Madde Detay
HAYRÎ, Hayrullah Hayrî Efendi
(d. 1233/1818 - ö. 1283/1866)
divan şairi, tarihçi, tabib
(Divan/Yazılı Edebiyat / 19. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
İstanbul'da 1233/1818'de doğdu. Asıl adı Hayrullah Efendi'dir. Şiirlerinde Hayrî mahlasını kullandı. Abdulhak Hâmid Tarhan'ın babasıdır. Hayrullah Efendi'nin babası hekimbaşı ve reisülulema Abdulhak Molla olarak şöhret kazanan Abdulhak Efendi'dir. Abdulhak Molla da Emin Şükûhî Efendi'nin oğludur. Abdulhak Molla ile ağabeyi hekimbaşı Mustafa Behcet Efendi'nin anneleri, hekimbaşı Büyük Hayrullah Efendi'nin kızı Nefîse Hanım'dır. Hayrullah Efendi, "Hekimbaşılar" diye tanınan köklü bir ulema ailesinden gelir. İlmiye sınıfına mensup hatırlı şahsiyetlerin çocuklarına tanınan bir imtiyaz gereği, beşik ulemalığı usulünden "tafra" denilen yoldan verilmiş soyut bir müderrislik payesini on bir yaşında iken aldı. Mekteb-i Tıbbiye'deki öğrencilik yıllarında fiilî müderrisliği olmadığı hâlde kendisine ilmiyeden yüksek payeler verilmesi bu durumu gösterir mahiyettedir. Hayrullah Efendi, özel hocalardan ders almanın yanısıra kuvvetli bir medrese öğrenimi gördü. Büyük dedesi Hâfız Mehmed Hayrullah Efendi, amcası Behcet Mustafa Efendi ve babası Abdulhak Molla gibi tıbba yönelerek 1255/1839'da babasının hekimbaşı ve nâzır sıfatı ile başında bulunduğu Mekteb-i Tıbiyye-i Adliyye-i Şâhâne'ye girdi. Kendisinin, daha buraya devam etmeden önce tıp kitapları okuyarak tıp kültürü ile temasa geçmiş olduğunu gösteren bir ifadesi de bulunmaktadır. Gençlik yıllarına ait Nakş-ı Hayâl adlı yarı otobiyografik eserinden anlaşıldığına göre 1254/1838'de tıp tahsili için, dayısı Mehmed Rûhuddîn Efendi'nin Osmanlı elçiliği maslahatgüzâr ve tercümanı olarak bulunduğu Paris'e gitmek istemiş, fakat babasını buna razı edememiştir. Hayrullah Efendi, yine bizzat kendisinin belirttiği üzere tıp tahsilini daha talebeliğinin ilk senesinde kendisine verilmiş olan ders nâzırlığı memuriyetiyle birlikte yürütmekteydi. Ders nâzırı sıfatı ile 1257-1258/1841-1842 ders yılı için Sultan Abdülmecid'e sunulmak üzere hazırladığı rapordan bu idâri makamın, mektebin bütün sınıflarındaki öğrencilerin düzenli surette derslerini takip etmelerini ve mektebin tüzük ve yönetmeliklerinin kusursuz olarak tatbikini sağlamak olan bir görev olduğu anlaşılmaktadır. Mezuniyetten sonra Hayrullah Efendi'nin ders nâzırlığıyla ilgili yetkileri genişletilmiştir. Mekteb-i Tıbbiye'ye girişinin ikinci yılında 1256/1840 tarihinde Hayrullah Efendi ilmiyeye mahsus rütbe-i sâlise nişanı ile taltif edildi. Bunu 1257/1842'de İzmir mevleviyeti ve Muharrem 1258/Şubat 1843'te Mekke-i Mükerreme mevleviyyeti payelerinin verilmesi takip etti. Ayrıca bu paye ile ilgili olarak Haremeyn-i Muhteremeyn rütbesine mahsus nişanla taltif edildi. Bu pâyeler fiilî değil soyut olduğundan Babinger'in, henüz talebeliğinin sürdüğü bir çağda onu kadılıkla İzmir'e gitmiş göstermesi (Üçok 1982: 391) yanlıştır. Hayrullah Efendi, 1259/1843'te Mekteb-i Tıbbiye'den mezun oldu. Mekteb-i Tıbbiye'nin muallim-i evveli olan ve 1255/1839'da Viyana'dan getirilen Dr. Bernard'ın mezun ettiği ilk doktorlardandır. Ders nâzırlığı görevi mezuniyetinden sonra da devam etmekte iken 1261/1845'te devlet memuriyetlerinde önemli yükselişlere zemin olan rütbe-i sânî ve bunun nişanı ile taltif edildi. Aynı yılın sonlarında Mekteb-i Tıbbiye nâzırlığından azledilen babası Abdulhak Efendi'nin yerine gelen Cerrah Sakızlı İsmâil Efendi'nin nâzırlığı sırasında ders nâzırlığına son verilip maaşı kesildiği gibi bu memuriyete mahsus rütbe-i sâniye nişanı da geri alındı. 1263/1847 yılında Meclis-i Zirâat üyeliğine tayin edildi. Babasının yeniden görevine dönüşünün ardından o da 1264/1848'de Mekteb-i Tıbbiye'deki eski vazifesine döndü. Aynı yılın sonlarında Meclis-i Ma'ârif-i Umûmiyye'ye üye tayin edildi. Babasının 1265/1849 yılında ikinci defa Rumeli kazaskerliğine getirilerek görevinden ayrılması üzerine o da ders nâzırlığından ayrılmaya karar verdi. 1266/1850'de Meclis-i Ma'ârif'teki görevini korumak şartıyla Meclis-i Nâfi'a üyeliği de verildi. 1267/1851'de Dârülfünûn'da okutulacak ders kitaplarının hazırlanması dahil memleketin çeşitli kültür ihtiyaçlarına cevap vermek üzere kurulan Encümen-i Dâniş'in ikinci başkanı oldu. Devlet hizmetinde yıldızı gittikçe yükselen Hayrullah Efendi, 1268/1852'de görevlerine ilaveten devrin gözde şahsiyet ve simalarının yer aldığı Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye'ye üye seçildi. Sonra 1270/1854'te Mekâtib-i Umûmiyye nâzırlığına getirildi. Bu görevindeki başarılı çalışmalarından dolayı 1272/1856'da o zamanın en yüksek devlet nişanı olan Mecîdî nişanının üçüncü derecesiyle taltif edildi. 1273/1857'de Ma'ârif-i Umûmiyye Nezâreti müsteşarlığına atandı. 1274/1858'de bu nezâretin vekilliği görevi verildi. Dokuz ay süren bu görevi sırasında İstanbul'da kızlara mahsus on üç okulun açılması onun en büyük başarılarındandır. Uzun zamandan beri Mekteb-i Tıbbiyye'den uzak kalmış olan Hayrullah Efendi, 1276/1859'da babasının da eski görevi olan bu mektebin nâzırlığına getirildi. Burada Osmanlı'da tıbbın gelişmesi adına çok önemli hizmetlerde bulundu. Merkezi Paris'te bulunan Societe Imperiale de Medecin, Fuad Paşa'dan sonra ilk defa hekimbaşı Salih Efendi ile birlikte Hayrullah Efendi'ye de şeref üyeliği verdi. Mekteb-i Tıbbiyye nâzırlığı iki yıl üç ay kadar devam eden Hayrullah Efendi, belli olmayan bir sebeple 1278/1861'de bu görevinden azledildi. Kendisine yeni bir görev verilmediği için bir müddet açıkta kaldıysa da 1279/1862'de Altıncı Dâire-i Belediyye Meclisi başkanlığına getirildi. Ancak bir yıl müddetle devam ettiği bu görevden, Avrupa kaplıcalarında tedavi görmeye ihtiyacı bulunduğunu ileri sürerek ayrıldı ve aynı yılın Nisan ayının ortalarına doğru Avrupa'ya hareket etti. Köstence üzerinden Tuna yolu ile Viyana'ya, orada kısa bir müddet kaldıktan sonra Almanya ve Belçika'dan geçerek Paris'e vardı. Burada tahsilde bulunan büyük oğlu Abdülhâlık Nasûhî ve küçük oğlu Abdulhak Hâmid'i yanına alarak büyük bir konak tutup burada yaşadı ve bu arada çeşitli ilim kurumlarına, akademilere ziyarette bulundu. Üç ay sonra oğlu Abdulhak Hâmid ile İstanbul'a döndü. Bir yıl kadar açıkta bekledikten sonda 1281/1864'te Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye'ye ikinci defa üye tayin edildi. Aynı yıllarda Cem'iyyet-i İlmiyye-i Osmâniyye'de târihi konularda bir dizi konferans verdi. Hayrullah Efendi, çok geçmeden diplomatik kariyerde Tahran elçiliği gibi nâzik ve önemli sayılan bir mevkiye getirildi. Osmanlı devleti ile kendi devleti arasındaki diplomatik ilişkilerin gelişmesine özen gösteren İran şahı Nasîrüddîn Şah döneminde bu ülkeye seçkin diplomatların gönderilmesine dikkat eden Bâbıâlî'ce 1281/1865'te fevkalâde murahhas sıfatıyla Tahran orta elçiliğine tayin edildi. Hayrullah Efendi bu görevi sürdürürken 17 Şaban 1283/25 Aralık 1866'da âniden vefat etti. Nâsırüddîn Şah'ın iradesiyle kendisine büyük bir cenaze merasimi tertiplendi ve Tahran'a 15 km. mesafede Rey şehrinde Şah Abdülazim Türbesi yanında toprağa verildi. Kabri daha sonra türbe hâline getirildi.
Hayrullah Efendi'nin eserleri alfabetik olarak şunlardır:
1. Bâğçe-i İntizâm: Bahçe tanzimi ve çiçek yetiştirme konusunda kaleme aldığı bir eserdir. Lugat-ı Tıbbbiyye adlı eserinin 425. sayfasında böyle bir eseri olduğundan bahsediyor. Özege Kataloğu'nda bu eserin adı yoktur, yazma hâlinde kalmış olmalıdır.
2. Beyt-i Dihkânî: Ziraatla ilgili bir eserdir. Aslı dört cilt olan Maison Rustique adlı Fransızca eserin ilk iki cildinin tercümesidir. Zirâi konulara ait birçok levha ve resim ihtiva eden bu tercümede Hayrullah Efendi, kendi ülkesinin ihtiyaçlarını göz önünde tutarak kısmen özetleme yoluna gittiği gibi Türk okuyucusu bakımından açıklanmasına gerek duyulan yerlerde de ilaveler yaptığını bildirmektedir. İstanbul'da 1264/1848'de iki cilt olarak toplam 460 sayfa hâlinde basılmıştır.
3. Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye Târihi (Hayrullah Efendi Târihi): En fazla emek verdiği, en tanınmış ve en kalıcı eseridir. Osmanlı tarihini yeni bir zihniyetle ele alma ihtiyacını duyarak yazımına Encümen-i Dâniş yıllarında başladığı ve ölümüne kadar sürdürdüğü bu eseri, Osmanlı tarihiyle ilgili araştırmalarda yakın zamanlara kadar kendisine sık sık başvurulan bir kaynak durumunda olmakla beraber, tarihçiliğimize getirdiği yenilikler ve taşıdığı dikkate değer özellikler bakımından ciddi bir incelemeden mahrum kalmıştır. 1270/1292 -1853/1875 yılları arasında toplam 2054 sayfa hacminde on sekiz cüz hâlinde İstanbul'da basılmıştır.
4. Dürûru'l-Muhât: Zührevî hastalıklar üzerine yazılan bir eserdir. İstanbul'da 1260/1844 'te 43 sayfa hâlinde taşbaskı olarak basılmıştır.
5. Hezâr Esrâr: Bazı hastalıkların tedavisi ve tıbbi birtakım ârızaların giderilmesinden başlayıp fizik ve kimya oyunlarıyla ilgili ameliyelere kadar çeşitli meselelerin en kestirmeden çözüm yollarını "sır" diye adlandırıp 1000 madde etrafında toplamak üzere Hekimbaşı Behcet Mustafa Efendi tarafından yazımına başlanmış eserdir. Onun ölümüyle 850. maddede kalan bu derlemeyi tamamlamak için babası Abdülhak Efendi ele almış, ancak o da sonunu getiremediğinden Hayrullah Efendi yaptığı ilavelerle bahis konusu sırları 1000'e ulaştırarak eseri tamamlamış ve başına eseri değerlendirmeye çalışan bir önsöz koyarak yayımlamıştır. 1285/1868'de 220 sayfa hâlinde İstanbul'da basılmıştır.
6. Hıfz-ı Sıhhat: İstanbul'da 1273/1856'da 67 sayfa halinde basılmıştır.
7. Hikâye-i İbrâhim Paşa Be-İbrâhîm-i Gülşenî: Avrupaî Türk tiyatrosunun konusu Osmanlı tarihinden alınma en eski temsilidir. Eser yazma hâlindedir, aile evrakı arasında uzun müddet kaldıktan sonra 1839'da İsmail Hakkı Danişmend tarafından tanıtılmıştır (Türklük, nr. 8. 1939, s. 92-93).
8. Kıt'a-i Afrika: Hayrullah Efendi'nin coğrafya öğretimine ve ülkedeki coğrafya kültürünün gelişmesine yardımcı olmak gayesiyle 19. yüzyılın ünlü coğrafya bilgini Konrad Malte-Brun'ün Geographie Universelle'inden kısaltarak yaptığı ve derkenarlarla açıklayıcı ilaveler kattığı bir tercümedir. 1268/1852'de İstanbul'da Mekteb-i Tıbbiye'nin matbaasında taşbaskı basılmıştır.
9. Lugat-ı Tıbbiyye: Modern tıpla temasın gittikçe arttığı, tıp dilinin eskiden devralınmış terim ve sözlerin yanında yeni kavram ve bilgilerle genişlediği ve kendine yeni sözler aradığı bir çağda, Hayrullah Efendi'nin bu sahada büyük bir ihtiyaca cevap vermek üzere hazırladığı bu eser, memleketimizde ortaya konulmuş etraflı ilk tıp lugatıdır. Tek yazma nüsha olarak İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Kütüphanesi'nde No: 581'de bulunmaktadır.
10. Makâlât-ı Tıbbiyye: Mekteb-i Tıbbiyye'den yetişecek hekimlere kılavuz olmak üzere yazdığı deontoloji ağırlıklı eseridir. 1259/1844'te İstanbul'da 152 sayfa hâlinde basıldı.
11. Mesâ'il-i Hikmet: Fizik konusunda yazılmış bir ders kitabıdır. İstanbul'da 1265/1849'da 120 sayfa hâlinde basılmıştır.
12. Mu‘âlecâta Dâ'ir El Mecmû'ası: Yazma hâlindedir, İÜ. Ktp. TY, nr. 1427'de bulunmaktadır.
13. Müfredât-ı Tıbbiyye Fî Beyâni Evzâni'l-Edviyye: Yazma hâlindedir, İÜ. Ktp. TY, nr. 1251'de bulunmaktadır.
14. Nakş-ı Hayâl: İçerisinde fazla miktarda manzum bölümlerin de olduğu mensur bir eserdir. Bu eserde kendi başından geçen bir gönül macerasını hikâye eder. Yazma hâlinde İÜ. TY. nr. 1265, 3b-29b'de bulunan ve Hayrullah Efendi'nin gençlik çağıyla ilgili başka hiçbir kaynakta bulunmayan bilgiler ihtiva etmesine mukabil çok çetrefil bir yazı ile yazılmış olduğundan okunması pek güç olan eser, metnini görenlerce sökülemediğinden şimdiye kadar el değmemiş hâlde kalmıştır.
15. Ordu Hıfzıssıhhası: Osmanlı ordusunun sağlık hizmetleri için bu eseri Fransızcadan tercüme yolu ile meydana getirmiştir. Eser yazma hâlindedir.
16. Rothomago Tercümesi: D'Ennery Clairville ve Albert Mounier'in yirmi beş değişik tabloyu içine alan beş perdelik Fransızca oyununun özetlenmiş bir şekilde tercümesidir. Bu eser kendi yazdığı Yolculuk Kitabı adlı eserinin 304-330. sayfaları arasındadır. Tercümenin metni İsmail Hami Danişmend tarafından yayımlanmıştır (Türklük, nr. 2, 1 Mayıs 1939, s. 109-122).
17. Terbiye ve Tedâvî-i Etfâl (Sıhhat-nümâ-yı Etfâl): Yazma hâlindedir, Millet Ktp. Ali Emiri Efendi, Tıp, nr. 148'de bulunmaktadır.
18. Yolculuk Kitabı: Hayrullah Efendi'nin en orijinal eseridir. Eser, ülkemizde bir Türk müellifi tarafından Avrupa hakkında yazılmış ilk seyahat kılavuzudur. Daha önce bizde bir benzeri ortaya konulmamış olan Yolculuk Kitabı, turistik bir kılavuz oluşunun yanı sıra Hayrullah Efendi'nin Avrupa'da yaptığı yolculukları anlatan etraflı bir seyâhatnâmedir. Abdülhak Hâmid'in ölümünden sonra ona ait bazı evrak ve müsveddelerle birlikte Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne intikal eden ve hususi bir köşede o evrakla birlikte muhafaza olunan, başından ilk üç sayfası eksik olarak ciltlenmiş, müsveddesi ise elde bulunmayan bu biricik yazma bugün kayıp gösterildiği gibi Millî Kütüphane'deki mikrofilminin de kaybolduğu bildirilmektedir (Akün 1998: 74).
Hayrullah Efendi'nin yazı faaliyeti erken yaşlarda yöneldiği şiirle başlamıştır. Kendileri de şair olan aile çevresinden büyük babası Emîn Şükûhî, Babası Abdülhak Efendi ve amcası Behcet Efendilerin yolundan giderek Hayrî mahlası ile muhtelif şiirler yazmıştır. Şiir çalışmalarını ihtiva etmesi muhtemel olan defter eserlerinden bazıları gibi kaybolmuştur ve bugün için elde ancak şiirlerinden sınırlı bir kısmı bulunmaktadır. Bunların çoğu çeşitli eserlerinin içine serpilmiş mısralar, beyitler hâlindedir. En bol sayıda şiirinin yer aldığı Nakş-ı Hayâl adlı hikâyesinden başlayıp son eseri olan tarihine ve Yolculuk Kitabı'na kadar eserlerinin çoğunda onun nazım parçalarına sık sık rastlanır. Fatîn Efendi'nin tezkiresine aldığı gazelinin yanı sıra diğer söylyişlerinde onun divan şiirinin mazmunlarını ustalıkla kullandığı, bunları kendine has bir şekilde üsluba dökmeye muvaffak olduğu göze çarpmaktadır. Okuyucuya kendini kabul ettiren, hafızada kolaylıkla kalabilecek seçkin mısra ve beyitleri yanında bazan alelâde ve sırf pratik bir maksatla söylenmiş olanları da vardır. Resmî hizmet ve vazife hayatının değişik ve çok yönlü oluşu gibi Hayrullah Efendi'nin fikir ve yazı faaliyeti de birbirinden farklı sahalarda kendini göstermiştir. Bir medeniyet değişmesinin yaşandığı devrin adamı olması sıfatıyla kendini bu çağın fikir ve kültür ihtiyaçlarına cevap vermekle yükümlü sayarak çeşitli alanlarda tercümeden telife, tıptan ziraat ve fiziğe, bahçecilikten coğrafyaya, oradan tarih ve seyahatnâmeye kadar genişleyen bir daire içinde eserler meydana getirmekle ilim ve fikir tarihinde kendine bir yer açmıştır. Başlangıçta tıp üzerinde yoğunlaşmışken bir müddet sonra başka fennî sahalara yönelmiş, otuz yaşını aştığı yıllarda kendini verdiği tarih çalışması ön plana çıkmış, fikir hayatımıza Batı kültür ve medeniyetinden mesajlar ileten Avrupa seyahatnâmesi de buna ilave olunmuş, ancak giriştiği o büyük tarih çalışması erken denecek yaşta ölümü ile yarım kalmıştır (Akün 1998: 77, 79).
Kaynakça
Adıvar, Adnan (1943). Osmanlı Türklerinde İlim. İstanbul: Maarif Matbası.
Akün, Ömer Faruk (1998). "Hayrullah Efendi Tarihi". İslam Ansiklopedisi. C. XVIII. İstanbul: TDV. Yay. 76-79.
Akün, Ömer Faruk (1998). "Hayrullah Efendi". İslam Ansiklopedisi. C. XVIII. İstanbul: TDV. Yay. 67-74.
Altuniş-Gürsoy, Belkıs (2004). "Hayrullah Efendi". Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi. C. IV. Ankara: AKM Yay. 441-443.
Arslan, Mehmet (hzl.) (2003). Mehmed Cemaleddin - Osmanlı Tarih ve Müverrihleri. İstanbul: Kitabevi Yay.
Bursalı Mehmed Tahir (1342). Osmanlı Müellifleri. C. III. İstanbul.
Fatîn Dâvud (1271). Hâtimetü'l‑Eş‘âr. İstanbul.
Gövsa, İbrahim Alaeddin (1945). Türk Meşhurları Ansiklopedisi. İstanbul: Yedigün Neşriyatı.
Kurdoğlu, Veli Behçet (1967). Şâir Tabîbler. İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti Yay.
Mehmed Süreyya (1311). Sicill-i Osmânî. C. II. İstanbul.
Şemseddin Sâmî. Kâmûsü'l‑A‘lâm (1308). C. III. İstanbul.
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (1981). "Hayrullah Efendi". C. IV. İstanbul: Dergah Yay. 182.
Üçok, Coşkun (çev.) (2000). Franz Babinger - Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.
Ünver, A. Süheyl (1943). Tıb Târihi. İstanbul.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. MEHMET ARSLANYayın Tarihi: 16.04.2015Güncelleme Tarihi: 02.12.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Kemân ebrûlarından yârimin hayli su'âl oldı
Siyeh kâküllerinden söz uzandı kîl ü kâl oldı
Kurunca sahn-ı sînemde saf-ı müjgânları ordu
Ne kanlar akdı çeşmimden nasıl ceng ü cidâl oldı
Aceb ta'rîf olunmaz derde düşdüm bilmedim eyvâh
Halâs olmak bu âteşden bana emr-i muhâl oldı
Ne Husrev gördi bu derdi ne buldı çâresin Ferhâd
Kıyâs itme benim çekdiklerim Kays'a misâl oldı
Ahibbâdan vefâ yok âşinâ bîgânedir Hayrî
Bu âlem bildigim âlem degil bilmem ne hâl oldı
Fatîn Dâvud (1271). Hâtimetü'l‑Eş‘âr. İstanbul. 88.
Hezâr Esrâr adlı eserinden:
Mukaddime: Ma'lûm ola ki eşyânın ecsâmda te'sîri ya bi't-tab' ve'l-mizâc veyâhud sûret-i nev'iyye ve keyfiyyet-i hafiyyesiyle bi'l-hâssadır. Evvelkisine te'sîr bi't-tab‘ ve te'sîr bi'l-mizâc, ikincisine te'sîr bi'l-hâssa denilip zâhir olan âsâra havâs derler. Evvel ile olan havâs ve âsârda mü'essir ile cism beyninde iltisâk ve temâs olunmak lâzım olup sânîde dokunmak ve sürünmek ve temâs ve imtizâc lâzım değildir. Belki ba'zı havâs vardır ki taraf-ı gayr-i ma'lûme ve keyfiyyet-i mektûme ile aslâ temâs ve iltisâk bulunmaksızın fi'l ve eser eder. Te'sîrât-ı ecrâm-ı semâviyye ve mıknatıs ve kehrübâ ve merhem-i kevâkibî ve zervel-i sîmyâ'î misillü şeylerde olduğu gibi....
(Hayrullah Efendi (1285). Hezâr Esrâr. İstanbul. 5.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 16.04.2015Güncelleme Tarihi: 02.12.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Kemân ebrûlarından yârimin hayli su'âl oldı
Siyeh kâküllerinden söz uzandı kîl ü kâl oldı
Kurunca sahn-ı sînemde saf-ı müjgânları ordu
Ne kanlar akdı çeşmimden nasıl ceng ü cidâl oldı
Aceb ta'rîf olunmaz derde düşdüm bilmedim eyvâh
Halâs olmak bu âteşden bana emr-i muhâl oldı
Ne Husrev gördi bu derdi ne buldı çâresin Ferhâd
Kıyâs itme benim çekdiklerim Kays'a misâl oldı
Ahibbâdan vefâ yok âşinâ bîgânedir Hayrî
Bu âlem bildigim âlem degil bilmem ne hâl oldı
Fatîn Dâvud (1271). Hâtimetü'l‑Eş‘âr. İstanbul. 88.
Hezâr Esrâr adlı eserinden:
Mukaddime: Ma'lûm ola ki eşyânın ecsâmda te'sîri ya bi't-tab' ve'l-mizâc veyâhud sûret-i nev'iyye ve keyfiyyet-i hafiyyesiyle bi'l-hâssadır. Evvelkisine te'sîr bi't-tab‘ ve te'sîr bi'l-mizâc, ikincisine te'sîr bi'l-hâssa denilip zâhir olan âsâra havâs derler. Evvel ile olan havâs ve âsârda mü'essir ile cism beyninde iltisâk ve temâs olunmak lâzım olup sânîde dokunmak ve sürünmek ve temâs ve imtizâc lâzım değildir. Belki ba'zı havâs vardır ki taraf-ı gayr-i ma'lûme ve keyfiyyet-i mektûme ile aslâ temâs ve iltisâk bulunmaksızın fi'l ve eser eder. Te'sîrât-ı ecrâm-ı semâviyye ve mıknatıs ve kehrübâ ve merhem-i kevâkibî ve zervel-i sîmyâ'î misillü şeylerde olduğu gibi....
(Hayrullah Efendi (1285). Hezâr Esrâr. İstanbul. 5.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 02.12.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Kemân ebrûlarından yârimin hayli su'âl oldı
Siyeh kâküllerinden söz uzandı kîl ü kâl oldı
Kurunca sahn-ı sînemde saf-ı müjgânları ordu
Ne kanlar akdı çeşmimden nasıl ceng ü cidâl oldı
Aceb ta'rîf olunmaz derde düşdüm bilmedim eyvâh
Halâs olmak bu âteşden bana emr-i muhâl oldı
Ne Husrev gördi bu derdi ne buldı çâresin Ferhâd
Kıyâs itme benim çekdiklerim Kays'a misâl oldı
Ahibbâdan vefâ yok âşinâ bîgânedir Hayrî
Bu âlem bildigim âlem degil bilmem ne hâl oldı
Fatîn Dâvud (1271). Hâtimetü'l‑Eş‘âr. İstanbul. 88.
Hezâr Esrâr adlı eserinden:
Mukaddime: Ma'lûm ola ki eşyânın ecsâmda te'sîri ya bi't-tab' ve'l-mizâc veyâhud sûret-i nev'iyye ve keyfiyyet-i hafiyyesiyle bi'l-hâssadır. Evvelkisine te'sîr bi't-tab‘ ve te'sîr bi'l-mizâc, ikincisine te'sîr bi'l-hâssa denilip zâhir olan âsâra havâs derler. Evvel ile olan havâs ve âsârda mü'essir ile cism beyninde iltisâk ve temâs olunmak lâzım olup sânîde dokunmak ve sürünmek ve temâs ve imtizâc lâzım değildir. Belki ba'zı havâs vardır ki taraf-ı gayr-i ma'lûme ve keyfiyyet-i mektûme ile aslâ temâs ve iltisâk bulunmaksızın fi'l ve eser eder. Te'sîrât-ı ecrâm-ı semâviyye ve mıknatıs ve kehrübâ ve merhem-i kevâkibî ve zervel-i sîmyâ'î misillü şeylerde olduğu gibi....
(Hayrullah Efendi (1285). Hezâr Esrâr. İstanbul. 5.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Gazel
Kemân ebrûlarından yârimin hayli su'âl oldı
Siyeh kâküllerinden söz uzandı kîl ü kâl oldı
Kurunca sahn-ı sînemde saf-ı müjgânları ordu
Ne kanlar akdı çeşmimden nasıl ceng ü cidâl oldı
Aceb ta'rîf olunmaz derde düşdüm bilmedim eyvâh
Halâs olmak bu âteşden bana emr-i muhâl oldı
Ne Husrev gördi bu derdi ne buldı çâresin Ferhâd
Kıyâs itme benim çekdiklerim Kays'a misâl oldı
Ahibbâdan vefâ yok âşinâ bîgânedir Hayrî
Bu âlem bildigim âlem degil bilmem ne hâl oldı
Fatîn Dâvud (1271). Hâtimetü'l‑Eş‘âr. İstanbul. 88.
Hezâr Esrâr adlı eserinden:
Mukaddime: Ma'lûm ola ki eşyânın ecsâmda te'sîri ya bi't-tab' ve'l-mizâc veyâhud sûret-i nev'iyye ve keyfiyyet-i hafiyyesiyle bi'l-hâssadır. Evvelkisine te'sîr bi't-tab‘ ve te'sîr bi'l-mizâc, ikincisine te'sîr bi'l-hâssa denilip zâhir olan âsâra havâs derler. Evvel ile olan havâs ve âsârda mü'essir ile cism beyninde iltisâk ve temâs olunmak lâzım olup sânîde dokunmak ve sürünmek ve temâs ve imtizâc lâzım değildir. Belki ba'zı havâs vardır ki taraf-ı gayr-i ma'lûme ve keyfiyyet-i mektûme ile aslâ temâs ve iltisâk bulunmaksızın fi'l ve eser eder. Te'sîrât-ı ecrâm-ı semâviyye ve mıknatıs ve kehrübâ ve merhem-i kevâkibî ve zervel-i sîmyâ'î misillü şeylerde olduğu gibi....
(Hayrullah Efendi (1285). Hezâr Esrâr. İstanbul. 5.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | YÜMNÎ, Mehmed Emin Efendi | d. ? - ö. 1695 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | F. Hande Topbaş | d. 1971 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | Jale Sancak | d. 3 Aralık 1958 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | RÂGIB, Gaffâr | d. 1818 - ö. 1891 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | ADMÎ, Urfalı | d. 1818 - ö. 1900 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | NESÎB, Hüseyin Nesîb Efendi, Karamanlı | d. 1818 - ö. 1896 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | HÜDAVERDİ BABA, Hüseyin | d. 1796 - ö. 1859?-1866? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | FEDÂÎ, Mahmud | d. 1810\'lar - ö. 1866 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | DEHŞETÎ, Salih | d. 1802/1813? - ö. 1866/1875? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | SÂLÂR, Mirza Hüseyin | d. ? - ö. 1877-78 | Meslek | Görüntüle |
11 | Musa Taşmuhammetoğlu Aybek | d. 10 Ocak 1905 - ö. 1 Temmuz 1968 | Meslek | Görüntüle |
12 | HÜSNÎ PAŞA, Hüseyin Hüsnî Paşa | d. ? - ö. 1877 | Meslek | Görüntüle |
13 | RÂGIB, Hacı Mehmed Râgıb | d. 1786 - ö. 1848 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | TAYYİBÎ, Veli Efendi | d. ? - ö. 1825 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | DEM’Î, Yûsuf | d. 1844 - ö. 1862 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | İBN-İ İSA, İlyas Saruhanî | d. 1496-1497 - ö. 1553-1554 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | SÂMİH EFENDİ | d. ? - ö. 1785-86 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | ŞERÎFÎ | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |