GULÂMÎ, Sivaslı

(d. 1271/1854 - ö. 1304/1886)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 19. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Şiirlerinde Gulâmî mahlasını kullanan şairin asıl adı Abdülkâdir'dir. Mûr Ali Baba'nın büyük oğludur. Babası Mûr Ali Baba'nın oğluna bu adı, şeyhi olduğu tarikatın kurucusu olan Abdülkâdir Gîlânî'ye hürmeten koyduğunu düşünüyoruz. Gulâmî, 1271/1854 yılında Sivas'ta doğmuştur. İlk tahsilini büyük bir mutasavvıf, şeyh, bilgin aynı zamanda da şair olan babası Mûr Ali Baba'dan almıştır. Devrin bilginlerinden Altınoğlu (Altınboğa) Hoca Mehmed Efendi'den aldığı derslerle kendisini yetiştiren Gulâmî, daha sonra o zamanlar Sivas'ın en meşhur bilginlerinden olan Ehrâmî-zâde Hoca Mehmed Efendi'nin derslerine devam ederek icazetnamesini de ondan almıştır. Bütün bu hocaların ve eğitim sürecinin yanında Gulâmî asıl bilgisini şahsi çalışmalarına borçludur. Gulâmî de çok okuyan, tetebbu ve mütalaayı çok seven bir şairdir. Bu yüzden Anadolu şairleri arasında bilgi bakımından önemli bir yeri vardır. Bu özelliklerinden dolayı olsa gerek Gulâmî'nin yaşadığı dönemde ve özellikle babasının ölümüyle onun yerine geçerek Sivas'taki Kâdirî tarikatının postnişini olarak görev yaptığı günlerde Sivas'a vali olarak gelen ve birçok eserleriyle tanınan Sırrı Paşa, Âbidîn Paşa gibi şahsiyetler onun yüksek kültüründen çok faydalanmışlardır. Hatta şairin ölümüne o günlerde Sivas valisi bulunan Sırrı Paşa çok kederlenmiş, günlerce bu büyük şahsiyetin ölümünün ardından gözyaşı dökmüştür. Gulâmî, devrin icabına göre gerekli bilgilerle mücehhez olduktan sonra 1287/1870 yılında henüz 16, 17 yaşlarında iken babası Mûr Ali Baba ile birlikte Kerkük'e gider. Burada babasının şeyhi Şeyh Abdurrahmân Hâlis'in yerine postnişin olan oğlu Şeyh Ali Efendi'den Kâdirî tarikatına girmek (bey'at) dileğinde bulunur ve Şeyh Ali'nin eliyle tarikata girerek bir müddet buradaki Kâdirî Tekkesi'nde kalır. Burada kaldığı üç aylık süre içinde tekkede Arapça dersler alır ve ayrıca Kerküklü şair Fâiz Efendi'nin (Şeyh Ali Efendi'nin kardeşi) yanında da Farsça Kitâb-ı Perîşân adlı eserden dersler okumaya devam eder. Gulâmî'nin 16, 17 yaşlarında iken yazdığı şiirlerin şeyhi tarafından da takdir edilmesi, onun daha küçük yaşlarda iken şiir yazmaya başladığını ve kısa zamanda bu konuda terakki ederek kendini çevresine kabul ettirdiğini gösterir. Gulâmî, bu üç aylık Kerkük seyahatinden sonra yine babası Mûr Ali Baba ile birlikte Sivas'a dönmüş, tahsilini ikmal etmiş ve resmi görevlerde bulunmuştur. Hayatını yalnız tekkede ve post üstünde geçirmemiştir. O, Sivas'ın ilk maarif müfettişlerindendir, uzun süre de öğretmenliği vardır. Daha sonra maariften ayrılarak muhasebeciliğe başlamış, bir müddet de bu vazifede kaldıktan sonra kendi arzusuyla memuriyet hayatından uzaklaşmıştır. 1882 yılının Mart ayında vefat eden babası Mûr Ali Baba'nın yerine henüz 28 yaşında iken Sivas'taki Kâdirî tekkesinin postnişîni olan Gulâmî, dört yıl kadar bu görevi ifa ettikten sonra 1886 yılında çok genç denebilecek bir yaşta 32 yaşında vefat etmiştir. Bu vakitsiz vefatıyla, vefatına tarih düşürdüğü genç yaşta ölenler gibi Sivas'ı büyük bir teessüre garketmiş, memleketin ilim ve irfan hayatı için de büyük bir kayıp olmuştur.

Gulâmî'nin elde bulunan tek eseri Dîvân'ıdır. Gulâmî bu Dîvân'ı 19 yaşındayken tamamlamış ve Dîvân 20 yaşındayken basılmıştır. Toplam 2004 beyitten oluşan orta hacimli bu Dîvân'da 9 kaside, 7 tarih, 196 gazel, 1 müstezat, 1 şarkı, 2 murabba, 5 muhammes, 7 tahmis, 6 müseddes, 1 mu'aşşer, 1 mesnevi, 13 kıt'a, 55 müfred bulunmaktadır. Dîvân, bilinen iki nüshası karşılaştırılarak Prof. Dr. Mehmet Arslan tarafından yayımlanmıştır (Arslan 2009).

Vehbi Cem Aşkun, Sivas Şairleri adlı eserinin "Gulâmî" maddesinde Gulâmî'nin Dîvân'ından başka basılmamış Tâcu'l-Muhakkıkîn ve Mi'râcü'l-Müştakîn adlı iki eserinden daha bahsederek şöyle diyor: "Bir hattat kadar güzel yazısı olan şair, bu her iki eserini de kendi eliyle yazmıştır. Lisan itibariyle çok ağır olan bu eserlerinden örnekler veremeyeceğim." (Aşkun 1948: 128). Anlaşıldığı kadarıyla Aşkun, bu iki eseri de görmüş ve değerlendirmiştir. Muhtelif kütüphanelerde uzun süreli araştırmalarımıza rağmen bu iki esere de tesadüf edemedik. Belki de bu eserler Gulâmî'nin Dîvân'ın basımından sonra yazdığını tahmin ettiğimiz şiirleri gibi bir şekilde kaybolmuş ve günümüze ulaşamamıştır.

Çok küçük yaşta şiir yazmaya başlayan, 19 yaşında Dîvân'ını tamamlayan Gulâmî'nin doğuştan şiir kabiliyeti olduğu yani eskilerin deyimiyle "şâ‘ir‑i mâderzâd (anadan doğma şair)" olduğu görülmektedir. Bunda ailenin ve bulunduğu kültür ortamının da rolü olsa gerektir. Gulâmî'nin babası Mûr Ali Baba ve oğlu Fazlî (Fazlullah Moral) de şairdir. Arapça ve Farsçaya son derece hakim olan Gulâmî kuvvetli bir mutasavvıftır, babasının postuna oturmuş bir Kâdirî şeyhidir. Dîvân'ında dînî ve tasavvufi şiirlerinin yanında bizzat tarikatını öven ve bu tarikatın büyükleri olan zatlara yazdığı şiirler de bulunmaktadır. Gulâmî, genel olarak divan şiiri çerçevesinde değerlendirildiğinde orta hâlli bir şair olarak karşımıza çıkmaktadır. Klasik divan şiiri konularının işlendiği şiirlerinde diğer şairlerden pek farklı özellikler yoktur. Bazı şiirlerinde yer yer bezgin bir eda ile yazılmış beyitlere rastlanmakla beraber bunları geleneğin bir parçası olarak değerlendirmemiz gerekir. Öncelikle mutasavvıf bir şair olan Gulâmî'nin şiirlerinde tasavvuf bir araç değil amaçtır. Dolayısıyla büyük divan şairlerinde görülen lirizmi, şiir mükemmelliğini aramak beyhude bir çaba olur. Aşk kavramı bazı beyitlerinde mecazi gibi görünse de bu mecazi aşk onun için İlâhî aşka ulaşmada bir vasıtadır.

Gulâmî, Dîvân'ını çok genç yaşta tertip etmesine rağmen şiirdeki ustalığını ve zekâsını ispat amacıyla olsa gerek her şairin kullanmaya cesaret edemediği sistemlerle sanatlı manzumeler de meydana getirmiştir. Özellikle Arap harflerinin ve bu harflerle oluşturulan kelimelerin imkânları kullanılarak meydana getirilen ve "sanatlı manzumeler" adını verebileceğimiz şiirleri onun cesaretini ve şiir gücünü göstermektedir. Bazı ustalık isteyen şiirleri onun uzun bir hayat sürseydi daha mükemmel şiirler meydana getirebileceğinin de bir göstergesi durumundadır.

Kaynakça

Arslan, Mehmet (hzl.) (2009). Sivaslı Gulâmî Divanı. Sivas: Asitan Yay.

Aslanoğlu, İbrahim (2006). Sivas Meşhurları. C. I. Sivas.

Aşkun, Vehbi Cem (1948). Sivas Şairleri. Sivas.

Bursalı Mehmed Tâhir (1333). Osmanlı Müellifleri. C. II. İstanbul.

İnal, İbnü'l-Emin Mahmud Kemal (1988). Son Asır Türk Şairleri. C. I. İstanbul: Dergah Yay.

Karaman, Fikri (hzl.) (2001). Sâlnâme-i Vilâyet-i Sivas. İstanbul: Acar Yay.

Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatcı (hzl.) (2001). Mehmed Nail Tuman, Tuhfe-i Nâ'ilî-Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri. C. I. Ankara: Bizim Büro Yay.

Terzibaşı, Ata (1968). Kerkük Şairleri. C. II. Kerkük.

Toparlı, Recep (hzl.) (1992). Abdülkadir Gulâmî - Divan. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yay.

Yıldız, Alim (2003). Sivaslı Şairler Antolojisi. İstanbul: Eğitim-Kültür ve Yardımlaşma Vakfı Yay.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. MEHMET ARSLAN
Yayın Tarihi: 26.05.2014
Güncelleme Tarihi: 02.12.2020

Eserlerinden Örnekler

Gazel

Serimde bu esen bâd-ı hevâ bir yârdan kalmış

Edâlı cilveli cânân-ı şîrîn-kârdan kalmış

Takılıp kaldığı boynumda zencîr-i cünûn dâ'im

Mu'anber mûy bir gîsû-yı Leylâ-vârdan kalmış

Görüp serv-i hırâmânın döşenmiş hâke servîler

Hacâletden bütün kebk-i derî reftârdan kalmış

Görünce mîve-i lutfun bu nahlistân-ı dünyâda

Döküp evrâkını eşcâr berden bârdan almış

Neşât-ı meyledir bu şûr u şeydâlık dilâ her ân

Sana mestânelik bir dîde-i hammârdan kalmış

Fedâ-yı nakd-ı cân etdim o kâfir-çeşm-i pür-hışma

Yine leb ermeyep bûs-ı lebe kim kârdan kalmış

Nihâl-i gülşen-i aşkında nagmât-ı acâyible

Figân etmiş hezâr-ı dil şu denli zârdan kalmış

Kesildi sûy-ı cânândan haber gelmez nedir hikmet

Yorulup yolda mı âyâ sabâ reftârdan kalmış

Gulâmî dil-güşâ bir nev-gazel tanzîm edip hâmem

Dene bu tuhfe kim bir âşık-ı gam-hârdan kalmış

Şatranc Murabba

Hayli demdir / hasretinle / nâ‑tüvânım / rûz u şeb

Hasretinle / cânım erdi / cân‑ı men / nezdîk-i leb

Nâ-tüvânım / cân-ı men / bak hâlime / kılma aceb

Rûz u şeb / nezdîk‑i leb / kılma aceb / cânım benim

Çün enîsin / bed-şiyemdir / bizlere yok / rağbetin

Bed-şiyemdir / mahremânıñ / rûz u şeb / hem-sohbetin

Bizlere yok / rûz u şeb hem / hürmetin hem / izzetin

Rağbetin hem / sohbetin hem / izzetin tâ / b-ı tenim

Nûr-ı çeşmim / serde tâcım / tende cânım / bir kere

Serde tâcım / dürr-i lutfun / vermezem bin / gevhere

Tende cânım / kıymeti vas / lın değer sad / -cevhere

Bir kere bin / gevhere sad / cevhere pür / ma‘denim

Alma âhım / kec-külâhım / gel yakîn ol / âşıka

Kec-külâhım / eğri bakma / cânib-i dil / Vâmık'a

Gel yakîn ol / al gönül rah / m it şehâ hem / sâdıka

Åşıka dil / Vâmık'a hem / sâdıka sî / m-i tenim

Åferîn-bâd / ey Gulâmî / der bu nazma / şâ'irân

Ey Gulâmî / sâhib-insâf / olsalar ger / nâzırân

Der bu nazma / âferîn eh / l-i hüner eh / l-i beyân

Şâ‘irân ger / nâzırân eh / l-i beyân şi' / rim benim

(Arslan, Mehmet (hzl.) (2009). Sivaslı Gulâmî Divanı. Sivas: Asitan Yay. 121, 184.)


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1ALİ, Ali Tand. 1948 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
2SEFİL ÖKSÜZd. ? - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
3ABİDİN, Abidin Yıldırımd. 1938 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
4RÂŞİD, Köse Sefer-zâde Hacı Râşid Efendid. 1854 - ö. 1908Doğum YılıGörüntüle
5Mizancı Muradd. 1854 - ö. 1917Doğum YılıGörüntüle
6FAHRÎ, Hüseyin Fahreddîn Deded. 1854 - ö. 1911Doğum YılıGörüntüle
7SUBHÎ PAŞA, Trapoliçelid. 1818 - ö. 1886Ölüm YılıGörüntüle
8AHMED HAMDİ, Rizelid. 1843 - ö. 1886\'dan sonraÖlüm YılıGörüntüle
9ŞEMSÎ, Süleyman Şemsi, Kara Şemsî Abdâld. 1828 - ö. 1886Ölüm YılıGörüntüle
10Hakan Tokerd. 01 Ağustos 1965 - ö. ?MeslekGörüntüle
11Önder Çağırand. 19 Ocak 1962 - ö. ?MeslekGörüntüle
12Mehmet Refik Karahanoğlud. 1946 - ö. ?MeslekGörüntüle
13SA'DÎ, Sâlih Efendid. 1785-1786 - ö. 1829Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14HİLMÎ, Ahmed Hilmîd. ? - ö. 1824Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15TIFLÎd. 1849 - ö. 1905Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16VİSÂLÎd. ? - ö. ?Madde AdıGörüntüle
17İLMÎ, İlmî Çelebid. ? - ö. 1776Madde AdıGörüntüle
18SAFÎ, Safiyyüddîn Mustafad. ? - ö. 1895Madde AdıGörüntüle