Ziya Paşa

(d. 1829 / ö. 1880)
Şair, gazeteci, bürokrat
(Yeni Edebiyat / 19. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Günümüzde kısaca Ziyâ Paşa olarak tanınan şairin adı ile ilgili ihtilaf vardır. Bazı kaynaklarda Abdülhamid Ziyâ, bazılarında Abdülhamid Ziyâeddin şeklindedir. Mührü Abdülhamid Ziyâeddin şeklinde kazılmıştır. Resmi yazılarında bazen bu ismi bazen de sadece Ziyâ ismini kullanır (Bilgegil 1979:1). İstanbul Kandilli’de 1829’da dünyaya gelen Ziyâ Paşa’nın babası Galata gümrük memurlarından Ferîdüddin Efendi, annesi Itır Hanım’dır. Ferîdüddin Efendi aslen Erzurum’un İspir kazasındandır. Önce doğduğu semtteki mahalle mektebine giden Ziyâ, daha sonra devlet kademelerinde çalışacak eleman yetiştirmek maksadıyla açılan Mekteb-i Ulûm-i Edebiyye’ye devam etti, daha sonra Bâyezid Rüşdiyesi'nde okudu. Bir yandan da Arapça ve Farsça dersleri aldı. Yaşıtlarına göre bilgisi ve el yazısının güzelliğiyle dikkati çekti. Henüz on altı, on yedi yaşlarında iken Dâ'ire-i Sadâret-i Uzmâ Mektûbî Kalemi'ne kâtip olarak girdi. Burada Fatîn Efendi, Leskofçalı Gâlib, Âlî, Hâfız Müşfik, Osman Şems Efendi, Osman Nevres ve Kâzım Paşa gibi şahsiyetlerle tanıştı, onlarla yakın dostluklar kurdu. Mekteb-i Ulûm-ı Edebiyye'de başladığı şiir yazmayı burada biraz daha geliştirdi. Defter-i A'mâl adlı hatıratında Sadâret Kalemi'ne intisap ettiği yıllarda aruzu ve şiir bilgisini Fatîn Efendi'den öğrendiğini söyler. Bu kalemde iken devrin tanınmış şairlerinin devam ettiği Tavukpazarı'ndaki meyhanelere, Mahmud Paşa Camisi avlusundaki kahvehanelere ve edebiyat mahfillerinden biri olan Mehmed Lebîb Efendi'nin konağına devam etti. Yine bu sırada Şeyhülislam Ârif Hikmet Bey'e takdim ettiği kasideleriyle onun takdirini kazandı. 1273/1856 yılında Sadrazam Mustafa Reşîd Paşa vasıtasıyla Mâbeyn-i Hümâyûn beşinci katibi olarak girdiği sarayda, bir yandan Edhem Paşa'nın tavsiyesi üzerine Fransızca öğrenmek suretiyle Batı kültür ve edebiyatını daha yakından tanımaya çalışırken bir yandan da siyasette yükselme hırsına kapıldı. Hâmisi Mustafa Reşîd Paşa'nın 1275/1858 yılında ölümü üzerine saraydaki itibarı biraz sarsılsa da 1277/1861 yılında Sultan Abdülazîz'in tahta çıkışıyla birlikte padişaha sunduğu kasidelerle tekrar göze girmeyi başardı. 1277/1861 yılının sonlarında her hafta salı günleri Hersekli Ârif Hikmet Bey'in Lâleli'deki evinde toplanıp şiir ve edebiyat sohbetlerinde bulunan, müşterek gazeller ve kasideler tertip eden Encümen-i Şu'arâ'ya katıldı. Bu arada Âlî Paşa'ya karşı olumsuz bir tavır takınması, giderek büyüyecek ve kendi aleyhine gelişecek olan bir düşmanlığı başlattı. 1277/1861 senesinde Âlî Paşa'nın sadrazamlıktan azli ve yerine Fu'âd Paşa'nın tayiniyle yükselme hırsı yüzünden ortaya koyduğu bazı tuhaf davranışlarından dolayı Mâbeyn-i Hümâyûn'daki görevine son verilerek Zabtiye Müşteşarlığı'na getirildi. İki hafta kadar sonra siyasi rakipleri tarafından İstanbul'dan uzaklaştırılmak amacıyla Atina elçiliğine tayini çıkarıldıysa da Yunanistan'da ayaklanma başladığından ve bazı nedenler ileri sürerek oraya gitmedi. 1279/1862 senesinde paşa unvanı verilip Kıbrıs mutasarrıflığına tayin edilerek İstanbul'dan uzaklaştırıldı. Ziyâ Paşa Kıbrıs'ta geniş çapta bir imar faaliyetine girişti, ancak iklimiyle bir türlü uyuşamadığı Magosa'da sıtmaya yakalandı, bir çocuğu felç oldu. Bu arada babasının da ölümü üzerine yaptığı başvuru sonucunda ertesi yıl Meclis-i Vâlâ üyeliği ile İstanbul'a döndü. Ardından rütbesi mîrimîrânlığın ûlâ sınıfına terfi ettirilerek beylikçiliğe yükseltildi. Müfettişlik göreviyle gittiği Bosna-Hersek'te suistimalleri dolayısıyla görevden aldığı defterdar ile valinin Mustafa Fâzıl Paşa tarafından himaye edildiğini ve onların kendisinin azli için saraya başvurduklarını öğrenince istifa etti. Bosna'dan dönmesinin ardından tekrar Meclis-i Vâlâ üyeliğine ve birkaç ay sonra da 1280/1863 yılında De'âvî Nâzırlığı'na tayin edildi. Ziyâ Paşa'yı İstanbul'dan uzaklaştırma kararlılığını sürdüren Âlî Paşa yaklaşık iki yıl sonra onu Amasya mutasarrıflığına tayin ettirdi. Burada son derece mükemmel imar faaliyetlerine girişerek Amasya ile beş kazasına hükümet konağı, altı ilkokul, altı saat kulesi, bir idâdî bir de hapishane yaptırarak halkın sevgisini kazandı. Buradaki her hizmetini ayrıca bir tarih manzumesi ile âdeta ebedileştirdi. Ancak çıkarlarına dokunduğu bazı eşrafın çıkardığı suistimal söylentileri nedeniyle 1282/1865 yılında Canik mutasarrıflığına nakledildi. Aynı yıl yine Meclis-i Vâlâ Âzalığı göreviyle İstanbul’a döndü. Paris’e kaçtığı 17 Mayıs 1867 tarihine kadar Muhbir’de siyasi makaleler yazdı ve Osmanlı coğrafyasında meydana gelen gelişmelere karşı Osmanlı Devleti’nin uyguladığı politikaları eleştirdi. Özellikle Girit’te meydana gelen olaylar karşısında basiretsiz kalan Sadrazam Ali Paşa’yı açıkça eleştirmeye başladı. Uyguladığı politikalara muhalif olanları İstanbul’dan çeşitli görevlerle uzaklaştıran Ali Paşa, Ziyâ Paşa’yı tekrar Kıbrıs’a göndermek istedi. Kıbrıs’ta yaşadığı kötü hatıraları bahane eden Ziyâ Paşa başka bir görev isteyince bu sefer Rodos’a gönderilmek istendi. Ziyâ Paşa, Namık Kemal ve Ali Süavi ile birlikte Paris’e kaçtı. Bu tarihte Paris’e gelen rejim muhalifleri Mısır Hidivliği konusunda haksızlığa uğradığını düşünen Mustafa Fâzıl Paşa tarafından himaye edildi. Yeni Osmanlılar olarak bilinen bu siyasi harekete Ziyâ Paşa’nın ne zaman katıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Sadrazam Ali Paşa ile yaşadığı sorunların Ziyâ Paşa’yı bu muhalif harekete yakınlaştırdığı sanılmaktadır. Sultan Abdülaziz’in aynı yıl Paris’e ziyarete gelmesi üzerine hükümetin isteği doğrultusunda diğer muhaliflerle birlikte Londra’ya gitti. Burada Namık Kemal’le birlikte Hürriyet gazetesini çıkardı. Kraliçe Victoria’nın daveti üzerine Londra’ya gelen Padişah’a sunduğu Arz-ı Hâl isimli eserinde istemeden geldiği Avrupa macerasının sebeplerini açıkladı. Mustafa Fâzıl Paşa, Sultan Abdülaziz ile anlaşınca Yeni Osmanlılar olarak isimlendirilen hareketin mensuplarına yardım etmekten vazgeçti ve hareket kendiliğinden dağıldı. Namık Kemal gazeteden ayrılıp İstanbul’a döndükten sonra gazetenin sorumluluğunu tek başına üstlenen Ziyâ Paşa, bu tarihten sonra kavgasını şahsileştirmeye başladı. 67. sayıda yazdığı bir yazıdan dolayı Osmanlı Devleti’nin şikâyeti üzerine tutuklandı. Serbest kaldıktan sonra önce Paris’e sonra Cenevre’ye gitti. Vazgeçmesi konusundaki bütün telkinlere rağmen Hürriyet gazetesini 100. sayıya ulaştırdı. Ali Paşa’nın ölümünden kısa bir süre sonra İstanbul’a döndü. 1872’de İcra Cemiyeti Reisliğine atandı. Sonra 1876’ya kadar kalacağı Şûrâ-yı Devlet Üyeliğine seçildi. Suriye Valiliğine gönderildiği 1877’ye kadar Kanun-i Esasi Encümeni'nde görevlendirildi. Osmanlı-Rus savaşı (Doksanüç Harbi) sırasında askere kışlık ihtiyacı temin etmek maksadıyla kurulan Hediyye-i Askeriyye Cemiyeti'ne başkanlık yaptı. II. Abdulhamîd'in Doksanüç Harbi'ni bahane ederek Meclis-i Mebûsân'ı süresiz kapatmasından kısa bir süre önce İstanbul mebusluğuna aday olacağı söylentileri üzerine vezir rütbesi ve paşa unvanıyla 1294/1877 yılında Suriye valiliğine tayin edildi. Burada yönetimdeki bazı uygulamaları nedeniyle üç buçuk ay kadar sonra Konya'ya nakledildi. Bu defa Konya'da bazı tefecilerin şikâyeti üzerine 1295/1878 yılında Adana valiliğine gönderildi. Ziyâ Paşa burada ciddi imar çalışmaları yaptı ve kültür alanında da önemli işler başardı. Ancak Kıbrıs'ta iken başlayan ve Amasya'da nükseden hastalığı burada yeniden ortaya çıktı. 17 Mayıs 1880’de henüz elli bir yaşında iken burada vefat etti. Mezarı Adana Ulu Camii hazîresindedir (Bilgegil 1979:1-77; Uçman 2013:475-476; Göçgün 2007: 741-744).

 

Ziyâ Paşa’nın bu kadar fazla yer değiştirmesi, şüphesiz onun karakteri ile ilgilidir. Kaya Bilgegil, Ziyâ Paşa’nın harîs (çok hırslı) bir insan olduğunu söyler (2009:117). Görevine düşkünlüğü, açık sözlü ve dosdoğru bir insan olması ise onun diğer karakteristik özellikleridir. İdealist, ülkesi adına endişelenen ve Avrupa görmüş bir bürokrat olarak yaptığı uygulamalar, menfaati bozulan, rahatı kaçan çevrelerce hoş karşılanmaz. Gittiği her yerde özellikle imar ve kültür faaliyetlerine önem veren Ziyâ Paşa, şairliğinin ötesinde başarılı bir devlet adamıdır. Eş’âr-ı Ziyâ (1298/1881), Zafernâme (tarihsiz-taşbasması), Rüya (1327/1910), Arz-ı Hâl (1327/1910), Harâbât (3 cilt, 1291-1292/1874-1875), Verâset Mektupları (1326/1910), Endülüs Tarihi (4 cilt, 1304-1305/1887-1888), Tartüf / Riyânın Encâmı (1304/1887), Engizisyon Tarihi (1299/1882), kitap olarak yayınlanan telif ve tercüme eserleridir (Göçgün 1987: 14-31). Bunlardan başka tercüme ettiği ancak bugün elimizde olmayan Telemak (1889) ile yakın zamanda on iki defter halinde bulunan ve henüz tamamı yayınlanmayan Emile (1872) tercümesi de onun eserleri arasında sayılmalıdır. On iki defter hâlindeki Emile tercümesi yakın zamanda Ankara'da bir sahafta bulunmuştur (Uçman 2013:478). Ayrıca Fatîn, "Sünbül-zâde Vehbî'nin Tuhfe-i Fârisiyyesi'ne nazire şeklinde bir Lügatnâme'si, Mütercim Âsım'ın Tuhfe-i Arabiyyesi'ne eksik bir şerhi bulunduğunu belirtmektedir (1271: 249).

Henüz on beş yaşlarında iken lalası İsmail Ağa'nın teşvikiyle Âşık Ömer'i, Âşık Kerem'i, Gevherî'yi okuyarak ilk edebiyat zevkini almaya başlayan Ziyâ, onlara nazireler de yazdı. Vilâyet Mektûbî Kalemi'ndeki görevi sırasında divan edebiyatına karşı ilgi duymaya başladı ve Enderunlu Vâsıf ile Vehbî'nin etkisi altında şiirler kaleme aldı. Şinâsî İle Nâmık Kemâl arasında Tanzimat Edebiyatının belli başlı özelliklerini sanatında toplayan Ziyâ Paşa, divan şiirinin de son temsilcilerindendir. Bu köklü şiir geleneğimizin hemen her türünde ve muhtevadan şekle, üsluba kadar tam bir devamı diyebileceğimiz tarzda şiirler yazmış olması bunun apaçık delilleridir. Lakin her şeye rağmen onun sanatını yeni kılan bir taraf vardır ki o da düşünce sistemidir. Sosyal ve siyasi muhtevalı eserlerinde realizme, şahsi duygularının hakim olduğu yerlerde ise romantizme yönelmiştir. Fikren Avrupai bir edebiyattan yana olan Ziyâ Paşa, duygularıyla yerli kalmıştır. Edebiyat tarihimizde Ziyâ Paşa, Şinâsî'den sonra Nâmık Kemâl ile birlikte 1277/1860'lı yıllardan başlayarak Fransız edebiyatı etkisi altında gelişen yeni Türk edebiyatının kurucularından biri olarak kabul edilmektedir. Şüphesiz onu günümüze taşıyan şiirleridir. Şiirlerini topladığı Eş’âr-ı Ziyâ, Süleyman Nazif tarafından 1924’te Külliyât-ı Ziyâ Paşa ismiyle yayınlanır. Şinasi’yi tanıdıktan sonra Batılı filozofları keşfeden Ziyâ Paşa, devrin diğer sanatçıları gibi Aydınlanma dönemi düşünce adamlarının etkisinde kalır (Göçgün 2007: 742, 743; Uçman 2013: 477, 478). Söz konusu etki özellikle Avrupa’ya gittikten sonra kaleme aldığı şiirlerinde daha net görülür. Kitapta yer alan klasik edebiyatın değişik nazım şekilleriyle yazdığı şiirlerinde bilhassa hayal, duyuş ve düşünüş itibariyle eskinin samimi bir takipçisidir (Göçgün 1987:14). "Terkîb-i Bend" bu şiirler içinde en önemlisidir. En çok tanınan şiirleri "Tercî-i Bend" ve "Terkîb-i Bend"dir. Avrupa’ya gitmeden önce kaleme aldığı "Tercî-i Bend"de etrafında gördüğü her şeyi sorgulayan bir dil kullanır. Bu bizim şiirimizin pek alışık olduğu bir şey değildir. Doğu-Batı düşüncesini bir arada veren şiir, Namık Kemal, Muallim Naci gibi çağdaşı şairler tarafından çok beğenilir. Dinî, tasavvufî ve hikemî tarzda kaleme alınan şiirde kötünün galip geldiği ve iyilerin ezildiği bir dünya, şairi her şeyden şüpheye düşürür. Kâinatta nizamdan çok nizamsızlık vardır. İnsanı âciz bir varlık olarak gören Ziyâ Paşa, “Kâinat ve insan karşısında derin, kuvvetli ve sonsuz bir hayret duygusu” hisseder (Kaplan 1981: 56). Gittikçe artan bir huzursuzluk (Tanpınar 1982:314) kâinat ve insanı kavrama noktasında şairi sorgulayıcı bir dile götürür. "Tercî-i Bend"de içinden çıkamadığı sorular, ondaki felsefî huzursuzluğun da kaynağıdır. Yaklaşık on bir yıl sonra Avrupa’dayken kaleme aldığı "Terkîb-i Bend"de felsefî huzursuzluklarına kısmen cevaplar bulmuş gibi görünse de aynı sorgulayıcı dil burada da devam eder. İnsan ve kâinatı “adalet” ekseninde ele alan şair, insanı daha idealize bir varlık olarak görür. Ona göre insanlığın ölçüsü, insanın kendine ve bütün insanlığa karşı sahip olduğu “mesuliyet” duygusudur. Eş’âr-ı Ziyâ’yı “garip bir şekilde” yeni bulan Tanpınar, onunla edebiyatımıza, o zamana kadar tanımadığımız bir nevi felsefî huzursuzluğun girdiği kanaatindedir (Tanpınar 1982:312). Şiirin muhtevasında meydana getirdiği bu yeniliği şekilde yaptığı söylenemez. Tanpınar onun  “aruzu en sakat kullanan şairlerden biri” olduğunu söyler (Tanpınar 1982:313). Ziyâ Paşa’nın  Zafernâme adlı manzum yazılmış bir siyasi tenkit kitabı daha vardır. Bu kitap, “Zafernâme” isimli bir kaside, bir tahmîs ve bu tahmîse yapılan şerhten oluşur. Girit isyanını, isyancıların isteklerini yerine getirerek bastıran ve bunu bir zafermiş gibi gösteren Ali Paşa’nın övülüyormuş gibi yapılarak alaya alındığı bir eserdir. Eserdeki üç şiir de başkalarının ağzından kaleme alınır. Zafernâme’yi 1867’de Paris’te yazmaya başladığını ve Cenevre’de 1870’te tamamladığını söyleyen Ziyâ Paşa, bu eserinde siyasi rakibi Ali Paşa’nın gerçek yüzünü göstermeye çalışır. Zafernâme, Ziyâ Paşa’nın “hâkimâne” bir eda ile yazdığı ve söyleyiş ustalığını gösterdiği önemli bir eserdir. Ali Paşa’yla birlikte kendini saraydan uzaklaştıran ve Avrupa macerasına iten sebepleri Arz-ı Hâl ve Rüya’da da anlatmaya devam eder. Verâset-i Saltanat-ı Seniye (Veraset Mektupları) de devletin yanlış işleyişi ile ilgili bir eserdir. Avrupa’da kendilerine bir süre hâmîlik yapan Mustafa Fâzıl Paşa ve çocuklarının yeni verâset usulünden olumsuz şekilde etkilendiklerini ve bu durumun düzeltilmesi gerektiğini anlatır. Onun şiirleri şekil olarak eskinin devamı, ancak muhtevası bakımından yenidir. Özellikle "Terkîb-i Bend"deki bazı beyitler, atasözü kıvamında hikmet yüklü ifadelerden oluşur. Doğu ve Batı'yı aynı potada harmanlayan Ziyâ Paşa, düşünce itibariyle yenidir ve Batı'ya daha yakındır. Avrupa’dayken kaleme aldığı “Şiir ve İnşa” (1868) makalesi, özellikle “Bizim şiirimiz hangisidir?” sorusuyla sonradan edebiyatımızın gündemini meşgul eden tartışmalara kapı aralar. Arap, İran ve Çağatay sahasında yazılmış şiirlerden seçmeleri ihtiva eden ve Harâbât (1874) isimli üç büyük ciltlik Divan şiiri antolojisine yazdığı manzum ön sözde bu düşüncelerini değiştirse de “Şiir ve İnşa” makalesi etrafında yapılan tartışmalar Türk şiirinin geleceği açısından faydalı olur. Eski şiiri yıkma konusunda yol arkadaşlığı yaptığı Namık Kemal, Ziyâ Paşa’nın “Harâbât Mukaddimesi” ile bu sürece verdiği tahribatı çok ağır bir dille eleştirir. Edebiyatın yenileştirilmesi sürecine Batı edebiyatından yaptığı tercümelerle şiir, nesir ve tiyatro türünün gelişmesine katkıda bulunan Ziyâ Paşa, dönemin sade dil anlayışını birçok eserlerinde başarıyla uygular. Moliѐre’den yaptığı Tartuffe yahut Riyânın Encâmı isimli tercümesi edebiyatımız açısından önemlidir. Tanpınar, “Şiir ve İnşa” makalesinde herkesin rahatlıkla anlayacağı bir dili edebiyatın gündemine taşımasından dolayı onu “Saf Türkçe cereyanının en büyük yol açıcılarından biri” kabul eder (Tanpınar 1982:336). Onun şiirinin en önemli özelliklerinden biri hemen hemen her şiirinde felsefî huzursuzluğun bulunmasıdır. Siyasi konular da Ziyâ Paşa'yı bir hayli meşgul eder.  Aslında onun siyasi eleştirilerinin odağında Ali Paşa vardır. Siyasi rakibi Ali Paşa’ya yönettiği eleştiriler üzerinden devrin bürokratik çürümüşlüğünü görmek mümkündür. Kasidelerinde İran şairlerine benzemekle öğünen Ziyâ Paşa, bazı gazellerinde Nedim, Nâbi ve Nâilî’yi hatırlatır (Göçgün 1987:14). Ziyâ Paşa, Şinasi ve Namık Kemal ile birlikte Tanzimat’ın ikinci nesli dediğimiz şairler üzerinde etkili olmuştur.

İbnü'l-Emin'in bildirdiğine göre Ziyâ Paşa son derece keskin bir zekâya sahip, güzel konuşan, bulunduğu meclisi şenlendiren, sohbetine doyulmaz, konuya göre hikâye anlatmakta meşhur, hiciv ve mizaha meyilli fakat iş başında çok ciddi ve biraz da sert bir kişiliğe sahipti. O dönemde meşhur bir gelenek olan resim altı ve resim arkasına şiir yazmak konusunda da ustaydı (İnal 1988: 2052, 2056).

Kaynakça

Apaydın, Mustafa (2001). Türk Hiciv Edebiyatında Ziyâ Paşa. Ankara: KB Yay.

Bilgegil, M. Kaya (2009). Harâbât Karşısında Nâmık Kemâl. Erzurum: Salkımsöğüt Yay.

Bilgegil, M. Kaya (1979). Ziyâ Paşa Üzerine Bir Araştırma. Ankara: Atatürk Üniversitesi Yay.

Bilgegil, Kaya (1980). Yakın Çağ Türk Kültür ve Edebiyatı Üzerine Araştırmalar II. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yay.

Bursalı Mehmed Tahir (1333). Osmanlı Müellifleri. C. II. İstanbul.

Fatîn Dâvud (1271). Hâtimetü'l‑Eş‘âr. İstanbul.

Göçgün, Önder (1987). Ziyâ Paşa. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.

Göçgün, Önder (2007). "Ziyâ Paşa". Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi. C. VIII. Ankara: AKM Yay. 741-744.

İnal, İbnü'l-Emin Mahmud Kemal (1988). Son Asır Türk Şairleri. C. IV. İstanbul: Dergah Yay.

Kaplan, Mehmet (1981). Şiir Tahlilleri 1 Tanzimat’tan Cumhuriyet’e. İstanbul Dergâh Yay.

Kurgan, Şükrü (1953). Ziyâ Paşa: Hayatı, Sanatı, Eserleri. İstanbul.

Tanpınar, Ahmet Hamdi (1982). On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Çağlayan Kitabevi.

Uçman, Abdullah (2013). “Ziya Paşa”. İslâm Ansiklopedisi. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 475-479.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. ABDULLAH ŞENGÜL - PROF. DR. MEHMET ARSLAN
Yayın Tarihi: 15.11.2017
Güncelleme Tarihi: 13.11.2020

Eser AdıYayın eviBasım yılıEser türü
Eş’âr-ı ZiyâMihran Matbaası / İstanbul1298/1881Şiir
Engizisyon TarihiMatbaa-i Ebuzziya / İstanbul1299/1882Çeviri
Tartüf / Riyânın EncâmıMatbaa-i Ebuzziya / İstanbul1304/1887Çeviri
Endülüs Tarihi- / İstanbul1304/1887Çeviri
Endülüs Tarihi- / İstanbul1304/1887Çeviri
Endülüs Tarihi- / İstanbul1304/1887Çeviri
Endülüs Tarihi- / İstanbul1305/1888Çeviri
RüyâHürriyet Gazetesi No:68-69 / Londra11-18 Ekim 1327/1910Diğer
Arz-ı HâlDersaadet / İstanbul1327/1910Diğer
Verâset MektuplarıDersaadet / İstanbul1326/1910Diğer
Külliyât-ı Ziyâ PaşaYeni Matbaa / İstanbul1342/1924Şiir
Zafernâme- / --Diğer

İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1Ozan Özteped. 16 Temmuz 1976 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
2NÂCÎ/HULÛSÎ, Hulûsî Nâcî Bey, İstanbullud. 1826 - ö. 1855 ds.Doğum YeriGörüntüle
3Vedat Günyold. 16 Mart 1911 - ö. 9 Temmuz 2004Doğum YeriGörüntüle
4GÂLİB, Leskofçalıd. 1829-30 - ö. 1867Doğum YılıGörüntüle
5ŞÂKİR, Hâfız Mehmed Şâkird. 1829 - ö. 1911Doğum YılıGörüntüle
6RÂŞİD, Mehmed Râşid Efendi, İstanbullud. 1829 - ö. ?Doğum YılıGörüntüle
7HASAN FEHMÎd. 1795-96 - ö. 1880-81Ölüm YılıGörüntüle
8RİF'AT, Rif'at Deded. 1810? - ö. 1880?Ölüm YılıGörüntüle
9İRŞÂDÎ, Ahmedd. 1819-1820 - ö. 1880-1881Ölüm YılıGörüntüle
10Hasan Hüseyin Yalvaçd. 19 Kasım 1951 - ö. ?MeslekGörüntüle
11Mikâil Söylemezd. 1984 - ö. ?MeslekGörüntüle
12Fakihe Odmand. 1908 - ö. 1967MeslekGörüntüle
13Yahya Kemal Beyatlıd. 2 Aralık 1884 - ö. 1 Kasım 1958Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14Sermet Muhtar Alusd. 28 Mayıs 1887 - ö. 20 Mayıs 1952Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15Mehmed Tevfîk b. Osmand. 1827 - ö. 1901Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16RÂKIM, Boz Efendi-zâde Mehmed Râkım Paşad. ? - ö. 1769Madde AdıGörüntüle
17HİLMÎ, Dinibütün Mustafâ Hilmî Paşad. ? - ö. 1914-15Madde AdıGörüntüle
18GÂZÎ, Enderunlu Gâzî Paşad. ? - ö. ?Madde AdıGörüntüle