân-ı cihân,
Girdi meydân-ı vegaa'ya çekerek seyf-ü sinân
Aldılar orta yere sıbt-ı Resûlü ol ân
İttiler yirmi iki bin kişi tir-i bârân
Döndürüb dide-i girbâle ten-i gülterini
Düşürüp hâk-i siyâh üzre cihân serverini.
Düştüğü demde atından yere şâh-ı mazlum
Her taraftan ok atup kavm-ı Yezid itti hücûm.
Sadr-ı envârına bastı ayağın Şimr-i zalum,
Gözünü açtı Hüseyn didi çekil ey meş'üm
Farz-ı zahrı kılayım feyz-i ilâh âverini
Alayım ömrümüzün son demi tekbirlerini
Sine-i pâkine bastıkta o Şimr-i nâpâk,
Titredi sabrederek rûh-u Resûl-ü "Levlâk".
Oldu ervâh-ı nebiyyân-ü veliler gamnâk,
O dem az kaldı ki alt üst ola arz-ü eflâk
Şaşırup seb'a-i seyyâre menâzil yerini,
Târumâr eyleyecekti feleğin mihverini.
Kıbleye karşu durup Hazret-i Sultân-ı Şehid,
Kıldı erkân-ı teyemmüm vuzu'un tecdid
Cânib-i Hakk'a tevekkül olup itti tahmid
Okuyup Fâtiha-i hazret-i Kur'ân-ı mecid
Secde-i evvel içinde kerem müsterini
İttiler hâke beraber du-cihân efserini.
Şimr Mel'ûn çekerek hençer-i cevr - efken'ini
Büsegâh-ı Nebeviden keserek gerdenini
Ayırup re's-i şerifinden o nâzik tenini,
Soldurup, hayf, bakaa mec'ma'ının gülşenini
Diktiler nize-i udvâna Hüseyn'in serini
Koydular karılar içinde cesed-i atharini
Koptu tufân-ı kıyâmet sanasın kim o zaman,
Tuttu âfâk-ı cihânı zulümât-ı heyecân.
İns - ü cin, hür - u melek eylediler ah - ü figân,
Oldular cümleten ervâh-ı mukaddes giryân
Döktüler ehl-i semâ dideden eşk-i terini.
Şaşırup hür - ü melek ta'at - ü tesbihlerini.
Sâl-ü Hicret o meh Altmış bire itmişti duhul,
Öşr-ü evvelde olup vâkı'a-i harb-i melül,
Tır-i a'dâya hedef oldu kamu al-i Resul,
Vakt-i Cum'aydı şehid olduğu dem necl-i Betül,
İçtiler câm-ı şehadetle Bakaa Kevser'ini.
Terkidüp zinnet-i dünyâ ile-sim-ü zer 'ini.
Katilgâh'a iricek Zeyn-el-abâ'nın güzeri
Saldı dört yâna figân eyleyerekten nazarı,
Gördü yatmaktadır al kanlar içinde pederi,
Bu işe yandı bütün halk-ı cihânın ciğeri
Katlidüp kavm-i adü teşne şehidler erini
Cennetin Seyyid'i, dünyânın e'azz mefharini
Hazret-i Zeyneb ile Sitti Rukiyye giryân.
Yolarak saçlarını Sitti Nefise ol ân,
Şehribânu döğerek sinesin oldu nâlân
Çağrışup nakalar üstünde cemi'-i nisvân
Koydular, hâyf, yetim âl-i abâ duhterini
Gurbet illerde garip eylediler hâherini.
Etmedi Kimseye bir böyle zulüm kavm-i Mecüs,
Ne Yahudi ne Nasârâ ne nufüs-u menhus
Görmemiş böyle cefâ mislini çerh-i Fânus,
Arş-ı a'lâda olup Fahr-i Risâlet me’yüs
Açtılar halk-ı cihân rüyuna mâdem derini
Yaktılar nâr-ı tahassürle gönül mecmerini.
Nice kaan ağlamasun âh iderek Hilmi Dede
Oldular Âl-i abâ zulme sezâ her yerde.
Kimisi zehr-i helâhil'le olup pejmürde,
Kimi de tiğ-i cefâ ile olup rencide
Al-i Süfyâna felek verdi zulüm şeşperini
Kırdılar âl-i Resûl’ün ol iki şehperini
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 325-327.
Kaside-i Şerife der Na 't-ı Resül-ü Kâinat
Ey vücûd 'un âfitâbı çerh-i minâ ziveri
Şebçerâğ-ı âlem-ârâdır cemâlin enveri.
Şânına "Levlâk-e levlâk" oldu âazil vahy' ile
Sensin ol Sultân-ı Kevneyn-i risâlet serveri.
Sen "Şefi 'ul-müznibin"sin, Rahmet-en l-il-âlemin
Tabl-ı cüd-u lutfunun olmuş melâik mehteri.
Rişte-i kisu-yu sünbül buy'unu şemm eyleyen
Koklamazdı tayb 'içün bir dâhi üd-u anberi
Ol kadar hassiyyet-i feyz-i safâ var anda kim
La’l-i nâbın nûş idenler kaale almaz Kevseri.
Çeşme-i feyz-i na'iminden içen mâ-en tahür,
İlm-ü irfân ile memludur fuâd-ı sâgari.
Nur-u Hak'tır hilkatin sen kim Habibullâh'sın
Nice âşık olmasun didârına ins-ü Peri?
Ya Rasul'allâh senin ta'dadâ gelmez âşıkın,
Aşkın ile dolmuş âfâk-ı cihânın her yeri.
Sen İmam-ü Enbiyâ-vü Evliyâsın şüphesiz,
Ümmet etmiş sana Mevlâ cümleten peygamberi.
Hâtem-i hatm-i risâlet sâna erdi vahy'ile
Sensin ol hâkanı-ı zişân-ı rüsûl dâd-âveri.
Asitân-ı bâb-ı ihsânında cem' olmuş hemin
Bir gedâdır Pâdişâhân-ı cihânın her biri.
Nur-u Kur'ân ile fer verdin cihâna serteser,
Eyledin insânları küfr-ü cehâletten beri.
Cüş edince kâinatı garka-i rahmet eder,
Ebr-ü lutf-ü himmetin bir katresi bahr-ü ber'i.
Mu 'cizâtın kudreti âkilleri hayrân eder
Yek nazarda eyledi Şakk-ul-kamer engüşteri
Öyle bir iksir-i a'zamdır anâ canlar fedâ
Rüşen etmiş hâk-i pâyin kühlü çeşm-i engüşteri
Ya Rasül'allâh gubaâr-ı pâyine olmaz bahâ,
Olsa da nüh kubbe-i eflâk, memlu cevheri.
Ey vücûd-u nur-u Hak, v'ey mahrem-i Rabb-il-felak
Dâver-i vâlâ nesak her dü-cihânın bihteri.
Da'vet etti Hak seni ancak harim-i vaslına
"Li ma'allâhi”de oldun kâinatın mefhari.
Mahrem-i halvet-sarây-ı Kibriyâ oldukta hem
"Kaab-e kavseyn" erişti pâye-i bâlâteri.
Tarfe-tül-ayn içre erdin bezm-i "Ev ednâ"ya sen
Oldu mi'râcın mubârek giydin âli efseri.
Ey kerim-i pür-himem v'ey hâris-i hayr’ ül-ümem
Sâhib-i vâlâ-yı ilm şâri’lerin ser-defteri.
Kim mu 'âdildir fesâhatta, belâgatta sana
Her ulumun kenzi sensin nûr-u Kur'ân gevheri.
Sen hatib-i vahy-i tenzil-i ilâhisin şehâ
Eyledin nûr-u vücudunla müzeyyen minberi.
Tenk'olur bu hâkidân-ı arsa-i âlem sanâ
Etmeğe lutfun Burâk'ı bir nefes cevlângeri.
Vasfın idrâk idebilmezler sabâh-ı haşredek
Bir araya gelse dünyânın bütün dânişveri,
Hak bilür ancak anı ilm-i beşer fehm 'edemez
Akla sığmaz Cevher-i Zât'ın tasavvurdan beri.
Ahmed-i Muhtâr, eb-el-Kâsım, Habib-i Kibriyâ
Enbiyâ-vü Evliyânın serfirâz-ü serveri.
Küfr-ü şirki ref'edüp Tevhidi i'lân eyledin
Sen duyurdun minber üzre halka Allâh Ekberi.
Şöyle bir cüz'-ü zeman içre vücûd-u nâs'dan
Mahv kıldı hâl-i küfr'ü ebrüvânın hançeri.
Feth-ü nusrette, sehâvette , şecâ'atta sana
Hak mu 'âdil eylemiş Şâh-ı velâyet safderi.
Şir-i Hak'tır, Sâki-i Kevser Ali-yyel-Murtezâ
Çekti şiddetle kopardı ta ki Bâb-ı Hayberi.
Gazve-i Handek'te kıldı Zülfekaar'ın tecrübe,
Düştü hâke bir uruşta Amr- ‘Abdud'un seri.
Zülfekaar'ın darbına karşu siper kâr eylemez,
Düşmenin kat kat giyinsa zırh-ı timur miğferi.
Lât-ü Uzzadan kılup tathir-i Beytullâh 'ı hem
Çekti bâm-ı Kâ'beden kırdı bütân-ı âzeri.
Leşker-i küffâra her bir hamlesi emvâc-ı yem
Askeri-i İslâm’ın oldu Şir-i Hak ser'askeri.
Dâder ettin hem vasi kıldın o zâtı kendine
Emridüp tâ ümmet-i ashâba hubb-i Hayderi.
Çâr-yârındır seni kim eyledin ehl-i kisâ
Murtazâ-vü Fatıma, Şebbir ile hem Şüpperi.
Vâkıf-ı sırr-ı ezeldir âl-ü evlâdın senin
Enbiyâ-yı sâlife olmuş mu'âdil her biri.
Ey Resûl-ü Müctebâ, mahbub-u Rabb-ı Z-ül-atâ,
Olmayan mü'min sana ka'r-ı Cehennemdir yeri.
Hânıkaah-ı zâtını ins-ü melek eyler tavâf,
Cümle mahlukat olup didârının sevdâger'i,
İstemezler Sündüs'ü Firdevs-i a'lâ olsa da
Hâk-ı dergâhın oluptur ehl-i aşkın pisteri
Vakt-ı vustâ'dır salât-ı farza eyle iktidâ
Kıl Münâcât-ü duâ geldi niyâzın demleri.
Ya Resüllallâh senin müştâkınım leyl-ü nehâr
Affidüp cürmüm bağışla eyle lutfun mazhari.
Na't-ı pâkin zikrider HİLMİ DEDE subh-u mesâ,
Olmuş ihlâs ile âl-i Ehl-i beyt'in çâkeri.
Hamd-ü lillâh bende-i âl-i abâyım sıdk' ile
Canfedâ-yı Kerbelâ’yım ol şehir fermânberi.
AI-ü evlâdına olsun sad salât-u sad selâm
Asumân-ı kudretin bunlar oluptur ahteri.
Olmaya zürriyetinden bir zemân hâli cihân
Şöyle kim sâbit ola bu kâinatın mihveri
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 237-240.
Nefes
Hazret-i pir kim isnâ-aşer'in nesl-i gül'ü
Düşücek Rum'a göğercin sıfat ânın zıll'ı
Suluca Kara Höyük nâmda tuttu mahall'i
Geldi Rum erleri arslana süvâren düküli
Bize göster didiler tutuğumuz kudret eli,
Yed-i feyzinde görüp bildiler ol mühr-ü celi
Didi Emrem: "Sana Taptuk sana ey şâh beli"
Evliyâ zümresinin eşref-i kutb-u ezeli
Vâris-i ilm-i nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâm ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Suluca Kârahöyük oldu O Sultâna makar,
Ki var ol yerde kerâmâtlarından çok eser,
Biri ezcümle ki Atkaya, yürütmüş nice yer,
Biri di Hınta ve Çavdân kılup anda hacer,
Birisi "Ak" deyu emreyleyicek aktı pınar,
Biri de beş taş olup Hakk'a şehâdet eyler,
Birisi memleha-yı milh ki dürr-ü gevher
Bu kerâmetleri inkâr eden olur ekfer
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Suluca Karahöyük'te vâr idi bir âdem,
Yuğurur idi çamur yapmak içün kerpiç hem,
Etmeğe yardım ana vardı o şâh-ı ekrem,
Ehl-i şekkler didiler Hazret-i Hünkâra o dem
"Gel yuğur bu kara taşı vâr ise sende himem".
Yuğurup itti hamur gibi taşı kân-ı kerem
İz edip ol hacere bastığı yerlerde kadem
Şimdi derler ana "Hamur kaya" nâmın âlem
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-i Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
O civârda vâr'idi bir karataş'tan bir gaar,
Üzerine çillegeh itmişti o gaari Hünkâr.
Çıkarup erba'in ol gaar'da çün leyl-ü nehâr
Geldi bir gün görüşüp Hızr âna didi: Ey yâr,
Nice bü penceresiz yerde durursun her bâr?
İşidüp bü sözü Pir itti kerâmet izhâr
Urup ol tâşa velayet elin ibn-i Kerrâr;
Açılup bir deriçe kaldı o gaar'a âsâr
Vâris-i ilm-i Nebi, Zade-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-1 Veli.
Hulefâlar didiler bir gün: "Ayâ Pir-i huzur…
Bu arazi ne acebtir ki hatab'dan maksur,
Nice yurd eyleyelim berd-i kati heyzem dür
Bak kerâmât-ü velâyâtına hiç var mı fütür
Çıkarup hırkasını yaktı temâmet pür-nür,
Hırkadağı ki denür cümle-i nâsa meşhür.
Savurup ol dağa hâkisterini itti nüşur
Bitüp ol hâk'te asl-ı mişe-i nâ-mevfür.
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Sarı dirler var'idi bir kişi kim ehl-i hevâ,
Hazret-i Pire muhâlif idi ol dem zirâ,
Mevsim-i zemheri'de geldi, didi pire: Ayâ
Şu duran kuru ağaçtan bitürürsen elmâ
O dem er olduğuna eylemezem şek aslâ.
O zaman Hazret-i Pir itti münâcât-ü du'â
Bitüp ol huşk-i şecerde nice Sib-i ra'nâ
Görüb ol hâleti dil-mürdeler oldu ihyâ
Vâris-i ilm-i Nebi, Zâde-i evlâd-ı Ali
Nâmı ki nâm-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Sen o Şâh-ı fukarâsın ki ezel zât-ı fuhül,
Sen o nesl-i su'âdâsın nesebin âl-i Resül,
Seni vasfetmeğe billâh ki âcizdir ukuul,
Cem-i âyin-i tarıykattır olan asl-ı usul,
Sana sıdk'ile tevessül eden olur mu melül?
Der-i lutfunda bu HİLMİ kulunu eyle kabul,
Reh-i aşkında murâdım sana olmak mevsül,
Olayım ben de erenlerde kabul-u makbul
Vâris-i ilm-i Nebi, zâde-i evlâd-ı Ali
Namı ki nânı-ı Muhammed Hâcı Bektâş-ı Veli.
Noyan, Bedri (1986). Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı. İstanbul: Merdiven Köyü Şahkulu Sultan Külliyesini Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yay. 230-231.
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | İlhan Geçer | d. 1917 - ö. 19 Ocak 2004 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | Ali Suavi | d. 8 Aralık 1839 - ö. 20 Mayıs 1878 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | Mehmet Asaf Borsacı | d. 20 Ekim 1874 - ö. 1961 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | Hesenbey Melikzâde Zerdâbj | d. 1842 - ö. 25 Kasım 1907 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | MUHAYYİR | d. 1842 - ö. 1918 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | NA'ÎM, Mehmed | d. 1842 - ö. 1884 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | HAMDÎ, Muhammed Hamdî Baba | d. 1845 - ö. 1908 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | FEHÎM, Mustafa Fehîm Efendi | d. 1846 - ö. 1908 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | ZEMİNÎ | d. 1838 - ö. 1908 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | ŞAMİL İBRAHİMOĞLU | d. 1910 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
11 | SIDKÎ, Abdurrahman | d. 1841/1842 - ö. 1903 | Meslek | Görüntüle |
12 | YUSİF MUSA OĞLU YUSİFOV | d. 1909 - ö. 1980 | Meslek | Görüntüle |
13 | NA'TÎ, Ahmed Hüsameddin Dede | d. 1839 - ö. 1900 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | MAHBÛB EFENDİ | d. 1843 - ö. 1898 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | NOKSANÎ, Erzurumlu | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | SİYÂHÎ, Siyâhî Çelebi | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
17 | PERTEV, İbrahim Edhem Pertev Paşa, Erzurumlu | d. 1824 - ö. 1872 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | SÛZENÎ | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |