Madde Detay
Ziya Osman Saba
(d. Mart 1910 / ö. 29 Ocak 1957)
Şair, Yazar, Düzeltmen
(Yeni Edebiyat / 20. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
İstanbul / Beşiktaş’ta bir yalıda doğdu. Annesi, evkaf muhasebecisi Fuat Bey’in kızı Ayşe Tevhide Hanım, babası o zamanlar genç bir yüzbaşı olan Osman Bey'dir.
Saba, eserlerinde hep özlemle andığı mutlu çocukluk yıllarını doğduğu yalıda, anne ve babasının yanında anneannesi, dedesi, dayısı, teyzesi, hizmetçi ve kâhyalar, ağalar, dadılar arasında geçirdi. Kalabalık bir aile ortamında, herkesin ilgi odağı olarak süren çocukluk yılları ancak sekiz yıl devam etti; çünkü annesi o zamanlar yaygın bir salgın hastalık olan İspanyol nezlesinden hayatını kaybetti. Eve iç güvey olarak giren babasının annesinin ölümü üzerine evden ayrılması onun hayatındaki ikinci sarsıcı olaydır. Bundan kısa bir süre sonra yatılı okula verildi. İzinli olduğu ve eve çıktığı zamanlar daha çok anneannesinin gözetimi altında yetişti.
Saba’nın hayatında ve yazar kimliğinin oluşmasında eğitim yılları önemli yer tutar. Kendi ifadesiyle Mütareke’nin acı günleriyle beraber -o zamanlar adı henüz Mekteb-i Sultanî olan- Galatasaray Lisesi'ne yatılı olarak verildi. Çocukluğundan beri şair olmak isteyen Ziya Osman bu okulda iyi bir edebiyat eğitimi aldı ve iyi bir çevre edindi. Hem okulda hem de izinli olarak çıktığı yalıda neredeyse bütün vaktini okumakla geçirmekte olan Ziya Osman, Türk ve Dünya edebiyatını böylelikle tanıdı.
19 Kanûnusanî (Ocak) 1927’de vezinli ve kafiyeli ilk şiiri “Sönen Gözler’’ Servet-i Fünûn’da “Ziya” imzasıyla yayımlandı. Okulda tanıştığı Yaşar Nabi vasıtasıyla Yedi Meşale grubuna katıldı. 1928'de Yedi Meşale adlı ortak kitabı çıkardılar. Bu kitapta Saba’nın beş şiiri bulunmaktaydı. Kitabın ilgi görmesiyle edebiyat dünyasının kapıları henüz lise birinci sınıf öğrencisi olan Saba’ya açıldı. Kitabın başarısı üzerine bir edebî dergi çıkarmak isteyen Yusuf Ziya Ortaç gençleri Meşale dergisi etrafında topladı. 8 sayı çıktıktan sonra yeni harflerin kabulüyle kapanan Meşale’nin ardından Milliyet gazetesinin edebiyat sayfası, İçtihad, daha sonraları ise Varlık, Ağaç, Yücel gibi dergilerde şiirleri yayımlandı. Galatasaray Lisesi’ni bitirmesine üç yıl kala sınıfta kalması sonucu Cahit Sıtkı Tarancı’yla sınıf arkadaşı oldu. İlk seneyi sınıf arkadaşı, son iki seneyi de sıra arkadaşı olarak geçirdiği Tarancı ile karşılıklı olarak birbirilerinin kişiliğini ve sanatını etkilemişlerdir. Galatasaray Lisesi'nden 1931'de mezun oldu.
1929’da amcasının kızı Nermin’le birlikte babasının ateşe olarak görev yaptığı Paris’e gittiler. Bazı psikolojik sorunları olan Nermin orada tedavi oldu. Bu gezi sırasında daha önceden de ilgi duyduğu Nermin’e âşık olan Saba ailesinin itirazlarına rağmen liseyi bitirdiği yıl Nermin’le nişanlandı ve kısa sürede evlendiler. 1931’de evlendiğinde Hukuk Fakültesi birinci sınıfta idi. Aynı yıl Cumhuriyet gazetesinin muhasebe servisinde çalışmaya başladı. Bir yandan çalışıp bir yandan devam ettiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni 1936’da bitirdi. Askerliğini İstanbul’da yaptı. 1938’de girdiği Hariciye sınavını kazanamadı ancak bu sınava müracaat ederken gördüğü bir başka ilana, Emlak Bankası’na da başvurmuş ve kabul edilmişti. Burada beş yıl çalıştı.
Eşinin hastalığının yeniden depreşmesi ve bir türlü iyileşme görülmemesi evliliğini zora soktu. Evli kaldığı on yıl boyunca yazdığı karamsar şiirler, bu şiirlerde sık sık dile getirdiği hayattan bıkkınlık hissi ve ölüm özlemi bu yılların hâletiruhiyesini özetler. Bir yandan maddi sıkıntılar bir yandan eşine karşı hissettiği sorumluluğun getirdiği yük onu iyice bunaltmış hâldeyken ailesinin ve yakınlarının ısrarıyla -ve kendi ifadesiyle- kanunun böyle hâllerde kocaya verdiği haktan yararlanarak severek evlendiği eşinden beraber geçen on yılın ardından 1941’de ayrıldı. Aynı yıl babası geçirdiği bir kalp krizi sonucu öldü. Bu yıkımlardan iyice bunalmış olan Saba, 1943'te ikinci defa askere çağrıldı. Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na gireceği söylentilerinin iyice arttığı bu dönemde -belki de bir iz bırakmak gayesiyle- ilk şiir kitabı olan Sebil ve Güvercinler’i çıkardı. Kitap beş yüz adet basılarak dağıtılmış ve hemen tükenmişti. İkinci Dünya Savaşı’nın en şiddetli döneminde Karadeniz Boğazı Müstahkem Mevkii’nde ihtiyat zabitliği yaptı. Bir yıl sonra bankadaki görevine döndü. Mesai arkadaşlarından Rezzan (Öney) Hanım'la yakınlaşmasıyla Saba için yeni bir dönem başladı. Rezzan Öney ile 1945'te ikinci evliliğini yaptı. Bu dönemden itibaren eserlerinde de izlenebilen iyimser ve mesut havaya büründü.
Aynı yıl, Ankara’ya tayin edildi. “Tiyatro dekoru gibi şehir” dediği Ankara’ya bir türlü ısınamadı. Çok sevdiği İstanbul’dan ayrılığa dayanamayarak -ve yine kendi ifadesiyle “ailevi vaziyeti orada fazla kalmasına imkân vermediği için- istifa etti. Millî Eğitim Basımevi Tashih Bürosu Şefi göreviyle İstanbul’a döndü ve bu görevi 1950'ye kadar yürüttü. Yazılarından bu işin, büroda çalışmanın ve kısıtlılığın onu çok bunalttığı anlaşılmaktadır. Okumaya artık istediği gibi vakit ayıramamakta, başkalarının yazdıklarını düzeltmekten ibaret olan işi onu sıkmaktadır.
İkinci evliliğinin hayatına getirdiği olumlu ruh hâli şiirlerine de yansımıştır. İyimser bir havayla yazdığı 1943’ten sonraki şiirlerini de ilâve ederek 1947’de Geçen Zaman’ı yayımladı. 1949’da Goncourt Kardeşler’in Germinie Lacerteux adlı romanını Türkçeye tercüme etti. İlk öykü kitabı Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi ise 1952’de çıktı.
Ankara dönüşü, bir şiirine isim olan ve kayınpederinin Kadıköy Misakımillî Sokağı No: 37'deki evine yerleştiler. Aynı adlı şiirinde buradan “Orası bütün evler, bütün ömür içinde,/Mesut olduğumuz evdi” diye bahseder. Rezzan Hanım ile olan evliliğinden Osman ve Orhan isminde iki çocuğu oldu.
Tıpkı babası gibi Saba da kalbinden rahatsızdı. 1953’te ilk kalp krizini geçirdi. Haftalarca kımıldamadan yatmak zorunda kalan ve ölümden dönen Saba, iyileştikten sonra işinin başına döndü. 13 Aralık 1954 gecesi bir kalp krizi daha geçirdi. Doktorların iş göremez demesi ve ücretli çalıştığından malulen emeklilik şansının da olmaması nedeniyle işinden ayrılmak zorunda kaldı. Geçim sıkıntısı içindeki Ziya Osman’a eski arkadaşı Yaşar Nabi sahip çıktı. Önce idare etmekte olduğu Varlık dergisi sanat sayfasını hazırlama görevini, daha sonra sahibi olduğu Varlık Yayınları’nın tercüme ve tashih işlerini verdi. Saba bundan sonraki hayatını evinde bu işlerle geçirdi.
Bu dönemde kaçınılmaz olan ölümü de daha çok düşünmeye başladı, ölüm temalı şiirlere tekrar yöneldi. Bu arada Cahit Sıtkı’nın kendisine gönderdiği mektupları da düzenleyip yayına hazırladı ve yeni şiirlerini kitap şeklinde basıma hazır hâle getirdi.
1947-1957 yılları arasında yazdığı son şiirlerini Nefes Almak adlı kitabında topladı. Ölümünden sonra yayımlanması için Yaşar Nabi’ye verilmek üzere bir zarfa koymuştu. 29 Ocak 1957’de geçirdiği üçüncü kalp krizi sonrası Kadıköy’deki evinde vefat etti.
31 Ocak günü Şişli Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Eyüp Sultan’daki aile mezarlığına defnedildi. Ancak büyük oğlu Osman Saba’nın anlattığına göre 1980’lere kadar yeri bilinen bu mezar, kabristanda yapılan yol çalışmaları sırasında kaldırılmış ve kaybolmuştur. Hem ailesinin yattığı aile mezarlığı, hem de kendi mezarı bugün ne yazık ki kayıp durumdadır.
Ziya Osman Saba şiirle başladığı yazı hayatını, öyküyle sürdürür. İhsan Devrim’in Evimiz adlı kitabının çıkması üzerine Gündüz dergisine yazdığı değerlendirme yazısında “Roman ve hikâye yazmanın ekseriya yaşla elde edilir bir hayatı görüş meselesi olduğuna inananlardanım” dedikten sonra İhsan Devrim’in “henüz şiir çağındayken hikâye yazmaya başlamış” olduğunu söyler. Nitekim kendisi de anı ile öykü arasındaki eserlerini şiirlerinden sonra kaleme alır.
Yedi Meşaleciler grubuna girmesiyle bir edebî çevre edinmiş, şiirimizi hastalıklı duyarlılıktan, eskimiş ve sınırlı konulardan kurtarma amacıyla yola çıkan bu genç şairlerden çoğu daha sonra şiir dışındaki alanlara yönelmişlerse de Saba şiirden ve bu topluluğun şiir anlayışından sonuna kadar kopmamıştır.
Fahri Onger’in 25.06.1948 tarihli röportajındaki sorulara verdiği cevaplardan edindiğimiz bilgilere göre Fransız şairlerini, özellikle sembolistleri okumuştur. Régnier, Mallarmé, Rimbaud, Baudelaire, Supervielle’leri okumakta, daha başkalarını keşfe uğraşmaktadır. Cahit Sıtkı’nın şiirlerini beğenmiş, onu çokça etkilemiş olduğu gibi onun şiirinden etkilenmiştir de. İki şairin sıkı dostluğunun ve fikir alışverişinin eserlerine nasıl yansıdığı, onun önerisiyle şiirlerinde yaptığı değişiklikler 1956'da Varlık dergisi için yazdığı “Cahit’le Günlerimiz” başlıklı yazılarda görülebilir. Saba bu yazıların üçüncüsünde “Geçen zaman böylece yer yer, şiir şiir, biraz da Cahit’le geçmiş zamanım, birbirimizin olmuş, hatıralaşmış şiirler değil mi?” der (Saba 2015: 203).
1927'den 1940’lı yılların başlarına kadar olan şiirlerinde hece ölçüsüne bağlı kalır ve daha çok soneyi kullanır. Özellikle 20’li yıllarda yazdığı ilk şiirlerinin havasında Baudelaire izleri görülür. 30’lu yıllardaki şiirlerinde yer yer Haşim’in sesi duyulur. 1942-43 yıllarından itibaren iyimserliği ağır basan, aşk, aile, sevgi, dostluk konulu şiirler yazar. “Hayret”, “Yeniden Başlayış”, “Her Akşam Bu Odada”, “Çocuk Gülüşleri”, “Günlerimiz Olacak” gibi şiirlerde bütün eserlerinde kendi hayatından derin izler bulunan şairin ikinci evliliği, çocuk sahibi olmasının verdiği mutluluk ve bunlardan doğan iyimserlik hâli kolaylıkla izlenir. Şair 1944'ten itibaren serbest şiirlere ağırlık verir. Bu şiirlerinde kafiye, ritim, zarif buluşlara dayalı imgeler ön plandadır, yalın ve yapmacıksız bir söyleyiş dikkati çeker.
Varlık dergisinin “Edebiyatçılarımız Konuşuyor” başlıklı mülakatlarından birinde ilk yazılarıyla sonrakiler arasında ne gibi farklılıklar olduğu, edebiyat anlayışının ne yönde değiştiği sorusuna cevapla şunları söyler: “Yedi Meşale zamanında çoğumuzda bir teşbih, bir resim merakı vardı. Hep bir şeyi bir şeye benzetmeye uğraşır, kendimizi sembolist sayardık. Bizden sonra yetişenler şekli kırdı. Ben de sevinçle onlara uydum. Zamanla yalın sözün kıymetini anladım. Duyduklarımı, olduğu gibi, süssüz, yapmacıksız söylemeye çalışıyorum artık. Şiirin beşerî olduğu nispette hafızalarda kalacağına inanırım” (akt. Yardım 2002: 33). Gerçekten de Saba’nın şiirinde giderek yalınlığın çarpıcılığı duyulmaya başlar. Hatta Saba uzun yıllar süren değeri bilinmemişliğin ardından bugün yeniden keşfediliyorsa bunda temel etken, dizelerinin kulağa yalın ve insanî, özdeşim kurulabilir ve incelikli gelmesi olsa gerektir.
1943’te beş yüz adet bastırdığı, 1928-1943 yılları arasında yazdığı şiirleri içeren ilk kitabı Sebil ve Güvercinler’in ardından arada geçen üç yılda yazdığı şiirleri de ekleyerek Geçen Zaman adlı şiir kitabını çıkarır. Kitabın ilk basımı 1946'da Varlık Yayınları tarafından yapılmıştır.
Geçen Zaman adından da anlaşılacağı üzere şairin eski günlere özlemini yansıtan, geçen zamanın, ömrün bir muhasebesini yaptığı şiirlere yer verir. Bu şiirlerde çocukluk günleri, aile ve insan sevgisi, aile yaşantısında bulunan mutluluk ve huzur, İstanbul, şehir görüntüleri, gündelik hayata dair ayrıntılar, ölüm, Allah inancı gibi temaları işlemiştir. Özellikle “Çocukluğum” adlı şiirinde “uzakta kalan bahçeler” ve “gözümde tüten memleket” diye betimlediği çocukluk yılları ve o günlere ve özellikle de anneye duyulan özlem onun şiirinin en belirgin temasıdır. “Açılın, açılın tekrar/Çocuk dizlerimdeki yaralar” dizeleri bu duygunun yansımasıdır.
Küçük şeylerden mutlu olan, yorgunluklarını tevekkülle anlatan bir şairdir Saba. Yaşam ve ölüm temaları onda huzurlu, dingin bir çerçevede işlenir. Behçet Necatigil ölümünün ardından Saba için yazdığı yazıda “Son yirmi beş yıllık şiirimizde ölümü, içinde küçükten beslediği için, hiç dehşete düşmeden, irkilmeden tam bir iman ve teslimiyetle, özleyerek beklemiş tek şairimizdi” diye bahseder ondan (Varlık, 15 Şubat 1957). Ölmüşlere özlem ve onlarla yeniden bir arada olma arzusu ölümü güzelleştiren şeylerdir onun için: “Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz”. Ölüm içinde anne ve babasının da olduğu bir ülkeye kavuşmak gibidir. Ancak onun şiiri her şeyden önce yaşama sevincinin şiiridir. “Nefes Almak” şiirinde betimlediği küçük mutlulukları, nefes almanın saadetini, iyimser bir bakış açısıyla anlatır. Örneğin aşk imkânsız ya da sancılı değildir onda, evlere asılan perdelerdir, raflara dizilen reçellerdir, beraberce karar verilen karyolanın yeri, avluda çocuk sesleridir. “Hayat! Hayat! Seviyorum seni!” (“Sevgiler”) diyen şair edebiyatımızın belki de en insansever, en naif, -Necatigil’in deyimiyle- “en beyaz” dizelerini yazmıştır. Bununla birlikte özellikle geçen zaman, çocukluk günleri ve kaybedilmiş anne baba konularını işlerken melankolik bir yanı da vardır. Başkalarının acısıyla acı çeker, yitip gitmiş çocukluğun, kaybolan masumiyetin yasını tutar. Bütün bunları hayatı ve mutluluğu yücelterek yapar. Bu kitapta henüz pek genç yaşta yazdığı şiirlerinden kendi şahsiyetini bulduğu şiirlere uzanan geniş bir yelpaze görülür.
Şairin ikinci kitabı Nefes Almak 1947-1957 yılları arasında yazdığı 47 şiirden oluşur. İlk basımı Varlık Yayınları tarafından 1957'de yapılmıştır. “Nefes Almak” adlı şiirinde “Anlıyorum, birbirinden mukaddes/Alıp verdiğim her nefes” diyen şair yine küçük mutlulukları anlatmaya, hayatı yüceltmeye devam etmektedir. İnsan sevgisi, yoksulluk ve yoksulların acıları karşısındaki merhamet duygusu diğer temalardır. Dizelerinden iyilik, saflık, insan sevgisi akar, üzerinde hep birlikte huzur bulunacak bir toprak parçasının özlemi sızar: “Mesut olmuş görmek isterdim hepinizi”.
Şiirlerinde hayat ve tevekkülle karşılanan ölüm birliktedir ancak 1953’te geçirdiği ilk kalp krizinin ardından ölümün gölgesi belirginleşir. Bu saatten sonra yazdıklarında ölüm her şeyin merkezindedir. Ölüm yine insanların sevdiklerine kavuşacağı bir “hayal ülke” olmayı sürdürse de artık her şeyin emanet ve geçici olduğu, hayatın sonlu olduğu ve her an ölebileceği fikri ruhuna saplanmış gibidir. Mesut evlilik hayatı ve çok sevdiği babalık, çocuk yaşlardan beri tevekkülü de aşan bir özlemle beklediği ölüm karşısında ümitsiz bırakmış gibidir şairi: “Kim bilir kaç günü kaldı/ömrümüzün?”.
Saba ne üzerine yazarsa yazsın gerçekliğinden kuşku duyulmayan, alçak sesli, yalın, insani bir şiire ulaşmayı başarmıştır. Şiirimize evleri, odaları, ev hayatını, aileyi, gündelik hayatı, mahalleyi sokmuş, Cahit Sıtkı Tarancı’yı, sonraki kuşaktan Behçet Necatigil’i çok etkilemiştir.
Yazı hayatına şiirle başlayan Saba daha sonra anı-öykü tarzında eserler vermiştir. Bunlardan ilki ilk olarak 1952'de Varlık Yayınları tarafından basılan Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’dir. Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi Saba’nın dokuz anı-öyküsünden oluşur. Bu öykülerde Saba kendi hayatından yola çıkmakla birlikte hayata dair dikkatiyle, küçük şeyleri, her türlü ayrıntıyı fark etmesiyle, bütün bu şeyleri âdeta bir müzik parçasının notaları gibi birbirine bağlı, birbirini tamamlayan ve ahenkli bir şekilde sunuşuyla etkileyicidir. Edebiyatımızın değeri pek bilinmemiş bu güçlü kalemi, bize İkinci Dünya Savaşı yıllarının ve ertesinin İstanbul’undan hayat tasvirleri sunarken kendi hayatından ve bireye dair yaşantılardan yola çıkar. Bireye bir toplumun parçası olduğu dikkatiyle bakar. Ev ve aile yaşantısı, mahalle, arkadaşlık ilişkileri, kadınlarla ilişkiler, çocukluk anıları, anne, baba, çocuk, insan sevgisi öykülerinde ele aldığı başlıca temalardır. Mesut insanlardan mesut olamamışlara, mesut olup saadetini kaybetmişlere, kurban bayramında kurban edilmek üzere bahçede beslenen kuzudan, bulunduğu evin yeni sakinlerinin taşınırken sökmediği kapı arkası çivisine kadar herkes ve her şey onun ilgisine, sevgisine ve empatisine mazhar olur. Gözlemleriyle dikkat çekici derecede ayrıntıcı olan yazar, bütün bunları insan sevgisi, sükûnet, tevekkül ve empatinin damgasını vurduğu bir bakış açısıyla ele alır. Öyküleri anlatım açısından daha çok hatırlamaya dayalıdır, sanki kayıp gitmiş mesut bir zaman parçasının arayışındadır yazar. Kitaba adını veren öyküde kaybolup gitmiş saadet zamanlarının özlemi vardır. Etrafında daha çok aile ile simgeleşen bir saadet varken kendisi yalnızdır. Böylece aile hayatına düşkünlüğüne ve insanseverliğine rağmen edebiyatımıza gözlemci ve yalnız bireyi getiren yazarlarımızdan olur Saba. “Babamın Elbisesi”nde, öykünün olanca minimalist kurgusu içinde özlemi, çocukluğunda kaybettiği babasına duyduğu sevgiyi, bireyin bazen sebepsiz yere topluma uymasını ve bunun yarattığı çelişkileri başarıyla anlatır. “Okumak” Ziya Osman Saba’yı tanımak isteyenlerin çok yararlanacağı otobiyografik bir öyküdür. Okur, okuduklarından edindiği bilgi ve hayal gücünün şekillendirdiği, bir antolojiye kendisinin kaydettiği şekliyle “Türk şairi Ziya”yı tanır bu öyküde. “O Mahalle” Saba’nın bir öykücü olarak anlatısının tipik görüntüleriyle doludur: Bir ahenk içinde var olan insanlar, sıcak insan ilişkileri, İstanbul, aile ve çocuk sevgisi, babalık duygusu; bütün bu ahengin bozulan ekonomik durumun etkisiyle bozulması, şartların insanları değiştirmesi gerçeği karşısında kayıp giden mesut zamanlara duyulan özlem… Behçet Necatigil’in Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü’nde belirttiği gibi, dönemlerine göre sıralandığında biyografisini kronolojik bir gelişim içinde bütünleyecek öykülerdir bunlar.
İlk basımı 1959 yılında Varlık Yayınları tarafından yapılan Değişen İstanbul, “Ev”, “Misafirlikler”, “Yaz Gezintileri”, “Kış Gezintileri”, “O Sınıf” ve “O Banka” adını taşıyan altı anı-öykü parçasından oluşur. Saba başlangıçta kendi hayatını ve yaşadığı devir İstanbul’unu anlatacak bir roman olarak tasarladığı bu eseri tamamlamaya vakit bulamamıştır. Hasta olduğu ve evden çalıştığı 1954-1957 yılları arasında yazdığı bu metinler bu romanın parçaları olarak kaleme alınmış olsa gerektir.
Ölümünden sonra yayımlanan bu kitapta Saba’nın eserlerinde ve kişisel tarihinde önemli yer tutan İstanbul sevgisi ön plandadır. İstanbul güzelliktir, gündelik yaşamdır; kişisel tarihidir, kimliğidir onun. “İstanbul” adlı şiirinde “Baktıkça hep semt semt, yer yer,/Beş yaşım, on beş yaşım, ah yirmi yaşım!” ve “Her şey, içimde her şey/İstanbul yadigârı” dizeleriyle ifade ettiği bir özdeşliktir şehirle arasında kurduğu. Değişen İstanbul’da İstanbul’un her köşesi özdeşleştiği çocukluk hatıralarıyla birlikte aktarılır. Bu öykülerde Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’nde de görülen “hatırlama” çocukluk dönemine odaklanarak anlatının temeli olur. Burada bir merak unsuru etrafında genişleyen bir olay ya da merkezi bir tema etrafında genişleyen bir durum gözlemi yoktur. Yazarın kimliğini kuran her bir köşe, insan, anı kesitler hâlinde sunulur. Saba’nın anı ile öykü arasında duran metinleri, Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’nde biraz daha öyküye yakınken bu kitapta anı tarafı ağır basar. Yazarın çocukluğundaki İstanbul’un fizikî görünümü, yaşayış biçimleri, gelenek, kültür ve normları bu anıların birer parçasıdır. Böylelikle yazar değişen İstanbul’u ve geçmişte kalan ve onun için aziz olan yanlarını sergiler.
Saba bu eserler dışında edebiyat inceleme ve değerlendirme yazıları da kaleme almıştır. Kitaplarına girmemiş şiir ve öyküleriyle birlikte edebî değerlendirme yazıları da son yıllarda eserlerinin toplu basımıyla okura ulaşmış bulunuyor. Saba bugün geç de olsa değeri yeterince bilinmemişlikten kurtularak yeniden keşfedilmektedir.
Kaynakça
Kırcı, Mustafa (1991). Ziya Osman Saba (Hayatı-Eserleri-Sanatı). Doktora Tezi. Samsun: On Dokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Necatigil, Behçet (1957). “Ziya Osman’ın Mezarı Beyaz”. Varlık. S. 448. 15 Şubat 1957.
Onger, Fahir (1970). “Ziya Osman Saba Kendini Anlatıyor”. Varlık. S. 749. 1 Şubat 1970.
Saba, Ziya Osman (1937). “Evimiz”. Gündüz. 15 Şubat 1937
Saba, Ziya Osman (2015). Konuşanlar, Bir Hüzünle Sesinde. İstanbul: Can Yayınları.
Saba, Ziya Osman (2015) Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi. İstanbul: Can Yayınları.
Saba, Ziya Osman (2016) Cümlemiz. (Toplu Şiirleri). İstanbul: Can Yayınları
Yardım, Mehmet Nuri (2002). Ziya Osman Saba, Hayatı, Sanatı, Eserleri, Eserlerinden Seçmeler. Hikmet Neşriyat.
Yardım, Mehmet Nuri (2010). Ziya Osman Saba Sevgisi, Ziya Osman’a Dair Yazılar. Nesil Yayınları.
Zaimoğlu, Ziya İlhan (1957). “Ziya Osman Saba’nın Hayatı”. Varlık. S. 451. Nisan 1957
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DR. ÖĞR. ÜYESİ HÜLYA BAYRAK AKYILDIZYayın Tarihi: 21.01.2019Güncelleme Tarihi: 20.12.2020
Yayın Tarihi: 21.01.2019Güncelleme Tarihi: 20.12.2020
Güncelleme Tarihi: 20.12.2020
Eser Adı | Yayın evi | Basım yılı | Eser türü |
---|---|---|---|
Yedi Meşale | - / İstanbul | 1928 | Şiir |
Sebil ve Güvercinler | ABC Kitabevi / İstanbul | 1943 | Şiir |
Geçen Zaman | Varlık Yayınları / İstanbul | 1947 | Şiir |
Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi | Varlık Yayınları / İstanbul | 1952 | Hikâye |
Nefes Almak | Varlık Yayınları / İstanbul | 1957 | Şiir |
Germinie Lacerteux | MEB Yayınevi / İstanbul | 1949 | Çeviri |
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | Yılmaz Uçar | d. 20 Ekim 1965 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | ÇAVUŞ-ZÂDE, Hâcı Hâlid Fâhir Efendi | d. 1806-1807 - ö. 1847\'den sonra | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | Yurdaer Erkoca | d. 26 Haziran 1962 - ö. 07.10.2016 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | İhsan Nuri Olgun | d. 1910 - ö. 6 Şubat 1985 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | Kemal Kaplancalı | d. 1910 - ö. 15 Temmuz 1986 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | Bert İzmailoviç Gurtuyev | d. 1910 - ö. 2001 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | Edip Ayel | d. 23 Ağustos 1894 - ö. 17 Ocak 1957 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | EYÜP SABRİ LERMİOĞLU | d. 1886-1887 - ö. 01.07.1957 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | Sabri Cemil Yalkut | d. 01 Eylül 1882 - ö. 12 Ağustos 1957 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | Ayten Uğuralp | d. 26 Şubat 1931 - ö. 25 Temmuz 2010 | Meslek | Görüntüle |
11 | Eyüp Ekinci | d. 10 Ağustos 1973 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
12 | Orhan Berent | d. 1964 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
13 | Semih Sergen | d. 11 Mayıs 1931 - ö. 6 Ağustos 2022 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | Bahaeddin Özkişi | d. 19 Haziran 1928 - ö. 9 Kasım 1975 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | Çelik Gülersoy | d. 23 Eylül 1930 - ö. 6 Temmuz 2003 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | Hakan Arslanbenzer | d. 16 Kasım 1971 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
17 | Osman Olmuş | d. 05 Haziran 1966 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
18 | Yusuf Ziya Bahadınlı | d. 9 Eylül 1927 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |