Madde Detay
HATÂYÎ, Şâh İsmail
(d. 892/1487 - ö. 930/1524)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Azeri)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Erdebil Tekkesinin şeyhi ve Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail, 25 Receb 892/17 Temmuz 1487 tarihinde Erdebil’de doğdu. Babası Safevi şeyhi Haydar (ö. 1488), annesi ise Akkoyunlu Uzun Hasan (ö. 1478)’ın Alemşah unvanıyla bilinen kızı Halime Begüm (ö. 929/1522-23)’dür. Babaannesi Hatice Begüm de Uzun Hasan’ın kız kardeşidir.
İsmail, henüz bir yaşındayken babası Şeyh Haydar, Gürcistan’a düzenlediği akında Şirvan hükümdarı Ferruh Yesar tarafından öldürüldü. Akkoyunlu Yakup, İsmail ile diğer kardeşleri Sultan Ali ve İbrahim’i Şiraz valisi Mansur Bey Purnak’a göndererek İstahr Kalesi’nde hapsettirdi. Sultan Yakup’un ölümünden sonra (1490), onun halefleri arasında çıkan kargaşa ortamında iktidarı ele geçiren Rüstem Bey, Safevilerin desteğini almak için Şeyh Haydar’ın oğullarını serbest bırakmakla kalmadı, Sultan Ali’yi Erdebil’e hâkim tayin etti. Ancak Sultan Ali’nin Akkoyunlu Baysungur’u yenerek nüfuz kazanması Rüstem’i kuşkulandırdı. Sultan Ali’nin üzerine asker sevk ederek öldürttü (1493). Şeyh Haydar’ın müritleri İsmail ve kardeşi İbrahim’i Gilan hâkimi Hasan Han’ın yanına götürdüler. Orada korunan İsmail, bir yandan da Lala Hüseyin’in gözetiminde eğitim gördü. Akkoyunlu şehzadeleri arasındaki iktidar mücadelesinde Rüstem Bey, Akkoyunlu Göde Ahmet tarafından öldürülünce (1497) karşısında güçlü bir otoritenin kalmadığını anlayan İsmail, Akkoyunlu mirasını devralmanın zamanının geldiğini düşünerek müritlerini etrafında toplayıp Erdebil’e doğru harekete geçti. Bu arada Akkoyunlu şehzadeleri arasındaki kavga iyice hızlandı. Elvend Bey devletin kuzey, Murad Bey ise güney bölgesinde egemenliklerini sürdürmeye başladı. Ancak öncelikli olarak atalarının intikamını almak üzere Ferruh Yesar’ı ortadan kaldıran İsmail, sonra üstüne ordu gönderen Akkoyunlu Elvend’i yenerek Tebriz’i ele geçirdi ve taç giyerek “şâh” unvanını aldı (907/1501) ve taraftarlarınca Ebu’l-Muzaffer Şah İsmail Bahadır Han diye anıldı. Şah İsmail, siyasi kişiliğinin bütün bileşenlerini içeren künyesini resmî yazışmalarında kullandı. Döneminin sanatkârları da Şah İsmail adına ürettikleri eserlere bu künyeyi işlediler (Malekzadeh 1976: 263-276).
Şah İsmail, Akkoyunlu egemenliğine fiilen son verince ülkesinin sınırlarını genişletmek, görüşlerini yayabileceği emniyetli bir ortam oluşturmak için girişimlerde bulundu. Batısındaki Osmanlı Devletini ve doğusundaki Özbekleri tehdit edecek konuma erişti. Özbeklerden Şeybani Han’ı mağlup ederek öldürdü (1509). Osmanlı sultanı II. Bayezid’le aralarında başlayan gerilim, Yavuz Sultan Selim döneminde doruğa ulaştı ve Çaldıran Savaşı ile neticelendi (23 Ağustos 1514). Çaldıran yenilgisi Şah İsmail için tam manasıyla narsist kırılmaya neden oldu. Müritleri nezdindeki yenilmezlik imajı sarsıldı. Yenilginin yarattığı ruhsal çöküntü yetmezmiş gibi Osmanlılar tarafından esir alınan eşi Bihruze Hanım üzerinden sürdürülen itibarsızlaştırma siyasetinden bunaldı. Bir yandan Çaldıran yenilgisinin ardından ortaya çıkan karışıklıkları sert tedbirlerle bastırırken diğer yandan da Batılı devletler nezdinde Osmanlılara karşı ittifak arayışlarına girişti (Gündüz 2010: 146-151). Bu girişimlerinden sonuç alamadan, 23 Mayıs 1524 tarihinde Tebriz’de öldü. Cenazesi Erdebil’de Şeyh Safî’nin yanına defnedildi.
Şah İsmail öldüğünde en büyük oğlu Tahmasb (1514-1576) Safevi tahtına oturdu. Tahmasb on yaşındaydı. Diğer erkek kardeşleri; Elkas Mirza (1516-1549), Sam Mirza (1517-1566/67) ve Behram Mirza (1517-1549) ise ondan iki, üç yaş daha küçüktü. Dolayısıyla Şah İsmail’in vefatından sonra Kızılbaş beyleri ve bürokratlar Safevi yönetiminde etkili oldu. Tahmasb’a karşı kardeşi Elkas Mirza iktidar mücadelesine girişti. Başarılı olamayınca tıpkı Kanuni Süleyman’ın şehzadesi Bayezid’in Safevi sarayına sığınması gibi Elkas Mirza da Osmanlı sarayına sığındı. Şehzadeler arası mücadeleden Tahmasb başarıyla çıktı ve kırk iki yıl Safevi Devletini idare etti. Tahmasb’ın şahlık dönemi (1524-1576) ile Kanuni’nin uzun süren saltanat yılları (1520-1566) aşağı yukarı örtüşür. Dolayısıyla Osmanlı-Safevi ilişkilerinin bu iki hükümdarın siyasi ve kültürel rekabetleri çerçevesinde biçimlendiği söylenebilir. Siyasi mücadelelerine rağmen Osmanlı muhitlerinden Safevi başkenti olan Tebriz, Kazvin ve Isfahan’a; bu şehirlerden de İstanbul’a çeşitli nedenlerle göç eden sanatkârlar marifetiyle edebî ve kültürel açıdan şaşırtıcı düzeyde etkileşim oldu. Bilhassa iktidar mücadelesini kaybeden şehzadelerin muhitlerindeki sanatkârlarla birlikte rakip devletin himayesine girmesi ve elçiler aracılığıyla takdim edilen kıymetli eşyalar arasında yer alan sanat eserlerinin yeni muhitin nakkaşları ve hattatları nezdinde itibar görmesiyle tür ve üslup aktarımı gerçekleşti (Tanındı 2000: 236-241).
Şah İsmail ve şehzadelerinin himayesinde başta hat ve nakış olmak üzere güzel sanatlar altın çağını yaşadı (Canby 1999). Tebriz, Kazvin ve Isfahan gibi Safevi başkentlerinin yanı sıra Şiraz ve Meşhed gibi kültür merkezlerinde pek çoğu Herat mektebinde yetişmiş sanatkârlar, Safevi şehzade ve bürokratlarının himayesinde en güzel eserlerini verdiler. Adeta mitolojik bir şahsiyete dönüşen Behzad’ın yanı sıra Sultan Muhammed, Mir Ali, Ağa Mirek gibi nakkaşlar; Şah Mahmud Nişapurî, Yarî-i Şirazî, Iyşî ve Mir İmad gibi hattatlar; Habîbî, Kişverî, Surûrî ve Tufeylî gibi divan şairleri Şah İsmail ve şehzadelerinin himayesinde sanat faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
Şah İsmail, sanatkârlığı kadar kültür ve sanat adamlarını himaye etmesiyle, yani patronaj konumuyla da önemli bir yere sahiptir. Osmanlı merkezî otoritesinin sarsıldığı devrelerde, Teke yöresinde baş gösteren Şah Kulu ayaklanmasında olduğu gibi merkezî otoriteyi tanımayan kenardaki oymak ve aşiretlerin Erdebil Tekkesini sığınılacak bir merci olarak gördükleri bilinmektedir. Anadolu’dan bilhassa Akkoyunlu ve Safevi merkezlerine yönelen Türkmenler, Türkçe söyleyen kızılbaş şairler ve dervişler Şah İsmail döneminde Safevi sarayında ilgi görmüşlerdir. Şah İsmail’in sayesinde Türkçenin edebî dil olarak Safevi sarayında gördüğü itibar, şehzadeleri döneminde de korunmuştur. Safevi muhitlerinde Türkçe ve Farsça şiir söyleyen Türkmen şairlerin olduğunu Hatâyî’nin şehzadesi Sam Mirza’nın Tuhfe-i Sâmî adlı eserinden (Karaismailoğlu 1988: 178-186) ve Mecmau’l-Havass’tan öğreniyoruz (Sadıkî, 1327: 102-131). Hanedan mensupları arasında da Hatâyî seviyesinde olmasa bile Türkçe şiir söyleme geleneği devam etmiştir. Safevi şehzadelerinden İbrahim Mirza’nın divanında “Türkiyyat” başlığı altında yer verilen Türkçe söylenmiş 24 şiir bunun en önemli kanıtıdır (Çınarcı 2015: 161-196). Fakat Safevi hanedanı içinde Türkçenin en güzel şiirlerini söyleyen hiç şüphesiz Şah İsmail’dir.
Eserleri
Şah İsmail’in çocukluğunda Lahican’da istinsah ettiği Kuran’ı, daha sonra Necef’te yeniden imar edilen Hz. Ali Türbesi’ne hediye ettiğine dair rivayet (Gündüz 2010: 91) doğruysa el yazısı konusunda özgüvene sahip olduğu söylenebilir. Lakin şimdiye kadar kendi şiirlerini istinsah ettiğine dair herhangi bir kayda, müellif hattı bir Dîvân-ı Hatâyî veya Deh-nâme nüshasına henüz rastlanmamıştır.
Dîvân. Şah İsmail’in en önemli eseri hiç kuşkusuz divanıdır. Şimdiye kadar Dîvân-ı Hatâyî’nin çoğu yurt dışında olmak üzere yirmi beş nüshası tespit edilmiştir. Hatâyî Dîvanı, 16. ve 17. yüzyılda Şah Mahmud Nişapurî, Ali Meşhedî, Yârî, Iyşî, İmad Hasenî ve Nureddin Isfahanî gibi çok ünlü müstensihler tarafından Herat, Tebriz, Kazvin, Meşhed ve Isfahan gibi kültür merkezlerinde istinsah edilmiştir. Bilhassa 942/1535 yılında Mahmud Nişapurî (ö. 972/1564) tarafından nestalik hatla istinsah edilen Taşkent nüshası, müstensihi ve müzehhibi belli olmamakla birlikte özenle hazırlandığı hat ve minyatürlerinden anlaşılan Arthur M. Sackler Gallery nüshası (Thackston 1988: 37-63) ve 953/1546 yılında Yârî tarafından istinsah edilen ve Tebriz’de Muhammed Emin Sultan el-Kurrai’nin şahsî kütüphanesinde bulunan Külliyât-ı Hatâyî (Sultan el-Kurrai 1395/2016: 79-85) kitap sanatının da en güzel numuneleridir.
Eserin tespit edilen yirmi beş yazma nüshasının yanı sıra buyruk, mecmua ve cönklerde yüzlerce Hatâyî mahlaslı şiir vardır. Hatâyî Dîvânı İstanbul, Napoli, Bakü, Tebriz ve Tahran’da yayımlanmıştır. Geçen yüzyılın başından itibaren Şah İsmail’in şiirleri Azerbaycan, İran ve Türkiye’deki araştırmacıların dikkatini çekmiştir. Selman Mümtaz, Erdebil ve Londra nüshalarını karşılaştırmak suretiyle Hatâyî Dîvânı’nı hazırlamıştır. Selman Mümtaz’ın temize çekip neşretmeye muvaffak olamadığı bu müsvedde, Bakü Elyazmaları Enstitüsü Nu: 3999’dadır. Selman Mümtaz’ın çalışması müsvedde olarak kalsa da Hatâyî Divânı’nın bilimsel neşrinin yapılması gerektiğine dair bir anlayışın gelişmesine öncülük etmiştir. Nitekim 1946 yılından günümüze kadar Hatâyî Divânı; Sadeddin Nüzhet Ergun (1946), Hamid Araslı (1946), Turhan Gencei (1959), Azizağa Memmedov (1966), Eliyar Seferli-Halil Yusufov (1988), Nejat Birdoğan (1991), İbrahim Arslanoğlu (1992), Mir Salih Hüseyni (1380/2002), Mirza Resul İsmailzade (1380/2002), Babek Cavanşir- Ekber N. Necef (2006), Şah Hüseyin Şahin (2011) ve Adil Ali Atalay (2019) tarafından yayımlanmıştır.
Hatâyî Dîvânı’nın tenkitli neşri Muhsin Macit tarafından yapılmıştır (2017). Bu neşirde; 19 kaside, 440 gazel, 1 müseddes, 2 mesnevi (Deh-nâme ve Nasihat-nâme dışında), 10 tuyug, 1 kıta ve 1 matla‘ olmak üzere Şah İsmail’in 474 Türkçe şiirine yer verilmiştir. Azerbaycan ve İran’da yapılan Hatâyî Dîvânı neşirlerinde çoğu matla/müfred olmak üzere 32 Farsça, 1 Arapça şiir bulunmasına rağmen bunlardan sadece yazma nüshalarda yer alan 1 tahmis, 4 gazel olmak üzere toplam 5 Farsça şiir tercümeleriyle birlikte metne dâhil edilmiştir (Macit 2017).
Deh-nâme. Hatâyî’nin 911 (1506) yılında, henüz yirmisine varmadan yazdığı Deh-nâme, Fars ve Çağatay edebiyatındaki deh-nâmelerin (on mektup) Azeri sahasında bilinen ilk Türkçe örneğidir. Şah İsmail, bu eserini hezec bahrinin mefʿûlü mefâʿilün feʿûlün kalıbıyla yazmıştır. Bazı mısralarda bu veznin mefʿûlün fâʿilün feʿûlün şekline dönüşerek sekt-i melih yapıldığı görülmektedir. Aşk konulu bu mesnevi, Hatâyî Divânı’nın bazı yazma nüshalarında ve mevcut baskılarında da yer almıştır.
Deh-nâme hakkında derli toplu bilgi verip ilk defa neşreden Selman Mümtaz’dır. Maarif ve Medeniyet dergisinde “Azerbaycan Şairleri” üst başlığıyla neşrettiği yazı dizisinde Şah İsmail hakkında klasik biyografi kitaplarında verilen bilgileri derleyip şairliğine dair değerlendirmeler yaptıktan sonra şahsi kütüphanesinde bulunan Deh-nâme metnini neşretmiştir (Selman Mümtaz 1923). Selman Mümtaz’dan sonra Hamit Araslı eserin Bakü ve Leningrad nüshalarına dayalı bir neşrini yapmıştır. Araslı, eserdeki dinî içerikli şiirlere yer vermemiştir (1948). Bu iki neşirden sonra Azizağa Memmedov, eserin metnini hem Arap harfleriyle (1973) hem de Kiril harfleriyle yayımlamıştır (1976). 1977 yılında Minaye Cavadova, Deh-nâme’yi esas alarak hazırladığı Şah İsmayıl Hatai’nin Leksikası adlı eserinde o güne kadar eser üzerine yapılan çalışmaları değerlendirmiş, Deh-nâme’nin bilinen yazma nüshalarını tanıtmış ve söz varlığını incelemiştir. Kitabın sonuna Şah Mahmud Nişapurî’nin istinsahı olan Taşkent nüshasının metnini eklemiştir. Azerbaycan, İran ve Türkiye’de yapılan Hatâyî Dîvânı neşirlerinde Azizağa Memmedov’un 1976 yılında Kiril harfleriyle yayımladığı metin esas alınmıştır.
Nasihat-nâme. Şah İsmail’in mesnevi şeklinde yazdığı bu eseri didaktiktir. Hatâyî’nin dinî görüşlerini anlattığı öğüt nitelikli bu küçük mesnevi (184 beyitli), mefâ‘īlün mefâ‘īlün fe‘ûlün kalıbıyla yazılmıştır. Hatâyî Dîvânı’nın neşirlerinde –Turhan Gencei ve Mir Salih Hüseyni neşri hariç- Nasihat-nâme’ye yer verilmiştir.
Edebî Kişiliği
Şah İsmail’in şairliği, “şeyh” ve “şah” sıfatlarının gölgesinde kalmıştır. Hem kendi muhitinde hem de Osmanlı kültür çevrelerinde eser veren tezkire yazarları Şah İsmail’in şairliği üzerinde yeterince durmamışlardır. Hatâyî’nin şairliğini vurgulayıp şiirlerinden alıntılar yapan diğer kaynaklar da araştırmacılar tarafından göz ardı edilmiştir. Dolayısıyla Şah İsmail’in şairliğine dair kabuller, özellikle Alevi/Kızılbaş muhitlerinde ve musiki meclislerinde dolaşıma giren Hatâyî mahlaslı güfteler, hiçbir ayıklamaya tabi tutulmadan ona mal edilen şiirler çerçevesinde biçimlenmiştir. Özellikle Anadolu Aleviliği içinde biçimlenen Şah Hatâyî imgesi, sözün ve müziğin eşlik ettiği ritüellerle süreklilik kazanmış, Sadeddin Nüzhet Ergun’un İstanbul kütüphanelerinde bulunan mecmualara dayalı olarak hazırladığı Hatâyî Dîvânı (1946, ikinci baskı 1956) da bu algıyı yaygınlaştırmıştır.
Bilindiği üzere Şah İsmail’in de mensup olduğu Erdebil Tekkesi, benzerleri gibi diğer güzel sanatların yanında şiirin de çiçeklendiği mekânlardandır. Erdebil Tekkesinin kurucusu Şeyh Safiyüddin’in (ö. 1334) türbesinde bulunan kitaplar arasındaki Farsça divan ve mesneviler, Külliyat-ı Nevâyî (Özgüdenli 2006: 375-387), menâkıbnâmelerde Safevi şeyhlerine atfedilen manzumeler Erdebil şeyhlerinin geleneğe uygun biçimde şiirle ilgilendiklerini göstermektedir. Ayrıca Şah İsmail, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmenlerinin sadece siyasal mirasını değil edebî birikimini de devralmıştır.
Şah İsmail’in dinî-mistik kimliğinden ayrı düşünülmesi nerdeyse imkânsız gibi görünen şairliğine dair en fazla bilgi veren ve değerlendirmeye girişen tezkire müellifi Garîbî’dir. Garîbî, Külliyatı’nda hayranlıkla andığı, şiirlerini tahmis ve tanzir ettiği Şah İsmail’e dair yorumlarını Tezkire-i Şuʿarâ-yı Mecâlis-i Rûm adlı eserinde biraz daha netleştirir. Tezkirenin mukaddimesinde benzersiz olarak nitelendirdiği Hatâyî Dîvânı’ndan söz ederek Şah İsmail’in şiirinin mistik gücüne dair değerlendirmelerde bulunur (Babacan 2010: 62-65).
Safevi muhitlerinde Hatâyî’nin şairliğinden bahseden diğer bir tezkire yazarı ise Şah İsmail’in şehzadesi Sam Mirza’dır. Ne yazık ki Sam Mirza (ö. 1566-67) Tuhfe-i Sâmî adlı eserinde babasının Türkçe ve Farsça şiirlerinde Hatâyî mahlasını kullandığını söyleyerek Farsça bir beytini alıntılamakla yetinir (Sam Mirza 1384: 11). Heratlı Fahri de Hatâyî’nin Türkçe ve Farsça şiir söylemekte yetenekli olduğunu söyler (Fahri 1345: 67-69).
Şah İsmail’in şairliğinden bahseden bir başkası ise Safevi şahı I. Süleyman döneminde (1666–1694) eserini yazan Şeyh Hüseyin Zahidi’dir. Şeyh Hüseyin, Silsiletü’n-Neseb-i Safeviyye adlı eserinde Şah İsmail’in Hatâyî mahlasıyla Farsça ve Türkçe birçok şiir yazdığını, divanının talipleri arasında meşhur olduğunu belirttikten sonra dört şiirinin metnini verir (1343: 68-72).
Osmanlı tezkire yazarlarından, Kafzade Fâizî’den başka hiçbiri Hatâyî’den bahsetmemiştir. Fâizî’nin verdiği bilgi de şairin ölümüne düşürülen tarih ve bir gazelden alıntılanan iki beyitten ibarettir (Kayabaşı 1997: 37a /284). Osmanlı biyografi yazarlarından Kâtip Çelebi’nin Keşfü’z-Zünûn’da, Şemseddin Sami’nin Kâmûsu’l-A’lâm’da Hatâyî hakkında verdikleri bilgi kırıntılarını derleyen Nail Tuman, şairin Fâizî’nin örnek gösterdiği Türkçe iki beytini iktibas etmiştir (Tuman 2001: I/253). Muhammed Ali Terbiyet de Hatâyî’nin Farsça ve Türkçe şiirler yazdığından söz ederek sadece Farsça beyitlerinden örnekler alıntılamıştır (1390: 223-225).
Osmanlı tezkire yazarlarının Şah İsmail’in şiirlerine ilgisizliğine karşın Şah İsmail’in vefatından yaklaşık on sene sonra tamamlanan Edirneli Nazmî’nin Mecmaʿu’n-Nezâir’inde (Köksal 2001), her ne kadar dördü Hatâyî Divânı’nın muteber nüshalarında bulunmasa da Hatâyî mahlaslı on gazele yer verilmiştir. Aynı şekilde eserini 968/1560-61 tarihinde tamamlayan Pervane Bey de mecmuasında (Gıynaş 2014), Hatâyî mahlaslı iki gazeli alıntılamıştır. Bu gazellerden biri ile Hitâbî adına kaydedilen on bir gazelin dördü, Hatâyî Divânı’nın en güvenilir nüshalarında bulunmaktadır. Hatâyî mahlaslı başka şairlerin bulunma ihtimalinin yanı sıra mahlas benzerliğinden ötürü Hitâbî’ye ait bazı gazellerin de Şah İsmail’e mal edilerek 16. yüzyılda derlenen mecmualarda kaydedilmesi önemlidir. Bu durum, Sadeddin Nüzhet Ergun’un meşhur nazire mecmualarına Hatâyî’nin hiçbir şiirinin kaydedilmediğine dair iddiasının da doğru olmadığını göstermektedir (1956: 26).
Şah İsmail’den söz eden eski kaynakların verdiği bilgiler ve eserlerinin metinlerarası ilişkileri onu Nesîmî, Habîbî, Kişverî ve Fuzûlî gibi Azeri sahasının klasik şairleri arasında değerlendirmeye elverişlidir. Azeri sahasının Seyyid Nesîmî’yle ivme kazanan ve sözlü gelenekten de beslenerek bir terkibe ulaşan şiir dilini devralmıştır. Menkıbesine ve şiirine ilgi duyduğu Nesîmî’nin gazellerine nazireler söylemiştir. Hatâyî’nin Nesîmî’ye söylediği nazirelerde muhit ortaklığı kadar dinî-mistik duyarlıklarındaki müşterekliğin de payı vardır. Hatâyî’nin Nesîmî’ye yazdığı nazirelerden ötürü zamanla iki şairin şiirleri müstensihler tarafından karıştırılmıştır (Csirkés 2016: 366-407).
Şah İsmail, özellikle âşıkâne gazellerinde Çağatay ve Osmanlı edebiyatının önde gelen şairleriyle alışveriş içindedir. Çağatay sahasının en büyük şairi Ali Şir Nevâyî, Azeri sahasının diğer şairlerini etkilediği gibi Hatâyî’yi de büyülemiştir. Öte yandan Şah İsmail, Osmanlı şairlerine nazireler söylemiştir. Hatta Şeyhî, Ahmet Paşa, Safî mahlaslı Cezeri Kasım Paşa ve Karamanlı Nizâmî’nin divanlarındaki birer gazel, Hatâyî Dîvânı’nın bazı yazma nüshalarında ve neşirlerin tamamında ufak tefek farklılıklarla yer almaktadır. Nazire geleneğinin sınırlarını zorlayan bu durum, aynı zamanda aradaki siyasi rekabete rağmen Safevi-Osmanlı kültür muhitlerinde alışverişin sanıldığından karmaşık olduğunu gösterir. Hatâyî Dîvânı’nın hem Osmanlı hem de Çağatay sahasıyla poetik ilişkisinin yanı sıra Şah Mahmud Nişapurî, Ali Meşhedî, Yârî-i Şirazî, Iyşî ve Nureddin Isfahanî gibi hattat ve nakkaşlar marifetiyle kurulmuş daha derin münasebetleri vardır (Gelibolulu Âlî 1982; Serin 2010: 309-348).
Şah İsmail, diğer sultan şairler gibi bulduğu bir damarı sonuna kadar işlemek eğilimindedir. Divanının en muteber nüshalarında bile mısra ve bazı ifade kalıplarının yinelendiği görülür. Bu durum eski şiirin doğasına uygundur. Yine bütün sultan şairler gibi onun şiirlerinde de rezm ve bezm kavramları etrafında kümelenen söz varlığı önemli yer tutar. Doğrusu Hatâyî Dîvânı’nın, rezm ve bezmin istiaresi niteliğindeki “Ali” ve “aşk” kavramlarının çağrışımlarından ibaret olduğu söylense yeridir. Dinî muhtevalı şiirlerinin tamamında mihver Ali’dir. Diğer gazellerinde de Ali muhabbetine, son derece zarif bir üslupla hitap ettiği güzellere duyduğu sezilen aşk refakat eder. Şah İsmail’in klasik estetiğin lügatine, kültürüne, teknik bilgisine vakıf olduğu en yalın biçimde Deh-nâme’de görülür.
Hatâyî klasik şiirin biçimsel kurallarına ve söz sanatlarına riayet eder. Hatâyî Dîvânı’nın en eski tarihli nüshalarında bulunan ve diğer muteber nüshalarda da yer alan şiirlerde vezin ve kafiye kusuru azdır. Muahhar nüshalarda, tek nüsha veya nüsha grubunda yer alan şiirlerde vezin ve kafiye kusurlarıyla karşılaşırız. Bu şiirlerin takipçileri tarafından çoğaltılmış olması muhtemeldir. Hece ölçüsüyle yazılmış Hatâyî mahlaslı koşmalar bir yana, aruz ölçüsüyle yazılmış Hatâyî mahlaslı şiirlerin de bir kısmının Şah İsmail’e aidiyeti imkânsızdır. Hatâyî Divânı’nın eski tarihli nüshalarında 255-260 civarında şiir bulunmasına karşın daha sonra istinsah edilen nüshalarda şiirlerin çoğalması, hece ölçüsüyle koşmaların mecmualara girmesi tarihî bir kişilik olan Şah İsmail’in bir anlatı kahramanına dönüştürülmesiyle gerçekleşmiş olabilir.
Osmanlı-Safevi kavgasının doğal bir sonucu olarak Şah İsmail, tarihsel kimliğiyle ve Hatâyî Dîvânı’nda tecessüm eden şair kişiliğiyle değil, mistik ve propagandacı bir “şeyh/şâh” imajıyla Osmanlı tebası olan Alevi/Kızılbaş zümreleri etkilemiştir. Biçimi ve retoriği göz ardı eden bu duyarlık, bilhassa 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hece ölçüsüyle söylenmiş Hatâyî mahlaslı şiirlerin temel referansı olmuştur. Şah İsmail, muhipleri ve müritlerinin gönlünde mistik karakteriyle yer bulmuştur. Sözlü gelenekte anlatılan Şah İsmail hikâyesi ile Alevi/Bektaşi geleneğinin yedi ulu ozanından biri mertebesindeki Hatâyî imgesi birbirini besleyerek cem törenlerinin başat figürü etrafında bir kült oluşturmuştur. Aleviler arasında tapşırma/mahlas kavramının yerine “hatâyî” sözcüğünün kullanıma girdiğine dair rivayetler (Birdoğan 1991: 30) ile bu anlayışın şiirin üretiminden törensel amaçla icrasına kadar her aşamada gördüğü itibar (Gölpınarlı 2013: 29) Hatâyî mahlaslı şiirlerin varyantlaşmasında etkili olmuştur. Köprülü’nün de işaret ettiği gibi “dinî şöhretinin büyüklüğünden dolayı, sair Kızılbaş şairlerine ait bir takım manzumelerin de ona isnat edildiği unutulmamalıdır” (Köprülü 2014: 64). Bunun sonucunda cönk ve mecmualarda Hatâyî mahlaslı, fakat gerçek söyleyeni bilinmeyen şiirlerin sayısı artmıştır (Kaya 2004; Koz 2004; Köksal 2012). Ayrıca Hatâyî Divânı çok geniş bir coğrafyada ve farklı muhitlerde okunduğu için Şah İsmail’e atfedilen bazı yazma nüshalarda başka şairlere ait olabileceği muhtemel bazı gazeller bile günümüzdeki yayınlara Hatâyî mahlasıyla girmiştir. Dolayısıyla çok haklı olarak araştırmacılar Hatâyî’den değil, Hatâyîlerden söz etmek gereğini duymuşlardır (Arslanoğlu 1992: 333-536; Koz 2004: 184-217). Dolayısıyla buyruk, mecmua ve cönklerdeki Hatâyî mahlaslı şiirlerin pek çoğunu, Şah İsmail’in şairliğinden ziyade mistik kişiliğinin yansımaları olarak değerlendirmek daha doğru olur.
Tarihî kişiliğine dair somut belgelere rağmen yukarıda sıraladığım nedenlerden ötürü bir anlatı kahramanına dönüşen Şah İsmail imgesi, dinî törenlerle, bu törenlere eşlik eden müzik icrasıyla özellikle Alevi/Bektaşi kültürel belleğinde yaşama kabiliyetini muhafaza etmektedir. Sözlü gelenek içinde bir halk hikâyesine dönüşen Şah İsmail (Gallagher 2009: 173-195), modern Türk edebiyatında da roman kahramanı olarak kurgulanmıştır. Alisa Nicat’ın Kızılbaşlar’ı (Yazıcı, Bakü 1983), Feridun Fazıl Tülbentçi’nin Şah İsmail’i (İnkılap Yayınları, İstanbul 1956), Reha Çamuroğlu’nun İsmail’i (Om Yayınları, İstanbul 1999) ile İskender Pala’nın Şah&Sultan’ı (Kapı Yayınları, İstanbul 2010) tarihî bir kahramanın etrafında oluşan folklorik algının farklı ideolojik yorumlarını da barındıran birer Şah İsmail hikâyesi olarak okunabilir.
Kaynakça
Araslı, Hamid (1946). Şah İsmâil Hatâyî. Bakü: Azerbaycan İran İle Medeni Alaka Cemiyetinin Neşriyatı.
Arslanoğlu, İbrahim (1992). Şah İsmail Hatâyî ve Anadolu Hatâyîleri. İstanbul: Der Yay.
Atalay, Adil Ali (2019). Hatayî-Şah Hatayî-Anadolu Hatayileri Divanı. İstanbul: Can Yay.
Birdoğan, Nejat (1991). Şah İsmail Hatai. İstanbul: Cem Yay.
Canby, Sheile R. (1999). The Golden Age of Persian Art 1501-1722. London: British Museum Press.
Cavadova, Minaye (1977). Şah İsmayıl Hatainin Leksikası- Dehname Poeması Üzre. Bakü: İlm Neşriyat.
Cavanşir, Babek-Ekber N. Necef (2006). Şah İsmail Hatâi Külliyatı. İstanbul: Kaknüs Yay.
Csirkés, Ferenc (2016). “Mehdici Yapıtlar Arası Etkileşimler: Şah İsmail ve Nesîmî’ye Atfedilen Şiirler”. çev. Ali Aydın Karamustafa. Gazelden Gazele: Dünün Şiirine Bugünden Bakışlar. hzl. Hatice Aynur vd. İstanbul: Klasik Yay.
Çınarcı, Mehmet Nuri (2015). “Safevi Sarayında Türkçe Şiir Yazan Bir Şehzade İbrahim Mîrzâ (Câhî)”. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi. (19/3): 161-196.
Ergun, Sadeddin Nüzhet (1956). Hatâyî Dîvânı-Şah İsmail-i Safevi, Edebi Hayatı ve Nefesleri. İstanbul: Maarif Kitabevi Yay.
Fahri-i Herevî (1345). Tezkîre-i Ravzatü’s-selâtîn. hzl. Hayyampûr, Tebriz: İntişarat-ı Müessese-i Tarih u Ferheng-i İran.
Gallagher, Amelia (2009). “The Transformation of Shah Ismail Safavi in Turkish Hikâye”. Journal of Folklore Research. 46(2): 173-195.
Gencei, Turhan (1959). Il Canzoniere Di Sâh Ismâ’îl Hatâ’î. Napoli: Estituto Universitarro Orientale.
Gelibolulu Âlî (1982). Menâkıb-ı Hünerverân. hzl. Müjgan Cunbur. Ankara: KTB Yay.
Gıynaş, Kâmil Ali (2014). Pervâne Bey Mecmuası. Eskişehir: Eskişehir Valiliği.
Gölpınarlı, Abdülbaki (2013). Kaygusuz Abdal-Hatâyî-Kul Himmet. İstanbul: Kapı Yay.
Gündüz, Tufan (2010). Son Kızılbaş Şah İsmail. İstanbul: Yeditepe Yay.
Hüseyni, Mir Salih (1380/2002). Divân-ı Şah İsmail Safevi. Tebriz: Hemvatan.
İsmailzade, Mirza Resul (1380/2002). Şah İsmail Safevi Külliyatı. Tahran: Alhuda Neşriyat.
İsmailzade, Resul (1382/2004). Şah İsmail Safevi Külliyatı. Tahran: Alhuda Neşriyat.
Karaismailoğlu, Adnan (1988). “Türk Edebiyatı Kaynaklarından Tuhfe-i Sâmî ve Altıncı Bölümünün Tercümesi”. Türk Dünyası Araştırmaları 57 (Aralık): 178-86.
Kaya, Doğan (2004). “Sivas Kaynaklı Cönklerde Şah Hatâyî”. Birinci Uluslar Arası Şah İsmail Hatâî Sempozyum Bildirileri (9-11 Ekim 2003). hzl. Gülağ Öz. Ankara: Hüseyin Gazi Kültür ve Sanat Vakfı Yay.
Kayabaşı, Bekir (hzl.) (1997). Kaf-zade Faizî’nin Zübdetü’l-eş’âr’ı. Doktora Tezi. Malatya: İnönü Üniversitesi.
Koz, Sabri (2004). “Belli Mahlaslar Üzerinden Şiir Söyleme Geleneği ve Türkiye’de Yazılan Alevi-Bektaşi Cönk ve Mecmualarındaki Hatâî Mahlaslı Şiirler”. Birinci Uluslar Arası Şah İsmail Hatâî Sempozyum Bildirileri (9-11 Ekim 2003). hzl. Gülağ Öz. Ankara: Hüseyin Gazi Kültür ve Sanat Vakfı Yay.
Köksal, M. Fatih (2001). Edirneli Nazmî Mecmaʿu’n-Nezâir [İnceleme-Tenkitli Metin]. Doktora Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Köksal, M. Fatih (2012). “Hatâyî’nin Yayımlanmış Divanlarında Bulunmayan Şiirleri”. Alevilik Araştırmaları Dergisi. (3): 39-83.
Köprülü, M. Fuad (2014). Edebiyat Araştırmaları II. İstanbul: Alfa Yay.
Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatcı (hzl.) (2001). Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî- Dîvân Şâirlerinin Muhtasar Biyografileri. Ankara: Bizim Büro Yay.
Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay.
Malekzadeh, Farrokh (1976). “İstanbul Topkapı Sarayı Müzesinde Bulunan Şah İsmail-i Safevi’ye Ait Kupa”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi 7-8: 263-276.
Memmedov, Azizağa (1966). Şah İsmail Hatai Eserleri-I. Bakü: Azerbaycan İlimler Akademisi Neşriyatı.
Memmedov, Azizağa (1966). Şah İsmail Hatai, Bakü: Azerbaycan Uşak ve Gençler Edebiyatı Neşriyatı.
Memmedov, Azizağa (1973). Şah İsmail Hatai Eserleri-II. Bakü: Azerbaycan İlimler Akademisi Neşriyatı.
Memmedov, Azizağa (1975). Şah İsmail Hatai Eserleri-I. Bakü: Azerbaycan Devlet Neşriyatı.
Memmedov, Azizağa (1976). Şah İsmail Hatai Eserleri-II. Bakü: Azerbaycan Devlet Neşriyatı.
Özgüdenli, Osman G. (2006). “Şeyh Safiü’d-dîn Erdebîlî’nin Türbesinde Bulunan Kitaplar”. Ortaçağ Türk-İran Tarihi Araştırmaları. İstanbul: Kaknüs Yay.
Sadıkî (1327). Tezkire-i Mecma‘ü’l-Havas. hzl. Abdurresul Hayyampur. Tebriz. Çaphane-i Ahter-i Şimal.
Seferli, Eliyar- Halil Yusufov (1988). Şah İsmail Hatâyî- Geçme Namerd Köprüsünden. Bakü: Yazıcı.
Selman Mümtaz (1923). “Azerbaycan Şairleri-3: Şah Hatâyî-1”. Maarif ve Medeniyet. (3): 30-33.
Selman Mümtaz (1923). “Azerbaycan Şairleri-3: Şah Hatâyî-2”. Maarif ve Medeniyet. (5-6): 30-33.
Selman Mümtaz (1923). “Azerbaycan Şairleri-3: Şah Hatâyî-3”. Maarif ve Medeniyet. (8-9): 10-16.
Selman Mümtaz (1923). “Azerbaycan Şairleri-3: Şah Hatâyî-4”. Maarif ve Medeniyet. (10): 12-16.
Selman Mümtaz (1923). “Azerbaycan Şairleri-3: Şah Hatâyî-4”. Maarif ve Medeniyet. (11): 11-14.
Serin, Muhittin (2010). Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar. İstanbul: İTO Yay.
Sultan el-Kurraî, Muhammed Emin (1395/2016). “Mu‘arref-i Nüsha-i Hattî Münhasır be-Ferd Külliyât-ı Şâh İsma‘îl Safevi (Hatâyî) ez-Kitâb-hâne-i Üstâd Allâme Ca‘fer Sultân el-Kurrâî”. Gurub 1 (Bahar): 79-85.
Şahin, Şah Hüseyin (2011). Hatâyî Divânı ve Diğer Hatâyî Şiirleri. Ankara: Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı Yay.
Tanındı, Zeren (2000). “Osmanlı Sarayında Safevi Şehzadeler ve Elçiler”. Uluslararası Sanatta Etkileşim Sempozyumu Bildiriler. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yay.
Terbiyet, Muhammed Ali (1390). Dânişmendân-ı Azerbaycan. Tebriz: Neşr-i Ahter.
Thackston, Wheeler (1988). “The Diwan of Khata’i: Pictures for the Poetry Shah Isma’il”. Asian Art 1. 4 (Fall): 37-63.
Zahidi, Şeyh Hüseyin
(1343/1965). Silsiletü’n-Neseb-i
Safeviyye. Berlin: İntişârât-ı İranşehr.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. MUHSİN MACİTYayın Tarihi: 17.12.2014Güncelleme Tarihi: 05.12.2020Eserlerinden Örnekler
Ey iki âlem penâhı şâh u server yâ Alî
Sâhib-i fazl-ı velâyet
şîr-i Haydar yâ Alî
Geldi destün
şânına ism-i yedu’llah bî-gümân
Oldı zât-ı bi-misâlün
Hakka mazhar yâ Alî
Rûz-ı heycâ sâ’idün
ber-fark-ı a’da bes durur
Kabzuna hâcet degül
şemşîr ü hançer yâ Alî
Ey şecâ’at
ma’deni sen hışm ile hükm eylesen
Kün fe-kân bir almadur destine yekser yâ Alî
Fazl u ihsân u
mürüvvet hem sehâvet kânısın
Lutfına hâk ile cevherdür
berâber yâ Alî
Ol Alî’sin kim
senün şânına geldi hel etâ
Vasfun oldı ma’nî-i
Kur’ân serâser yâ Alî
Senden özge
gelmedi er kılıcundan özge tîğ
Bu söz evsâfunda Hak’dandur
mukarrer yâ Alî
Kim kalur rûz-ı
kıyâmet hevl-i mahşerde susuz
Anda sensin sâki-i ebrâr
u kevser yâ Alî
Sensin ol Haydar ki
dest-i mu’cizâtunı görüp
Hükmüne râm oldı Şâm u
Rûm u Berber yâ Alî
Ol Alî’sin kim
şehâdet barmağın kullâb idüp
Kopdı yirden kuvvetünle
bâb-ı Haydar yâ Alî
Ol kerâmet
kânısın kim Hak Te’alâdan sana
Şark u garb u arş u kürs
oldı musahhar yâ Alî
Üç yüz ıldan
sonra Selmân itdi senden imtihân
Virdün anun destine gül
tâze vü ter yâ Alî
Sadr-ı dîvân-ı
ezelsin pîşvâ-yı enbiyâ
Kutb-ı dîn ü kıble vü
mihrâb u minber yâ Alî
Lahmüke lahmi rumûzınun beyânı sendedür
Hem-dem ü hem-sırr u
hem-râz-ı peyamber yâ Alî
Bu Hatâyî hasteye hem-râh kılgil himmetün
Kim sana sıdk ilen oldı
bende çâker yâ Ali
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 246-247.)
2
Cân olmaz ise sen teki cânân yeter mana
Vaslun bu haste gönlüme dermân yeter mana
Hicrün cefâsı öyle yahupdur bu gönlümi
Her şeb kapunda nâle vü efgân yeter mana
Zulmât içinde âb-ı hayât istemez gönül
La‘lün zülâli çeşme-i hayvân yeter mana
Zâhid korıma sen meni peymâneden bugün
Rûz-i ezelde yâr ile peymân yeter mana
Gerçi Hatâyî
gitdi elünden visâl-i dost
Her dem hayâli dîdeye mihmân yeter mana
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 262-263.)
3
Hâr boldı yüregüm hicründen ey gül yüzlü yâr
Yâr bağrum yarasın gör kim nice hâr anda var
Varma yanumdan menüm ey hicr-i cân-sûzân dost
Dost u düşmen cümlesi ağlar menümçün zâr zâr
Zâr zâr ağlar çü bülbül gül yüzün çün murg-ı
cân
Cândan itmişdür meni cevr ile devr-i rüzgâr
Rûzgârum tîredür sensiz eyâ ârâm-ı dil
Dil niçük ârâm dutsun hadden ötdi intizâr
İntizârum va‘de-i vaslun yolında her zamân
Her zamân divâne tek dağlara düşdüm bî-karâr
Bî-karâr oldum saçun tek ruhlarundan ayru men
Men niçün ârâm idem sensiz ki oldum dil-figâr
Dil-figâr oldı Hatâyî firkâtünden rûz u şeb
Rûz u şeb vaslun hayâli gözde kaldı yâdigâr
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 294.)
4
Aks-i sâyendür vücûdum ey saçı zıll-ı hümây
Nişe kim sen pâdişâhsın men kapunda bir gedây
Kevkeb olmışdur menüm çeşmüm cemâlün görmege
Bir nazar doğgil gözüm karşusına ey yüzi ay
Ol mehün ışkına düşdüm ta‘ne kılma zâhidâ
Kaçmazam ışkun yolından çün mana Hak kıldı tay
Tâ ezelden var menüm gûşumda ışk âvâzesi
Çalma ey mutrıb dahı meclisde ûd u çeng ü nây
Ey Hatâyî
oldı Mecnûn dağa düşdi âhû tek
Nâsıhâ dağdan anı ürkütme kılma hûy u hây
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 546.)
5
Men Hüseynî mezhebem şâhun kulı
Ya‘ni kim ma‘nîde Allah’un kulı
Ey Hatâyî pâdişâh olmaz kişi
Olmayınca uşbu dergâhun kulı
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 584.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 17.12.2014Güncelleme Tarihi: 05.12.2020Eserlerinden Örnekler
Ey iki âlem penâhı şâh u server yâ Alî
Sâhib-i fazl-ı velâyet
şîr-i Haydar yâ Alî
Geldi destün
şânına ism-i yedu’llah bî-gümân
Oldı zât-ı bi-misâlün
Hakka mazhar yâ Alî
Rûz-ı heycâ sâ’idün
ber-fark-ı a’da bes durur
Kabzuna hâcet degül
şemşîr ü hançer yâ Alî
Ey şecâ’at
ma’deni sen hışm ile hükm eylesen
Kün fe-kân bir almadur destine yekser yâ Alî
Fazl u ihsân u
mürüvvet hem sehâvet kânısın
Lutfına hâk ile cevherdür
berâber yâ Alî
Ol Alî’sin kim
senün şânına geldi hel etâ
Vasfun oldı ma’nî-i
Kur’ân serâser yâ Alî
Senden özge
gelmedi er kılıcundan özge tîğ
Bu söz evsâfunda Hak’dandur
mukarrer yâ Alî
Kim kalur rûz-ı
kıyâmet hevl-i mahşerde susuz
Anda sensin sâki-i ebrâr
u kevser yâ Alî
Sensin ol Haydar ki
dest-i mu’cizâtunı görüp
Hükmüne râm oldı Şâm u
Rûm u Berber yâ Alî
Ol Alî’sin kim
şehâdet barmağın kullâb idüp
Kopdı yirden kuvvetünle
bâb-ı Haydar yâ Alî
Ol kerâmet
kânısın kim Hak Te’alâdan sana
Şark u garb u arş u kürs
oldı musahhar yâ Alî
Üç yüz ıldan
sonra Selmân itdi senden imtihân
Virdün anun destine gül
tâze vü ter yâ Alî
Sadr-ı dîvân-ı
ezelsin pîşvâ-yı enbiyâ
Kutb-ı dîn ü kıble vü
mihrâb u minber yâ Alî
Lahmüke lahmi rumûzınun beyânı sendedür
Hem-dem ü hem-sırr u
hem-râz-ı peyamber yâ Alî
Bu Hatâyî hasteye hem-râh kılgil himmetün
Kim sana sıdk ilen oldı
bende çâker yâ Ali
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 246-247.)
2
Cân olmaz ise sen teki cânân yeter mana
Vaslun bu haste gönlüme dermân yeter mana
Hicrün cefâsı öyle yahupdur bu gönlümi
Her şeb kapunda nâle vü efgân yeter mana
Zulmât içinde âb-ı hayât istemez gönül
La‘lün zülâli çeşme-i hayvân yeter mana
Zâhid korıma sen meni peymâneden bugün
Rûz-i ezelde yâr ile peymân yeter mana
Gerçi Hatâyî
gitdi elünden visâl-i dost
Her dem hayâli dîdeye mihmân yeter mana
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 262-263.)
3
Hâr boldı yüregüm hicründen ey gül yüzlü yâr
Yâr bağrum yarasın gör kim nice hâr anda var
Varma yanumdan menüm ey hicr-i cân-sûzân dost
Dost u düşmen cümlesi ağlar menümçün zâr zâr
Zâr zâr ağlar çü bülbül gül yüzün çün murg-ı
cân
Cândan itmişdür meni cevr ile devr-i rüzgâr
Rûzgârum tîredür sensiz eyâ ârâm-ı dil
Dil niçük ârâm dutsun hadden ötdi intizâr
İntizârum va‘de-i vaslun yolında her zamân
Her zamân divâne tek dağlara düşdüm bî-karâr
Bî-karâr oldum saçun tek ruhlarundan ayru men
Men niçün ârâm idem sensiz ki oldum dil-figâr
Dil-figâr oldı Hatâyî firkâtünden rûz u şeb
Rûz u şeb vaslun hayâli gözde kaldı yâdigâr
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 294.)
4
Aks-i sâyendür vücûdum ey saçı zıll-ı hümây
Nişe kim sen pâdişâhsın men kapunda bir gedây
Kevkeb olmışdur menüm çeşmüm cemâlün görmege
Bir nazar doğgil gözüm karşusına ey yüzi ay
Ol mehün ışkına düşdüm ta‘ne kılma zâhidâ
Kaçmazam ışkun yolından çün mana Hak kıldı tay
Tâ ezelden var menüm gûşumda ışk âvâzesi
Çalma ey mutrıb dahı meclisde ûd u çeng ü nây
Ey Hatâyî
oldı Mecnûn dağa düşdi âhû tek
Nâsıhâ dağdan anı ürkütme kılma hûy u hây
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 546.)
5
Men Hüseynî mezhebem şâhun kulı
Ya‘ni kim ma‘nîde Allah’un kulı
Ey Hatâyî pâdişâh olmaz kişi
Olmayınca uşbu dergâhun kulı
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 584.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 05.12.2020Eserlerinden Örnekler
Ey iki âlem penâhı şâh u server yâ Alî
Sâhib-i fazl-ı velâyet
şîr-i Haydar yâ Alî
Geldi destün
şânına ism-i yedu’llah bî-gümân
Oldı zât-ı bi-misâlün
Hakka mazhar yâ Alî
Rûz-ı heycâ sâ’idün
ber-fark-ı a’da bes durur
Kabzuna hâcet degül
şemşîr ü hançer yâ Alî
Ey şecâ’at
ma’deni sen hışm ile hükm eylesen
Kün fe-kân bir almadur destine yekser yâ Alî
Fazl u ihsân u
mürüvvet hem sehâvet kânısın
Lutfına hâk ile cevherdür
berâber yâ Alî
Ol Alî’sin kim
senün şânına geldi hel etâ
Vasfun oldı ma’nî-i
Kur’ân serâser yâ Alî
Senden özge
gelmedi er kılıcundan özge tîğ
Bu söz evsâfunda Hak’dandur
mukarrer yâ Alî
Kim kalur rûz-ı
kıyâmet hevl-i mahşerde susuz
Anda sensin sâki-i ebrâr
u kevser yâ Alî
Sensin ol Haydar ki
dest-i mu’cizâtunı görüp
Hükmüne râm oldı Şâm u
Rûm u Berber yâ Alî
Ol Alî’sin kim
şehâdet barmağın kullâb idüp
Kopdı yirden kuvvetünle
bâb-ı Haydar yâ Alî
Ol kerâmet
kânısın kim Hak Te’alâdan sana
Şark u garb u arş u kürs
oldı musahhar yâ Alî
Üç yüz ıldan
sonra Selmân itdi senden imtihân
Virdün anun destine gül
tâze vü ter yâ Alî
Sadr-ı dîvân-ı
ezelsin pîşvâ-yı enbiyâ
Kutb-ı dîn ü kıble vü
mihrâb u minber yâ Alî
Lahmüke lahmi rumûzınun beyânı sendedür
Hem-dem ü hem-sırr u
hem-râz-ı peyamber yâ Alî
Bu Hatâyî hasteye hem-râh kılgil himmetün
Kim sana sıdk ilen oldı
bende çâker yâ Ali
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 246-247.)
2
Cân olmaz ise sen teki cânân yeter mana
Vaslun bu haste gönlüme dermân yeter mana
Hicrün cefâsı öyle yahupdur bu gönlümi
Her şeb kapunda nâle vü efgân yeter mana
Zulmât içinde âb-ı hayât istemez gönül
La‘lün zülâli çeşme-i hayvân yeter mana
Zâhid korıma sen meni peymâneden bugün
Rûz-i ezelde yâr ile peymân yeter mana
Gerçi Hatâyî
gitdi elünden visâl-i dost
Her dem hayâli dîdeye mihmân yeter mana
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 262-263.)
3
Hâr boldı yüregüm hicründen ey gül yüzlü yâr
Yâr bağrum yarasın gör kim nice hâr anda var
Varma yanumdan menüm ey hicr-i cân-sûzân dost
Dost u düşmen cümlesi ağlar menümçün zâr zâr
Zâr zâr ağlar çü bülbül gül yüzün çün murg-ı
cân
Cândan itmişdür meni cevr ile devr-i rüzgâr
Rûzgârum tîredür sensiz eyâ ârâm-ı dil
Dil niçük ârâm dutsun hadden ötdi intizâr
İntizârum va‘de-i vaslun yolında her zamân
Her zamân divâne tek dağlara düşdüm bî-karâr
Bî-karâr oldum saçun tek ruhlarundan ayru men
Men niçün ârâm idem sensiz ki oldum dil-figâr
Dil-figâr oldı Hatâyî firkâtünden rûz u şeb
Rûz u şeb vaslun hayâli gözde kaldı yâdigâr
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 294.)
4
Aks-i sâyendür vücûdum ey saçı zıll-ı hümây
Nişe kim sen pâdişâhsın men kapunda bir gedây
Kevkeb olmışdur menüm çeşmüm cemâlün görmege
Bir nazar doğgil gözüm karşusına ey yüzi ay
Ol mehün ışkına düşdüm ta‘ne kılma zâhidâ
Kaçmazam ışkun yolından çün mana Hak kıldı tay
Tâ ezelden var menüm gûşumda ışk âvâzesi
Çalma ey mutrıb dahı meclisde ûd u çeng ü nây
Ey Hatâyî
oldı Mecnûn dağa düşdi âhû tek
Nâsıhâ dağdan anı ürkütme kılma hûy u hây
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 546.)
5
Men Hüseynî mezhebem şâhun kulı
Ya‘ni kim ma‘nîde Allah’un kulı
Ey Hatâyî pâdişâh olmaz kişi
Olmayınca uşbu dergâhun kulı
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 584.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Ey iki âlem penâhı şâh u server yâ Alî
Sâhib-i fazl-ı velâyet şîr-i Haydar yâ Alî
Geldi destün şânına ism-i yedu’llah bî-gümân
Oldı zât-ı bi-misâlün Hakka mazhar yâ Alî
Rûz-ı heycâ sâ’idün ber-fark-ı a’da bes durur
Kabzuna hâcet degül şemşîr ü hançer yâ Alî
Ey şecâ’at ma’deni sen hışm ile hükm eylesen
Kün fe-kân bir almadur destine yekser yâ Alî
Fazl u ihsân u mürüvvet hem sehâvet kânısın
Lutfına hâk ile cevherdür berâber yâ Alî
Ol Alî’sin kim senün şânına geldi hel etâ
Vasfun oldı ma’nî-i Kur’ân serâser yâ Alî
Senden özge gelmedi er kılıcundan özge tîğ
Bu söz evsâfunda Hak’dandur mukarrer yâ Alî
Kim kalur rûz-ı kıyâmet hevl-i mahşerde susuz
Anda sensin sâki-i ebrâr u kevser yâ Alî
Sensin ol Haydar ki dest-i mu’cizâtunı görüp
Hükmüne râm oldı Şâm u Rûm u Berber yâ Alî
Ol Alî’sin kim şehâdet barmağın kullâb idüp
Kopdı yirden kuvvetünle bâb-ı Haydar yâ Alî
Ol kerâmet kânısın kim Hak Te’alâdan sana
Şark u garb u arş u kürs oldı musahhar yâ Alî
Üç yüz ıldan sonra Selmân itdi senden imtihân
Virdün anun destine gül tâze vü ter yâ Alî
Sadr-ı dîvân-ı ezelsin pîşvâ-yı enbiyâ
Kutb-ı dîn ü kıble vü mihrâb u minber yâ Alî
Lahmüke lahmi rumûzınun beyânı sendedür
Hem-dem ü hem-sırr u hem-râz-ı peyamber yâ Alî
Bu Hatâyî hasteye hem-râh kılgil himmetün
Kim sana sıdk ilen oldı bende çâker yâ Ali
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 246-247.)
2
Cân olmaz ise sen teki cânân yeter mana
Vaslun bu haste gönlüme dermân yeter mana
Hicrün cefâsı öyle yahupdur bu gönlümi
Her şeb kapunda nâle vü efgân yeter mana
Zulmât içinde âb-ı hayât istemez gönül
La‘lün zülâli çeşme-i hayvân yeter mana
Zâhid korıma sen meni peymâneden bugün
Rûz-i ezelde yâr ile peymân yeter mana
Gerçi Hatâyî gitdi elünden visâl-i dost
Her dem hayâli dîdeye mihmân yeter mana
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 262-263.)
3
Hâr boldı yüregüm hicründen ey gül yüzlü yâr
Yâr bağrum yarasın gör kim nice hâr anda var
Varma yanumdan menüm ey hicr-i cân-sûzân dost
Dost u düşmen cümlesi ağlar menümçün zâr zâr
Zâr zâr ağlar çü bülbül gül yüzün çün murg-ı cân
Cândan itmişdür meni cevr ile devr-i rüzgâr
Rûzgârum tîredür sensiz eyâ ârâm-ı dil
Dil niçük ârâm dutsun hadden ötdi intizâr
İntizârum va‘de-i vaslun yolında her zamân
Her zamân divâne tek dağlara düşdüm bî-karâr
Bî-karâr oldum saçun tek ruhlarundan ayru men
Men niçün ârâm idem sensiz ki oldum dil-figâr
Dil-figâr oldı Hatâyî firkâtünden rûz u şeb
Rûz u şeb vaslun hayâli gözde kaldı yâdigâr
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 294.)
4
Aks-i sâyendür vücûdum ey saçı zıll-ı hümây
Nişe kim sen pâdişâhsın men kapunda bir gedây
Kevkeb olmışdur menüm çeşmüm cemâlün görmege
Bir nazar doğgil gözüm karşusına ey yüzi ay
Ol mehün ışkına düşdüm ta‘ne kılma zâhidâ
Kaçmazam ışkun yolından çün mana Hak kıldı tay
Tâ ezelden var menüm gûşumda ışk âvâzesi
Çalma ey mutrıb dahı meclisde ûd u çeng ü nây
Ey Hatâyî oldı Mecnûn dağa düşdi âhû tek
Nâsıhâ dağdan anı ürkütme kılma hûy u hây
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 546.)
5
Men Hüseynî mezhebem şâhun kulı
Ya‘ni kim ma‘nîde Allah’un kulı
Ey Hatâyî pâdişâh olmaz kişi
Olmayınca uşbu dergâhun kulı
(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 584.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | FERDÎ-İ ACEM | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | MUHAMMED, Meşkinli | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | ZİKRÎ, Zikrî Erdebilî | d. 1790? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | CELÎLÎ, Hâmidî-zâde Abdülcelîl Efendi | d. 1487-88 - ö. 1569-70 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | EMİN KÖSESİ YAHYA, Yahya Efendi | d. 1487 - ö. 1560 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | TURÂBÎ, Şuayb Efendi | d. ? - ö. 1524 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
7 | KEŞFÎ, Mehmed Çelebi | d. ? - ö. 1524-25 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | ATÂ, Üsküplü Atâ | d. ? - ö. 1524, 1533 veya 1552\'den sonra | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | SULTÂN ALÎ MÎRZÂ | d. ? - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
10 | ŞAH ÂDİL, Şah Abbas | d. 1557 - ö. 1628 | Meslek | Görüntüle |
11 | HÜSEYNÎ, Sultân Hüseyin Baykara, Hüseyin Baykara bin Mansûr bin Baykara bin Ömer Şeyh bin Timur | d. Haziran-Temmuz 1438 - ö. 5 Mayıs 1506 | Meslek | Görüntüle |
12 | SAFFÎ, Derviş Mirza Saffî b. Şah İsmail-i Safevî | d. ? - ö. 1529 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
13 | Sâdıkî-i Kitâbdâr | d. 1532 - ö. 1613-1614 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | ÂDİL, Şâh Tahmâsb, Şâh Tahmâs | d. 22 Şubat 1514 - ö. 14 Mayıs 1576 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | NUSRET, Seyyid Mehmed Nusret Ali Han Efendi, Delhili | d. 1848 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
16 | MEHMED ATÂULLAH BEY, İstanbullu | d. 1809 - ö. 1851 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | HITÂMÎ | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |