NÂDİRÎ, Abdülganî-zâde Mehmed Nâdir Efendi

(d. 980/1572 - ö. 1036 Cemaziyelahir/17. 02. 1626)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 17. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Abdülganî-zâde Mehmed Nâdir Efendi. Asıl adı Mehmed’dir. 980 /1572 yılında İstanbul’da doğdu. Kaynaklarda daha ziyade babasının ismi ve mahlâsıyla anılan Nâdirî'nin künyesi, “Mehmed Nâdirî bin Abdulganî bin Emîr şâh bin Bâyezîd” şeklindedir. Bolu vilayetinin Gerede kasabasından, ilim ve fazilet sahibi bir zat olan babası Abdulganî Efendi Bursa’da ve İstanbul’da çeşitli medreselerde müderrislik yaptı, daha sonra Şam, Kahire ve İstanbul kadılıklarında bulundu. Kısa bir müddet Anadolu kazaskerliğini de yapan Abdulganî Efendi 995 /1587'de Bursa’da vefat etti. Zeyniler Zaviyesi'ne defnedildi. Münşi ve şairdir. Tefsîr-i Beyzâvî Hâmişinde Ta’lîkatı, Şerh-i Tecrîd’de Hâşiyesi, Fezâ’il-i Şâm Tercümesi, Risâle Fî-Beyân-ı Ahvâl-i Eyyâm adlı eserleri vardır. Biraderi Abdülcebbâr Celîlî de şair olup 3.Murad (saltanatı: 1574-1595) saltanatının ortalarında vefat etti. Nâdirî, ilim ve fazilet sahibi bir aileden gelmektedir. Yetişmesinde babasının da tesiri olan Mehmed Nâdirî, şehzadeliğinde ve sultanlığında 3. Murad’ın hocalığını yapan Sadeddin Efendi’den mülâzım oldu. Şehnâmesi’nin “Sebeb-i te’lif-i kitâb” kısmında zamanının âlimleriyle ilim, edebiyat meclislerinde bulunduğu ve yine aynı kısımda Keşşâf, Envâr-ı Tenzîl, Dürer ve Gurer, Mevâkıf, Sahîh-i Buhârî, MesâbihTenkih ve Tavzih gibi medreselerde okutulan ders kitaplarından söz etmesinden kuvvetli bir medrese tahsili gördüğü anlaşılmaktadır. Kaynaklarda Nâdirî hakkında verilen bilgiler daha ziyade onun bulunduğu resmî görevleri, tarihleriyle birlikte sıralamak şeklindedir. Hakkında tezkirelerde de fazla malûmat yoktur. Birkaç övgü cümlesi, ölüm tarihi ve şiirlerinden kısaca örneklerle yetinilmiştir. Nâdirî Nev’i-zâde Atâî’nin kaydına göre Hoca Sadeddin Efendi’den mülâzemetinden sonra 1000/1591 ortalarında Suûdî-zâde yerine kırk akçe ile İstanbul’da Papasoğlu Medresesi'ne tayin edildi. Cemâziyelâhir 1003/1595’de Muslî Efendi yerine Mahmud Paşa, Cemâziyelâhir 1004/1596'de Ömer Efendi yerine Semâniyeden birinde, Recep 1008 /1600'de Sarı Hace yerine Şehzâde Medresesi, bir yıl sonra Zilkade 1009 /1601'de Süleymâniyeden Dördüncü Medresede müderrislik görevlerinde bulunmuştur. Safer 1011/1602'de Rıdvan Efendi yerine Selânik kadılığına getirilmiş, ancak Yemişçi Hasan Paşa’nın arzusuyla azledilerek yerine tekrar selefi tayin edilmiştir. 

Nâdirî’nin kayınpederi Sunullâh Efendi, Hoca Sadeddîn Efendi’nin yerine 1008/1599 tarihinde şeyhülislam olmuş 1010/1601’de Yemişçi Hasan Paşa tarafından azlettirilmiştir. 1011/1602’de ikinci defa şeyhülislamlığa getirilmiş ancak aynı yıl içinde yine Yemişçi Hasan Paşa tarafından azlettirilerek Rodos’a sürülmüş. Sunullâh Efendi ile Yemişçi Hasan Paşa arasındaki bu düşmanlık Nâdirî’yi de mağdur etmiştir. Nâdirî, Hasan Paşa’nın katliyle 1012 / 1603 senesinde sadarete getirilen Mısır Beylerbeyi Malkoç Ali Paşa’ya, Sadaret kaymakamı Kasım Paşa’ya ve Müftilenâm Mustafa Efendi’ye sunduğu kasidelerle mağduriyetini dile getirmiş mansıp dileğinde bulunmuştur. Bunun üzerine Şevval 1012 /1604’te tekrar Selânik kadılığına iade edilen Nâdirî, Cemâziyelâhir 1013/1604’ de Azmi Efendi yerine Mısır (Kahire) kadılığına getirilmiş, kısa bir müddet sonra da Şevval 1013 /1605 ’te İmâm Dâmâdı yerine Edirne Kadılığına tayin edilmiştir. Atâî’nin yazdığına göre Edirne kadısı iken padişahın iltifatına mazhar olan Nâdirî, Şevvâl 1015 /1607’de Hasan Efendi yerine İstanbul kadılığına getirilmiştir. Cemâziyelâhir 1017 / 1608’de azledilmiş, Şevvâl 1018 /1609’ de Kemâl Efendi yerine Galata kadısı olmuştur. Nâdirî’nin Anadolu Kazaskerliğine yükselişini de Atâî şu satırlarla vermektedir. “Yirmi bir Şabânı'nda (1612) Hüseyin Efendi Hazretleri yerine Anatolı kutrında sadr-ı âlî-kadr olup iki def’a Pâdişâh-ı âlem-penâhla Edirne meştâsına revân ve kasâ’id-i bedî’a ile manzûr-ı tâ-bahş-ı husrevân olmuşlar idi.”İki yıl sonra Nâdirî Cemâziye’l-evvel 1023 /1614’de Anadolu Kazaskerliğinden azledilmiştir. Bu sırada Sultan I. Ahmed’e sunduğu kasidelerinde, bir türlü yakasını bırakmayan hasımlarından şikâyetler eden Nâdirî, Kapudan Halil Paşa’nın Malta seferi vesilesiyle yazdığı kasidesinde uğradığı bühtan ve gadri dile getirmiş, Nasuh Paşa’ya sunduğu kasidelerde de hakkındaki kötü düşünceli kimselerden yakınmıştır. Nâdirî’ye 1024 /1615 senesi ortalarında Pravadi kazası arpalık olarak verilmiş, Zilkade 1027 /1617’de selef-i salifleri Hüseyin Efendi yerine Anadolu Kazaskerliğine iade edilmiştir. Sultan II. Osman zamanında şevvâl 1028 /1619’de Şeyhülüslam Yahya Efendi yerine Rumeli Kazaskeri olmuş cemâziyelevvel 1029 /1620’ de emekli edilmiştir. Bazı kaynaklar bu hadiseyi emeklilik olarak gösterdiği halde bazıları azil diye kaydetmektedir. İster emeklilik ister azil olsun Nâdirî’nin büsbütün unutulduğu söylenemez. Nitekim Rumeli Kazaskerliğinden ayrılmış olan Nâdirî, Cemâziye’l-âhır 1033 /1624’te Bostan-zâde Mehmed Efendi yerine ikinci kez Rumeli Kazaskeri oldu. 1034 Şevval /1625 Temmuz-Ağustos'ta ayrılmasıyla yerine Şerif Efendi getirildi. Resmî vazifelerinde devler ve millete ihtimam ile menâsıbda adâletli davrandığını, bunun yanında kötü düşünceli, cahil kimseler marifetiyle uğratıldığı haksızlıkları özellikle kasidelerinde zikreden şair, ölümünden önce yakalandığı hastalığın iniltilerini de beyitlerinde aksettirdi. Hayatının sonunda altı ay felçli yatan Nâdirî’nin ölüm tarihi kaynakların müştereken zikrettiği Cemâziye’l-âhir 1036 / 17.2.1626’ dir. 56 yaşında vefat etti. İstanbul’da Abid Çelebi Mescidi haziresinde medfundur. Şiirlerinde bahsi geçmemekle birlikte, babasının Nakşbendî tarikatına mensub olması, Nakş-bendî Mevlânâ-zâde Hâce Abid Çelebi Mescid-i Şerîfinde defnolunması Nâdirî’nin de bu tarîkat mensuplarından olabileceğini düşündürmektedir. Ancak Mevlânâ ve Mevlevîliğe övgü olarak yazılmış şiirlerin toplandığı bazı şiir mecmualarında Mevlevi sayılarak gazellerinden örnek alınan Nâdirî’yi Mevlevi saymak kanaatimizce uygun olmaz. Mevlevi şairlerin toplandığı Esrâr Dede Tezkiresinde de Nâdirî'ye yer verilmemiştir. Nâdirî hat sanatına da vâkıf bir şahsiyettir. Ahi-zâde Abdülhalim Efendi’den temeşşuk ile sülüs, nesih, rik’a, celî ve talik hatlarında tanınmıştır. Şiirlerinde bazen teşbih unsuru olarak harf şekillerinden istifade eden:

 Sülüs kâfîdür şekl-i zerrîn-nefir / Ki yazmış anı âb-ı zerle debîr

Beytinde görüldüğü gibi bazan da harflerin hatlardaki husûsî şekillerine temas eden Nâdirî’nin, müellif hattı Dîvân’ı elde yoktur. Mahlâsı olan Nâdirî’yi alış sebebini Dîvânı’nın ilk gazelinde:

Oldugiçün nükte-i rengîn-şi’ârüm nâdire / Mahlâs-ı şöhret şirum Nâdirî kılsam revâ

beytiyle açıklamaktadır. Nâdirî, Arap ve Acem şairleri yanında, divan şiirimizin klasikleri sayılan Ahmed Paşa, Necâtî, Nevâî, Fuzûlî, Zâtî, Bâkî gibi şairlerden istifade etmiştir. Nef’î ve Şeyhülislâm Yahya gibi usta şairlerle çağdaş olan Nâdirî, Bâkî, Yahyâ, Nefî gibi bu büyük şairlerin gölgesinde, ikinci planda kaldı. Bilgili ve kültürlü bir kimse olan Nâdirî’nin aynı zamanda geniş hayalli bir nazım üslûbuna sahip olduğunu söyleyebiliriz. Onu eserlerinde bir terkip halinde karşımıza çıkan unsurlar dîvân şairlerinin hemen hepsinde gördüğümüz ortak hususiyetlerdir. Bu bakımdan Nâdirî’nin orijinalitesini işlediği mevzuda ve şiir tekniğinde değil, söz ve imaj seviyesinde araştırmak daha uygun olur. Hayal dünyasının zenginliği itibarıyla divan şairlerimiz içinde hatırlanabilecek bir yer verilmesi gereken Nâdirî, bazı edebiyat tarihlerinde “hayalli bir nazım üslûbunu tercih edişiyle Yahya ve Riyazi ile birleşmiş Nefî yoluna doğru giden bir şair” olarak tarif edilmektedir. Ancak onun imajları, önce duygulardan ziyâde müşâhede ve zihne dayalı kompozisyonlar şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Eserlerinde duygudan çok düşünce hâkimdir. Lirik bir şair olmadığı için de şiirlerinde pek fazla derinlik ve samimiyet göze çarpmamaktadır. En samimi ve duygulu şiirleri dinî şiirleri, özellikle mi’râciyeleridir. İkisi Dîvân'ında biri de Şeh-nâme’sinde olmak üzere toplam 204 beyit tutarında üç mi’râciyesi vardır. Onun en çok tanınan ve beğenilen şiirleri de mi’râciyeleri ve Şeh-nâme’sidir. Dîvân'ının ilk kasidesi olan 74 beyitlik mi’râciyesine XVII. yüzyılın ikinci yarısında yetişmiş olan devrin üstâd ve geniş şöhretli şâirleri Nâbî (1642-1712) ve Sâbit (11 Şaban 1124 / 5 Eylül 1712) tarafından nazireler yazılmıştır.

Şiirlerinde maddi aşk yanında ilâhî aşktan, dünya sevgisi yanında âhiret hayatına ait korkulardan birlikte bahseden Nâdirî’yi mutasavvıf şairler arasında sayamayız. Tasavvufu şiir için bir vasıta görmüştür. Pek fazla olmamakla beraber özellikle gazellerinde kullandığı tasavvufî kelime ve ıstılahlar ardında da derin ve lirik bir söyleyiş mevcut değildir. Ancak dinî hayattan ve dinî kaynaklardan alınan unsurlar onun eserlerinde, çok defa dinî bir lirizme varacak ölçüde zengin ve renkli bir ifade tarzıyla yer almıştır. Şiirlerinde, ilmî çalışmalarından ve zamanın bilgi kaynaklarından gelen muhtelif unsurlar, edebiyat ananesinin hazırladığı imkân içerisinde mısraların bünyesinde yerleşmiştir. Nâdirî’nin şiirlerinde sık olmasa da:

Kabâ-yı câh ile itmez takaddüm fâzıla câhil / Ziyâd olmaz denînün rıf’at-ı mansıbla mikdârı

şeklinde hikemî beyitlere de rastlanmaktadır. Onu hikemî ruh bakımından, Nâbî’yi hazırlayan ve Türk şiirinin gireceği yolu belirleyen kişiler arasında saymak mümkündür. Şiirlerinde mânânın söze hâkimiyeti, muhayyelenin kuvvet kazanması, mübâlâğa san’atına çok yer vermesi, daha önce söylenmemiş mazmunlar bulup söylemesi ve halka ait söyleyişlerle “sebk-i hindî” tarzında Nâilî’nin öncüsü gibi telakki olunabilir. Nâdirî her çeşitten söz ve mânâ sanatlarını kullanmıştır. Tenasüp, teşbih, istiâre, mecâz gibi dîvân şiirimizin ana sanat yapısını teşkil eden edebî sanatlar, onun da mısralarına renk katmaktadır. Mîrâhûr Gazanfer ve Ali Ağa’lara müştereken kaside sunar. Nâdirî’nin şiirleri şekil ve vezin bakımından da kusursuz sayılabilecek bir mükemmelliktedir. Kasidelerinde çoğunlukla bütün bölümler mevcuttur. Kimi defa nesip ve teşbip kısmı bulunmayan, doğrudan doğruya methiyeye başlanılan kasideleri vardır. Şair kasidelerin giriş kısmında daha samimi ve başarılıdır. Şahsî olmayan umumî vasıflarla medhedilen kimseler, çoğunlukla Şehnâme kahramanları ve Çâryâr ile mukayese edilmekte, onlarla ilgili münasebetler içerisinde ele alınmaktadır. Nâdirî’nin ağır sayılabilecek bir dili vardır. Arapça daha ziyade Farsça kelimelerle yüklü bu dil nesirde çok daha ağırdır. Sık rastlanılan ikili üçlü tamlamalar yanında baştan sona tamlamalarla kurulu mısraları da görülmektedir. Kullandığı kelimeler divan şairlerinin sözlüğünde mevcut kelimelerdir. Buna ilaveten bu sözlükte rastlanmayan veya az rastlanabilecek kelimeler de oldukça fazladır. Şiirlerinde az da olsa arkaik Türkçe kelimeler de görülmektedir. Aruz veznini başarıyla kullanan Nâdirî’nin rubâîlerinde, vezin bakımından dikkat çeken bir husus vardır. Bazı rubâîlerinde ahreb ve ahrem kalıplarını karışık olarak müştereken kullanmıştır. Kafiyeleri çoğunlukla zengin kafiyedir. Bunun yanında tam kafiyelere, cinasa da yer vermiştir. Sık olmamakla birlikte Arapça, Farsça kelimelerle Türkçe kelimelerin, çekim eklerinin kafiye olarak kullanıldığı da olmuştur. Nâdirî’nin sanat dünyasına, kendisinden önceki ve çağdaşı büyük şairlerimizin tesirinin olduğu muhakkaktır. Kimi şiirlerinde, Fuzûlî’de görüldüğü gibi yer yer rûhî ızdıraplarını dile getirmiştir. Tercî-i bendiyle Bâkî’yi tanzir eden, iki gazeline tahmisi bulunan şairin üzerindeki Bâkî tesiri de açıktır. Şiirlerindeki heybetli ses, zaman zaman başvurduğu kelime oyunları, imaj ve hayâl âlemi Bâkî’yi hatırlatan hususiyetlerdir. Kasidelerinin nesip kısımlarındaki tasvirlerde, hayâl zenginliği gibi noktalarda çağdaşı Nef’î’yi hatırlatmaktadır. Beyitlerinde Nef’î’nin yumuşatılmış mübalâğasına, ihtişam ve gururuna benzer özellikler yanında, onun da kendisini aşırı övmekten kaçınmayarak sanat kudretine olan inancını dile getirişini görüyoruz. Kasidelerinde Nef’î etkisi görülmekle birlikte ondaki hezl, hicv ve mizahtan Nâdirî’de hiçbir iz bulunmaz. Nâdirî’nin, Mesihî, Hâletî, Fuzûlî, Nâbî gibi şairlere nazireleri vardır. Kendisinin de devrinde beğenilip sevildiği anlaşılıyor. Nef’î, Nev’î-zâde Atayî, Azmi-zâde Hâletî gibi devrinin üstatları tarafından kasidelerine nazireler yazılmıştır. Bir gazeli de Cevrî tarafından tahmis edilmiştir. Ganî-zâde Mehmed Nâdirî Efendi ilmi yanında edebî zevke de sahip bir kişidir. Bu bakımdan hem tefsir ilminde hem de edebî sahada eserler vermiştir. Hem talihsizlikler  hem de ikbâl ile dolu hayatı boyunca bulunduğu müderrislik, kadılık, kazaskerlik gibi resmî vazifeleri düşünülürse azımsanmayacak kadar manzum ve mensur eser verdiği söylenebilir. Eserlerini şöyle sıralayabiliriz.

1. Divan: Eserin başında bulunan ağır ve secili bir dille kaleme alınmış dibaceden anlaşıldığına göre, Dîvân bizzat Nâdirî tarafından tertip edilmiştir. Dîvân’ın ilk şiiri 74 beyitlik bir mi’râciyedir. Bunu takiben 1 na’t ve padişahlardan III. Murad, III. Mehmed, I. Ahmed, I. Mustafa ve II. Osman için söylenmiş kasideler gelir. Daha sonra sadrazamlardan Sinan Paşa, Lala Paşa, Yavuz Ali Paşa, Kuyucu Murad Paşa, Nasuh Paşa, Öküz Mehmed Paşa ile şeyhülislamlardan Sinan Efendi, Ebu’l-Meyâmin Mustafa Efendi, Sadaret kaymakamı Kasım Paşa ve Mîrâhûr Ali, Mîrâhûr Gazanfer Ağa’lara sunulan 37 kaside yer alır. Dîvân’ın tek tercî-i bendi Sultan IV. Murad içindir. Bu şiiri ile Bâkî’nin III. Murad için yazdığı:

Tâli oldı neyyîr-i ikbâl-i devlet subh-dem / Şule saldı âleme necm-i hidâyet subh-dem

matlalı tercîini tanzir etmiştir.

O'nun birer mersiye olan 4 müseddesi de mütekerrir müseddestir. Bunları, Şeyhülislâm Yahya’nın bir ve Bâkî’nin iki gazeline yazdığı 3 tahmis takip eder. Dîvân’ında bulunan 30 kıt’anın 9 tanesi tarih kıtasıdır. Geriye kalan 21 kıt’anın 7 tanesi kıt’a-i kebîredir. Elif-bâ’nın bütün harfleriyle gazel yazmış olan Nâdirî’nin 121 gazeli vardır. Gazellerin çoğu 5 beyitli olup 35 tanesi de müzeyyel gazeldir. Edebiyatımızın rubâîdeki en büyük ustası Azmi-zâde Hâletî’nin yakın dostu olan Nâdirî’nin Dîvân’ında 32 tane de rubâ’îsi mevcuttur. Nâdirî Dîvânı’nın nüshaları oldukça fazladır. 19 kadar Dîvân nüshası yanında, çeşitli şiir mecmualarında da şiirlerinin toplandığı görülmektedir.

2. Şeh-nâme : Şeh-nâme’de Osmanlı tarihinin kısa bir bölümü, I. Ahmed’in son zamanlarıyla II. Osman zamanında meydana gelen olaylar anlatılmıştır. Ancak Şeh-nâme'nin “Sebeb-i te’lif” bölümünden de anlaşılacağı üzere Nâdirî’nin maksadı tarihî bir eser meydana getirmek veya bazı sefer ve fetihleri manzum olarak tespit etmek değildir. Asıl maksadı bir mesnevi meydana getirmektir. Konu ikinci planda düşünülmüştür. Zira kendi açıklamasına göre mesnevinin konusunu önce İskender-nâme'den almak istemiş, daha sonra vazgeçerek Şeh-i âlem (II. Osman) hakkında bir eser yazmaya karar vermiştir. 1956 beyitlik Şehnâmesi ile Nâdirî, tertip bakımından eksiksiz bir mesnevi meydana getirmiştir. Farsça başlıklar altında yazdığı bütün bölümler baştan sona mesnevi tarzında kaleme alınmıştır. Tahmîd ile başladığı eserinde, münâcâtta bulunduktan sonra Hz. Peygamber’in kasidecisi olmak gibi büyük bir mevki ve şerefe yükselmiş olan Hassan b. Sâbit’e uymak dileğiyle yazdığı na’tında, Hz. Peygamber’i överek çeşitli mucizelerini anlatmaktadır. Uzun bir mirâciyeden sonra dört halife için yazdığı manzumeyi II. Osman’ın medhi takip etmektedir. Mesnevi’nin en önemli bölümü “sebeb-i telif”i müteakip I. Ahmed’in son zamanlarından itibaren daha ziyâde II. Osman’ın 1621’de başlayan Lehistan veya Hotin sefer-i hümâyûnun anlatıldığı asıl bölümler gelir. Eserin sonunda bulunan “hatime” kısmında müellif, meydana getirdiği eserlerinden bahsederek II. Osman’ın cülûsundan itibaren vaki olan hadiseleri yazdığını belirtip sonraki olayları da etkileyeceğini bildirerek kitabını bitiriyor.

3. Münşeat : Ağır bir lisan ve san’atlı bir üslûpla kaleme alınmış Münşeât’ında çeşitli şahıslara hitâben yazılmış ve içerisinde Arapça, Farsça kıt’a nazm, mülemma şiirler de bulunan mensûr yazılar mevcuttur. Münşeât’ta 20 kadar mektup bulunmaktadır. Mektup adetlerinin değiştiği Münşe’ât’ın, Dîvân ile birlikte, yahut mecmualar içerisinde 10 kadar nüshası mevcuttur.

4.  Kalemiyye Risalesi: Arapça olarak kaleme alınmış bu kısa risâle de bazı Dîvân nüshalarının arkasında mevcuttur. Atâî Şakayık’ında Nâdirî’nin bu eserini şu satırlarla tanıtmaktadır. “Ulûm-ı Arabiye ve Fünûn-ı edebiyyede dahi maharetlerin ifşa ve eslâf-ı ulema tarzı üzre bir kalemiyye-i bedî’a inşa etmişlerdir.”

5. Tefsîr-i Beyzavî-i Haşiye : Beyzâvî Abdullah b. Ömer (?-1286)’in Envârü’l Tenzil ve Esrârü’t-ta’vîl adlı tefsirinin müteddid şerhleri vardır. Atâî, Şakayık’ında, “Abdülgani Efendi ve oğlu Nâdirî’nin de Tefsîr-i Beyzâvî’yehâşiyeleri ve hâşiyeta’likatları vardır.” diyerek şu bilgileri eklemektedir. “Kendi ta’likat ve haşiyesine babasınınkileri de ilave ederek mükemmel bir eser vücuda getirmek amaçlamasına rağmen bunda başarılı olamadı. Yalnız bir defa İstanbul kadısı iken Sultan I. Ahmed’in emirleriyle mevcut müsveddelerini temize çekip mutedil boyda 50 forma kadar tutan cüzlerini padişahın kütüphanesine hediye etmiştir. Atâî’nin söylediği şu kıt’a, Nâdirî’nin bu eserinin devrinde büyük bir gayret olarak vasıflandırıldığını göstermektedir.

Kıt’a:

Göreydi hâşiyesin kâdî-i Stanbul’un / Olurdı Kâdı-i Beyzâvî fazlına râzî

Keşâkeş-i fuzalâdan kaçan bulurdı halâs / Eger ki olmasa ana inâyet-i Kâdî

Nâdirî’nin yazdığı haşiyenin muhtevası hakkında kaynaklarda ittifak yoktur. Atâî, haşiyenin A’raf Sûresi’ne Abdurrahman Hibri ise Enisü’l-Müsâmirîn’de En’am Sûresi’ne kadar olduğunu yazmaktadır.

Kaynakça

Faik Reşat (1312). Eslâf. İstanbul. 143.

Faizî. Zübdetü’l-eş’âr. Süleymaniye (Şehit Ali Paşa) No: 1877 yk. 91 a-94b.

Hüseyin Ayvansarayî (1281). Hadikatü’l-Cevâmî. C.I. İstanbul. 152.

Kâtip Çelebi. Keşfü’z- Zünûn. Şerafettin Yaltkaya tab’ı. 816.

Kâtip Çelebi (1286). Fezleke. C.II. Ceride-i Havadis Matbaası. 99.

Külekçi, Numan (hzl.)(1985): Ganizade Nâdirî, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri. Divanı ve Şehnamesi'nin Tenkidli Metni. Doktora Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi.

Mecmûa. Konya Mevlânâ Müzesi Nu:2095 yk.97b-98a.

Mecmûa. Konya Mevlânâ Müzesi Nu:2163 yk.88a.

Medâyih-i Mecmû’a-i Hazreti Mevlânâ.  Nu:4923 yk.84a.

Mehmed Asım. Zeyl-i Zübdetü’l-eş’âr. İstanbul. Ünv. Ktp. Ty. 2401 .

Mehmed Rıza. Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Süleymaniye (Aşır Ef.) Nu: 243 yk. 45b.

Mehmed Süreyya (1311). Sicill-i Osmânî. C. III-IV. İstanbul. Matbaa-i Amire.152, 341.

Müstakim-zâde Süleyman Sadeddin (1928) Tuhfe-i Hattâtîn. İstanbul. 421.

Naîmâ (1281).  Târih-i Na’îmâ. İstanbul. C.I. 337.

Nevîzade Atâî (1268). Hadîkatü’l-Hadâik fî tekmileti’ş-Şakayık. İstanbul. 703. 7012.

Riyâzî. Riyâzü’ş-şu’arâ. Nuruosmaniye Ktp. Nu: 3724 yk.137b.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. İSMAİL HAKKI AKSOYAK
Yayın Tarihi: 17.02.2015
Güncelleme Tarihi: 26.11.2020

Eserlerinden Örnekler

KASÎDE BERÂY-I MEDH-İ CÂMİ-İ SULTÂN AHMED HAN

Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün

Habbezâ câmi’-i ferhunde-fer-i Ka’be misâl

Bâreka’llâh zihî beyt-i Hudâ-yı müte’âl

Kubbesi çarh velî bî-ta’ab-ı seyr-i müdâm

Alemi mihr velî bî-keder-i derd-i zevâl

Döndi bir kûha ki kânında ola nice güher

Kubbesi cevher-i âvîze ile mâlâmâl

Altıyı aldı yuyup darbını şeytân-ı racîm

Şeş cihetden urıcak altı menârı kûpâl

Cebel-i Nûr olup ol kubbe-i zerrîn-i a’lâm

Kemeri oldı güzergâh-ı cünûd-ı efdâl

Geçemez gönlüm anun kantara-i tâkından

Cûy-ı rahmet taşup itmekle anı gark-ı zülâl

Bahr-ı nûr içre felek ablak-ı şeş-pây oldı

Şeş menârından ayaklanmag ile buldı kemâl

Nûra müstagrak olan çenber-i kandîli degül

Eyledi dest-i kazâ şu’le-i mihri cevvâl

Cevher-i topı sevâbit felekidür gûyâ

Ikd-ı pervîn ana ta’lîk olınan silk-i le’âl

Şemse-i mihr ile top âyînedür çarh anda

Püsküli şa’şa’adur halka-i zencîri hilâl

Suver-i nakşı görüp Kâşî-i dîvârında

Ber-karâr olmasa dirdüm ana fânûs-ı hayâl

Çetr imiş kubbesi bir pîl-i sepîd üstinde

Fîl-pâsından olur fark-ı dalâlet pâ-mâl

Şeş menâr ile turup âlemi irşâd eyler

Altı barmakdur ider mev’izası def’-i vebâl

Kubbe-i dil-keşidür yarısı bir elmanun

Yarısı dahi anun kubbe-i ‘arş-ı müte’âl

Bir gümüşden kutı farz eyle o mermer havzı

Kubbe-i mermerini sîm kapak eyle hayâl

İtdi başındaki destârını mermer şâhî

Harcanur su yirine sîmi o havz-ı selsâl

Yanın almış iki üç ejder-i rûyına beden

Zer ü gevherle meger kubbesi oldı hum-ı mâl

Karşusında dikili kalsa n’ola hayretden

Dikili Taşlara eyleyicek ‘arz-ı cemâl

O binâ hayli agırdur ola çün rûz-ı cezâ

Ne ‘aceb vâkıfınun olsa mevâzîn-i sıkâl

Hazret-i zıll-ı Hudâ mazhar-ı envâr-ı hüdâ

Dür-i deryâ-yı ‘atâ dürri-i evc-i iclâl

Husrev-i Cem-‘azamet server-i Yûsuf-tal’at

Şeh-i Merrîh-sıfat saf-şiken-i ehl-i dalâl

Dâver-i mülk-i cihân pâdişeh-i kevn ü mekân

Hâkim-i pâdişehân hân-ı pesendîde-hısâl

Tîg-ı bürrende-i zâlim-fiken-i dest-i kazâ

Şîr-i gurrende-i düşmen-şiken-i dest-i celâl

Sâye-i Rabb-ı ehad hazret-i sultân Ahmed

Ki der-i devletine şâhlar eyler rû-mâl

O şehen-şâh kazâ-yâr u kader-yâver kim

Peyk-i ‘azmine ider fazl-ı Hudâ istikbâl

İtdi çün ‘azm-i binâ bir kulına emr idicek

İmtisâl eyledi ol server-i dânâ fi’l-hâl

Mustafâ hazretinün mazhar-ı ism ü resmi

Merdüm-i çeşm-i şeref hâl-i ‘izâr-ı ikbâl

Dinlemek ister isen hikmeti Lokmândan eger

Dinle bir kerre sözin gör nicedür hüsn-i makâl

Dâver-i devr-i zemân câmi’in itmâm idicek

Anı itmek diledi mazhar-ı fazl u efdâl

Mevlid-i hazret-i peygamber ile feth itdi

Eyledi câmi’in ol hâlet ile ferruh-fâl

‘Ulemâ vü ümerâsına virüp hıl’atlar

Hulleler geydi cinân ehli olundu iclâl

Geydi her kim ki uzun yenli serâser hıl’at

Nûrdan bir melege döndi ki açmış iki bâl

Hıl’at-ı sûfi geyen lücce-i pür-mevc oldı

İki yana iki dil salmış o deryâ-yı kemâl

Müstakil eyledi evlâd-ı Resûli ikrâm

Gam-ı ‘âlemden olurlarsa n’ola fârig-i bâl

Hıl’at-ı sôf-ı sehâb oldı meger mevc-nümâ

Sebz-i destârla gerdûn-ı şeref zümre-i âl

Cum’ada itdi hıtâbet ana bir kutb-ı zemân

Zâtı nâmı gibi mahmûd u pesendîde hısâl

İtdi teşrîf anı eshâb-ı yeminün kutbı

Çarh düşdi gama kim kutbı anun kutb-ı şimâl

Minber-i pür-‘ıberi oldı Makâm-ı Mahmûd

İtdi feyzinden anun halk-ı cihân istikmal

Va’z idüp itdi zebânını şerî’at kılıcı

Zulmet u nûr-veş ayrıldı haram ile helâl

Kâh deryâ-yı tarîkatdan olup gevher-rîz

Yakdı mişkât-ı hakîkatda gehi şem’-i cemâl

Darb-ı tevhîde ser-âgâz idicek sûfîler

Sadme-i gulgulesi ‘âleme saldı zilzâl

Nice fevvâre-i femden çıkup âb-ı tevhîd

Yiridür halka-i tevhîde disem havz-ı zülâl

Halkası çarh-ı felek anda melek dervişân

Turmayup itmede tesbîh-i Hudâ-yı müte’âl

Halkası çenber-i kandîle dönüp câmi’de

Döndi kandîle gönüller düşicek âteş-i hâl

Bir siyeh-çerde-i Dâvud-sadâ virdi ezân

Mescid-i Ahmed-i muhtârda gûyâ ki Bilâl

Zât-ı dâniş-veri hem-nâmidür İsmâ’ilün

Padişâhun kulı kurbânı olup buldı kemâl

Sözi kes Nâdiriyâ kıssayı itnâb itme

Bu kadar hisse yeter ‘ârife besdür icmâl

Ucın işletsen olur şâh-ı cihân-dâra biraz

Âteş-i derd-i dilün eyleme çokluk iş’âl

Tâ ki nüh-tâkı olup câmi’-i çerhun ber-pâ

Ola kandîl-i kevâkible münevver meh u sâl

Ola sultân-ı cihân masdar-ı hayrât-ı hisân

Konmaya âyîne-i hâtırına gerd-i melâl

Câmi’i defterine kubbelü ser-levha ide

İdicek kâtibi sebt-i hasenât-ı a’mâl

Dâyimâ name şeref-bahş-ı lisân-ı ‘âlem

Her zemân zâtı tırâzende-i taht-ı iclâl

(Külekçi, Numan (hzl.) (1985): Ganizade Nâdirî, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri, Divanı ve Şehnamesi'nin Tenkidli Metni. Doktora Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi. 144.)

Gazel

fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün

Îd-i adha geldi zann itdüm ki irdi nev-bahâr

Hûn-ı kurbânı görüp zîrâ ki sandum lâle-zâr

Her taraf bindi salıncâg üzre bir sîmîn beden

Keffe-i mîzânda gûyâ eyledi Yûsuf karâr

Salınan meh-pâreyi evc-i havâda seyr idün

Bir Süleymândur ki taht ile götirmiş rûzgâr

Bindi dôlâba güzeller bir içim su her biri

Buldı bâg-ı ‘iyd-gâh anlarla hüsn-i bî-şumâr

‘Îdgehde âsümânâsâ dönüp dôlâblar

Oldı her burcında bir tâbende ahter âşkâr

‘İyd-i adha olmasa ruhsâr-ı yâr ey Nâdirî

Cân virüp kurbân olurmıydı ana ‘uşşâk-ı zâr

Her günün ‘iyd-i sa’îd olmak mukarrerdür eger

Zerre denlü iltifât itse aga-yı kâm-kâr

Ol cenâb-ı şîr-dîl-i mîr Gazanfer nâm kim

Hasm-ı rûbeh pîşeyi bir hamlede eyler şikâr

Hak Ta’âlâ gündüzin ‘iyd ü şebin kadr eyleyüp

Haşr olınca mesned-i ‘izzetde itsün pây-dâr

(Külekçi, Numan (hzl.) (1985). Ganizade Nâdirî, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri, Divanı ve Şehnamesi'nin Tenkidli Metni. Doktora Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi. 239.) 


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1FEHÎM, Hoca Süleymând. 1789 - ö. 1846Doğum YeriGörüntüle
2Nazmî, Şeyh Mehmed Nazmîd. 1622 - ö. 1701Doğum YeriGörüntüle
3TEVFîK, Seyyid Yahyâ Efendid. 1716 - ö. 1791Doğum YeriGörüntüle
4AYŞÎ/ÎŞÎ Îsâ Efendi/Hacı Himmet-zâded. 1572-73 - ö. Nisan-Mayıs 1651Doğum YılıGörüntüle
5SIDKÎ, Mehmed Sâdık Sıdkî Efendi b. Alâ’iyeli Taceddin Efendid. 1572 - ö. 1628Doğum YılıGörüntüle
6HÜDÂYÎ, Ahî-zâde Hüseyin Efendid. 1572 - ö. 1634Doğum YılıGörüntüle
7BEYÂZÎ, Mehmed Çelebid. - - ö. 1615-1616 / 1626-1627Ölüm YılıGörüntüle
8GANEM, Derviş Ganemd. ? - ö. 1626Ölüm YılıGörüntüle
9İZZETÎ, Vişne-zâde İzzetî Mehmed Efendid. 1629 - ö. 1681MeslekGörüntüle
10CEVRÎ, Harrat-zâde İbrahim Cevrîd. ? - ö. 1585MeslekGörüntüle
11MEZÂKÎ, İbrahim Mezâkî Efendid. ? - ö. 1650MeslekGörüntüle
12ŞUHÛDÎ, Seyyid Kasım Şuhûdî Çelebid. ? - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
13ITRÎ, Buhûrî-zâde Mustafad. 1633? - ö. 1711Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14Dürrî, Mustafad. ? - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15ŞUÛRÎ, Hasan Şuûrî Çelebid. ? - ö. 1693-94Madde AdıGörüntüle
16DERVİŞ, Topuzoğlu Ahmedd. 1853 - ö. 1913Madde AdıGörüntüle
17ŞUHÛDÎ, Şeyh Mehmed Şuhûdî Efendid. ? - ö. 1717-18Madde AdıGörüntüle